Bir Yazar Bir Öykü; Hüseyin Pelit (Rüzgar) - Kurşun

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan RÜZGAR Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 1
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 3,085

RÜZGAR

Kamp III
Rahmetle Anıyoruz...
Mesajlar
673
Tepkime Puanı
62
Yer
İstanbul
Kısa Özgeçmişimden Alıntı
Hüseyin Pelit nam-ı diğer Rüzgar Hüseyin -1942
Moto-karavanı ile onbeş yılı aşkın bir zamandır sürekli olarak yurt içi ve yurt dışı geziler yapmakta, gezilerinde edindiği sosyal, siyasal gözlemlerini ve karavancılığa ait çeşitli konulardaki anı ve deneyimlerini dergilerde ve internet ortamında "rüzgar" adı altında yayınlamaktadır.(Bkz. www.dnm-ler.com) . Bir kaç yıldan beri öyküler yazmakta olup yakın zamanda bunları bir kitap halinde yayınlamayı düşünmektedir.

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

KURŞUN


Karların arasından fışkırırcasına boynunu uzatmış, narin gövdesinden sarkan beyazlı yeşilli çiçekleri kendisine gülümseyen kardelene uzandı. Okşarcasına sevdiği çiçeğin Zeynep’inin hasretini çektiği beyaz tenine, bakmaya kıyamadığı yeşil gözlerine benzediğini, rüzgârda sallanan narin bedenin, güz esintilerinde oynaşan yeşilimsi sarı yapraklı ulu çınardan, meşe odunlarından yayılan yanık kokuların hasreti ile yanıp tutuştuğu köyünden selam getirdiğini düşündü. Karlarla kaplı tepelerin, yalçın kayaların ürküntü veren yalnızlığında az ötesine konmuş bir tepeli kuş onu gözlüyordu sadece. Her yeri, her şeyi örten bembeyaz yorganın altından bir şeyler bulma umuduyla etrafını süzen kuşun yiyecek hiçbir şey bulamayacağını düşündü. Bir aceleyle karıştırdığı ceplerinin derinliklerinde kalmış ekmek kırıntılarını vermeye çalıştı kuşa. Arkadaşlarının ötelerde olduklarını biliyordu ama her şey beyazlıkların örttüğü şu uçsuz bucaksız arazinin derinliklerinde yitip gitmiş gibiydi sanki. Bir sigara yakmayı denedi gizlice. Soğuktan morarmış dudaklarına yerleştirdiği sigarasını, neredeyse donmuş elleri ile güçlükle tutabildiği birkaç kibritten sonra ancak tüttürebildi. İçine çektiği ilk nefesini boru gibi salıverdi zevkle. Duman bulutu neredeyse asılı kaldı soğukta. Sigaranın en güzel yerinin ilk nefes bir de son nefes olduğunu düşündü. Her şey öyle değil miydi zaten. İlklerin acemice ve zevkli, sonların ise kanıksanmış ve hüzünlü. Sonra etrafı kolaçan etti dikkatle. “Her yerden her an her musibet gelebilir” dememiş mi idi teğmeni. Bir an cebine dikkatle yerleştirdiği cüzdanına gitti eli. Biraz önce bulunduğu tepeye erişirken zorlu bir tırmanış sırasında düşürmüş olabileceğinden korktuğu hazinesini yokladı. Yerinde olduğunu anlayınca içi rahatladı. Sahip olduğu her şeyinin içinde saklandığı üzeri ay yıldızlı cüzdanından titrek elleriyle çıkardığı fotoğraflardaki anacığına, nişanlısına baktı hasretle. Dokuz gün sonrası için çavuşuna aldırttığı otobüs biletine baktı heyecanla. Köyüne, anacığına, yeşil gözleri her bakıştığında gönlünü hoplatan Zeynep’ ine, arkadaşlarına kavuşacağı günün heyecanını bir daha duydu yüreğinin derinliklerinde. Sigarasından bir nefes daha çekti. Sonra üzerinden geçen bir buçuk yılın külleriyle tozlanmaya yüz tutan anılara daldı... Uzaklaştı... Gitti.
Biraz ötesinde bir çıtırtı duydu. Dikeldi. Teğmeninin tembihini hatırladı. Tam karşısındaki kayanın gerisinde bir karaltı görür gibi oldu. Arkadaşlarının yakınlarda olduğunu biliyordu. Kendine siper ettiği kayanın arkasından uzanıp sesin geldiği tarafa bakmaya çalıştı. Hasretin buğulandırdığı gözlerini elinin tersi ile sildi. Az ilerideki kayanın arkasından bir gölge kıpırdadı. Göz göze geldiklerinde dalgınlığından silkinip telaşla silahına davranmaya çalıştı. Kulakları yırtarcasına patlayan silahın sesi uzaklardaki kayalıklardan yankılanıp döndü. Tepeli kuş acı bir çığlık atıp telaşla havalandı.

