--------------------------------------------------------------------------------
Sevgili arkadaşlar,
2008 Eylül ayı boyunca Adriyatik kıyılarını izleyerek gerçekleştirdiğimiz geziye ait anılarım artık www.DNM-LER.com adlı e-dergide yayınlanmaya başladı.
RÜZGAR'ın GETİRDİKLERİ köşesinden sizlerle buluşacak olan gezi anılarımdan ilki olan Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik' in birinci bölümünü aşağıdaki linkden izleyebilirsiniz.Sonraki bölümler 15 günde bir yayınlanan dergide yer alacak ve sizlere yine buradan duyurulacaktır.
Dergide ayrıca ilgilenebileceğiniz başka güzel yazılara da rastlayacaksınız.
Öykülerimi okumak isteyen arkadaşlar ise ana sayfada yer alan Devamlı Yazarlar bölümünden Hüseyin Pelit'i tıklayarak ulaşabilirler.
http://www.dnm-ler.com/articles.php?id=413
Haydi hep birlikte güzelim Adriyatik kıyılarını dolaşmaya başlayalım dilerseniz,
Sevgilerimle,
HEY ADRİYATİK!..
BAK YİNE BİZ GELDİK…
-Birinci Bölüm -
Yıllar önce gördüğümüz bir rüyayı yeniden görebilecek miyiz acaba?…
Görebilecek miyiz, Yunanistan üzerinden feribot ile Brindisi ye ve yine feribotla Dubrovnik’e geçtikten sonra Avusturya, Almanya üzerinden İtalya ve yeniden feribotla Yunanistan a dönüş rotamızda bin bir kare güzelliklerin adeta belleğimizi doldurup taşırdığı Adriyatik gezimizin altı yıl önce gördüğümüz pembe rüyasını…
Yaz aylarının o deniz kenarındaki koyu gölgeli ağaçların altındaki hamak tembelliğinden kurtulduğumuzu müjdeleyen ilk sarı yaprak kucağımıza düştüğünde haydi diyoruz “Adriyatik bizi bekliyor”…
Motokaravanımız ın triptik, gren card işlemlerini İpsala’da bir çabukta halledip azıcık duty- free geleneğini sürdürüyoruz. Birkaç viski, rakı, likör ile altyapı yatırımlarını takviye ediyoruz ama Toblerone’ ler, After Eight’ ler cıss…
Alexandroupoli her zamanki ilk durağımız. Vakit akşama dönüyor. Eylül güneşinin kızıllığı yerini lacivert bir geceye bırakırken karavanımızı limandaki park alanına çekip hemencecik meydandaki tarihi fenerin çevresine yayılmış, ve de kızlı oğlanlı, kadınlı erkekli güzel giyimli insanların piyasa yaptıkları yol boyunca peş peşe dizilmiş “oyzepi” lerden Ege nin neredeyse gelenekselleşmiş mavi beyaz damalı örtüleri ile göze hoş görünen en baştaki Müloz’a kuruluyoruz. Greek- salad ve bir ufak Ouzo olmaz ise olmazların ilk siparişleri. Sonrasında yasaklar bir bir delinmeye başlıyor. “Hadi bir kalamar alalım ama bu seferlik”… “Gavroslar kızartma ama sadece bu günlük” kandırmacaları arasında bir güzel gece, iki iyi kafa. Maceranın daha başındayız. Önümüzde bir sürü ülke, bir alay yol, yaşanacak bir dolu anı ve de alınacak onlarca kolestrol, şeker bizi bekliyor. Kocaman deniz fenerinin huzmeleri zaman zaman dumanlı kafalarımızın köşelerine saklanmış anıları da aydınlatıyor, sandalyeler tersine dönene, örtüler toparlanana dek, “sarhoş muhabbetimizi” çekiştirip uzatıyor. Derin bir uykunun ardından bir Cumartesi sabahında şehrin hafiften hafiften kaynaşmasına biz de katılıyor, hemen yanı başımızda kurulan pazara dalıyoruz. Konuşulan dil dışında hemen her şey aynı. …”Ni, nı” eklerini almış tanıdık bir sürü meyvelerin, sebzelerin renklendirdiği tezgahları, tepemizde sallanan giyim kuşamlar ile cıncık boncuk tezgahları tamamlıyor. Bizde ihtiyaçlarımızı hiç de yabancılık çekmeden güzelce hallediyoruz. Karavana dönünce alarmımız kapılarımızı açmıyor…”eyvah” diyoruz “dakka bir gol bir”. Sonrasında çarşıya dalıp kumandanın pilini değiştiriyoruz. Ne garip, önceki pil de iki yıl önce Ohrid’de bitmiş ve orada bir saatçıda değiştirmiştik. Bakalım seneye nerede bırakacak bizi bu pil ?
