Ynt: Sümela Manastırı
SUMELA MANASTIRI
Trabzon'un güneyinde, Ziganalar'ın bir tepesinin yamacına yapışmış bir manastır harabesi vardır. Eteklerinde, ormanlar ile kaplı bir vadinin dibinde, Trabzon'a kadar uzanan Değirmen Deresi'nin kollarından biri akar. Halk buraya kısaca Meryem Ana der. Eski adı ise Sumela Manastırı'dır. Genellikle bu dini tesisin kuruluşunu eski tarihlere çıkarmak isterler. Bu havalinin evvelce Rum ahalisi arasında yaygın ve Trabzon hakkındaki Rumca kitaplarda tekrarlanan kuruluş efsanesine göre manastırın esası güya Theodosius devrinde kurulmuş ve altıncı yüzyılda İmparator Lustinianos devrinde kumandan Belisarios tarafından yeniden yapılmış idi. Fakat bu rivayeti kabul ettirecek hiçbir ilmi dayanağın bulunmadığı, burasını inceleyen yabancı mütehassıslar tarafından kesin olarak bildirilmiştir. Buranın başlıca gelir kaynağı olan bir Meryem Ana resminin eskiliğine ve mucizeler yarattığına halkı inandırmak böylece onun değerini büyültmek için uydurulduğu kolayca sezilen bir efsaneye göre güya bu resim, İsa'nın Havarilerinden Lukas tarafından yapılmış, Lukas'ın terekesinden Atina'ya geçmiş fakat Theodosius devrinde, dördüncü. yüzyılda resim kendiliğinden buradan ayrılmak istemiş, bir gün melekler tarafından gökte uçurularak Trabzon dağlarındaki bu kovuğa getirilip bir taşın üzerine bırakılmıştır. Tam bu sıralarda Atina'dan Trabzon'a gelen Barnabas ve Sophronios adlarında iki keşiş de bu ücra dağın ıssız yamacında bu resmi bulmuşlardır. Bu çeşit rivayet ve efsanelerin basit bir Hıristiyanlık gayreti ile yaratıldı ve mütemadiyen tekrarlanarak adeta zorla kabul ettirildiği bilinir. Böylece hakkında benzeri rivayetler çıkarılan tesisler de güya çok eski bir tarihe inmektedir. Sumela münferit bir örnek olmayıp, eş durumdaki birçok misalden sadece biridir.
Meryem (Panaghia) adına kurulan bu manastırın, Grekçe Sumela adının esasını, kara, siyah, karanlık anlamlarına gelen Melas kelimesinden aldığı söylenir. Bu, acaba bu tesisin kurulduğu vadinin ve dağın koyu renginden dolayı mı vermiştir? Bu fikirde olanlar vardır. Fakat kanaatimize göre Sumela kelimesi, buradaki Meryem ikonasının (tasviri) bir sıfatı da olabilir. Onun, ünlü tarihçi J.P. Fallmerayer'in de (1790-1861)1840 yılında buraya geldiğinde dikkatini çektiği gibi renginin koyu, hatta teşhis edilemeyecek derecede siyah oluşu bu adın esasını teşkil etmiş olması mümkündür. Gürcü resim sanatında, XII. yüzyılda sanat aleminde Siyah Madonna ismi altında tannan birtakım Meryem ikonalarının yapıldığı ve yayıldığı bilinir. Esrarlı ifadesini daha da arttırmak gayesiyle, Meryem Ana resimlerinde yüz, siyah ile boyanıyordu. Gürcistan'a bu usulün eski Hind sanatından gelmiş olabileceği de ayrıca ileri sürülmüştür. Sumela Manastırının Kafkasya'ya yakınlığı düşünülecek olursa, burada saygı gören Meryem tasvirinin, böyle bir siyah Meryem olduğuna ve manastırın, Sumela adını bundan aldığına ihtimal vermek de mümkündür. Böylece dağın da adı, manastırdan dolayı Oros Mela = Kara Dağ olmuştur.
