seyr-ü zafer
Zirve
Ynt: Tek Başıma Arabayla 72 Günde Doğu-Orta-Kuzey Avrupa 22 Ülke 24000km Overland
.
.
seyr-ü zafer' Alıntı:Romanya
Başkent Bükreş’de, kentin en görkemli ve sıra dışı bölümüne gittim, Başkanlık Sarayı’nın da bulunduğu Unirii Bulvarı’na. Bu bölgeyi Romanya’nın Çavuşesku’lu yakın tarihinden bağımsız anlatmak mümkün değil. Öğrenciliğimde siyaset felsefesi okumuş, yeryüzündeki ideolojileri anlamaya gayret etmiş biri olarak söyleyebilirim ki, bazı konularda onlarca makale okusanız da unutuluyor zamanla; sözkonusu tarihin geçtiği yerlere gitmek, o atmosferin içinde bulunmak kişinin öğrendiklerini daha kalıcı kılmasını sağlıyor. Son üç yıldır, dini inanç ve siyasi düzen açısından farklı ülkelere yaptığım seyahatler sayesinde hem kendi adıma yeni şeylerle karşılaştım, hem de evvelden bilip kafamda tam oturtamadığım konuları netleştirmeye başladım. Yeryüzündeki sosyalizm pratiklerini ya da kalıntılarını görmek de epey faydalı oldu bu açıdan.
Bu alemde aynı tanrıya inananlar bile birbirlerini boğazlarlarken, komünizm gibi insan icadı ideolojiler ne kadar barış, adalet getirebilirdi? İster gökyüzünden zembille indiğine inanılsın, ister dahi beyinler tarafından düşünülüp kaleme alınsın, hiçbir fikir sistemi insanoğlunun eline düştükten sonra saf kalamıyor. Binlerce sayfa külliyatı var dinlerin ve ideolojilerin. Kişiler eğer düzgün kitapları okurlarsa, o düşünce ve inanışların herhangi birinin etkisine girebilirler, lakin teori ile pratik arasında zamanla ciddi farklar oluşuyor. İnsanoğlunun bilinçaltı tüm bu nazari bilgilerin dışında, doğadaki diğer tüm canlılar gibi temel doğa yasalarıyla şekillenmiş. Her inanç ve fikir sistemi bir aşamada akıllı, güçlü ya da kurnaz insanların iktidarı ele geçirip kafalarında her nasıl bir düzen varsa onu hayata geçirmelerine yardım eden aygıtlar haline geliyor. İnsanlığın kaderi bu, yönetenler ve yönetilenler hep olacak. İktidar denen yöneten pozisyonunu ele geçirmek, muhafaza etmek ve kitleleri kontrol edebilmek için dini inançlar ya da ideolojiler üzerinden sömürü her daim başarıya ulaşır.
Komünizm de insanları refahta, özgürlükte, mutlulukta buluşturmayı önerirken; maddi manevi sömürüyü yeryüzünden silmeyi vaat ederken, devlet aygıtını ele geçiren diktatörler ve sivil-askeri bürokratlar tarafından kişisel çıkarlar doğrultusunda deforme edilmiş. Bugün Rusya, Ukrayna, Azerbaycan, Gürcistan gibi Post-Sovyet ülkelere gittiğinizde çok zengin insanlara rastlarsınız, evlerinden arabalarından, giyimlerinden, girip çıktıkları dükkanlardan tahmin edebilirsiniz maddi güçlerini. O insanlar sosyalist dönemde de ülke koşullarında en iyi yaşayanlardı zaten; fabrikadaki işçilerden, tarladaki çiftçilerden farklı standartta hayatları vardı. Kapitalizme geçişten sonra yönettikleri işletmelerin sahibi oldular, yani üretim araçlarını ele geçirdiler. Günümüzde yaşadıkları ülkelerin siyasetini belirleyenler, oy veren sade vatandaşlardan ziyade oligark dediğimiz bu olağanüstü zengin insanlar. Post-Sovyet ve eski Doğu Bloku Ülkeleri’nde dolaşırken hep aynı şey aklıma geldi: Komünizm’in teorisini anlamak, insanların sömürülmeden yaşadığı, emeğinin karşılığını adil biçimde aldığı bir dünyayı düşlemek için Karl Marx’ın yazdıklarını, Marx’ın öngörülerinin neden tutmadığını anlayabilmek için George Orwell’in ‘Hayvan Çiftliği’ romanını okumak lazım.
“Zafer sen vahşi kapitalizme karşısın, ama zenginlik düşmanı değilsin; sosyalizmi eleştiriyorsun, ama uygulanamaz buluyorsun; faşist değilsin, ama vatanseversin; muhafazakar-dindar değilsin, ama tanrıya inanıyorsun, yani nedir durumun?” diye sorarsanız anlatması uzun sürer ama özetlersek… Özeti de uzun sürer… Neyse, iyisi mi ben böyle ara ara konulara yedirmeyi sürdüreyim düşündüklerimi.
Konumuz Romanya’ya dönelim daha fazla dağılmadan: Romanya, komünizm uygulamalarının diktatör yaratmaya, en az muhafazakar İslami rejimler kadar elverişli olduğunu bize gösteren ülkelerden. Romanya’nın yakın tarihi aynı zamanda bize şunu da gösteriyor: Batılı Ülkeler milli çıkarlara hizmet ettiği sürece diktatörlerce yönetilen ülkelerle işbirliği yapmakta sakınca görmezler. Randıman düşmeye başladığında ise, ilgili ülkeye ‘demokrasi ve özgürlük getirmek için’ diktatörü devirip daha işbirlikçi hükümetler kurdurma arayışına girerler. İkiyüzlülük konusunda altın madalyayı Fransa’ya takmak lazım.
Nikolay Çavuşesku, 1967’de Devlet Konseyi Başkanı olunca ilk yıllarda çevre ülkelerle siyasi ve ekonomik ilişkileri geliştirmiş, Sovyet doktrininden bağımsız hareket etmiş. Dönemin konjonktüründe, uluslararası alanda yaptığı manevralarla hem kendi halkının hem de çevre ülkelerin desteğini kazanmış. Sağlamlaşan iktidarı sayesinde daha cüretli hareket etmeye başlamış, sosyalist ülkenin devlet başkanlığı adabından uzaklaşıp derebeyi düsturuyla davranır hale gelmiş. . Bu tavır, gitgide fakirleşen halkıyla arasındaki bağı zayıflatmış haliyle. Sonuç: 1989 yılında kendisinden daha ihtiraslı eşiyle birlikte bir duvarın önünde getirildiler, kurşuna dizildiler. Ne demişler: Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner. Meydanlarda, kameraların karşısında böğüren, uçan kuşa sataşan yeryüzünün tüm diktatörleri er geç yaptıklarının bedelini öderler…
Güya gezi notu yazıyorum, güya Bükreş’i anlatacaktım Nihat Genç’e bağladım bir an, kusura bakmayın.
Orhan Baba' Alıntı:Zafer Bey Merhaba,
Yazılarınızı ilgi ve beğeniyle izliyor devamını merakla bekliyorum. Soguk kış günlerinde yazılarınızı okumak gezme arzumuzu kamçılıyor. Kamper sahibi olarak ufkumun açıldığını cesaretimin arttığını ve bilgiyle donandığımı hissediyorum. Birgün biryerde tanışmak ümidiyle hoşçakalın.