Sıcak bir Eylül öğleninde Fanari ye geliyoruz. Komotini’ye (Gümülcine) 40 km. Xanti’ye (İskeçe) ise 15 km. uzaklıkta eski yol üzerinden sapılarak gidilen Fanari’ye otoyoldan ulaşılacaksa sapaktaki Fanari levhasını kaçırmamak gerekiyor. Yörenin en büyük tatil beldesi olan Fanari de EOT Camping (Belediye Kampingi), plajlar, beach’ler, cafeler ve de restaurant lar yazın oldukça neşeli günler vaat ediyor. Upuzun plajlar bölgesinin sonlarına doğru her zaman durduğumuz ağaçlıklı yeri bulup dalıyoruz. Tente, masa- sandalye açıp güzel bir güne hazırlanıyoruz. Yakınlarda bir de Kantina olacak ama o da okullar açılınca ortalıktan kaybolmuş. Yol boyunca hayalini kurduğumuz içi kızarmış patateslerle, köftelerle dolu dolu “soufuli” leri ne yazık ki yutamıyoruz ve uğradığımız hayal kırıklığının kızgınlığını ancak denizin serinliklerinde dindiriyoruz.
Akşama doğru Kavalanın 60 km. kadar batısında yer alan Asprovalta hedefimiz ama Kavala da meşhur un kurabiyesi ve çay molasını kaçırmak istemeyince beldeye ancak karanlık bastıktan sonra ulaşabiliyoruz. Selanik hinterlandının önemli tatil yerleşimlerinden Asprovalta, Chalkidiki yarım adasının hemen doğu başlangıcında şirin bir belde. Burasını bize yıllar önce tavsiye eden motokaravancı arkadaşımız Faruk’u (nam-ı diğer Av. Faruk’u) her gelişimizde yeniden, yeniden anımsıyoruz. Biz de merkezin hemen bitişiğindeki plajın kenarına yerleşiyoruz. Komşusu olduğumuz bir Çek karavancı aile bize hoş geldin diyor. Biraz geride de Bulgar, Alman, Yunan ve Fransız karavancılar. Masalar sandalyeler açılıyor, içkilerdeki buzlar şıngırdatılıyor, herkes birbirine kendi dilinden şerefe diyor veeee ılık bir sonbahar kaçamağımızın üç günlük bölümü başlıyooor…
Alman ve de Fransız karavanlar olası görüntüler ama AB ye yeni giren Bulgarlar ile bu yıl motokaravanlarını ilk defa gördüğümüz Yunanlılar ile birkaç yıldır karavancılığı hayli gelişen Çekler alışılmışın dışındaki görüntüler aslında. AB den alınan paralar öncelikle ülkelerin alt yapı yatırımlarına gidiyor. Sonra gelir dağılımı düzelip gelirler yaygınlaştıkça o ülke vatandaşları işte böylesine karavan gibi marjinal yatırımlara yönelme sırası buluyor.
Gece Asprovalta da bir merhaba gezisinde geçen yıldan kalan anılar belleklerden çıkarılıp tozları alınıyor ve yenileri ekleniyor. İşte uzun boylu garson Yani, makyajını her dem taze tutan mısırcı kadın, abuk subuk şaibeli şeyler satan Avrupa Birliğinin demokratikleşme anıtları “gündüz fenerleri”, bebek arabalarını iten geçen yazın karnı burnundaları, garson kızlar, garson olmayan kızlar,hep de biten yazın son mutluluk arayışlarının aceleci baygın bakışları ile süzüyorlar çevreyi, geleni, geçeni.