Sumela Manastırı'na ait siyah Meryem resminin hangi döneme ait nasıl bir şey olduğunu daha fazla araştırmaya imkan yoktur. İlkona'nın eskiden çekilmiş oldukça iyi bir fotoğrafından anlaşıldığına göre bu üzerinde herhangi bir çizgi, boya daha doğrusu resme benzeyen bir unsur teşhis edilemeyen simsiyah, çatlak ayrıca da ortadan ayrılmış bir tahtadan ibaret idi. İlkona'nın çevresini belirten gümüş çerçeve ise motiflerinden ve yazılarından anlaşıldığına göre 1700 tarihine ait olup alelade bir işçilik gösteriyordu. Bu fotoğraftan edindiğimiz intibaya göre Sumela'daki Meryem ikonasının, gerçek bir Siyah (= Kara) Meryem bile olması çok şüphelidir.
Siyah Meryem'ler bilhassa Avrupa doğusuna doğru çok sayıdadır, bilhassa ziyaret yerlerinde bulunmakta ve dağlarda, yüksek yerlerde, orman içlerinde kurulan ibadet yerlerinde muhafaza edilmektedir; ayrıca bu yerlerde şifalı bir de su bulunmaktadır, nihayet Fransa'daki bu tasvirlerin bulundukları yerlere mucizevi şekilde geldiklerine inanılmaktadır. Bütün bu hususiyetler çok değişik ve uzak çevrelerde dini inanışların tamamen aynı karakteri göstermesi bakımından çok ilgi çekicidir.
Kısacası Trabzon'un Sumela Manastırı, bu adı ile tarihte ancak Trabzon Komnenos'ları döneminde ortaya çıkmaktadır. Her köşesinde irili ufaklı böyle dini binalar olan bu bölgenin, peyzaj itibarıyla en harikulade bir yerinde Sumela Manastırı kurulmuş ve Osmanlı devri Türk idaresi sırasında devamlı gelişmeler ile tam manası ile muazzam bir tesis halini almıştır. Hemen hemen 1200 metre rakımlı bir noktada ve vadinin dibinde akan suyun 300 metre kadar yükseğinde, dimdik denilebilecek kadar saip bir yamacın ortalarında oldukça geniş ve yüksek bir mağara, daha doğrusu bir kovuk bu tesisin çekirdeğini teşkil etmiştir. Bu, erişilmesi zor ve yorucu kovuk önündeki dar çıkıntı, zamanla burada büyüyen, genişleyen ve zenginleşen manastıra zemin olmuştur. Sumela, Trabzon ve çevresinde sayılan hayli çok olan eski manastırların en ünlüsüdür.
Dağlara, yüksekliklere ve mağaralara bir kült yeri olarak çok eskiden beri daima özel bir değer verildiği bilinir. Belki bu mağaranın içinde de evvelce böylece bir sunak yapılmıştı. Hıristiyanlık yayıldıktan sonra burasının bilinmeyen bir tarihte ufak bir keşiş inzivagahı haline getirildiği de düşünülebilir. Tabiatıyla bu tahminler, benzeri eserlerde müşahede edilen hususlardan çıkarılmaktadır. Ancak mağara kısmında yapılacak etraflı ilmi araştırma ve sondajlar bu tahminlerin doğruluk derecesini belki aydınlatabilir. Yoksa şimdiki halde müspet hiçbir dayanak yoktur.
Atina'dan gelen iki keşişin, Barnabas ve Sophronios'un Theodosios döneminde IV.V. yüzyıllarda burasını kurmuş ve Iustinianos'un kumandanı Belisarios'un da tamir ettirmiş olduğu yolundaki kuruluş efsanesinin sağlam bir esasa dayanmadığı açıkça belli olmasına rağmen bu hurafenin hala yaşatılması hayret verir. Bu efsane bir tarafa bırakılacak olursa, manastırın şimdiki halde hiç değilse on üçüncü yüzyıldan itibaren, tarihini takip mümkündür. Bu sırada artık Bizans İmparatorluğu'ndan apayrı bir devlet halinde doğarak, başlı başına gelişmeye başlamış olan Trabzon Komnenos'ları Prensliği, başkenti Trabzon şehri olmak üzere bu çevrede hakim durumunda bulunuyordu. Kendilerini Bizans İmparatorluğu'nun gerçek mirasçısı olarak gören ve kendilerini imparator olarak tanıtan Trabzon prenslerinin bu unvanını, 1261'de yeniden İstanbul'a sahip olarak eski Bizans devletini ihya eden hakiki Bizans İmparatorluğu kabul etmemiştir.