Zamanın akışı bir anda dondu kaldı. Namluyu canhıraş bir sesle terkeden kurşun yavaş oynatılan bir filmdeki gibi kendine doğru ağır ağır yaklaşıyordu.“Alacakmıydı canımı yoksa bu küçücük demir parçası” diye düşündü. Yüksek yamaçların soğuğundan katılaşmış bedeni hareketsiz öylece kalakaldı. Bir anda mazinin derinliklerinden fışkıran anıları irileşen göz bebeklerinde canlandı.

Sarı sarı ekinlerin göz alabildiğine uzandığı uçsuz bucaksız tarlalarda oynadıkları saklambaç oyunlarını hatırladı. Boyunca büyümüş başakların arasında koşuşurken her zıplayışında örgülü saçlarının uçlarındaki küçük kırmızı kurdelelerini görebildiği Ayşe’ sini düşündü. Ebe’ lerin gözlerini yumup saymaya başladıklarında saklanmak için hep de kırmızı kurdelelerin peşinden koşturduğunu, sonra bir kenara sinmiş Ayşe’sine iyice sokulduğunda sımsıcak bedeninden yayılan o güzel kokunun, “susss” diye ileri doğru uzattığı dudaklarının verdiği inanılmaz heyecanı anımsadı. Sonra okula giderken evlerinin köşesindeki çitlembik ağacının kalın gövdesinin ardına gizlendiğinde, hep de bir rastlantı sonucu karşılaşmışlar gibi “sende mi okula gidiyordun Ayşe” ya da “bu gün hava güzel” diye acemice konuşmaya çalıştığını sonra da annesinden gizli gizli ceplerini kimi zaman bayramlardan arta kalan karamelalarla, bonbon şekerleri ile kimi zaman da iri iri dut kuruları ile doldurduğunu, “sende ye bak çok tatlı” diye ikram ettiği şekerlerin, yemişlerin aslında bir kerecik olsun sıcacık eline değebilmek için uydurulmuş senaryolar olduğunu anımsadı. Babasının çiftini çubuğunu satıp büyük şehire göç ettiklerinde at arabasına yükledikleri birkaç parça eşyanın üzerindeki Ayşe’ sinin ağlamaklı bakan nemli gözlerinin, başaklar gibi rüzgarda dalgalanan sap sarı saçlarının ardından, gün kavuşana dek koşturduğunu, sonra da arabanın son dönemeçte gözden kaybolup tüm ümidini yitirdiğinde, bir ağaca sarılıp hıçkırıklara boğulduğunu, yanaklarından süzülüp bağrına akan gözyaşlarının mintanını sırılsıklam ettiğinde havanın çoktan kararmış olduğunu anımsadı.

Kurşun’un az ötedeki çalının dalını parçalayıp üzerine doğru gelişini çaresizlikle izledi. Yapabileceği hiçbir şeyin olmadığını anladığında yavaş yavaş yaklaşan donuk gri renkli “ecelin habercisine” umutsuzca baktı.