Denize ancak öğleye doğru girebilip güneş alçalmadan önce çıkmak durumundayız. Plajda şampuanlı duş alma ise son Yunanlının plajı terk edip çekildiği zaman ancak. On, onbeş karavancının sırada bekleyenin sabrını taşırmamak için acele ile şampuanlanması gelenekselleşmiş bir nezaket kuralı. Karanlık bastığında ancak yapılabilen “duştan su yürütme” için duş başlığını söküp yerine takılan hortumdan tüm karavanların depolarını doldurmak ise elbirliği ile yapılan zararsız bir toplu kaçakçılık ! Asprovalta da yanık tenlerimizi tazeledikten sonra artık daha kuzeylere çıkabiliriz. Tatilinin oraya ait bölümünü tamamlayan karavancının vedalaşarak ayrıldığı yer hemencecik yeni gelenle dolduruluyor, yeni dostluklar kuruluyor. Karavancılığın” hello-goodby” kaderinden kaçılamıyor ne yazık ki. Aslında her ayrılış burukluğunun sonunda bir yeni tanışmanın gizemli heyecanı değimlidir ki karavancılığın bütün bu zahmetlerini zevk haline dönüştüren. Michelin lastiklerinin reklamı gibi, üzgün bakışlarla uğurlama, gülümseyerek karşılama…
Selanik’ in içine girmeden kuzeyinden ayrılan yol iki koldan Makedonya ya giriyor. Üsküp, Belgrad tarflarına gidecekler Evzoni kapısına, Ohrid’den Arnavutluk yönüne gidecekler Edessa-Florina kapısına yöneliyorlar. Biz rotamız doğrultusunda Florina tarafına yöneliyoruz. Altmış km. kadar sonra önümüze çıkan şehir yüz metre dolayında bir varyantı çıktıktan sonra ulaşılan güzel bir sınır beldesi. Çıkışta bir çeşme başında durak yapıp güzel olduğunu öğrendiğimiz dağ suyundan karavanımıza su takviyesi yapıyoruz. Bilemediğimiz konaklama koşulları için su her zaman için gerekli. İçmek için de, duş için de. Çeşme başı molamızda içlerinden biri rahatsızlanıp kendilerini arabadan dışarı atmış Yunanlı bir aileye Selma ilk müdahaleyi yapıyor. Şip şak yaşlı adamın tansiyonu ölçülüyor, teşhis konuluyor, ilaç kutumuzdan gerekli ilaç verilip tedavisi yapılıyor. İsterlerse yataklı tedavi de yapabileceğimizi, örneğin gidecekleri yere kadar adamcağızı hemşire eşliğinde karavanımız ile götürebileceğimizi söylüyoruz !. Teşekkürün bini bir para. Biz Çanakkale de yaralı düşman askerlerine su vermiş, sırtında taşımış bir milletin ahfadıyız icabında, evelallah !...
Rotamız Adriyatik kıyıları. Öğle vakti Makedonya ya giriyoruz. Selma elinde evrak çantamız ile alışkın hareketlerle bir çabukta işlemleri tamamlıyor. Eli ağır olan memurlar fırçasını yiyor !. Buradan sonra taa Slovenya ya kadar vize istenmiyor. Eh ne de olsa atlarımızın nallarından saçılan çamurlar henüz tam kurumamış…
Bitola (Manastır) sınırın 20 km. kadar içerisinde . Gazi Paşa’nın askerî idadî yi okuduğu bu şehrin Osmanlı kalıntılarının yaşatılan anıları camiler, medreseler, hamamlar iyi korunuyor ama yollara,etrafa bakarsak belediyenin iyi çalıştığı söylenemez. Nedense buraların halkı çöplerle pek bir barışık. Neyse. Daha önce de ziyaret ettiğimiz Manastır’ı küçük bir turdan sonra Ohrid yönüne doğru terk ediyoruz. Bir Pazar gününün kalabalığında Ohrid yolu yörenin göl ve eğlence yeri olması bakımından hayli kalabalık. Yol dar ve zemin pek iyi değilse de 60 lar da 70 ler de yıllarca bu koşullarda çok direksiyon salladığımızı anımsıyoruz. Ohrid’e girince gölün güney yakasını izleyen yoldan yazlıkların, kampların arasından geçip daha önce de kaldığımız büyük kampinge giriyoruz ve yerleştikten sonra doğru göle. Henüz ılık sular bütün yorgunluğumuzu bir anda alıyor. Yavaş yavaş çekilen Pazar kalabalığının uğultusu yerini ağustos böceklerinin gecikmiş cayırtılarına bırakıyor. Sonra onlarda susuyor ve bir kadeh buzlu rakı ile ertesi günün serüvencilik hayallerine dalıyoruz.