Bilhassa komşu Türk beylikleri ile çok yakın ve girift temasları bulunan Trabzon Kommenosları'ndan III Alexios (1349-1390) bu manastırın esas kurucusu sayılabilir. İki kız kardeşi Türk beyleri ile evli olan, kendi dört kızını da komşu Türk beylerine veren III. Alexios'un Sumela'ya özel bir ilgi gösterdiği kaynak ve belgelerden anlaşılmaktadır. Buradaki keşiş hücrelerine, onun büyük dede, dede ve babasının da bazı bağışlarda bulunmuş oldukları bu vesile ile öğrenildiğine göre, Alexios'un büyük dedesi II. Loannes (1280-1285) zamanından beri burada dini bir merkezin varlığına ihtimal verilir. Yine başka bir efsaneye göre, büyük bir kasırga sırasında Meryem'in yardımı ile canını kurtaran III. Alexios burasını yeni bir tesis halinde inşa ettirmiş, zengin vakıflar bağışlamış bir Khrysobullos yeni bir ferman ile de bu vakıflarını sağlam esaslara bağlamıştır. Manastırın 1650'ye kadar dış kapısı üzerinde görülebilen 1360 tarihli, beş mısralık bir manzum kitabede III. Alexios, bu tesisin kurucusu (ktetor), "Doğu ve Batı (=İberia)'nın hakimi İmparator" olarak gösterilmişti. Alexios 1361 yılındaki bir güneş tutulmasını burada karşılamıştır. Hatta, bu prensin sikkelerinde güneş resmi bu olayla ilgili kabul edilmektedir. 1365 tarihli "vakfiyesi" ile de manastırın bütün idari şartlarını, arazisini, gelirlerini düzene koyduktan başka, Trabzon'a gelecek bir tehlikeyi, bir Türk akınını önlemek üzere, buradaki keşişlerin daima uyanık bulunmalarını da bildirir. Alexios'un oğlu III. Manuel (1390-1417) babası gibi dini tesislere bağlılığı olan bir şahıs idi. Tahta çıktığı yıl, saray hazinesinde bulunan değerli bir Stavrotegi (içinde İsa'nın çarmıhının bir parçası bulunduğu iddia edilen müzeyyen bir haç) Sumela'ya hediye etmişti. Son Trabzon Komnenos'ları da Sumela Manastırı'nı yeni fermanlar ile zenginleştirmişler veya vakıflarını tasdik etmişlerdir. Trabzon ve havalisi Türk idaresine geçtikten sonra Osmanlı Sultanları, Aynaroz'da, Sina'da ve daha birçok manastırda da olduğu gibi Sumela'nın eski hak ve hukukunu dikkatle korumuşlar, hatta buraya imtiyazlar vermişler, bazı hediyeler de yollamışlardı. Nitekim Sumela'da bulunan iki şamdan, Yavuz I. Selim (1512-1520)' in bir hediyesi olarak biliniyordu. Burada ayrıca Trabzon fatihi II.Mehmed'in de manastırın haklarını tanıdığını bildiren bir fermanı muhafaza ediliyordu. Daha başka fermanların saklandığı, burası hakkındaki yayınlardan öğrenilmektedir. Burada Sultan II.Bayazıd, I.Selim, II.Selim, III.Murad, İbrahim, IV.Mehmed, II.Süleyman, Mustafa ve III.Ahmed tarafından verilmiş fermanlar bulunduğu bildirilmektedir. On sekizinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren manastır ile Eflak Voyvodalarının ilgilendik1eri ve devamlı yardımlar ve yazı1ar gönderdik1eri tespit olunmuştur. Ghikas (1755), Stephan (1764), Hypsilantes'in (1775) böylece ilgilendikleri bilinir. Tabiatıyla manastırın arşivinde, İstanbul patriklerinin bütün Osmanlı devri boyunca yolladıkları yazılar da muhafaza ediliyordu. Sumela bilhassa on sekizinci yüzyılda Voyvodaların himayesinde gelişmiş ve birçok kısımları yeniden yapılmış, Ignatios adında bir başpiskopos 1749'da duvarların bütün satıhlarını yeniden Fresko resimler ile süslemiştir. Sumela, Anadolu'da bütün Rum-Ortodoks topluluklarının görülmemiş bir zenginlik ve heyecan içinde teşkilatlandıkları, kilise ve manastırlarını her taraftan akan paralar ile yeniden inşa ettikleri, muhteşem şekilde süsledikleri on dokuzuncu yüzyılda, en parlak çağını yaşamıştır.