Delikanlılığında birkaç arkadaş sözleşip komşu köye akrabalarına yatıya gidiyoruz diye evden kaçıp, “filim artizlerinin”, şarkıcıların türkücülerin boy gösterdikleri gazinoları , kocaman dönme dolabı, çeşit çeşit dondurmaların, pastaların vitrinleri doldurduğu pastaneleri ile yıllardır hayallerinde yaşattıkları büyük şehire gittikleri sıcak bir yaz akşamında ışıklandırılmış fıskiyeli havuzlarının güzelleştirdiği uçsuz bucaksız parkın içleri tıka basa doldurulmuş mağazalarındaki çeşit çeşit eşyalara, ne işe yaradığını bilemediği bir sürü alete edevata bakmaktan başları dönüp karınları acıktığında yedikleri tandır kebabından yanıp tutuşup bütün bir gece boyunca her bulduğu musluktan lakır lakır su içtiğini, sonra da o bilemediği bir sürü nesneye bakmaktansa annelerinin ellerini sıkı sıkı tutup bir yere bırakmadıkları güzel kızları “kesmeyi” akıl ettiğini anımsadı. Gecenin bir saatinde köyün acemi delikanlılarından oluşan küçücük kafilenin reisi Cengiz ağabeylerinin bir sürü karanlık mahallelerden dolaştırarak götürdüğü kalabalık bir sokakta itiş kakış arasından baktıkları deliklerden, kapı aralarından o güne değin görmediği kanlı canlı manzaraları ağzı açık seyrettiğini, “hadi sende gir artık” diyen Cengiz ağabeyin eliyle koluyla vermeye çalıştığı bir sürü “tarifin” ardından neredeyse tekme tokat, kapıdan içeri iteklediğini, sonra da dönüş yolunda doluştukları kompartımanın heyecandan kızarmış yüzlerine vuran soluk ışığı altında nefesleri tükenene dek anlatılan abartılı anılara kendisinin de katacak bir macerasının olmasından gururlandığını, ama üzerine sinen ve her soluk alışında yaşadığı büyük maceranın izlerini ele veren altın damlası kokusundan da nasıl kurtulacağını bilemediğini anımsadı.

Ürküntü veren sessizliği kurşun’un döne döne gelen ecel fısıltısı bozuyordu sadece. Çaresizliğinin donuklaştırdığı gözlerinin ümitsiz bakışları ile izledi küçük demir parçasını.