Ohrid’den litresi 67 Dinar dan doldurduğumuz diesel in karşılığı €1.10. Yunanistandan ise € 1.20 ye almıştık dieseli. Pek fazla fark yok. Ohrid in bu defa kuzey kıyısını dolaşan yol, köylerin arasından geçerek Struga da Arnavutluk sınırına getiriyor sizi. Gümrükte karavanın triptiğine değil ruhsatına bakıyorlar. Ayrıca seyahat sigortası da yaptırmamız isteniyor. 65 yaş altı € 3.20, üstü €6.20. Ayrıca ayak bastı olarak adam başı € 1 ödeniyor. Gümrükte rastladığımız bir Türk asıllı Ohrid li bize çok ayrıntılı olarak rotamız üzerindeki kritik noktaları not ettiriyor. Arnavutluk’a biraz gergin giriyoruz aslında . Bu güne kadar epeyce insanı tedirgin eden olaylar duymuş, hikayeler dinlemiştik. Hatta yola çıkmadan önce ayrıca bir aylık ekstra yurt dışı kasko da yaptırmıştık karavana ne olur ne olmaz diye, 125 ytl kadar tutuyordu ama önümüzde riskli bir de İtalya var malumunuz . Değer doğrusu diye düşünüyorduk.
Gümrükten hemen sonra önümüze gelen bir varyanttan döne döne Arnavutluğa giriyoruz. Ama o ne… Avrupa nın en güzel yerlerinden birinde, Adriyatik in boylu boyunca uzandığı cennet topraklarda gördüğümüz manzaralar bize bir genellemeyi çağrıştırıyor.
Neydi…hatırlayabildinizmi…Hani şu fakirliğin, derbederliğin, sorumsuzluğun toplumların kaderi sayılan şeyi…
RÜZGAR Hüseyin
Sevgili arkadaşlar,
2008 Eylül ayı boyunca Adriyatik kıyılarını izleyerek gerçekleştirdiğimiz geziye ait anılarım artık www.DNM-LER.com adlı e-dergide yayınlanmaya başladı.
RÜZGAR'ın GETİRDİKLERİ köşesinden sizlerle buluşacak olan gezi anılarımdan ilki olan Hey Adriyatik Bak Yine Biz Geldik' in birinci bölümünü aşağıdaki linkden izleyebilirsiniz.Sonraki bölümler 15 günde bir yayınlanan dergide yer alacak ve sizlere yine buradan duyurulacaktır.
Dergide ayrıca ilgilenebileceğiniz başka güzel yazılara da rastlayacaksınız.
Öykülerimi okumak isteyen arkadaşlar ise ana sayfada yer alan Devamlı Yazarlar bölümünden Hüseyin Pelit'i tıklayarak ulaşabilirler.
http://www.dnm-ler.com/articles.php?id=413
Haydi hep birlikte güzelim Adriyatik kıyılarını dolaşmaya başlayalım dilerseniz,
Sevgilerimle,
HEY ADRİYATİK!..