Fallmerayer'in 1840'ta yazdığına göre Sumela'nın gezgin keşişleri bütün Anadolu, Kafkasya, Balkanlar ve hatta Rusya'yı dolaşarak Meryem ikonasının kötü bir kopyasını satmak suretiyle iane topluyorlar, bu paraları müesseselerine getiriyorlardı. Nitekim bunlardan bir tanesi, üzerinde kırk bin kuruşluk bir servet ile dolaşırken Kayseri'de öldürülmüştür. Osmanlı devleti katilleri yakalatmış, idam ettirmiş ve çalınan paraları da manastıra teslim etmişti. Geçen yüzyıl içerilerinde iyice zenginleşerek 1860'a doğru büyük binalar inşası suretiyle muazzam bir tesis halini alan Sumela Manastırı, XIX. yüzyılın içinde yabancı seyyahları tarafından ziyaret edilerek kısa anlatımı yapılmıştır.
Manastırdan en etraflı surette bahsedenlerden biri, G. Palgrave (1826-1888), 1871 Şubatı'nda yayımlanan makalesinde oldukça ilgi çekici bilgiler verir. Sultan Murad'ın buradan geçerken manastırı güya topa tutturduğu yolundaki efsanenin yalan olduğuna işaret ile Murad'ın buradan geçmiş olmasına imkan olmadığını belirtir. Palgrave buraya geldiğinde o sırada "yeni bina" denilen kışlavari büyük yapı henüz yapılmış ve biteli üç sene kadar oluyordu. Bu İngiliz yazarının müşahedesine göre bu binanın uçurumdaki kemerler dahil yedi katı vardı ve esas mesken kısmı dört sıra pencereye sahip olup ayrıca üstte de bir galeri uzanıyor idi. Boydan boya içinde tek sıra halinde her katta sekizer oda vardı ve genel olarak çok sağlam bir bina olduğu anlaşılıyordu. Palgrave, Murad ve I.Selim'in hediyelerini de anarak III.Alexios'un minyatürlü fermanını da gördüğünü bildirir. Manastıda II.Selim'in fermanını gören Paigrave, keşişlerin Sultan II. Selim aleyhine atıp tutmalarını pek hoş karşılamadığını da açıkça ifade eder.
Trabzon'un 18 Nisan 1916'dan, 24 Şubat 1918'e kadar süren Rus işgali, burada bir Hıristiyan Pontus devletinin tekrar kurulacağı ümitlerini doğurmuştu. Kurtuluş Savaşı sonunda, bu ümit kapılarını kapamak üzere 1923'te bütün Rumların Yunanistan'a gönderilmeleri ile Sumela Manastırı boşaltılmıştır. Hicret eden Rumlar, eski hatıralarına bağlılıklarının bir belirtisi olarak Makedonya'da Verria (Türk devrinde: Kara Ferye) yakınında Kastania'da aynı adla yeni bir manastır kurarak buraya modern bir Meryem Ana resmi yerleştirmek suretiyle, eski geleneği yaşatmaya başlamışlardır.
Sahipsiz ve kontrolsüz kalan bu koca tesis, hızla harap olmaya başlamış, 1930'da bir yangın, ahşap kısımları silip süpürmüş, bu arada gizli defineleri aramak bahanesi ile lüzumsuz bazı büyük tahripler de yapılmış, kagir kısımlar yıkılmıştır. Burada ilk bakışta dikkati çeken husus darmadağın bir harabe görünüşü ve duvarlardaki Freskoların, ustalıklı bir şekilde muntazam kareler halinde kesilerek yerlerinden sökülüp götürülmüş olmasıdır. Son derecede zor olan bu işin başarılı şekilde yapılması, bunu oralıların değil, bu çeşit hatıralara meraklı ve gerekli bilgiye sahip "bilgili" yabancı ziyaretçiler tarafından yapıldığını gösterir.
Sumela Manastırı'na, ormanın içinde bir patikadan tırmanılır. Manastırın girişi çok sıkı emniyete alınmış ve dar uzun bir merdivenle, son kısma erişilmesi mümkün kılınmıştır. Bu merdivenin yanında yamaca yaslanmış büyük bir su kemerinin, tesise evvelce su getirdiği anlaşılmaktadır. Eski fotoğraflarda geniş kavisli on kadar gözü ile mükemmel bir halde fark edilen bu kemer, şimdi yıkık durumdadır. Kapıdan girildiğinde, kapıcı hücreleri vs geçildikten sonra bir merdivenden küçük iç avluya inilir. Burada merkez, solda bulunan kilise haline getirilmiş olan tabii kovuktur. Kovuğun karşısında muayyen bir düzene sahip olmaksızın inşa edilen çeşitli manastır binaları görülür. Bu avlunun sol tarafında şimdi kısmen yıkılmış ve içine moloz dolmuş bir halde, yukarıdan kayadan süzülen ve damlayan kutsal suyun toplandığı çok yeni tarihlere ait, bir şadırvan vardır. Yine sol tarafta mağaranın içine, manastırın en eski kısmı olan kilise yerleştirilmiştir. Avluya doğru çıkıntı teşkil eden ayrıca bir şapel bitişik bulunan bu kilisenin gerek iç duvarları, gerek avludan görülen dış duvarı tamamen Fresko resimler ile kaplıdır. Ancak yakından dikkatli incelendiğinde bu resimlerin birçoğunun geç bir tarihe ait oldukları ve altlarındaki başka tabakalarda daha eski ve çok daha değerli duvar resimlerinin bulunduğu Fark edilir. Zaten bu husus bazı yazılar ile de belirtilmiştir. Avlunun sağ tarafında ise 1860 yılına doğru inşa edildikleri bilinen birtakım misafir odaları ve kütüphane olarak kullanılmış olan mekan bulunmaktadır. Avlunun etrafında daha birçok küçük şapeller vardır. Manastır şimdiki duruma girmeden çekilen eski fotoğraflarda, bütün bu binaların avluya bakan yüzleri önlerinde birbirinin üzerine binen ahşap balkonlar, sundurmalar bulunduğu görülmektedir. Talbot-Rice'in bildirdiğine göre bunlarda ahşaptan yontulmuş güzel parçalar da mevcuttu. Bugün çok harap bir halde bulunan buradaki küçük şapellerden bir tanesinde on dört veya on beşinci yüzyıllara ait oldukları tahmin olunan resimler tespit edilmiştir. Avlunun ilerisinde dar bir koridor, kayalığın önündeki ensiz bir çıkıntı üzerinde uzanmaktadır. Burada doğrudan doğruya yamaca yaslanmış gösterişli bir bina uzanır. Sumela Manastırı'nın uzaktan görünüşünde daima ön plana geçen bu kısım, burada yaşayan keşişlerin barındıkları esas manastır yapısıdır. Üç esas kattan başka, ayrıca altta birkaç sıra mahzeni ve üstte bir de çekme katı olduğu anlaşılan bu yapının saçak dibinde sıralanan kemerli galerileri ile heybetli, bir görünüşü vardır. Adeta kitlesi ile dağın kayalarında uzaklardan beyaz bir leke halinde taşan bu kışla biçimli yapı, manastırın 1860'taki büyük tamir ve genişletilmesinde inşa olunmuştur. Büyüklüğü ile konumundan başka, kayda değer hiçbir sanat ve mimari özelliği olmayan bir binadır. Evvelce geniş saçaklı olan ahşap çatısı, içinin bölmeleri, ahşap katları yok olduğundan bugün dört duvardan ibaret bir harabedir. Bu duvarların arasında içi, derine doğru inen büyük bir boşluk halindedir. Dışarı bir çıkıntı teşkil eden ortadaki kulesinden aşağı bakıldığında, bu binanın yapıldığı yerin baş döndürücü yüksekliği iyice anlaşılır.
Hiçbir sanat ve tarihi değeri olmadığı halde, son yıllarda Sumela'nın başlıca alameti olan bu büyük yapıya karşılık, bu tesisin en önemli kısmı, iç avlunun bir kenarında bulunan kilisedir. Bu kilise, kutsal mağara veya kovuğun iç satıhlarının düzeltilmesi ve ağzının düz bir duvarla kapatılması suretiyle elde edilmiştir. Bu duvara bitişik, bir çıkıntı teşkil eden küçük bir Sapel vardır. Burada iç ve dış satıhlar, 18. yüzyıldan bu yana birkaç tabaka halinde üst üste Fresko resimler ile süslenmiştir. Bazı yerlerde üç tabaka açıkça fark edilmektedir. En alt tabaka renkleri ve kalitesi bakımından, üsttekilerden çok farklı ve daha iyidir. Her tabakada konuların da değiştiği dikkati çekiyor. Buradaki Freskoların 1710, 1732 yıllarında yapıldıklarını bildiren yazılar tespit olunmuştur. Halbuki mağara kilisesinin içinde, avluya komşu duvarda III.Alexios devrine ait Freskolar da tespit edilmiştir. Burada III.Alexios, iki yanında oğulları III.Manuel ve Andronikos ile tasvir edilmiş idi. Bugün bu portrelerden hiç bir iz kalmamıştır. Dışarıda, kaya sathına işlenmiş ve bugün yalnız üst şeritleri kalabilmiş olan büyük bir mahşer sahnesinin dökülen sıvalarının altından başka sahnelerin gün ışığına çıktığı görülmektedir. Üzerinde bir ejder ile suvari iki aziz (Georgios ve Demetrios) tasvir edilmiş bulunan küçük bir şapelin duvarında biz, bu tabakanın altında iki tabaka daha resim bulunduğunu tespit ettik. Nitekim bir yerde en alt tabakada imparator kıyafetinde diademli bir figürün üstünde diademli başka bir figür, bunun üstünde de Metamorphosis, yani Tabor Dağı'nda İsa'nın görünüşünün değişmesi (suretinin değişmesi) sahnesi işlenmiş bulunmaktadır. Bu durum karşısında, Sumela Manastırı'nın eski ve o nispette de değerli duvar resimleri, sıvaların tamamen dökülmediği yerlerde alt tabakalarda durmaktadır denilebilir. Şüphesiz bu ayrı bir araştırma konusudur.
Avlunun etrafındaki binalarda yer yer, Türk sanatı tesirleri de kendilerini belli ederler. Nitekim odalarda dolaplar, hücreler ve ocaklar bu küçük mekanlara bir Türk enteryörü havası vermektedir. Kutsal suyu toplayan şadırvan da, sivri kemerleri ile Türk mimarı karakterindedir. Fakat en dikkat çekici nokta, bazı duvarlarda koyu kırmızı boya ile yapılmış duvar süsleridir ki bunlar 18. yüzyıl Türk binalarındaki tuğla derz süslemelerinin boya ile yapılmış taklitleridir. Sumela'nın yüz metre kadar kuzeyinde, yine dağ yamacına oyulmuş, erişilmez durumda ve içinde Fresko resimler olan bir mağara şapellerinin de varlığı söylenir.
Manastırın kütüphanesinde evvelce kataloğu yapılan ve çoğunluğu XVII-XVIII. yüzyıllara ait çeşitli elyazınalardan 66 tanesi Ankara Müzesinde, içinde minyatürler olan ve Bizans eseri bin tanesi (Dört İncil=Tetraevangelium) İstanbul'da Ayasofya Müzesi'ndedir. Ayrıca 150 kadar da baskı kitap vardır. Kilise hazinesindeki değerli eşyadan, Trabzon Prensi III. Manuel'in hediye ettiği gümüş salip (stavrotek) ile elyazına bir eser ve çok sayıda belge Atina'da Bizans Eserleri Müzesi'ne, manastıra ait"Gül'lü Meryem" olarak adlandırılan ikona, İrlanda'da Dublin'de National Gallery'ye gitmiştir. Sultan Selim'in hediye ettiği gümüş şamdanlar 1877'de çalınmıştır. Manastıra ait başka bir Meryem ikonası da Oxford'da bir özel koleksiyondadır. Buradan çıkarılmış, üzerinde "Hristiyan üçlemesi" tasvir edilmiş gümüş madalyon ile 1438 tarihli işlemeli. gümüş madalyon ile 1438 tarihli işlemeli bir örtu de (epitaphios) Atina'da Benaki Müzesi'ndedir.
Yakın tarihlerde Sumela Manastırı'nın restorasyonu için girişimlerde bulunarak raporlar hazırlanmış, bu arada manastırın sekiz pafta halinde plan rölöveleri de çizilmiştir.
VIRGIN MARY MONASTERY (SUMELA MONASTERY)
The Sumela Monastery, which stands at the foot of a steep cliff facing the Altındere valley in the region of Maçka in Trabzon Province, is popularly known as "Meryem Ana" (The Virgin Mary). The building complex is nearly 300 metres high and was built following the tradition of monasteries that were located outside the cities in forest near caves and sources of water.
The Monastery, founded in honour of the Virgin Mary, took the name of "Sumela" which derives from "Melas", meaning black. Although it is thought that it has taken this name from the mountains, the Karadağlar (Black Mountains), on which stands, it could also be associated with the black colour of the icon of the Virgin Mary.
According to tradition, the Monastery was founded by two priests called Barnabas and Sophronius who came from Athens during the reign of the Emperor Theodosius I (AD 375 - 395). Then, in the 6th century, it was restored by the General Belisarius at the behest Emperor Justinian who wanted it to be enlarged and restored.
The Monastery reached its final, present form in the 13th century. It gained importance during the reign of Alexios III (1349 - 1390) of the Comnenian Empire of Trabzon, which had been established in 1204. Its income was assured from imperial funds. During the time of Manuel III, son of Alexius III, and the reigns of later princes, Sumela gained further wealth from new imperial grants.
Like most other monasteries, the rights of the Sumela Monastery were preserved by the Ottoman Sultans and some special privileges were given after the Eastern Black Sea Coast came under the domination of the Turks.
During the 18th century many parts of the Monastery were restored and the walls were decorated with frescoes. In the 19th century the Monastery took on an impressive appearence with the addition of larger buildings. This was the Monastery's heyday and it attracted many foreign travellers who mentioned it in their writings.
The Monastery was seized by the Russian during the occupation of Trabzon between 1916 - 1918, and then in 1923 it was completely abandoned.
The principal elements of the Monastery complex are the Rock Church, several chapels, kitchens, student rooms, a guesthouse, library and sacred spring revered by Orthodox Greeks. These were built over a very large area.
The large aqueduct at the entrance, which clearly supplied water to the Monastery, is constructed against the side of the cliff. The aqueduct has many arches which now mostly restorated.
The entrance to the Monastery leads up by a long and narrow stairway. There is guard-room next to the entrance. The stairs lead from there to the inner courtyard. On the left, in front of cave, which constitutes the centre of the Monastery and which was turned into a church , there are several monastery buildings. The library is to the right.
The large building with a balcony on the front part of the cliff was used for the monks' cells and as guesthouse. It dates to 1860.
The influence of Turkish art can be observed in the design of the cupboards, niches and fire-place in the rooms of the buildings surrounding the courtyard.
The inner and outer walls of the Rock Church and the walls of the adjacent chapel are decorated with frescoes. The frescoes of the time of Alexios III can be seen on the inner wall of the Rock Church facing the courtyard. The frescoes of the chapel which were painted on three levels in three different periods are dated to the beginning of the 18th century. The frescoes of the bottom band are of superior quality.
The frescoes of the Sumela Monastery are seriously damaged since they have largely been moved from their original settings. The main subject of the frescoes are biblical scenes telling the story of Christ and the Virgin Mary.
The much important sections of Sumela has been restorated and restorations, conservations are still continued.
www.trabzon.bel.tr