Köy meydanının neredeyse yarısını gölgeleyen ulu çınarın serinliğinde öğretmen beyin etrafına sandalye çekenlerin, kulak kabartanların, dereden tepeden anlatılan bir alay hikâyenin yanı sıra lafın dönüp dolaşıp “memleketi kurtarma” ya geldiğinde otuz bin insanımızı yutan bu canavarı üzerimize salanların büyük devletler mi yoksa yüzlerce yıldır ihmalkârlığın, boş vermişliğin doğal bir sonucu mu olduğunu tartıştıklarında hiçbir zaman bir sonuca varamadıklarını, kahveci Rüstem efendinin ”geç oldu ağalar” diyerek sandalyeleri masaların üzerine ters çevirmeye başladığında bitip tükenmeyen bağrışların çığrışların cansız ampullerin güçlükle aydınlattığı havuzlu parkın rutubetten ıslanmış banklarında gece yarılarına kadar devam ettiğini hatırladı.
Askerlik çağının eşiğinde anlatılan bu hikâyelerdeki çelişikliklerin kafasını da her seferinde daha fazla kurcalamasına, eğrinin doğrunun ne olduğunu bir türlü ayırt edememesine yol açtığını, Çanakkale den, Sakarya dan beri neredeyse bir asırdır dedelerinin dizlerinin dibinde oturan çocuklarına torunlarına anlattıkları “muharebe” hikâyelerinin çoktan beridir küllendiğini, bir çakar almaz tüfek bir paslı süngü ile birkaç ayda , bilemedin birkaç yılda biten bu savaşların onca gelişmiş toplar ile tayyareler ile nasıl olup ta çeyrek asırdır devam ettiğine bir türlü akıl erdiremediğini düşündü. Televizyonlarda izlediği o lacivert koyu renk elbiseli kalantor devlet adamlarının ne görüştükleri belirsiz toplantılar için bir araya geldiklerinde kırmızı uzun halılar üzerinde sağa sola caka satarak yürüdüklerini, kocaman siyah arabalarına binerken başlarını çarpmasınlar diye arabaların kapısına el koyan bir sürü siyah gözlüklü korumanın etrafta kuş uçurtmadıklarını ama memleketin diğer ucunda kurşunların, bombaların karga sürüleri gibi uçuştuğunda hep de gariban evlatlarının orasını burasını kopardığını, bu kaza ! olasılığının, o ne işe yaradığı belirsiz kafaların kocaman arabaların kapılarına çarpma olasılığından yüz defa, bin defa daha fazla olduğunu düşündü.
Sonra Zeynep’in, kızgın saç dan indirip içine bolca tereyağı sürüp halis ev kavurması ile doldurduğu dürümleri uzatırken pembeleşen yüzünün odun ateşinin kızıllığında fark edilmediğini ama bu dinmeyen aşkın yüreklerini saran alevlerinin onları bir kına gecesinin ertesinde kırmızı kurdeleli yüzüklerin Rıza Emmi nin heyecandan titreyen sesiyle yaptığı konuşmanın ardından parmaklarına takıldığı eğlenceli bir geceye sürüklediğini hatırladı. Elektirikçi Cengiz ağabeylerinin dükkândan ustasına çaktırmadan yürüttüğü kablolarla, renkli ampullerle donattığı ağaçların altında, kadınlı erkekli toplanılıp neredeyse bütün bir köyün kadınının kızının özenle hazırladıkları dolmaları, börekleri, tatlıları kapıştıklarını, ardından da şampanya niyetine testereyle patlatılan gazozların kapaklarının ağaçların dalları arasında kaybolup gittiği o eğlenceli gecenin ilerleyen saatlerinde uzun uzun kesiştikleri kızlarla, yaşlı teyzelerin “la havle” çekmelerine aldırış etmeden sabahlara kadar alafranga danslar ettiklerini anımsadı. “Ne güzel bir geceydi, ne kadar da eğlenmiştik kızlı erkekli” diye geçirdi içinden.

Büyük bir hışırtı çıkararak yaklaşan kurşunun kardelenin rüzgârda sallanan narin gövdesinin bir yarısını parçalayıp dağıttığını sonra da öylesine donup kalakalmış askere iyice yaklaştığını acı ile süzdü yukarılardan tepeli kuş.