BAK YİNE BİZ GELDİK…
-Birinci Bölüm -
Yıllar önce gördüğümüz bir rüyayı yeniden görebilecek miyiz acaba?…
Görebilecek miyiz, Yunanistan üzerinden feribot ile Brindisi ye ve yine feribotla Dubrovnik’e geçtikten sonra Avusturya, Almanya üzerinden İtalya ve yeniden feribotla Yunanistan a dönüş rotamızda bin bir kare güzelliklerin adeta belleğimizi doldurup taşırdığı Adriyatik gezimizin altı yıl önce gördüğümüz pembe rüyasını…
Yaz aylarının o deniz kenarındaki koyu gölgeli ağaçların altındaki hamak tembelliğinden kurtulduğumuzu müjdeleyen ilk sarı yaprak kucağımıza düştüğünde haydi diyoruz “Adriyatik bizi bekliyor”…
Motokaravanımız ın triptik, gren card işlemlerini İpsala’da bir çabukta halledip azıcık duty- free geleneğini sürdürüyoruz. Birkaç viski, rakı, likör ile altyapı yatırımlarını takviye ediyoruz ama Toblerone’ ler, After Eight’ ler cıss…
Alexandroupoli her zamanki ilk durağımız. Vakit akşama dönüyor. Eylül güneşinin kızıllığı yerini lacivert bir geceye bırakırken karavanımızı limandaki park alanına çekip hemencecik meydandaki tarihi fenerin çevresine yayılmış, ve de kızlı oğlanlı, kadınlı erkekli güzel giyimli insanların piyasa yaptıkları yol boyunca peş peşe dizilmiş “oyzepi” lerden Ege nin neredeyse gelenekselleşmiş mavi beyaz damalı örtüleri ile göze hoş görünen en baştaki Müloz’a kuruluyoruz. Greek- salad ve bir ufak Ouzo olmaz ise olmazların ilk siparişleri. Sonrasında yasaklar bir bir delinmeye başlıyor. “Hadi bir kalamar alalım ama bu seferlik”… “Gavroslar kızartma ama sadece bu günlük” kandırmacaları arasında bir güzel gece, iki iyi kafa. Maceranın daha başındayız. Önümüzde bir sürü ülke, bir alay yol, yaşanacak bir dolu anı ve de alınacak onlarca kolestrol, şeker bizi bekliyor. Kocaman deniz fenerinin huzmeleri zaman zaman dumanlı kafalarımızın köşelerine saklanmış anıları da aydınlatıyor, sandalyeler tersine dönene, örtüler toparlanana dek, “sarhoş muhabbetimizi” çekiştirip uzatıyor. Derin bir uykunun ardından bir Cumartesi sabahında şehrin hafiften hafiften kaynaşmasına biz de katılıyor, hemen yanı başımızda kurulan pazara dalıyoruz. Konuşulan dil dışında hemen her şey aynı. …”Ni, nı” eklerini almış tanıdık bir sürü meyvelerin, sebzelerin renklendirdiği tezgahları, tepemizde sallanan giyim kuşamlar ile cıncık boncuk tezgahları tamamlıyor. Bizde ihtiyaçlarımızı hiç de yabancılık çekmeden güzelce hallediyoruz. Karavana dönünce alarmımız kapılarımızı açmıyor…”eyvah” diyoruz “dakka bir gol bir”. Sonrasında çarşıya dalıp kumandanın pilini değiştiriyoruz. Ne garip, önceki pil de iki yıl önce Ohrid’de bitmiş ve orada bir saatçıda değiştirmiştik. Bakalım seneye nerede bırakacak bizi bu pil ?
Sıcak bir Eylül öğleninde Fanari ye geliyoruz. Komotini’ye (Gümülcine) 40 km. Xanti’ye (İskeçe) ise 15 km. uzaklıkta eski yol üzerinden sapılarak gidilen Fanari’ye otoyoldan ulaşılacaksa sapaktaki Fanari levhasını kaçırmamak gerekiyor. Yörenin en büyük tatil beldesi olan Fanari de EOT Camping (Belediye Kampingi), plajlar, beach’ler, cafeler ve de restaurant lar yazın oldukça neşeli günler vaat ediyor. Upuzun plajlar bölgesinin sonlarına doğru her zaman durduğumuz ağaçlıklı yeri bulup dalıyoruz. Tente, masa- sandalye açıp güzel bir güne hazırlanıyoruz. Yakınlarda bir de Kantina olacak ama o da okullar açılınca ortalıktan kaybolmuş. Yol boyunca hayalini kurduğumuz içi kızarmış patateslerle, köftelerle dolu dolu “soufuli” leri ne yazık ki yutamıyoruz ve uğradığımız hayal kırıklığının kızgınlığını ancak denizin serinliklerinde dindiriyoruz.
Akşama doğru Kavalanın 60 km. kadar batısında yer alan Asprovalta hedefimiz ama Kavala da meşhur un kurabiyesi ve çay molasını kaçırmak istemeyince beldeye ancak karanlık bastıktan sonra ulaşabiliyoruz. Selanik hinterlandının önemli tatil yerleşimlerinden Asprovalta, Chalkidiki yarım adasının hemen doğu başlangıcında şirin bir belde. Burasını bize yıllar önce tavsiye eden motokaravancı arkadaşımız Faruk’u (nam-ı diğer Av. Faruk’u) her gelişimizde yeniden, yeniden anımsıyoruz. Biz de merkezin hemen bitişiğindeki plajın kenarına yerleşiyoruz. Komşusu olduğumuz bir Çek karavancı aile bize hoş geldin diyor. Biraz geride de Bulgar, Alman, Yunan ve Fransız karavancılar. Masalar sandalyeler açılıyor, içkilerdeki buzlar şıngırdatılıyor, herkes birbirine kendi dilinden şerefe diyor veeee ılık bir sonbahar kaçamağımızın üç günlük bölümü başlıyooor…
Alman ve de Fransız karavanlar olası görüntüler ama AB ye yeni giren Bulgarlar ile bu yıl motokaravanlarını ilk defa gördüğümüz Yunanlılar ile birkaç yıldır karavancılığı hayli gelişen Çekler alışılmışın dışındaki görüntüler aslında. AB den alınan paralar öncelikle ülkelerin alt yapı yatırımlarına gidiyor. Sonra gelir dağılımı düzelip gelirler yaygınlaştıkça o ülke vatandaşları işte böylesine karavan gibi marjinal yatırımlara yönelme sırası buluyor.
Gece Asprovalta da bir merhaba gezisinde geçen yıldan kalan anılar belleklerden çıkarılıp tozları alınıyor ve yenileri ekleniyor. İşte uzun boylu garson Yani, makyajını her dem taze tutan mısırcı kadın, abuk subuk şaibeli şeyler satan Avrupa Birliğinin demokratikleşme anıtları “gündüz fenerleri”, bebek arabalarını iten geçen yazın karnı burnundaları, garson kızlar, garson olmayan kızlar,hep de biten yazın son mutluluk arayışlarının aceleci baygın bakışları ile süzüyorlar çevreyi, geleni, geçeni.
Denize ancak öğleye doğru girebilip güneş alçalmadan önce çıkmak durumundayız. Plajda şampuanlı duş alma ise son Yunanlının plajı terk edip çekildiği zaman ancak. On, onbeş karavancının sırada bekleyenin sabrını taşırmamak için acele ile şampuanlanması gelenekselleşmiş bir nezaket kuralı. Karanlık bastığında ancak yapılabilen “duştan su yürütme” için duş başlığını söküp yerine takılan hortumdan tüm karavanların depolarını doldurmak ise elbirliği ile yapılan zararsız bir toplu kaçakçılık ! Asprovalta da yanık tenlerimizi tazeledikten sonra artık daha kuzeylere çıkabiliriz. Tatilinin oraya ait bölümünü tamamlayan karavancının vedalaşarak ayrıldığı yer hemencecik yeni gelenle dolduruluyor, yeni dostluklar kuruluyor. Karavancılığın” hello-goodby” kaderinden kaçılamıyor ne yazık ki. Aslında her ayrılış burukluğunun sonunda bir yeni tanışmanın gizemli heyecanı değimlidir ki karavancılığın bütün bu zahmetlerini zevk haline dönüştüren. Michelin lastiklerinin reklamı gibi, üzgün bakışlarla uğurlama, gülümseyerek karşılama…
Selanik’ in içine girmeden kuzeyinden ayrılan yol iki koldan Makedonya ya giriyor. Üsküp, Belgrad tarflarına gidecekler Evzoni kapısına, Ohrid’den Arnavutluk yönüne gidecekler Edessa-Florina kapısına yöneliyorlar. Biz rotamız doğrultusunda Florina tarafına yöneliyoruz. Altmış km. kadar sonra önümüze çıkan şehir yüz metre dolayında bir varyantı çıktıktan sonra ulaşılan güzel bir sınır beldesi. Çıkışta bir çeşme başında durak yapıp güzel olduğunu öğrendiğimiz dağ suyundan karavanımıza su takviyesi yapıyoruz. Bilemediğimiz konaklama koşulları için su her zaman için gerekli. İçmek için de, duş için de. Çeşme başı molamızda içlerinden biri rahatsızlanıp kendilerini arabadan dışarı atmış Yunanlı bir aileye Selma ilk müdahaleyi yapıyor. Şip şak yaşlı adamın tansiyonu ölçülüyor, teşhis konuluyor, ilaç kutumuzdan gerekli ilaç verilip tedavisi yapılıyor. İsterlerse yataklı tedavi de yapabileceğimizi, örneğin gidecekleri yere kadar adamcağızı hemşire eşliğinde karavanımız ile götürebileceğimizi söylüyoruz !. Teşekkürün bini bir para. Biz Çanakkale de yaralı düşman askerlerine su vermiş, sırtında taşımış bir milletin ahfadıyız icabında, evelallah !...
Rotamız Adriyatik kıyıları. Öğle vakti Makedonya ya giriyoruz. Selma elinde evrak çantamız ile alışkın hareketlerle bir çabukta işlemleri tamamlıyor. Eli ağır olan memurlar fırçasını yiyor !. Buradan sonra taa Slovenya ya kadar vize istenmiyor. Eh ne de olsa atlarımızın nallarından saçılan çamurlar henüz tam kurumamış…
Bitola (Manastır) sınırın 20 km. kadar içerisinde . Gazi Paşa’nın askerî idadî yi okuduğu bu şehrin Osmanlı kalıntılarının yaşatılan anıları camiler, medreseler, hamamlar iyi korunuyor ama yollara,etrafa bakarsak belediyenin iyi çalıştığı söylenemez. Nedense buraların halkı çöplerle pek bir barışık. Neyse. Daha önce de ziyaret ettiğimiz Manastır’ı küçük bir turdan sonra Ohrid yönüne doğru terk ediyoruz. Bir Pazar gününün kalabalığında Ohrid yolu yörenin göl ve eğlence yeri olması bakımından hayli kalabalık. Yol dar ve zemin pek iyi değilse de 60 lar da 70 ler de yıllarca bu koşullarda çok direksiyon salladığımızı anımsıyoruz. Ohrid’e girince gölün güney yakasını izleyen yoldan yazlıkların, kampların arasından geçip daha önce de kaldığımız büyük kampinge giriyoruz ve yerleştikten sonra doğru göle. Henüz ılık sular bütün yorgunluğumuzu bir anda alıyor. Yavaş yavaş çekilen Pazar kalabalığının uğultusu yerini ağustos böceklerinin gecikmiş cayırtılarına bırakıyor. Sonra onlarda susuyor ve bir kadeh buzlu rakı ile ertesi günün serüvencilik hayallerine dalıyoruz.
Ohrid’den litresi 67 Dinar dan doldurduğumuz diesel in karşılığı €1.10. Yunanistandan ise € 1.20 ye almıştık dieseli. Pek fazla fark yok. Ohrid in bu defa kuzey kıyısını dolaşan yol, köylerin arasından geçerek Struga da Arnavutluk sınırına getiriyor sizi. Gümrükte karavanın triptiğine değil ruhsatına bakıyorlar. Ayrıca seyahat sigortası da yaptırmamız isteniyor. 65 yaş altı € 3.20, üstü €6.20. Ayrıca ayak bastı olarak adam başı € 1 ödeniyor. Gümrükte rastladığımız bir Türk asıllı Ohrid li bize çok ayrıntılı olarak rotamız üzerindeki kritik noktaları not ettiriyor. Arnavutluk’a biraz gergin giriyoruz aslında . Bu güne kadar epeyce insanı tedirgin eden olaylar duymuş, hikayeler dinlemiştik. Hatta yola çıkmadan önce ayrıca bir aylık ekstra yurt dışı kasko da yaptırmıştık karavana ne olur ne olmaz diye, 125 ytl kadar tutuyordu ama önümüzde riskli bir de İtalya var malumunuz . Değer doğrusu diye düşünüyorduk.
Gümrükten hemen sonra önümüze gelen bir varyanttan döne döne Arnavutluğa giriyoruz. Ama o ne… Avrupa nın en güzel yerlerinden birinde, Adriyatik in boylu boyunca uzandığı cennet topraklarda gördüğümüz manzaralar bize bir genellemeyi çağrıştırıyor.
Neydi…hatırlayabildinizmi…Hani şu fakirliğin, derbederliğin, sorumsuzluğun toplumların kaderi sayılan şeyi…
RÜZGAR Hüseyin