Merdiven altındaki çay ocaklarının bir tarafına kurulan televizyondan neredeyse her gün izledikleri haberlerde, cenaze marşının hüznüyle ağır ağır yürüyen inzibatların al bayrağa sarılı arkadaşlarının omuzlarında götürüldüğünü “şehitler ölmez vatan bölünmez” bağrışmaları arasında, büyüklerin “şehitlerimizin kanlarının yerde kalmayacağı” nutuklarının ardından kameraların hıçkırıklara boğulmuş anaların, babaların, eşlerin, kardeşlerin, olup bitenlerden habersiz zavallı yavruların üzerine çevrildiğini, sonrasında da cicisinden bicisinden vazgeçemeyen güzel bayan spikerlerin “geniş çaplı operasyonlara başlanıldığını” sanki her zamankinden farklı bir iş yapılıyormuşçasına ciddiyetle tekrarlamalarının hemen ardından kan ağlayan milleti teselli edeceğini düşündükleri mini etekli bir şarkıcı kadının, medyatik bir mankenin, ya da ne idiğü belirsiz bir kırığın “sosyete” haberleri verildiğinde daha yüreklerindeki acı, gözlerindeki yaşlar dinmeden bu boyalı kadınları, bu kaşları alınmış dönmeleri izlemek zorunda bırakılışlarının verdiği inanılmaz hayal kırıklıklarını anımsadı.
Sonra buz gibi ellerini ısıtan sıcacık demli çayları yudumlarken dinledikleri “geyik muhabbetlerinin” anlı şanlı konuşmacıları, buralarda yaşayan insanlardan etnik kökeni farklı olan bir bölümü için uygulanmadığını iddia ettikleri “insan haklarının” aslında o bir bölüm insanın değil o yörede yaşayan tüm insanların hakkı olduğunu nasıl bilmezden gelirlerdi ki?. Ezilmişlikse hep birden ezilmişlerdi, geri kalmışlıksa hep birden geri kalmışlardı. Devriye gezdikleri köylerde, kentlerde gördükleri gerçekleri bu siyasetçiler, bu hak savunucuları göremiyorlar mı idi? Neydi bu yıllardır oynanan bölücülüğün tozlu sahnesindeki bitmeyen kukla oyunu, kimdi perdenin ardındaki kuklacılar, ne zaman bitecekti bu kanlı, acıklı oyun? Hangi bilinmez değirmenin çarkıydı ki onca akan kan ve gözyaşı selinden beslenip yıllardır hiç durmadan dönmesini sürdüren ?.

Sonunda üzerine doğru döne döne gelen ecelin habercisi kurşun, duran zamanın derinliklerinden fışkıran anılara dalıp gitmiş askerin kısacık yaşamının umutlarla dopdolu yüreğini dağıttı.
Karların üzerine saçılan damlaların ıslattığı ay yıldızlı cüzdandan fırlayan anacığının, Zeynep’inin fotoğrafları gittikçe kızıllaşan karların al atlası üzerine saçıldı. Sevdasını, özlemlerini sevdiklerine bir çabukta kavuşturacak bileti soğuk kış rüzgârlarının önünde yuvarlanıp gitti.

Tepeli kuş acı bir çığlık attı. Havada birkaç kez döndü, döndü. Anıların gülümsettiği yüze, al kanlar içinde uzanmış bedene baktı. Bir yarısı kopup kızıla bulanmış kardelenin yanında öylece yatan Mehmetçiğin omzuna konduğunda endişe ile büyüyen göz bebeklerinde donup kalan kurşun’u gördü. Yüreğini yaralayan görüntüdeki cansız bedenin, her yerin her şeyin bembeyaz yorganla örtüldüğü bu uçsuz bucaksız dağın başında kendisine can veren ekmek kırıntılarını dostça uzatan şefkatli ellerine baktı. İçi burkuldu. Bekledi başında. Taa gün kavuşana, umutlarının yitip gittiği kuşluk vakti erişene dek bekledi.
Sonra bembeyaz yorganın el değmemiş örtüsünde telaşla koşuşan karaltıların üzerinden başı dumanlı tepelerin ardına, kış rüzgârlarında sarı sarı yaprakları uçuşan ulu çınarlara, meşe odunlarından savrulan yanık kokularının yayıldığı ovalara doğru uçtu, uçtu... Sislerin derinliklerinde gözden kayboldu.

Ocak/ 2009
huseyinpelit@hotmail.com
 

Etiketler
Ynt: Bir Yazar Bir Öykü; Hüseyin Pelit (Rüzgar) - KURŞUN

Havaların ılınması ile birlikte "Kurşun" larda vınlamaya başladı peş peşe. Neredeyse gün aşırı AS-İZ lerin omuzlarında bayrağa sarılı bir ya da birkaç "Mehmet" ekranlarımızdan rap rap geçip,ebediyetin karanlıklarına karışıyor. Artık yaşanmayan hayaller, sevgiler,geçip gidiyor gözlerimizin önünden birer birer...Üzgünüz bir millet olarak..
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
104,013
Mesajlar
1,527,254
Kayıtlı Üye Sayımız
166,760
Kaydolan Son Üyemiz
Stronger

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst