SULAK ALANLARIN ÖNEMİ
Dünyadaki tüm sulak alan ekosistemlerinin ekonomik değeri 14.9 trilyon ABD doları olarak saptanmıştır. ABD'de yapılan araştırmalar, bazı sulak alanların bozulmadan bırakılmasının kalkınma amacıyla kurutulmasından 150 kat daha fazla değer taşıdığını göstermektedir. İçme suyu sağlama, taşkın kontrolü, yeraltı sularının beslenmesi, iklim değişikliğinin kontrolü, su arıtımı gibi birçok işlevi olan sulak alanlarımızla beraber, başta tarım ve balıkçılık olmak üzere turizm, saz kesimi gibi sulak alana dayalı geçim kaynakları ve ekonomi de darbe yemektedir.
Türkiye'de son 40 yılda yaklaşık 1.300.000 hektar sulak alan; kurutma, doldurma, su sistemlerine müdahaleler ve kirlilik nedeniyle ekolojik ve ekonomik özelliğini yitirdi. Türkiye'deki toplam sulak alanların 2,5 milyon hektar olduğu düşünüldüğünde, son 40 yılda sulak alanlarımızın yarısını kaybettiğimizi söyleyebiliriz. Ülkemizin uluslararası öneme sahip 12 sulak alanının değerlendirildiği bir raporda; aşırı tarımsal sulama, yeraltı sularının kaçak kullanımı, tarımdan dönen suların yarattığı kimyasal kirlilik, arıtılmadan sulak alanlara verilen sanayi ve evsel kaynaklı kirlilik gibi sorunların Ramsar Alanı olan sulak alanları da tehdit ettiği görülmektedir.
Sulak alanların en temel özelliği, bulundukları bölgenin en çukur yerinde veya en alt noktasında yer almaları. Bu özellikleri nedeniyle her türlü sanayi, yerleşim alanı ve tarımsal faaliyet atıkları en son sulak alanlarda toplanıyor.
Diğer taraftan, sulak alanlar aynı zamanda, yeraltı sularını besleyerek veya boşaltarak, taban suyunu dengeleyerek, sel sularını depolayarak, taşkınları kontrol ederek, kıyılarda deniz suyunun girişini önleyerek bulundukları bölgenin su rejimini düzenler. Bulundukları yörede nem oranını yükselterek, başta yağış ve sıcaklık olmak üzere yerel iklim elemanları üzerinde olumlu etki yapar.
Özellikle İç Anadolu'da son yıllarda görülen don olaylarının temel sebebi bölgedeki sulak alanların küçülmesi veya tamamen kurumasıdır. Sulak alanların sağladığı mikro klima etkisi ortadan kalktığı için don, sel gibi olaylar yaşanmakta ve maalesef bölgedeki tarımsal üretimde ciddi kayıplar olmaktadır. Bu anlamda, mevcut alanları korurken, bozulmuş alanların yeniden kazanılması için restorasyon programları oluşturulmalı ve gerekli finansal kaynaklar ayrılmalıdır.
Türkiye'de sulak alanlar, yeni tarım, yerleşim ve rekreasyon alanları açmak için kurutuluyor ya da zarar görüyor, gereğinden fazla yapılan tarımsal sulamalar ya da sulak alanları dikkate alınmadan tasarlanan su yönetim projeleri sebebiyle kuruyor, evsel ve endüstriyel atıklarla kirletiliyor, üreme dönemlerinde ve yasaklanmış usullerle yapılan avcılık ve balıkçılık nedeniyle bozuluyor.
Türkiye'de son 40 yıl içerisinde yaklaşık 1 milyon 300 bin hektar sulak alan, kurutma, doldurma ve su sistemlerine müdahaleler nedeniyle ekolojik ve ekonomik özelliğini yitirdi. Türkiye'deki toplam sulak alanların 2,5 milyon hektar olduğu düşünüldüğünde, son 40 yılda sulak alanların yarısı kaybedildi.
Kaybedilen sulak alanlar: Amik Gölü, Avlan Gölü, Kestel, Gavur, Yarma, Aynaz, Hotamış, Eşmekaya sazlıkları...
Giderek kuruyan ve kirlenen sulak alanlar: Beyşehir Gölü, Tuz Gölü, Akşehir-Eber Gölleri, Ereğli Sazlıkları, Bafa Gölü, Eğirdir Gölü, Kulu Gölü, Sultansazlığı.
Küresel ölçekte yapılan bir araştırmaya göre, dünyanın 200 önemli alanından bir tanesi olan Konya Kapalı Havzası, önlem alınmazsa 2030 yılında ciddi bir kuraklık ve çölleşmeyle karşı karşıya kalacak. Havzada bulunan 50 bin yeraltı su kuyusunun yarısının kaçak olduğu biliniyor ve yeraltı su seviyeleri her yıl ortalama 1- 2 metre düşüyor.
Türkiye'deki toplam yeraltı su rezervinin yüzde 40'ına sahip olduğu söylenen Konya Havzası'nda bugün yeraltı suları alarm veriyor.
Türkiye'de 300 Sulak Alandan 13'ü Ramsar Alanı Olarak Uluslararası Sözleşme Kapsamında .
Türkiye'de 135'i Uluslararası Öneme Sahip 300 Sulak Alandan 13 Adedinin, Ramsar Alanı Olarak Uluslararası Sözleşmeler Kapsamında Koruma Altına Alındı.
İran'ın bir şehri olan Ramsar'da 1971'de imzalanan anlaşma sonucu dünyanın en önemli sulak alanlarının tescillenmesine karar verilmişti. Ramsar statüsü kazanmak, bir sulak alanın bir nevi altın madalya ya da beş yıldız kazanması demek. Bir yerin Ramsar alanı olması için Dünya Ramsar Sekreterliği'nin belirlediği bilimsel kriterlere uygunluk göstermesi ve dünya çapında önem taşıması gerekiyor. Bu kriterlere uygunluk sağlayan alanları değerlendirip, Ramsar Sekreterliği'ne yollama kararını, sadece ülkenin sulak alanlar komisyonu verebiliyor. Dokuz kriterden birini karşılamak Ramsar alanı olmaya hak kazanmak demek oluyor..
Sulak alanların önemi, korunması ve akılcı kullanımı konularında kamuoyu bilincini geliştirmek amacıyla, Avusturalya'nın Brispane kentinde Mart 1996 yılında Ramsar Sözleşmesi 6. Taraflar Konferansı'nda sözleşmenin imzaya açıldığı 2 Şubat günü 'Dünya Sulak Alanlar Günü' olarak kabul ediliyor.
Genel anlamda sulak alanların, suyun ve ekolojik dengenin korunmasının yanı sıra, ülke ekonomisi için önemli ekosistemlerden olduğuna dikkat çekilerek, "Bu nedenle önümüzdeki yıllarda su kaynaklarının ve sulak alanların daha da önemli bir hale geleceği gerçeği dikkate alınarak hareket edilmelidir. Pek çok tür ve canlılar için uygun beslenme, üreme ve barınma ortamı olan sulak alanlar, yalnız bulundukları ülkenin değil, tüm dünyanın doğal zenginlik müzeleri olarak kabul edilmektedir.
Sulak alanların, yakın çevresinde yaşayan halkın yaşamında da önemli yer tutmaktadır, "Doğal dengenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması yönünden diğer ekosistemler içinde önemli ve farklı bir yere sahiptirler."
2005'te yürürlüğe giren "Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği" sulak alanların yönetilmesinde temel stratejiyi teşkil etmektedir! (Ama sonuç ortada yazık ki)
Ülkemizden Önemli kuş göç yollarının ikisinin geçmesi, zengin sulak alan habitatlarına sahip olması nedeni ile Sulak Alanlar bakımından dünyada hatırı sayılır bir konuma sahiptir. Ülkemizde 300 civarında sulak alan mevcut olup bu sulak alanların 135'i uluslararası öneme sahiptir. Bu alanların 13 adedi ise Ramsar Alanı olarak uluslararası sözleşmeler kapsamında koruma altına alınmıştır.
RAMSAR SÖZLEŞMESİNE DAHİL OLAN SULAK ALANLARIMIZ ve HALLERİ
1- Göksu Deltası
Mersin'in Silifke ilçesinde Akdeniz'e dökülen Göksu Nehri'nin taşıdığı alüvyonlarla oluşan toplam 22 bin 844 hektar alana yayılan Göksu Deltası, zengin bitki örtüsü, bereketli toprakları, hayvan varlığı ve birçok medeniyete yaptığı ev sahipliğiyle görenleri kendisine hayran bırakıyor.
Türkiye'nin en önemli kuş göç yollarından birisi olan ve birçok endemik türü bünyesinde barındıran Göksu Deltası, Silifke ilçesine bağlı 4 belde ve 7 köyden oluşuyor.
Biyo-çeşitlilik açısından uluslararası öneme sahip alanlar arasında bulunan ve Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar (RAMSAR) Sözleşmesi'ne göre, koruma altına alınan ve Bakanlar Kurulu kararı ile Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilen Göksu Deltası, Göksu Irmağı'nın oluşturduğu geniş alana yayılan kıyı ovası üzerinde yer alıyor.
Akdeniz'in en önemli sulak alanlarından Göksu Deltası'nda 14 bin 800 hektar karasal alanda tarım arazileri, göller, sazlıklar, tuzlu bataklılar, kumullar, kumsallar ve yerleşim merkezlerinin yanı sıra, 5 bin 500 hektarlık sulak alanda Akgöl ve Paradeniz Lagünü, birçok irili ufaklı sığ ve çoğunlukla mevsimsel göller ile drenaj kanalları ve çeltik tarlaları yer alıyor.
Kışlama ve kuluçka alanı olarak çok sayıda kuş türünün kullandığı delta, yılın hemen her mevsiminde, ilginç ve canlı peyzajın oluşumuna katkı sağlayarak çekiciliğini daha da arttırıyor. Özellikle Akdeniz kuşağında yalnızca belirli bölgelerde rastlanan ve sayıları gittikçe azalan Saz Horozu, bölgenin simgesi olarak da nitelendiriliyor.
Özellikle kış aylarında ve göç zamanında kuş popülasyonu ve tür sayısının önemli ölçüde arttığı deltada, Türkiye'deki 450 türden 328'ini görmek mümkün. Ayrıca, Türkiye'nin ulusal ve uluslararası öneme sahip 140 kuş türünden 106'sı, dünya çapında yok olma tehlikesi altında olan 24 kuş türünden de 12'si Göksu Deltası'nda yaşıyor.
Bölge florasında 441 bitki türü tespit edilen deltada, Türkiye'de korunmaya ihtiyacı olan türlerden 8 endemik ve 32 nadir tür olmak üzere, toplam 40 bitki türü bulunuyor. Delta, düzenli olarak kullandıkları için, büyük flamingolar açısından da ayrı bir önem taşıyor. Delta kuşlar tarafından kuluçkalama mevsimi dışında, çiftleşme öncesi ve sonrası göçte, kışlamada da kullanılıyor.
Göksu Deltası'nda ayrıca, 4 tür kara ve su kurbağası, 6 tür kara ve su kaplumbağası, 14 tür kertenkele ve 10 yılan türü bulunuyor. "Caretta Caretta" ve "Chelonia Mydas" türü deniz kaplumbağalarının yumurtalarını bıraktığı, Akdeniz'deki en önemli ana yuvalama bölgelerinden biri olarak nitelenen deltada, ayrıca yumuşak kabuklu Nil Kaplumbağası'na da rastlanıyor.
Yeraltı su kaynakları açısından da oldukça zengin olan Göksu Deltası, Türkiye kıyı kumul florasının yüzde 22'sini barındırıyor. Doğal bitki örtüsünü Akdeniz'in maki formasyonu ile yoğun kumul bitkileri ve tuz steplerinin oluşturduğu delta, toprak yapısı ve iklim üretim deseninin çeşitlenmesi ve üretim miktarının artmasında önemli etken olarak belirtiliyor.
Göksu Deltası ve yakın çevresi tarihi ve arkeolojik değerler açısından de önemli zenginliği bünyesinde barındırıyor. Delta içerisinde yer bulunan 3 höyük kalıntısının Hitit dönemine ait olduğu tahmin ediliyor. Paradeniz Lagünü kenarındaki kumullarda Roma ve Bizans dönemlerine ait büyük yapı kalıntılarına rastlanırken, İncekum yakınlarında ve Akgöl'ün civarındaki kumullarda da bazı kalıntılar yer alıyor.
Bölgeye yakın Hacıpaşalar çiftliğinde bulunan iki alçak höyük, Roma, Bizans kalıntıları, Ulugöz su kovaları ve Atatürk Çiftliği tarihsel nitelik taşıyor. Ayrıca deltanın batısında tarihi 13. 14. yüzyıla kadar uzanan çeşitli tarihi kalıntılar bulunuyor.
Göksu Deltası ölüm döşeğinde ...!
Yıllardır kumu alınan ve Göksu Nehriyle bağlantısı kapanan Göksu Deltası, önlem alınmazsa, Altınkum sahillerindeki konutlarla birlikte 50 yıl içinde su altında kalacak...
Göksu Nehri'nin binlerce yıldır getirdiği alüvyonların oluşturduğu Göksu Deltası, Türkiye'de Birleşmiş Milletlerin korumasında olan beş sulak alandan biri. Nadir ve nesli tükenme tehlikesi altında olan çeşitli kuş türlerinin yaşam, üreme, beslenme, ve konaklama yeri olan deltada bulunan Kuş Cenneti Akgölde tam 340 çeşit kuş yaşıyor. Bunlar arasında dünyada nesli tükenmek üzere olan saz horuzu da var.
Ancak Göksu Deltası her geçen gün biraz daha denize yaklaşıyor. Uzmanlara göre deniz her on yılda bin 200 metre ilerleyerek deltayı su altında bırakacak...
Bir önlem alınmadığı takdirde 50 yıl içinde Göksu Deltası Altınkum sahillerindeki tüm konutlarla birlikte sulara gömülecek.
Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğünün hazırladığı raporsa deltadaki tehlikeyi apaçık ortaya koyuyor. Raporda Göksu Deltasının çevresindeki bitki örtüsünün geliştirilmesi ve kum alımının durdurulması gerektiğinin altı çiziliyor.
Ramsar Sözleşmesi'yle koruma altında olan Göksu Deltası'nda önceki gün bilinmeyen bir nedenle yangın çıktı. Gece çıkan yangın, arazi şartlarının uygun olmaması nedeniyle sabaha karşı söndürülebildi. Deniz kaplumbağalarının önemli bir konaklama alanı olan, 332 kuş türünün yanında 6'sı endemik, 38'i de kırmızı listede olan önemli bitki türlerini barındıran deltadaki yangının zararı henüz resmen açıklanmadı. Yetkililer, "Kuşlar kuluçkada değildi, uçup gittiler" diyor ama, çevreci örgütlere göre buna inanmak güç. Zarar gören hayvanların sayısı kesin olarak bilinmiyor; yaklaşık 2 hektar alanın yanması sonucu ekosistemin onarılmaz bir şekilde bozulduğu belirtiliyor. Yangından sonra bölgeye giderek inceleme yapan milletvekilleri, büyük zarar gözlediklerini açıkladılar. Gözlemlerini rapor haline getirecek olan milletvekilleri, Ramsar Sözleşmesi'ne göre avlanma yasağına rağmen, bölgede boş fişekler gördüklerini belirterek denetim zaafiyetinden de söz ettiler.
2- Burdur Gölü
Türkiye'nin yedinci büyük gölü. Burdur Gölü, Söğüt Dağı ile Sulu Dere Yayla dağ kütleleri arasında kuzeydoğu - güneybatı doğrultusunda uzanan oluk şeklindeki tektonik çöküntünün sularla dolması ile oluşmuştur.
Gölün güney ve kuzeyinde ise alüvyonların birikmesi ile sazlarla kaplı ve delta oluşumu başlamıştır. Kapalı bir havuzda yer alan gölün akıntısı yoktur. Göl suyu oldukça tuzlu olup ülkemizin en derin göllerinden biridir. Derinlik bazı yerlerde 100 metreyi buluyor.
Göl su seviyesinin son yıllardaki aşırı düşüşüne, gölü besleyen dere ve çaylar üzerinde yapılan barajlar ve son yıllardaki bölgede yaşanan aşırı kuraklığın neden olduğu sanılmaktadır. Göl üzerinde yapılan araştırmalara göre besin maddeleri yönünden çok zengin olmadığı belirtilmektedir. Buna karşılık gölün yüze yakın kuş türüne ve yaklaşık olarak 300 bine yakın su kuşunu barındırdığı tahmin edilmektedir.
Burdur Gölü'nde alg (su yosunu) patlaması yaşandı. Kirlilik yüzünden yaklaşık 30 yıldır yüzülemeyen Burdur Gölü'nde geçen yıllarda olduğu gibi sıcak hava ile birlikte bir anda patlayan ve hızla çoğalan algler, gölü etkisi altına aldı. Bunun üzerine gölün Burdur Belediye Plajı bölümünde, 20 metre genişliğindeki kıyı şeridi alglerle kaplandı. Geçen yıl sadece Burdur'da yaşayan binlerce Burdurikus balığının ölümüne neden alglerin bu yılki bilançosu daha ağır oldu. Patlama sonucu bu yıl da binlerce Burdurikus türü balığın öldüğü belirtildi.
Kirliliğin de alg patlamasında etkili olduğunu belirten Doğa Derneği Burdur İl Temsilcisi Ufuk Gökduman, "Burdur Gölü'nde kirlilik nedeniyle 30 yıldır yüzülemiyor.
Ani sıcaklık artışı alg patlamasına neden oldu. Şu an yapılacak bir şey yok. Bu sorun oksijen dengesi bozulan durgun göllerde sıkça karşılaşılıyor. Hava sıcaklığı normale dönünce algler gidecek. Alg patlamasıyla birlikte dünyada sadece Burdur Gölü'nde yaşayan binlerce Aphanius Burduricus türü balıklar ölüyor.Burdur Belediyesi arıtma tesisinin faaliyete geçmesiyle Burdur Gölü'nde yaşanan alg patlamalarının azalmasını bekliyoruz" diye konuştu.
ALG PATLAMASI NEDİR?
Özellikle yaz aylarında gözlenen, sudaki organik maddeleri hızla tüketen ufacık mikroorganizmaların çok fazla çoğalıp sanki suya mavi yeşil boya atılmış gibi bir şekilde görünmeleri.
Burdur Gölü'nün Eskiye Göre 500 Metre Geriye Çekildi.
Burdur Valisi Süleyman Tapsız, Burdur Gölü'nün eskiye göre 500 metre geriye çekildiğini söyledi. Tapsız bu durumun gölün yavaş yavaş kuruduğuna işaret ederek "Burdur Gölü aslında bizlere 'ben gidiyorum, yavaş yavaş kuruyorum' diyor. Ama biz duyamıyoruz. Biz doğal kaynaklarımızı çok dikkatli kullanmalıyız ve bizden sonraki nesilleri özellikle düşünmeliyiz." mesajını verdi.
3- Seyfe Gölü
Seyfe Gölü İç Anadolu'nun Kırşehir İlinin kuzey doğusunda tektonik kökenli bir çukurlukta yer alır.
152.000 hektarlık bir alana sahiptir. Gölü besleyen en önemli tatlı su kaynağı güneybatıda bulunan Seyfe akarsuyudur. Gölün kuzeyinde yer alan alanların çok büyük bir kısmı Malya Tarım İşletmesi'ne aittir.
Havzanın %91.7'sinde kuru tarım, %8.3'ünde ise sulu tarım yapılmaktadır. Bu alanlarda buğday, arpa, çavdar, mercimek, şeker pancarı, ayçiçeği ve az miktarda meyvecilik ve bağcılık yapılır. Havzada mera alanlarının geniş yer tutması, mera hayvancılığını ön plana çıkarmıştır.
Fauna ve Ornitolojik Durumu
Göl suları tuzlu ve sodyumlu olduğundan balık türlerine rastlanmaz. 1994 yılında Seyfe Gölü Ramsar Alanı ilan edildiğinde dönemde, yapılan gözlemlerle göl ve çevresinde 187 kuş türü tespit edilmiştir. Göldeki kuş varlığı, göç dönemlerinde ve kışın büyük sayılara ulaşmaktadır.
Seyfe Gölü, aynı zamanda su kuşları için ülkemizdeki önemli kuluçka alanlarından biridir. Seyfe Gölü, Tuz Gölü'nden sonra flamingonun ülkemizdeki en önemli üreme alanı olup gölün doğusundaki adalarda yaklaşık 2000 çift flamingo kuluçkaya yatmaktadır. Göl çevresindeki stepler, nesli dünya çapında tehlikede olan kuş türlerinden biri olan toyun beslenme ve üreme alanıdır.
Flora ve Vejetasyon
Seyfe gölü havzasında, Orta Anadolu step iklimi egemendir. Seyfe Köyü civarında ise meyve bahçeleri, kavaklık ve söğütlük alanlar bulunmaktadır. Göl suyu tuzlu olduğu için su içi bitkilerine rastlanmaz. Sulak Alan civarında yapılan çalışmalara göre 383 bitki türünün 52'si endemiktir.
Alanın Koruma Statüleri
Göl, 17.08.1989 tarihinde "1.Derece Doğal Sit Alanı" ilan edilmiştir.
Göl ve çevresini kaplayan 10.700 ha'lık alan 26.08.1990 tarihinde " Tabiatı Koruma Alanı" ilan edilmiştir.
17.05.1994 tarihinde sürekli ve geçici göl alanı da kapsayan 10.700 ha'lık alan Ramsar Alanı ilan edilmiştir.
Seyfe'nin yok oluş hikayesi
"Seyfe Gölü Ekoloji Koruma Proje"si ile açılan drenaj kanalları, alanı besleyen kaynakların içme ve sulama suyu nedeniyle kapte edilmiş olması, son 15 yılda tüm Orta Anadolu'da olduğu gibi Seyfe-Mucur Ovası'nda da yasal veya yasa dışı sulama amaçlı 1650 adedin üzerindeki kuyular gölün yok olmasındaki en önemli etkenlerdir.
1970 yılında zeminin jeolojik özelliklerinden dolayı derine sızma olmadığı için, çok yağışlı yıllarda oluşan göllenmeleri ve taşkın önlemek amacıyla, bu gölleri ana göllere bağlayan taşkın kanalları oluşturuldu. Bu yıllarda birçok çiftçi tarım yapmak amacıyla taşkın kanallarına bağlanan drenaj kanalları açtı.
1970 yılların sonunda toplumda çevre bilincinin oluşmaya başlamasıyla birlikte, Seyfe Gölü'ne kuruluşların bakış açısı değişti. Seyfe Gölü'ndeki tarımda kullanılan gübre ve ilaçlardan kaynaklı kirlenmenin, drenaj kanalları aracılı ile gölü kirlettiği ve göl sınırlarının değiştiği konusunu gündeme getirilmeye başlandı. Bundan yola çıkılarak 1980'li yılların başında ovanın yamaçlarında birçok drenaj kanalının açılması ve oldukça yüksek seviyede olduğu söylenen taban suyunun düşürülme çalışmaları hız kazandı.
1979 yılında ovada yılda ortalama 11 hm3 yer altı suyu rezervi tespit edilmiş ve bu rezervin 2,5 hm³'ü kullanımlara tahsis edilerek geriye kalan 8,5 hm3 kaynaklarla ovaya boşaltıldığı tespit edildi.
1987 yılında 23.226 ha alanı kapsayan Seyfe Mucur Havzası Islah Planlama raporunu hazırlandı. Proje kapsamında Seyfe Gölü'nün geçici göl alanının (göldeki biyolojik çeşitliliği destekleyen alan burasıdır, bu alanın kurutulması durumunda göldeki doğal yaşam olumsuz etkilenecektir) tamamen kurutulması için önerilen AB, B8, B-5-1 kanalları vasıtasıyla 23168 ha alanın tarıma açılması planlanmıştır. Ancak duruma çeşitli kurumlarca müdahale edildi. Yapılan müdahale ile, önerilen kanallardan AB, B5 ve B-5-1 kanallarının ekolojik dengeyi bozacağı belirtilerek sadece yağışın fazla olduğu dönemlerde fazla suyu tahliye edecek B8 ve AB kanalının devamı niteliğindeki kısma onay verildi.
Revize projede AB kanalının devamı niteliğindeki daha kuzeydeki CD kanalının yapılması sağlandı. Seyfe Projesi "Mucur- Seyfe Havzası Ekoloji Koruma Projesi" haline getirildi ve AB kanalı daha kuzeye çekilerek uygulamaya başlandı. 1991 yılında bir araştırma, revize haliyle bile "Mucur- Seyfe Havzası Ekoloji Koruma Projesi" alandaki ekolojik dengeyi bozacağı, gerçekte projenin eski halinin modifiye edilmiş şekli olduğu ortaya konuldu.
Alan çeşitli koruma alanı statülerini kazandıktan sonra, 1997 yılında yapılan toplantıda B kanalının yeniden değerlendirilmesine, CD kanalının alandaki suyu tahliye edemeyecek şekilde kuzeye çekilmesine ve kanal üzerinde iki kapak yapılarak kurak dönemlerde gölde su tutulmasını sağlayacak bir hidrolojik yapının oluşturulmasına karar verilmiştir. Bugün var olan kapaklar yapılana kadar alandaki mevcut suyun tamamen drene edilmesi sağlandı.
Tüm bunların yanı sıra, alanı besleyen kaynaklar içme suyu amacıyla kapte edilerek yerleşim yerleri için kullanılmaya başlandı.
Bugün Seyfe
Yaz aylarında tamamen kuruyor ve yüzeyinde yaklaşık 20cm kalınlığında tuz tabakası oluşuyor. Gölün yüzeye çıkan tuzlu göl tabanından yaz mevsiminde hortumlar aracılığıyla göl çevresindeki tarım alanlarına saçılan tuz, her yıl milyonlarca liralık maddi hasara yol açarken, insan sağlığını da tehdit ediyor.
Gölün kurumasıyla (taban kısmı dışında) yer altı su seviyesi düşmüştür. Bugün kuyuların derinliği yer yer 200m'yi bulmakta.
Kuraklık nedeniyle tarımda verimlilik düştü. Sazlıkların yok olmasıyla sazcılık bitti.
Gölün çevresindeki kavaklık ve söğütlükler kuruyarak yok olmuştur.
Gölün kurumasıyla alanda daha fazla don olayı görülmeye başlanmış, elma tarımı durma noktasına gelmiştir.
Alanda gölün kurumasına bağlı olarak gelişen geçim etkinliklerinin aksaması özellikle dışa göçü arttırmaktadır.
100 bine yakın göçmen kuş gölü terk etti. Bu durum geçmişte varolan ekolojik dengenin ciddi hasarlar aldığının da en önemli kanıtlarından biri oldu.
Göl, Ramsar Statü'sünü kaybetme eşiğinde.
4- Kuş Gölü(Manyas)
Ülkemizin doğal güzellikleri arasında ayrı bir yeri olan Bandırma Kuşcenneti Milli Parkı, Kuşgölü'nün kuzeydoğu kıyılarında yer alır. Bandırma-Balıkesir karayolunun 15. kilometresinden güneye sapan 3 kilometrelik bir yolla Kuşcenneti'ne ulaşılır.
Kuşcenneti'nin "Milli Park" olarak ayrılmasının tek nedeni, barındırdığı kuş topluluklarıdır. Kuşcenneti ülkemizdeki milli parklar içinde en küçük olanıdır. Küçüklüğüne rağmen, Kuşşcenneti en çok ziyaretçi çeken milli parklarımızdan biridir.
Bandırma Kuşcenneti'nin bugünkü yeri Prof. Dr. Curt Kosswing ve eşi Leonore tarafından 1 Nisan 1938 tarihinde keşfedilmiştir. Buraya "Kuşşcenneti" adını veren Kosswing'in çalışmalarını sonucunda doğayı sevenler arasında bu güzel cennetin değeri kısa zamanda anlaşılmıştır, 1952 yılındanda ise İ.Ü Hidrobiyoloji Enstitüsü tarafından buraya bir inceleme istasyonu kurulmuştur.
1959 yılınnda Milli Park statüsünde alınan Bandırma Kuşcenneti bundan sonra gerçekleştirilen etkili koruma ile daha da gelimiştir. Buradaki kuş topluluklarında önemli artışlar olmuştur. Bunun sonucunda da, yapılan başvuru üzerine Avrupa Konseyi tarafından 1976 yılında "A Sınıfı" diploma ile ödüllendirilmiştir. İyi korunan doğa parçalarına verilen A Sınıfı diploması, daha sonra 1981, 1986, 1991 ve 1996 yıllarında yenilenmiştir
Kuşcenneti'nde 1975 Haziranına kadar 238 kuş türünün varlığı tespit edilmiştir. Daha sonra çeşitli zamanlarda yapılan sayımlar sonucunda bu rakam 255'e çıkmıştır. Kuş türlerinden 66 tanesi Milli Park'ta düzenli olarak her yıl kuluçka topluluğuna katılmaktadır. Geri kalanlar ise, göç sırasında Kuşcenneti'ne uğramaktadır.
Kuşcenneti Milli Parkı, Marmara Bölgesi'nin ılıman iklimi içerisinde ve kıtalar arası göç yolları üzerinde kuşların vazgeçilmez uğrak yeridir. Kuşlar göç yerlerine gidiş ve dönüşlerinde Kuşcenneti'ne misafir olur, dinlenir, karınlarını doyurarak yollarına devam ederler. Kuşcenneti'nde konaklama zamanları türlerine göre 1 saatle 1 ay arasında değişmektedir.
Bir yılda Kuşcenneti'ne gelen kuş sayısının 2-3 milyon kadar olduğu tahmin edilmektedir.
Kuşcenneti Milli Parkı'nı her yıl ortalama 67 ayrı ülkeden 80 bin kişi ziyaret etmektedir.
Bandırma Kuşcenneti Milli Parkı'nın geniş kitlelere tanıtımının yapılabilmesi ve çevre kirliliği nedeniyle karşı karşıya kaldığı tehlikelere kamuoyunun dikkatini çekebilmesi amacıyla, 1987 yılından bu yana her yıl ULUSLARARASI BANDIRMA KUŞCENNETI KÜLTÜR VE TURIZM FESTIVALI adıyla bir festival düzenlenmektedir.
Manyas Gölü'nde toplu balık ölümleri yaşanmaktadır.
Alınan bilgiye göre, henüz belirlenemeyen nedenle, Yılgın Burnu mevkisinde balık ölüleri kıyıya vurdu.
Bandırma Tarım Müdürlüğü ekiplerinin Manyas Gölü'nden aldığı su ve balık numuneleri, Ankara'daki Etlik Veteriner Merkez Kontrol ve Araştırma Enstitüsü laboratuvarına gönderildi.
İlçe Tarım Müdürü Sefa Uyar, gazetecilere yaptığı açıklamada, ölüm nedenlerinin analiz sonrasında netlik kazanacağını belirterek, kıyıya vuran balıkların yenmemesi konusunda vatandaşları uyardı.
Bereketli Su Ürünleri Kooperatifi Başkanı Reşit Çetin ise kontrolsüz bırakılan sanayi ve evsel atıkların göldeki balık popülasyonunu olumsuz etkilediğini belirterek, balık ölümleriyle ilgili sorumlularının cezalandırılması gerektiğini ifade etti.
Manyas Gölü evsel atıklarla kirleniyor.
Balıkesir Çevre ve Orman Müdürü Emine Tamer, Manyas Gölü'nün, fabrika atıklarından çok, evsel atıklarla kirlendiğini bildirdi.
Manyas Kuş Cenneti'ni yok etmeyi nihayet başardık! Bir zamanlar 200'den fazla kuş türünün barındığı Manyas Gölü'nde kirlilik, tahribat ve bu yılki kuraklık nedeniyle tür sayısı 27'ye indi.
1992 yılında Manyas sularını boşaltan Karadere üzerine regülatör yapıldı ve su seviyesi 1 metre kadar yükseltildi. 1998 yılına kadar süren yüksek su seviyesi Kuş Cenneti'nin bulunduğu alandaki kuşların üzerine yuva yaptığı söğütlerin tamamını kuruttu. 1998'ten itibaren su seviyesi eski doğal seviyesine indirildi ancak yaşanan kayıp büyüktü. 10 yıldır ekosistem kendini yenileyemedi. Gölün çevresindeki tavuk çiftliklerinden ve sanayi tesislerinden gelen atıklar doğrudan göl sularına karışıyor."
Manyas Kuş Cenneti'ni yok etmeyi nihayet başardık! Bir zamanlar 200'den fazla kuş türünün barındığı Manyas Gölü'nde kirlilik, tahribat ve bu yılki kuraklık nedeniyle tür sayısı 27'ye indi.
İyice kirlenen göl 250 metre kadar da çekildi.
Geçen ay 'Uluslararası Bandırma Kuş Cenneti Kültür ve Turizm Festivali' kapsamında 'Küresel Isınma ve Manyas Kuş Cenneti'ne Etkileri' konulu bir panel düzenlendi. Konuşmacılardan Çevre ve Orman Bakanlığı Biyolojik Çeşitlilik Koruma Ekolojisi Uzmanı Sühendan Er, Manyas'ın yıllardır kirlilikle boğuştuğunu ve bu konuda hiçbir önlem alınamadığını belirtti. Gölün en büyük kaynağı Sığırcı Deresi'ne beyaz et sektöründe faaliyet gösteren işletmeler tarafından günde 200 ton atık bırakıldığını belirten Er, göl çevresinde yaşayanların da söğüt ve sazlıkları yaktığını, bunun doğal yaşama büyük darbe vurduğunu söyledi.
5- Sultan Sazlığı
İç Anadolu Bölgesinde Kayseri il sınırları içerisinde Develi, Yahyalı ve Yeşilhisar ilçelerinin oluşturduğu üçgen içerisinde bulunan Sultan Sazlığı, tatlı ve tuzlu su ekosistemleri, geniş sazlık ve bataklık alanları, bu alanları çevreleyen çayır, mera ve step alanları gibi değişik karakterdeki habitatları ve zengin besin varlığı ile başta su kuşları olmak üzere barındırdığı yaban hayatı yönünden, sadece ülkemizin değil Avrupa ve Ortadoğu'nun da en önemli sulak alanlarından birisidir.
Burası adeta eşi bulunmaz dev bir açık hava laboratuarıdır. Bu nedenle, ünü ülkemiz sınırlarını aşan bu alanı, her yıl binlerce doğa sever kuş gözlemcisi, bilim adamı ve araştırmacısı ziyaret etmektedir.
Sultan Sazlığı, yarı kurak ve kurak iklimin hakim olduğu İç Anadolu Bölgesinde yer almakla birlikte, kararlı bir taban suyuna sahip oluşu ve sürekli nemli bir ortam oluşturması nedeniyle, kurumuş bozkırlar arasında güzel bir vaha görünümü sergilemektedir. Bu durumuyla, yaz ortası ve sonunda hayvanların beslenmesine imkan sağlayan elverişli bir ortam sunmaktadır. Göl ve sazlıklarda kuşların beslenmesi için bol miktarda kurbağa ve semender larvaları ile küçük balıklar bulunmaktadır.
Sultan Sazlığı barındırdığı kuş varlığı ile Avrupa ve Ortadoğu'nun en önemli sulak alanlarından biridir. Yoğun saz ve bitki örtüsüyle kaplı, besin maddesi bakımından oldukça zengin tatlı su ekosistemi; tatlı su ekosistemi ile ekolojik olarak ilişkili tuzlu su ekosistemi farklı ekolojik istekleri olan değişik türde, çok sayıda kuşun beslenmesi, barınması, konaklaması ve kuluçkaya yatması yönünden olağanüstü değerlere sahip ideal ortamlar oluşturmuştur.
Anadolu yarımadası üzerinde birleşen, Afrika, Asya ve Avrupa kıtaları arasında süregelen iki kuş göç yolu üzerinde bulunması, kuş varlığı yönünden ülkemizin en önemli sulak alanlarından Tuz gölü, Seyfe gölü ve Ereğli sazlıkları ile ılıman iklim koşullarına sahip Akdeniz kıyı sulak alanlarına yakın olması, Sultan sazlığına kuşlar için vazgeçilmez bir sulak alan olma özelliği sağlamaktadır. Bölgede 301 kuş türü tespit edilmiştir. Bunlardan 69 tür düzenli olarak, 18 tür ise olağan dışı hallerde burada kışlamakta veya göç sırasında uğramaktadır. Kuluçkaya yatan tür sayısı 119'dur. Sultan sazlığı, nesli tehlike altında olan küçük karabatak, dikkuyruk ve yaz ördeği'nin ülkemizdeki önemli üreme alanından biridir. Kuşların toplanma dönemi olan Eylül ve Ekim aylarında toplam kuş miktarı yarım milyonu aşmaktadır. Yay gölünde 185.000 civarında flamingo sayılmıştır. 1971 yılında, bu alanın Orman Bakanlığı tarafından "Su Kuşları Koruma veÜretme Sahası" olarak ilan edilmesini takiben koruma çalışmaları başlatılmıştır.
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından 1970'li yıllarda alanın tamamının drene edilerek kurutulması planlanmıştır.
Ancak, gönüllü kuruluşlar ile kamu kuruluşlarının çabaları sonucunda proje revize edilmiş ve Yay gölündeki su kotunun 1070,80 m' de tutulması karara bağlanarak, alanın kurutulması önlenmiştir. Sultan Sazlığının korunması ve bölge halkının ekonomik çıkarları ile arazi kullanım dengesinin kurulması amacıyla saha için 1994 yılında bir Master Plan yaptırılmıştır. Sahadaki koruma çalışmaları Adana Milli Parklar ve Av-yaban Hayatı Başmühendisliğine bağlı bir şeflik tarafından yürütülmektedir. Sultan Sazlığı'nda ekonomik gelir amaçlı saz kesimi yaygın olarak yapılmakta olup, yılda yaklaşık 1500 ton saz kesilmektedir. Kesilen sazların büyük kısmı yurt dışına ihraç edilmektedir.İhraç edilen saz miktarı yılda yaklaşık 300.000 bağı (her bağ 200-400 adet) bulmaktadır. 1995 yılında Sindelhöyük kasabasında saz bağlama ve depolama tesisi kurulmuştur. Ayrıca yörede dam malzemesi ve hayvan yemi olarak kullanılan sazlar bölge için önemli geçim kaynağı oluşturmaktadır.
Sultansazlığı'nda arıtılmamış atık sular ve sulamadan dönen drenaj suları sebebiyle su kirliliği görülmektedir.
Sultan Sazlığı'nda Demir Alarmı
Sultan Sazlığı'ndaki araştırma sonucunda bölgede işletilen demir ve çinko-kurşun madenleri, açık şekilde kirlenmenin kaynağını işaret ediyor. İnceleme alanı içerisinde yüksek miktarlara ulaşan demir, kobalt, civa, vanadyum ve bakırın, özellikle güney sınırında yer alan demir madeni ve batı sınırındaki alan demir izabe (madenleri ergitme, sıvı durumuna getirme) tesisiyle ilişkili olduğu görülüyor. En yüksek anomaliler de bu alanlara ait örneklerde gözleniyor. Ancak, bu alanlar dışında inceleme alanının tamamını çevreleyen yoğun trafiğin ve yerleşim yerlerindeki sanayilerin de sazlığı tehdit ettiği açıkça görülüyor. İnceleme alanının kenarlarından merkeze doğru açık bir şekilde kirlilik artıyor. Bu zehirli elementler, balıklardan kuşlara sazlıktaki doğal yaşam için ciddi tehlike arz ediyor. Özellikle demir, organik çürümeye ve oksijen azalmasına neden oluyor. Aynı şekilde akarsuların durgun göletlerinde, özellikle sellerden sonra demir bakterileri çabucak çoğalarak demirli madde kümeleri oluşturuyor. En kötüsü sularda demir konsantrasyonu 1 mg/lt ve üzerinde olduğu zaman, balıklara ve balıklarla beslenen diğer canlılara zarar veriyor. Bu nedenle uzmanlar demir konsantrasyonunun mutlaka kontrol altına alınması gerektiğini vurguluyor.
6- Kızılırmak Deltası
Kızılırmak Deltası, Türkiye'nin Karadeniz kıyılarında doğal özelliklerini kısmen koruyabilmiş en büyük sulak alandır. Kızılırmak Deltası olarak adlandırılan bölge, Samsun ilinde, Kızılırmak'ın denize döküldüğü yerde 19 Mayıs, Bafra ve Alaçam ilçeleri sınırları içinde kalan Samsun-Sinop karayolunun kuzeyinde bulunan alandır. Delta, denizden güneye doğru basamaklar halinde yükselmektedir.
Deltanın gerisinde, Kızılırmak nehrinin her iki kenarında yay şeklinde uzanan ve yükseklikleri 600-800 metreye varan Kuzey Anadolu Dağları'nın ilk sırasını oluşturan platolar, daha geride ise 1.000-1.500 metre yüksekliğindeki dağlar yer almaktadır.
Delta, jeolojik açıdan bir-iki bin yıl gibi çok kısa bir sürede oluşmuştur ve 1182 km.'lik uzunluğa, 78.000 km2'lik havzaya sahiptir.
Kızılırmak Deltası'nın alanı yaklaşık olarak 56.000 hektardır. Deltanın her iki yakasında deniz kıyısına paralel olarak uzanan sulak alanlar vardır; altı adet gölün (Liman Balık, Uzun, Cernek, Gıcı ve Tatlı) bulunduğu 13.400 hektarlık doğu bölümünden ve Karaboğaz Gölü ile Mülk Gölü'nün bulunduğu 2.710 hektarlık bir alanı kaplayan batı bölümünden oluşmaktadır.
Göl aynası, tuzcul bataklıklar, deniz, akarsu, sazlık alanlar, ıslak çayırlar- mera, karışık geniş yapraklı subasar orman, karışık geniş yapraklı orman, kıyı kumulları, kumul çalı toplulukları, tarım alanları ve yerleşim alanları gibi farklı ekolojik karakterlere sahip habitatlar bir arada bulunması, besin maddelerince zenginlik ve uygun iklim koşulları Delta'nın eşine az rastlanır ölçüde biyolojik çeşitliliğe sahip olmasını sağlamıştır. Kızılırmak Deltası, mikro ve makro faunanın çok yüksek bir üretim düzeyine ulaştığı yeryüzünün en verimli doğal alanlarından birisidir.
Kızılırmak Deltası'nın yaklaşık 316 bitki taksonunun varlığı tespit edilmiştir. Bu 316 takson 74 familyaya bağlı 228 cins içindeki tür ve türaltı seviyedeki taksonlardan oluşmaktadır. Bu taksonların çoğunluğu geniş yayılışlı ve Avrupa-sibirya floristik bölgesi elementlerinden oluşmaktadır. Alanda ülkemizde bilinen familyaların yaklaşık %50'si bulunmaktadır. Ancak familya sayısının çokluğuna rağmen tür dağılımı dengeli değildir.
Yıllardır süregelen çalışmalar çerçevesinde Kızılırmak Deltası'nda 323 kuş türü saptanmıştır. Bu sayı Türkiye kuşlarının %70'i olup Türkiye'de Göksu Deltası'ndan sonra (332 tür) bir alanda tespit edilmiş en yüksek kuş türü sayısıdır. Kızılırmak Deltası'nda üreyen kuş türü sayıları diğer deltalarla karşılaştırılacak olursa İç Anadolu Bölgesi'nde bulunan ve daha büyük bir alana sahip Sultan Sazlığı'nda üreyen tür sayısı Dijksen ve Kasparek (1985)'e göre 136 olup neredeyse Kızılırmak Deltası ile aynıdır. 1989 yılında, Göksu Deltasında yapılan üreyen kuş tespitinde 59 türün kesin ürediği, 17 türün ise şüpheli olduğu belirlenmiştir. Kızılırmak Deltası, Ramsar ve ÖKA statüsüne sahip olup alanda yaklaşık 121 kuş türünün kesin ürediği, 19 türün ise ürüyor olabileceği tespit edilmiştir. Bir çok tipik sulak saha türünün varlığı ve sayısı Kızılırmak Deltası'nın önemine işaret etmektedir.
Kızılırmak deltası, göç sırasında Karadeniz'i doğrudan aşan kuş türleri için hayati önem taşımaktadır. Karadeniz'i direkt olarak aşan göçmen kuşların uçuş hazırlığı ve uçuş sonrası dinlenebildikleri, beslenebildikleri ve korunabildikleri tek alandır. İlkbaharda Karadeniz'i geçmek üzere uzun bir yolculuğun hazırlığını yaptıfkları, sonbahar göçlerinde ise Karadeniz'i aşan kuş türlerinin Karadeniz kıyısında sığınabilecekleri en önemli sulak alandır. Bu nedenle, özelliklef göç sırasında pek çok kuş türü için deltanın varlığı hayati önem taşımaktadır ve göç sırasında büyük sayılara ulaşmaktadır.
Örtücüler dahil olmak üzere deltadan geçen kuşlarının sayısı birkaç milyonu bulmaktadır.
Delta, 1998 yılında Türkiye'nin taraf olduğu Ramsar Sözleşmesi çerçevesinde Ramsar listesine dahil edilmiştir. Ayrıca Yaban Hayatı Koruma Sahası ve Önemli Kuş Alanı statülerine sahip olmasına karşın uzun yıllardır süren sulaklanları kurutma çalışmaları nedeniyle oldukça zarar görmüştür. Buna ek olarak Kızılırmak'ın aşağı kesimlerinde iki büyük baraj inşa edilmesi, kum çakırımı, kumul alanların ağaçlandırılması, subasar ormanlarda ve kumul alanlarda ikinci konut yapımı gibi tehditler Delta'nın hızla tahrip olmasına neden olmaktadır.
Kızılırmak, Sivas'taki 3 bin 25 metre yükseklikteki Kızıldağ'dan doğuyor. Dile kolay, tam 1210 km katederek Samsun Bafra Burnu'ndan Karadeniz'e dökülüyor. Milyonlarca senede "Hamal gibi çalışarak" taşıdığı alüvyonlarla Kızılırmak Deltası'nı oluşturuyor. Kaynaklar, göz alabildiğince uzanan bu nemli toprakların 56 bin hektar olduğunu yazıyor. 12 bin hektar ise sulak alan rejiminde. Bu rüya gibi sahada deniz, ırmak, göl, sazlık, bataklık, çayır, mera, orman, kumul ve tarım alanları bulunuyor. Eşine az rastlanır bir yaban hayatının olduğu delta, Uluslararası Sulak Alanların Korunması (RAMSAR) Sözleşmesi, Doğal SİT Alanı ve Yaban Hayatı Geliştirme Sahası statüleri ile muhafaza edilmeye çalışılıyor.
Bölgede geri dönüşü olmayan bir bozulmaya sebep olacak tehdit ise yazlık ev inşaatı. 1987'de Galeriç Ormanı'nın kuzeyinde sadece on küçük ev varken, bugün sayı 110'u geçmiş durumda. Mahkemelerin yıkım kararlarına rağmen bu yönde bir adım atılmadı.
Kızılırmak'a hesapsızca yapılan 7 baraj, akarsuyun denize döküldüğü deltada çevre felaketine yol açıyor. Karadeniz, milyonlarca yılda oluşan verimli toprakları işgal ediyor. Yeraltı suları tuzlanıyor. Doğal denge açısından vazgeçilmez olan sulak alanlar yok oluyor. Bulunan çare ise denizin önüne dolgu yapmak!
Kızılırmak Deltası'nda en önemli sorun endüstriyel, evsel ve tarımsal kaynaklı kirliliktir.
Deltanın %50'den fazlası tarım arazisi olarak kullanılır. Normalde 0.02 mg/lt olması gereken amonyak değerinin Kızılırmak'ın bölgeye giriş yaptığı yerdeki değeri 0.117 mg/lt'dir, yani sulak alana giriş yapan su hali hazırda kirlidir. Deltada bulunan yerleşim merkezlerinin hiç birinde kanalizasyon arıtma sistemi bulunmamaktadır Ayrıca yapılaşma ve kum çıkarımı diğer önemli sorunlardır.
7- Akyatan Lagünü
Doğu Toros'lardan çıkan binlerce kaynak birleşip Anadolu'nun iki uzun nehri olan Seyhan (560 km) ve Ceyhan (509 km) nehirlerini oluştururlar. Bu nehirler Akdenize dökülürken Türkiye'nin en verimli ovası olan Çukurova'yı oluştururlar. Sürekli yatak değiştiren bu nehirler denize yaklaştıklarında bataklık, göl ve lagünler oluştururlar. Seyhan nehrinin doğusu ile Ceyhan nehrinin batısında yer alan Akyatan ve Ağyatan gölleri ile çevresindeki lagünler özellikle Kuzeyden Güneye, Güneyden Kuzeye göç eden yüzlerce çeşit kuşa evsahipliği yaparlar.
Adana'nın Akdeniz sahilleriyle buluştuğu ve Adana'ya 40 km uzaklıkta, 9520 hektar alana sahip olan lagün, orman, kumluk, sazlık ve bataklıklardan oluşan, endemik bitkiler ve nesli tükenmekte olan kuşlarla birlikte deniz ve kara canlılarının yaşadığı bir doğa harikası olan Akyatan gölü çevresinde; Milli Park ve çeşitli ağaçların yeraldığı Orman ve Yaban Hayatı Koruma Alanı ile Akyatan Gölü içinde yer alan Kuş Cenneti bir tabiat harikası olarak elimizdeki büyük hazinelerden bir tanesi olarak durmakta.
Akyatan gölü ile deniz arasındaki Okaliptus, Akasya, Fıstık Çamı gibi birçok çeşidi içinde bulunduran ucsuz bucaksız Orman içinden geçilerek (şansınız varsa Geyik, Çakal, Kurt, Yaban Domuzu, Vaşak gibi hayvanlarla karşılaşabilirsiniz). Akyatan Gölü kıyısında bulunan "Gözetleme Kulesi"ne giderek Göl içinde yer alan Kuşları seyredebilirsiniz. Daha sonra isteyenler deniz istikametine giderek Türkiye'de eşi az bulunur 22 km.lik el değmemiş ve Ramsar sözleşmesi ile koruma altına alınmış bu kumsalda (plajda) gezebilirsiniz. Dünya'da nesli tükenmek üzere olan Caretta-caretta'ların haziran ayında sahile çıkarak yumurta bıraktıkları yer olan bu plajda yumurtlama döneminde zarar vermemek için dikkatli gezilmesi gerekir.
Kuş Cenneti denilen alanda Kıyı Kuşu (yağmur kuşu), Akça Cılıbıt, Kızkuşu, Küçük kumkuşu, Kara karınlı kumkuşu, Döğüşken kuş, Flamingo, Suçulluğu, Kızılbacak, Yaz ördekleri, Elmabaşlar, Yeşilbaşlar, Çamurcun, Dikkuyruk, Turaç, İbibik, Turna, Yeşil Arıkuşu, Alaca Balıkçıl, Üveyik gibi kuşları görebilirsiniz. Ayrıca Lagünlerde Çipura, Kefal, Levrek ve Mavi Yengeç gibi deniz canlıları da bulunmaktadır.
Bir sulak alan daha kurak alan oldu!
Adana Akyatan Lagünü, DSİ'nin tarım amaçlı arazi kazanmak amacıyla başlattığı drenaj kanalı açma çalışmalarının da etkisiyle çöle döndü.
Avrupa ile Afrika arasında göç eden milyonlarca kuşun geçiş yolu üzerindeki en önemli sulak alanlardan olan Adana Akyatan Lagünü, kuraklık nedeniyle çöle döndü. 270 türde milyonlarca kuşa yuva olan lagünde, yaklaşık 40 bin dönüm alanda sular çekildi.
36 yıl önce Uluslararası Ramsar Sözleşmesi'yle koruma altına alınan lagünde, DSİ'nin tarım amaçlı arazi kazanmak amacıyla bir ay önce başlattığı drenaj kanalı açma çalışmalarının da çölleşme sürecini hızlandırdığı görüldü.
Milyonlarca kuşun mola verdiği Akyatan Lagünü'nün yarısı çölleşti. Ancak barınacak başka yerleri olmayan kuşlar mecburen kurak toprağa iniyor.
Avrupa ile Asya arasında göç eden milyonlarca kuşun geçiş güzergâhındaki Akyatan Lagünü'nün yarısı çöle döndü, ancak bölge kuşlar için hâlâ "mecburi" konaklama alanı olmayı sürdürüyor.
Adana'daki ünlü Akyatan Lagünü, küresel ısınma ve yanlış su kullanımından etkilenince sulu alanları yüzde 50'ye varan oranda azaldı. 75 bin dönümlük lagünün yaklaşık 40 bin dönümlük alanı aşırı kuraklık nedeniyle çöle döndü. Ancak bölge İç Anadolu'daki kuraklık nedeniyle yine de kuş akınına uğruyor. 270 türde milyonlarca kuşa yuva olan ve çölleşmeye devam eden Akyatan, bu yıl yaz döneminde alışık olmadığı kadar kuşu misafir ediyor. Üreyemeyip yok olacaklar.
Orman Mühendisleri Odası Doğu Akdeniz Şube Sekreteri Ayhan Küyük her yıl göç aylarında Çukurova'daki lagünlerde dinlenen kuşların aşırı kuraklık nedeniyle barınacak yer bulamadığı için Akyatan Lagünü'nü mesken tuttuğunu söyledi.
"Yılın belli dönemlerinde Akyatan Lagünü kuşlar için dinlenme alanı görevi yapardı. Ancak bu yıl özellikle yurt genelindeki sazlık ve lagünlerin işlevini yitirmesi nedeniyle kuşlar, Akyatan'ı mesken tuttu. Kuş türleri avlanmakla yok olmaz. Ancak yaşam alanı bulamayan kuşlar bir süre sonra üreyemedikleri için yok olmaya mahkûmdur.
Sulak alanların son kalelerinden biri olan Akyatan da yok olmaya başladı.
Akyatan'ı gözümüz gibi korumalıyız."
8- Uluabat Gölü
Kirlilik ve yasadışı çeltik ekimi sorunu var.
Mustafakemalpaşa Çayı sularının yasadışı çeltik tarlalarına kaçak olarak yönlendirilmesiyle, geleneksel tarım ve su düzeni daha da bozuluyor. Arıtılmadan gelen sular ve su bentleri kirliliğe yol açıyor.
Peki Uluabat Gölü`nün zararını kim karşılayacak? Çünkü buradan akan çimento karışımlı alüvyol, gölü belli ölçüde doldurdu. Balıkları öldürdü.
Uluabat Gölü`nün 1998 yılında uluslararası RAMSAR Sözleşmesi`yle koruma altına alındığına işaret eden Doğader Başkanı Murat Demir de, "Bu manzara gösteriyor ki, bu koruma sadece sözleşmede kalmıştır. Bursa Su Platformu olarak biran önce havza yönetiminin burada oluşması gerekiyor. Çünkü kirlilik, Uluabat Gölü`nü her yerden tehdit ediyor" şeklinde konuştu.
Uluabat Gölü ve su toplama havzasındaki başlıca tehtid unsurları:
-Göl suyu seviyesindeki ayarlamalar ile tarım, endüstri ve şehirsel kullanımlar için su alımı (Gölden ve su toplama havzasından)
-Kum ve çakıl ocakları ile maden yatakları işletmeciliği
-Su kirliliği
-Göl suyunun bitki besin maddeleri ile zenginleştirilmesi
(tarımsal amaçlı gübre kullanımı ve siltasyon)
-Islak alanların (sazlıkların, çayırlıkların ) tarımsal üretim amaçlı kullanımı
(özellikle MKP nehri deltasında)
-Gölün Güney ve Güneybatı kıyıları boyunca uzanacak biçimde yapımı devam eden
otoyol şeklinde sıralanabilir.
9- Gediz Deltası
Gediz Deltası Yönetim Planı hazırlıkları sırasında yapılan zonlama çalışmasına göre Mutlak Koruma Zonu'nda bulunan Homa Dalyanı kıyılarının yaklaşık 2 kilometrelik alanına beton ve demir yığınları bırakıldı. Dalyana moloz dökümü, alanda bilimsel çalışmalar yapan Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi'nin dalyan yolunun düzeltilmesi için İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne başvurması sonucu İBB'nin alana moloz dökmesiyle sonuçlandı.
Molozun döküldüğü alan, Homa Dalyanı ve Ege Denizi'ni birbirinden ayıran ve uzun yıllar boyunca dalgaların biriktirdiği deniz kabuklarından oluşan doğal bir yol özelliğini taşımakta. Dünyada koruma öncelikli olan tepeli pelikan (Pelecanus crispus), hazar sumrusu (Sterna caspia), küçük sumru (Sterna albifrons) gibi pek çok kuşun ürediği, barındığı ve yuva yaptığı bir alan olan Homa Dalyanı'nda moloz dökümü nedeniyle gerçekleşecek herhangi bir tahribat, alanın ekolojik özelliğinin ortadan kalkmasına neden olacak.
Kurulduğu yıl olan 2003'ten beri Gediz Deltası'nın sesi olan ve ona zarar vermeye yönelik her türlü eylemle mücadele eden Ege Doğal Yaşamı Koruma Derneği, Gediz'de yaratılan bu soruna karşı harekete geçti. Doğa Derneği'nin desteğiyle eylemi gerçekleştiren İBB'yle iletişime geçerek alanın molozdan arındırılmasını istedi. Her seferinde molozu bir an önce alandan kaldıracaklarını söyleyen İBB yapılan incelemeler sonucunda sadece alanın 200 metrelik bir alanını göstermelik olarak kaldırıp kalan kısmının da üzerini kumsalda var olan kumla kapatmaya başladı.
Alanda molozun tamamını kaldırmaya yönelik herhangi bir girişimin olmaması nedeniyle EgeDoğa ve Doğa Derneği yapılan eyleme tepkisini göstermek için bir etkinlik gerçekleştirdi. Yaklaşık 50 kişinin katılımıyla İzmir Kuş Cenneti'nde gerçekleşen etkinliğe bisiklet gruplarından Sualtı Araştırma Derneği'ne kadar birçok sivil toplum kuruluşu destek verdi. Basın mensuplarının da yer aldığı etkinlikte Homa Dalyanında bir basın açıklaması yapıldı. EgeDoğa ve Doğa Derneği yaptıkları açıklamada dökülen molozun alana vereceği zararları anlatarak molozun alandan bir an önce kaldırılması gerektiğinin altını çizdi.
10- Meke Gölü
Konya'nın Karapınar ilçesinde bulunan ve "Dünyanın nazar boncuğu" olarak bilinen Meke Gölü, kuraklık yüzünden bataklığa döndü. Yaklaşık 5 milyon yıl önce volkanik patlama sonucu oluşan ve taban suyuyla beslenen göl, yakın zamana kadar yerli ve yabancı turistlerin uğrak yerlerinden biriydi.
Birkaç yıl öncesine kadar 100'ün üzerinde kuş türüne ev sahipliği yapan göl, suyunun azalması nedeniyle eski güzelliğini kaybetti. Daha önce 12 metre derinliğe ulaşan Meke Gölü, şimdi çamurdan ibaret. Çevreye yayılan kötü koku gezmeye gelenleri rahatsız ederken, yerli-yabancı turistler göl için, "Meke'nin güzelliği kartpostallarda kaldı" yorumunu yapıyor.
Karapınar'ın yerel yöneticileri bölgelerinin yeterli yağış almadığına dikkati çekerek, su çekilmesini yağış azlığına bağlıyor. Çare olarak, bölge ağaçlandırılıyor.
Karapınar Belediye Başkanı Mehmet Mugayıtoğlu, kış mevsiminde yağan yağmurun Meke Gölü'nün su seviyesini yükseltmediğini söyledi. Gölün parçalara ayrılmasından üzüntü duyduklarını belirten Mugayıtoğlu, gölü izlemeye gelenlerin kuruyan yerlerden büyük parçaya ulaşıp çevresinde gezinti yaptığını kaydetti.
Yerli ve yabancı turistlerin ziyaret ettiği Meke Gölü'nde birkaç yıl öncesine kadar çok sayıda kuş yaşadığını ifade eden Mugayıtoğlu, şöyle konuştu: "Son yıllarda küresel ısınma ve bilinçsiz tarımsal sulamanın etkisiyle göl neredeyse tamamen kuruma noktasına geldi. Kış mevsiminde yağan yağmurlar göle katkı sağlamadı. Göle gelenler kuruyan yerlerde gezip dolaşıyor. Dünyanın nazar boncuğu Meke Gölü'ne adeta nazar değdi. Artık turistler gelmiyor, kuşlar uçmuyor. Meke Gölü artık eski Meke değil."
11- Yumurtalık Lagünleri
Yumurtalık Lagünleri çevresinde yaşayan insanlar alanın bir bölümünde yasak olmasına rağmen tarla açmışlar. Alan içerisinde 500 civarında büyükbaş, 2000 kadar da küçükbaş hayvan bütün yıl boyunca otlamaktadır. Alanda bulunan iki önemli dalyanda geleneksel dalyan balıkçılığı yapılmaktadır, bölgedeki toplam balıkçı sayısı 500 kadardır. Dolayısıyla alan koruma statüsüne rağmen insanlar tarafından yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.
Ne yazık ki sorunlar bununla bitmiyor. Yumurtalık Lagünlerinde yüksek miktarda tuzluluk var. Bunun temel sebeplerinden biri Ceyhan Nehri'nden alana eskisi kadar tatlı su girişi olmaması. Bazı dönemlerde lagünlerdeki tuzluluk Akdeniz'in üç katına kadar çıkıyor. Bu da alanın çeşitliliğini azaltan önemli bir tehdit.
Ayrıca lagünlerin derinliği 2 metreden 30 santime kadar düşmüş durumda. Bunda özellikle kıyılardaki kumullardan rüzgar etkisiyle lagünlere doğru oluşan erozyonun etkisi çok büyük. Bu olay hem Türkiye'nin en bakir ve en uzun sahillerinden birini tehdit ediyor, hem de iç bölgedeki lagünleri dolduruyor.
12- Kızılören Obruğu
Su seviyesi son 30 yılda yeraltı suyunun aşırı kullanımı sonucunda 30 metre düştü.
13- Kuyucuk Gölü
Kuyucuk Gölü Kars'ın en önemli sulak alanlarından biri olup, Uluslararası Önemli Doğa Alanı (Key Biodiversity Area) ve Yaban Hayatı Geliştirme Sahası statüsüne sahiptir. 219 hektarlık bir alanı kaplayan Kuyucuk Gölü, Kars şehir merkezinin yaklaşık 30 km kuzeydoğusunda, Akyaka ilçe merkezinin yaklaşık 15 km. batısında, denizden 1627 m yükseklikte yer almaktadır.
Kuyucuk Köyü, göle yaklaşık 1 km. uzaklıktadır. Kars-Akyaka platosunda yer alan göl, kaynak suyuyla beslenmektedir ve en derin noktası 13 metredir. Yer yer küçük Phragmites ve Juncus saz öbekleri olsa da, göl kıyısında bitki örtüsü fakirdir ve göl kıyısı ve çevresinde koyun ve inek otlatılmaktadır. Ağaçsız bozkırla çevrelenmiş olan gölün etrafında tahıl ve yem bitkileri yetiştirilmekte ve hayvancılık yapılmaktadır.
Çevredeki tarlalardan, göle nitrat, fosfat ve diğer kimyasal maddeleri taşıyan suların sızmaktadır. İlk kez 2006 ve 2007 bahar aylarında Kaliforniya Devlet Üniversitesi'nde görevli Dr. Sean Anderson tarafından gerçekleştirilen kimyasal ölçümler, gölün suyunun nispeten temiz olduğunu ve gölün ekolojik restorasyon için ideal bir aday olduğunu göstermiştir Geçmişte çevresinde yapılan pancar ekimi sulama gerektirdiginden, göl bir ara kurumuştur. Pancar ekimi durdurulmasına rağmen gölün suyunun halen ancak yarısı kadarı ve bazı türler kaybolmuştur. Gölün kuzeyinden geçen eski Kars-Akyaka yolu, gölün kuzey kısmını ikiye bölmektedir.
ÇETKODER'İN DEĞERLENDİRMELERİ
KUŞ CENNETLERİ TEKER TEKER YOK OLUYOR
Çevre ve Tüketici Haklarını Koruma Derneği (ÇETKODER) Genel Başkanı Mustafa Göktaş: "küresel ısınma ile beraber artan kuraklığa, akarsuların bilinçsizce kirletilmesinden ve bilinçsiz su tüketiminden dolayı ülkemizde bulunan kuş cennetlerinin birer ikişer yok olmaktadır. Ağaçlar ve sazlıklar kuşların evidir. Suyun olmadığı, ağacın ve sazlıgın olmadığı yere kuş gelmez. Giderek kuruyan ve kurutulan bu tabiat harikası yerler birer ikişer yok oluyorlar. Birçoğu özel koruma kapsamı içinde olmasına rağmen, etrafında inşaat, site, tesis, bina yapılmakta ve bu güzelim yerler kirletilmektedir" dedi.
AĞACI, YEŞİLİ, BİTKİ ÖRTÜSÜNÜ ARTTIRMALIYIZ
Göktaş "Küresel ısınma ile birlikte Dünyanın su sorununun giderek artmaktadır. Daha öncede birkaç kez söyledim. Ülkemizde kirletilen ve yok edilen su kaynakları nedeniyle kısa vade sonra büyük bir su sorunu yaşamak zorunda kalacağız. Siz bakmayın bu yıl havanın yağışlı geçtiğine. Bu sular ileriki günlerde yetersiz hale gelecektir. Ülkemizde ve dünyamızda yaşadığımız gerçekler ortada. Yeşili ve bitki örtüsünü hızla bilinçsizce ve şuursuzca talan ediyoruz. Yok ediyoruz. Betonlaşma her alanda var. Kıyıda, dağda, ovada her yerde... Yeryüzünün saçları bitki örtüsüdür. Ağaçlardır. Yeşil alanlardır. Bunları yok edince kuraklık baş gösteriyor. Sıcaklık artıyor. Isınma artıyor ve Doğal denge bozuluyor" dedi.
ARITIM TESİSLERİNE ÖNEM VERİLMELİ
Halen ülkemizin çeşitli sahil bantlarında ve yerleşim yerlerinde etkili bir arıtım tesisi düzeni oluşturulmadığından sanayi çevreleri yakınlarında bulunan ırmak, dere, akarsu, deniz gibi alanlara atık sularını atmaya devam ediyorlar. Ve su kaynaklarını hoyratça kirletiyorlar. Hiç çekinmeden bunu yapıyorlar ve yetkilisi yetkisizi de bu durumu sadece izliyor. Ancak şikâyet edeceksiniz, gelip usulen bakacaklar. Oysa amansız takip etmeleri görevleri... Bu husus da kanunlar ve yönetmelikler var. Uygulayan yok. Uygulamada aksaklıklar var. Denetim eksikliği var. Denizin, Havanın, Karanın, Akarsuların, Derelerin, Çayların, Irmakların, Göllerin, arsızca ve umarsızca kirletilmesi söz konusu... Yurdun her yerinde tonlarca örneği var. Çıkıp kontrol ve denetimi arttırmaları gerekirken masa başında oturup ahkâm keserek bu işler yapılamaz. Doğal denge, çevre dengesi tamamen bozulmuş halde ama bunu korumakla görevlendirdiğimiz yetkililerden ne bir ses ne de bir seda çıkmıyor. İleride telafisi mümkün olmayacak tahribatlar gün geçtikçe artarak devam etmekte fakat bu kimin umurunda.
KUŞ CENNETLERİNE ÖNEM VERİLMELİ
Göktaş, "Önümüz yaz. Aşırı sıcak geçeceği biliniyor. Eğe bölgesinde Meles, Bakırçay, Büyük ve Küçük Menderes deltalarında geçmişte büyük ölçüde kuraklık meydana geldiğini defalarca söylememe rağmen kimse o yerli bile olmadı. O yüzdendir ki oralara gelen 65 bin civarındaki kuş sayısı 40 bin civarına düştü. Sıcaklar arttıkça göreceksiniz bu sayı daha da düşecektir. Manyas gölünde sular çekildi. Geçen yıla göre çekilen su alarm veriyor. Ama kimse bu olup bitenleri görmüyor. Görmezden geliyorlar. Onlar için kuş cennetinin ne önemi var. Onlar ha bire inşaat yapılsın, binalar dikilsin, kıyı talan edilsin, deniz kenarı ve dere kenarı imara açılsın buna bakıyorlar. Kazanç ve lokma orda... Onlar günü birlik yaşamaya devam ederken geleceğimizi elimizden alıyorlar unutmayın" dedi.
AZALAN KUŞ TÜRLERİ
Göktaş, "kuş cennetindeki Kaşıkçı kuşlarının sayısı geçen yıla oranla yüzde 98 oranında azaldı. Her bölgemizde bulunan kuş cennetlerinde ki kuş türleri giderek azalıyor. Buna en büyük sebep sulak alanların kaybı, göldeki su seviyelerindeki değişim, su kirliliği ve ağaçlar ile sazlık alanların tahrip edilmesidir. Bugün Manyas gölü etrafında bulunan sığırcı deresi'yle yıllardır göle akan 50 den fazla fabrikanın atıkları göl suyunda büyük oranda kirlenmeye yol açmıştır. Tespit edilen 27 kuş türünden yüzde 63 ü Sığırcı deltasında, yüzde 33 ü ise Kocaçay deltasında ürüyor. 1977- 85 dönemi ile 2000- 2010 yılları arasını karşılaştırdığınızda bu kuş cennetlerinin simgesi olan kaşıkçı kuşu sayısı yüzde 95 azaldığını göreceksiniz" dedi.
TEPELİ PELİKANLAR
Göktkaş, "Burada tepeli pelikanların üremesi için suyun içine yapılan 28 çelik platform bu yıl toprakta kalmış vaziyet de. Göldeki su geçen yıla göre çekilmiş durumda. Bu yıl göçmen kuşlar ilk kez 3-4 hafta önce geldiler. Yerli kuşlar ise 3-4 hafta önce kuluçkaya yattılar" dedi.
MERSİN'DE Kİ KUŞ CENNETİDE AYNI DURUMDA
Göktaş, "Bu durum Mersin'de kuş cenneti olarak bilinen ve Silifke ilçesi yakınındaki doğal koruma alanı olarak belirtilen yerde aynı. Eskisi gibi kuşlar gelmez oldu. Susuzluk orada da büyük ölçüde ortada... Sazlıklar kuruyor. Ve kuş cennetinin etrafı yüksek binalar ile çevrili. Gürültü ve görüntü kirliliği hat safhada" dedi.
İZMİR'DE DURUM FARKLI DEĞİL
Göktaş, "İzmir Kuş cennetinde de aynı olaylar yaşanıyor. Gölmarmara Gölü ile Demir köprü ve Tahtalı barajlarında su seviyesi oldukça düşük. Bu deltaları besleyen derelerden su gelmez oldu. Göç nedeniyle gelen kuşların artan sıcaklık ve kuraklık yüzünden göç etmemeleri ve kendilerine başka yer aramamaları da ilginçtir. Söylemiştim, Manyas kuş cennetinde de kuşların göç etmeye başladığı mart ayında ilk kez sular çekildi. Bu bölgeye gelen pelikanlar gelmez oldu. 3 milyon kuş bu bölgemize geliyordu. Su seviyesi normalde yükseliyor ve pelikanlar gelip sazlıklarda kuluçkaya yatıyorlardı. Ama şimdi toprak alanlara kuluçkaya yatıyorlar ve azaldılar. Yükselen sular pelikanların yuvalarının bulunduğu alanları kaplıyordu ama şimdi sular çekilmiş vaziyet de. Karabatak, gri balıkçıl ve kaşıkçı kuşlarının yuva yapacakları ağaçlar ise su seviyesinin düşüklüğünden karada kalmış oldu" dedi.
EGE AKDENİZ BAŞTA OLMAK ÜZERE AKARSULAR ÇOK HOYRAT KULLANILIYOR
Göktaş, "Ege de ve Akdeniz'in her tarafında kuraklık baş göstermektedir. Akarsularımız, su kaynaklarımız, yeşil alanlarımız, bitki örtümüz hor kullanılmakta, kirletilmekte, yok edilmektedir. Ayrıca bilinçsiz sulama ve kaçak kullanım yüzünden su çok hor kullanılmakta. Ve kuş cennetlerinin etrafındaki yapılaşmada görüntü ve gürültü kirliliğine yol açmaktadır. Ülkemizin doğal kaynakları ve doğal alanları hızla kirletilip tüketilmektedir. Bu bilinçsiz tüketimin önüne geçmeliyiz. Aksi takdirde önümüzdeki 10 yıl içinde daha büyük sıkıntılar yaşarız" dedi.
"Su zengini değiliz, gelecekte tehlike daha da büyüyeyecek "
Büyük kentlerde baş gösteren su sıkıtsı ile birlikte gündeme gelen susuzluk tehlikesi, Türkiye'nin gelecekteki en hayati sorunlarından biri olarak öne çıkıyor.
WWF-TÜRKİYE'NİN DEĞERLENDİRMELERİ
Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı-Türkiye (WWF-Türkiye) tarafından verilen bilgiye göre, bu gün güncel bir sorun olarak susuzluğu yaşayan Türkiye'nin, su kaynaklarını verimli kullanmadığı takdirde 2050 yılından sonra çok ciddi su krizi ile karışı karşıya kalması öngörülüyor.
Genel kanının aksine bir "su zengini ülke" olmayan Türkiye, bugün için yıllık 7 bin 600 metreküp olan dünya kişi başına kullanılabilir su miktarına karşılık, kişi başına sadece bin 430 metreküp suya sahip bulunuyor. Bu miktarın, Devlet Su İşleri'nin 2030 yılında kaynakların yüzde 100 verimle kullanılacağını öngörmesine karşın, bu tarihte 80 milyona ulaşacak nüfus dikkate alındığında bin 100 metreküpe düşeceği hesaplanıyor. Kişi başına düşen kullanılabilir yıllık su miktarının bu seviyeye gerilemesi ile birlikte dünya standartlarına göre "su sıkıntısı çeken bir ülke" durumuna gelecek olan Türkiye'nin, bu veriler ışığında, 2050-2100 yılları arasında ciddi su krizi yaşaması ise kaçınılmaz görünüyor.
Bu tehdidin en aza indirilebilmesi için su kaynaklarının verimli şekilde kullanılmasının bir gereklilik olduğunu savunan WWF-Türkiye, bunun için barajların planlanmasından su kaynaklarının yönetimine kadar bir dizi öneride bulunuyor. Hazırladığı "Baraj Gerçeği Rehberi" ile baraj yatırımlarının, doğru risk, fayda ve maliyet analizleri ile gerçekleştirilmesi gerektiğini belirten WWF-Türkiye, hem enerji ve su kaynaklarında sürdürülebilir kullanımın hem de nehirlerin korunması için yatırımların özellikle Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) sürecinde bu rehber dikkate alınarak planlanması gerektiğini belirtiyor. WWW-Türkiye, Yeni baraj ve sulama projelerinin, AB Su Çerçeve Direktifi'nin gerekleri de göz önünde bulundurularak, ilgi gruplarının da katılımıyla oluşturulacak tüm su kaynakları için havza bazında entegre yönetimi ile oluşturulması gerektiğine işaret ediyor.
1994 yılında Ramsar Sözleşmesi'ne imza atıldı. 1998'de Ulusal Sulak Alan Stratejisi yayınlandı. 2002'de Çevre Bakanlığı tarafından Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği çıkarıldı. Ancak tüm bu gelişmeler sulak alanların tükenişini durduramadı.
WWF-Türkiye'nin verilerine göre, Türkiye'deki sulak alanların durumu, bu alanların yönetiminden kaynaklanan sorunlar nedeniyle hiç de "iç açıcı değil." Akarsular üzerinde doğru planlama olmaksızın yapılan barajlar nedeniyle doğal su rejimi bozulan sulak alanlar, kirlenme, sürdürülebilir olmayan balıkçılık ve avcılık, yabancı türlerin aşılanması gibi nedenlerle geçen yüzyılın ikinci yarısında bir kısmı tamamen kaybedilen doğal yaşam alanları olarak öne çıkıyor.
Buna göre, Hatay'daki Amik Gölü, Burdur'daki Kestel Gölü, Kahramanmaraş'taki Gavur Gölü, Konya'daki Suğla ve Samsam gölleri, DSİ tarafından bu bölgelerin tarıma açılması için yürütülen drenaj çalışmalarıyla kurutularak özelliklerini tümüyle kaybederken, Konya Akşehir Gölü ise kendisini besleyen su kaynaklarının aşırı kullanımı sonucu 350 kilometrekare alandan 15 yıl içinde 30 kilometrekareye geriledi.
Türkiye'deki en önemli sulak alanlardan olan Tuz Gölü de benzer şekilde önemli ölçüde küçülmenin yaşandığı alan olarak öne çıkıyor. 1997'de 260 bin hektar alanı kaplayan Tuz Gölü, 7 yılda 100 bin hektar azalarak 160 bin hektara gerilerken Konya ilinin kanalizasyonu ve tarımdan dönen sular arıtılmadan Tuz Gölü'ne verilmesi de göle yönelik büyük tehdit oluşturuyor.
Konya'daki Hotamış Sazlığı, tahliye ve sulama kanallarıyla su rejimine yapılan müdahaleler sonucu büyük ölçüde kururken, Aksaray sınırındaki Eşmekaya Sazlığı ise DSİ tarafından 1995'te başlanan ancak tamamlanamayan sazlığı baraj gölüne çevirme çalışmaları sonucu büyük ölçüde zarar görerek tamamen kurudu.
Uluslararası öneme sahip 12 sulak alan, aşırı tarımsal sulama, yeraltı sularının kaçak kullanımı, tarımdan dönen suların yarattığı kimyasal kirlilik, arıtılmadan sulak alanlara verilen sanayi ve evsel kaynaklı kirlilik gibi nedenlerle tehdit altında.
SU KAYNAKLARININ YÖNETİMİ
WWF-Türkiye, sulak alanlarda yaşanan sorunların su kaynaklarının yönetiminden kaynaklandığını savunarak, su kaynaklarının etkin yönetimini öneriyor.
Su kaynaklarının yönetimi, planlanması ve izlenmesiyle ilgili çalışan fazla sayıda kurumun olmasının uygulamada bazı sorunlara yol açtığını görüşünü savunan WWF-Türkiye, Türkiye'deki mevcut sisteme göre, su kaynaklarının izlenmesinden Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü sorumlu iken, su kaynaklarının kirlilikten korunması, ilgili izin ve denetlemelerden ise Çevre ve Orman Bakanlığı'nın sorumlu olduğuna işaret ediyor.
Bunun sonucunda su kaynaklarının yönetiminde kurumlararası koordinasyon ve işbirliği eksikliği, entegre su yönetimi için yetersiz planlama yapısı, yönetmeliklerin uyumsuzluğu ve yetki çakışması gibi önemli sorunların yaşandığını ileri süren WWF-Türkiye, su kaynaklarının korunmasında ayrıca yasal zorunlulukların yaptırım kapasitesi ve yeteneği ile dengeli olmaması, maddi yetersizlikler, yönetimde katılımcı yaklaşım eksikliği ile veri üretimi ve etkin izlemede yetersizlikler yaşandığını belirtiyor.
WWF-Türkiye'nin Yaptığı Araştırmaya Göre Ülkemizin Sulakrının Hali Hiç de iç açıcı değil.
WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), 2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü nedeniyle, Türkiye'nin 12 Ramsar Alanını değerlendiren bir rapor hazırladı. Raporda, Türkiye'nin Ramsar Alanı ilan ederek korunmasını ve sürdürülebilir kullanımını taahhüt ettiği 12 sulak
Dünyadaki tüm sulak alan ekosistemlerinin ekonomik değeri 14.9 trilyon ABD doları olarak saptanmıştır. ABD'de yapılan araştırmalar, bazı sulak alanların bozulmadan bırakılmasının kalkınma amacıyla kurutulmasından 150 kat daha fazla değer taşıdığını göstermektedir. İçme suyu sağlama, taşkın kontrolü, yeraltı sularının beslenmesi, iklim değişikliğinin kontrolü, su arıtımı gibi birçok işlevi olan sulak alanlarımızla beraber, başta tarım ve balıkçılık olmak üzere turizm, saz kesimi gibi sulak alana dayalı geçim kaynakları ve ekonomi de darbe yemektedir.
Türkiye'de son 40 yılda yaklaşık 1.300.000 hektar sulak alan; kurutma, doldurma, su sistemlerine müdahaleler ve kirlilik nedeniyle ekolojik ve ekonomik özelliğini yitirdi. Türkiye'deki toplam sulak alanların 2,5 milyon hektar olduğu düşünüldüğünde, son 40 yılda sulak alanlarımızın yarısını kaybettiğimizi söyleyebiliriz. Ülkemizin uluslararası öneme sahip 12 sulak alanının değerlendirildiği bir raporda; aşırı tarımsal sulama, yeraltı sularının kaçak kullanımı, tarımdan dönen suların yarattığı kimyasal kirlilik, arıtılmadan sulak alanlara verilen sanayi ve evsel kaynaklı kirlilik gibi sorunların Ramsar Alanı olan sulak alanları da tehdit ettiği görülmektedir.
Sulak alanların en temel özelliği, bulundukları bölgenin en çukur yerinde veya en alt noktasında yer almaları. Bu özellikleri nedeniyle her türlü sanayi, yerleşim alanı ve tarımsal faaliyet atıkları en son sulak alanlarda toplanıyor.
Diğer taraftan, sulak alanlar aynı zamanda, yeraltı sularını besleyerek veya boşaltarak, taban suyunu dengeleyerek, sel sularını depolayarak, taşkınları kontrol ederek, kıyılarda deniz suyunun girişini önleyerek bulundukları bölgenin su rejimini düzenler. Bulundukları yörede nem oranını yükselterek, başta yağış ve sıcaklık olmak üzere yerel iklim elemanları üzerinde olumlu etki yapar.
Özellikle İç Anadolu'da son yıllarda görülen don olaylarının temel sebebi bölgedeki sulak alanların küçülmesi veya tamamen kurumasıdır. Sulak alanların sağladığı mikro klima etkisi ortadan kalktığı için don, sel gibi olaylar yaşanmakta ve maalesef bölgedeki tarımsal üretimde ciddi kayıplar olmaktadır. Bu anlamda, mevcut alanları korurken, bozulmuş alanların yeniden kazanılması için restorasyon programları oluşturulmalı ve gerekli finansal kaynaklar ayrılmalıdır.
Türkiye'de sulak alanlar, yeni tarım, yerleşim ve rekreasyon alanları açmak için kurutuluyor ya da zarar görüyor, gereğinden fazla yapılan tarımsal sulamalar ya da sulak alanları dikkate alınmadan tasarlanan su yönetim projeleri sebebiyle kuruyor, evsel ve endüstriyel atıklarla kirletiliyor, üreme dönemlerinde ve yasaklanmış usullerle yapılan avcılık ve balıkçılık nedeniyle bozuluyor.
Türkiye'de son 40 yıl içerisinde yaklaşık 1 milyon 300 bin hektar sulak alan, kurutma, doldurma ve su sistemlerine müdahaleler nedeniyle ekolojik ve ekonomik özelliğini yitirdi. Türkiye'deki toplam sulak alanların 2,5 milyon hektar olduğu düşünüldüğünde, son 40 yılda sulak alanların yarısı kaybedildi.
Kaybedilen sulak alanlar: Amik Gölü, Avlan Gölü, Kestel, Gavur, Yarma, Aynaz, Hotamış, Eşmekaya sazlıkları...
Giderek kuruyan ve kirlenen sulak alanlar: Beyşehir Gölü, Tuz Gölü, Akşehir-Eber Gölleri, Ereğli Sazlıkları, Bafa Gölü, Eğirdir Gölü, Kulu Gölü, Sultansazlığı.
Küresel ölçekte yapılan bir araştırmaya göre, dünyanın 200 önemli alanından bir tanesi olan Konya Kapalı Havzası, önlem alınmazsa 2030 yılında ciddi bir kuraklık ve çölleşmeyle karşı karşıya kalacak. Havzada bulunan 50 bin yeraltı su kuyusunun yarısının kaçak olduğu biliniyor ve yeraltı su seviyeleri her yıl ortalama 1- 2 metre düşüyor.
Türkiye'deki toplam yeraltı su rezervinin yüzde 40'ına sahip olduğu söylenen Konya Havzası'nda bugün yeraltı suları alarm veriyor.
Türkiye'de 300 Sulak Alandan 13'ü Ramsar Alanı Olarak Uluslararası Sözleşme Kapsamında .
Türkiye'de 135'i Uluslararası Öneme Sahip 300 Sulak Alandan 13 Adedinin, Ramsar Alanı Olarak Uluslararası Sözleşmeler Kapsamında Koruma Altına Alındı.
İran'ın bir şehri olan Ramsar'da 1971'de imzalanan anlaşma sonucu dünyanın en önemli sulak alanlarının tescillenmesine karar verilmişti. Ramsar statüsü kazanmak, bir sulak alanın bir nevi altın madalya ya da beş yıldız kazanması demek. Bir yerin Ramsar alanı olması için Dünya Ramsar Sekreterliği'nin belirlediği bilimsel kriterlere uygunluk göstermesi ve dünya çapında önem taşıması gerekiyor. Bu kriterlere uygunluk sağlayan alanları değerlendirip, Ramsar Sekreterliği'ne yollama kararını, sadece ülkenin sulak alanlar komisyonu verebiliyor. Dokuz kriterden birini karşılamak Ramsar alanı olmaya hak kazanmak demek oluyor..
Sulak alanların önemi, korunması ve akılcı kullanımı konularında kamuoyu bilincini geliştirmek amacıyla, Avusturalya'nın Brispane kentinde Mart 1996 yılında Ramsar Sözleşmesi 6. Taraflar Konferansı'nda sözleşmenin imzaya açıldığı 2 Şubat günü 'Dünya Sulak Alanlar Günü' olarak kabul ediliyor.
Genel anlamda sulak alanların, suyun ve ekolojik dengenin korunmasının yanı sıra, ülke ekonomisi için önemli ekosistemlerden olduğuna dikkat çekilerek, "Bu nedenle önümüzdeki yıllarda su kaynaklarının ve sulak alanların daha da önemli bir hale geleceği gerçeği dikkate alınarak hareket edilmelidir. Pek çok tür ve canlılar için uygun beslenme, üreme ve barınma ortamı olan sulak alanlar, yalnız bulundukları ülkenin değil, tüm dünyanın doğal zenginlik müzeleri olarak kabul edilmektedir.
Sulak alanların, yakın çevresinde yaşayan halkın yaşamında da önemli yer tutmaktadır, "Doğal dengenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması yönünden diğer ekosistemler içinde önemli ve farklı bir yere sahiptirler."
2005'te yürürlüğe giren "Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği" sulak alanların yönetilmesinde temel stratejiyi teşkil etmektedir! (Ama sonuç ortada yazık ki)
Ülkemizden Önemli kuş göç yollarının ikisinin geçmesi, zengin sulak alan habitatlarına sahip olması nedeni ile Sulak Alanlar bakımından dünyada hatırı sayılır bir konuma sahiptir. Ülkemizde 300 civarında sulak alan mevcut olup bu sulak alanların 135'i uluslararası öneme sahiptir. Bu alanların 13 adedi ise Ramsar Alanı olarak uluslararası sözleşmeler kapsamında koruma altına alınmıştır.
RAMSAR SÖZLEŞMESİNE DAHİL OLAN SULAK ALANLARIMIZ ve HALLERİ
1- Göksu Deltası
Mersin'in Silifke ilçesinde Akdeniz'e dökülen Göksu Nehri'nin taşıdığı alüvyonlarla oluşan toplam 22 bin 844 hektar alana yayılan Göksu Deltası, zengin bitki örtüsü, bereketli toprakları, hayvan varlığı ve birçok medeniyete yaptığı ev sahipliğiyle görenleri kendisine hayran bırakıyor.
Türkiye'nin en önemli kuş göç yollarından birisi olan ve birçok endemik türü bünyesinde barındıran Göksu Deltası, Silifke ilçesine bağlı 4 belde ve 7 köyden oluşuyor.
Biyo-çeşitlilik açısından uluslararası öneme sahip alanlar arasında bulunan ve Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar (RAMSAR) Sözleşmesi'ne göre, koruma altına alınan ve Bakanlar Kurulu kararı ile Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilen Göksu Deltası, Göksu Irmağı'nın oluşturduğu geniş alana yayılan kıyı ovası üzerinde yer alıyor.
Akdeniz'in en önemli sulak alanlarından Göksu Deltası'nda 14 bin 800 hektar karasal alanda tarım arazileri, göller, sazlıklar, tuzlu bataklılar, kumullar, kumsallar ve yerleşim merkezlerinin yanı sıra, 5 bin 500 hektarlık sulak alanda Akgöl ve Paradeniz Lagünü, birçok irili ufaklı sığ ve çoğunlukla mevsimsel göller ile drenaj kanalları ve çeltik tarlaları yer alıyor.
Kışlama ve kuluçka alanı olarak çok sayıda kuş türünün kullandığı delta, yılın hemen her mevsiminde, ilginç ve canlı peyzajın oluşumuna katkı sağlayarak çekiciliğini daha da arttırıyor. Özellikle Akdeniz kuşağında yalnızca belirli bölgelerde rastlanan ve sayıları gittikçe azalan Saz Horozu, bölgenin simgesi olarak da nitelendiriliyor.
Özellikle kış aylarında ve göç zamanında kuş popülasyonu ve tür sayısının önemli ölçüde arttığı deltada, Türkiye'deki 450 türden 328'ini görmek mümkün. Ayrıca, Türkiye'nin ulusal ve uluslararası öneme sahip 140 kuş türünden 106'sı, dünya çapında yok olma tehlikesi altında olan 24 kuş türünden de 12'si Göksu Deltası'nda yaşıyor.
Bölge florasında 441 bitki türü tespit edilen deltada, Türkiye'de korunmaya ihtiyacı olan türlerden 8 endemik ve 32 nadir tür olmak üzere, toplam 40 bitki türü bulunuyor. Delta, düzenli olarak kullandıkları için, büyük flamingolar açısından da ayrı bir önem taşıyor. Delta kuşlar tarafından kuluçkalama mevsimi dışında, çiftleşme öncesi ve sonrası göçte, kışlamada da kullanılıyor.
Göksu Deltası'nda ayrıca, 4 tür kara ve su kurbağası, 6 tür kara ve su kaplumbağası, 14 tür kertenkele ve 10 yılan türü bulunuyor. "Caretta Caretta" ve "Chelonia Mydas" türü deniz kaplumbağalarının yumurtalarını bıraktığı, Akdeniz'deki en önemli ana yuvalama bölgelerinden biri olarak nitelenen deltada, ayrıca yumuşak kabuklu Nil Kaplumbağası'na da rastlanıyor.
Yeraltı su kaynakları açısından da oldukça zengin olan Göksu Deltası, Türkiye kıyı kumul florasının yüzde 22'sini barındırıyor. Doğal bitki örtüsünü Akdeniz'in maki formasyonu ile yoğun kumul bitkileri ve tuz steplerinin oluşturduğu delta, toprak yapısı ve iklim üretim deseninin çeşitlenmesi ve üretim miktarının artmasında önemli etken olarak belirtiliyor.
Göksu Deltası ve yakın çevresi tarihi ve arkeolojik değerler açısından de önemli zenginliği bünyesinde barındırıyor. Delta içerisinde yer bulunan 3 höyük kalıntısının Hitit dönemine ait olduğu tahmin ediliyor. Paradeniz Lagünü kenarındaki kumullarda Roma ve Bizans dönemlerine ait büyük yapı kalıntılarına rastlanırken, İncekum yakınlarında ve Akgöl'ün civarındaki kumullarda da bazı kalıntılar yer alıyor.
Bölgeye yakın Hacıpaşalar çiftliğinde bulunan iki alçak höyük, Roma, Bizans kalıntıları, Ulugöz su kovaları ve Atatürk Çiftliği tarihsel nitelik taşıyor. Ayrıca deltanın batısında tarihi 13. 14. yüzyıla kadar uzanan çeşitli tarihi kalıntılar bulunuyor.
Göksu Deltası ölüm döşeğinde ...!
Yıllardır kumu alınan ve Göksu Nehriyle bağlantısı kapanan Göksu Deltası, önlem alınmazsa, Altınkum sahillerindeki konutlarla birlikte 50 yıl içinde su altında kalacak...
Göksu Nehri'nin binlerce yıldır getirdiği alüvyonların oluşturduğu Göksu Deltası, Türkiye'de Birleşmiş Milletlerin korumasında olan beş sulak alandan biri. Nadir ve nesli tükenme tehlikesi altında olan çeşitli kuş türlerinin yaşam, üreme, beslenme, ve konaklama yeri olan deltada bulunan Kuş Cenneti Akgölde tam 340 çeşit kuş yaşıyor. Bunlar arasında dünyada nesli tükenmek üzere olan saz horuzu da var.
Ancak Göksu Deltası her geçen gün biraz daha denize yaklaşıyor. Uzmanlara göre deniz her on yılda bin 200 metre ilerleyerek deltayı su altında bırakacak...
Bir önlem alınmadığı takdirde 50 yıl içinde Göksu Deltası Altınkum sahillerindeki tüm konutlarla birlikte sulara gömülecek.
Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğünün hazırladığı raporsa deltadaki tehlikeyi apaçık ortaya koyuyor. Raporda Göksu Deltasının çevresindeki bitki örtüsünün geliştirilmesi ve kum alımının durdurulması gerektiğinin altı çiziliyor.
Ramsar Sözleşmesi'yle koruma altında olan Göksu Deltası'nda önceki gün bilinmeyen bir nedenle yangın çıktı. Gece çıkan yangın, arazi şartlarının uygun olmaması nedeniyle sabaha karşı söndürülebildi. Deniz kaplumbağalarının önemli bir konaklama alanı olan, 332 kuş türünün yanında 6'sı endemik, 38'i de kırmızı listede olan önemli bitki türlerini barındıran deltadaki yangının zararı henüz resmen açıklanmadı. Yetkililer, "Kuşlar kuluçkada değildi, uçup gittiler" diyor ama, çevreci örgütlere göre buna inanmak güç. Zarar gören hayvanların sayısı kesin olarak bilinmiyor; yaklaşık 2 hektar alanın yanması sonucu ekosistemin onarılmaz bir şekilde bozulduğu belirtiliyor. Yangından sonra bölgeye giderek inceleme yapan milletvekilleri, büyük zarar gözlediklerini açıkladılar. Gözlemlerini rapor haline getirecek olan milletvekilleri, Ramsar Sözleşmesi'ne göre avlanma yasağına rağmen, bölgede boş fişekler gördüklerini belirterek denetim zaafiyetinden de söz ettiler.
2- Burdur Gölü
Türkiye'nin yedinci büyük gölü. Burdur Gölü, Söğüt Dağı ile Sulu Dere Yayla dağ kütleleri arasında kuzeydoğu - güneybatı doğrultusunda uzanan oluk şeklindeki tektonik çöküntünün sularla dolması ile oluşmuştur.
Gölün güney ve kuzeyinde ise alüvyonların birikmesi ile sazlarla kaplı ve delta oluşumu başlamıştır. Kapalı bir havuzda yer alan gölün akıntısı yoktur. Göl suyu oldukça tuzlu olup ülkemizin en derin göllerinden biridir. Derinlik bazı yerlerde 100 metreyi buluyor.
Göl su seviyesinin son yıllardaki aşırı düşüşüne, gölü besleyen dere ve çaylar üzerinde yapılan barajlar ve son yıllardaki bölgede yaşanan aşırı kuraklığın neden olduğu sanılmaktadır. Göl üzerinde yapılan araştırmalara göre besin maddeleri yönünden çok zengin olmadığı belirtilmektedir. Buna karşılık gölün yüze yakın kuş türüne ve yaklaşık olarak 300 bine yakın su kuşunu barındırdığı tahmin edilmektedir.
Burdur Gölü'nde alg (su yosunu) patlaması yaşandı. Kirlilik yüzünden yaklaşık 30 yıldır yüzülemeyen Burdur Gölü'nde geçen yıllarda olduğu gibi sıcak hava ile birlikte bir anda patlayan ve hızla çoğalan algler, gölü etkisi altına aldı. Bunun üzerine gölün Burdur Belediye Plajı bölümünde, 20 metre genişliğindeki kıyı şeridi alglerle kaplandı. Geçen yıl sadece Burdur'da yaşayan binlerce Burdurikus balığının ölümüne neden alglerin bu yılki bilançosu daha ağır oldu. Patlama sonucu bu yıl da binlerce Burdurikus türü balığın öldüğü belirtildi.
Kirliliğin de alg patlamasında etkili olduğunu belirten Doğa Derneği Burdur İl Temsilcisi Ufuk Gökduman, "Burdur Gölü'nde kirlilik nedeniyle 30 yıldır yüzülemiyor.
Ani sıcaklık artışı alg patlamasına neden oldu. Şu an yapılacak bir şey yok. Bu sorun oksijen dengesi bozulan durgun göllerde sıkça karşılaşılıyor. Hava sıcaklığı normale dönünce algler gidecek. Alg patlamasıyla birlikte dünyada sadece Burdur Gölü'nde yaşayan binlerce Aphanius Burduricus türü balıklar ölüyor.Burdur Belediyesi arıtma tesisinin faaliyete geçmesiyle Burdur Gölü'nde yaşanan alg patlamalarının azalmasını bekliyoruz" diye konuştu.
ALG PATLAMASI NEDİR?
Özellikle yaz aylarında gözlenen, sudaki organik maddeleri hızla tüketen ufacık mikroorganizmaların çok fazla çoğalıp sanki suya mavi yeşil boya atılmış gibi bir şekilde görünmeleri.
Burdur Gölü'nün Eskiye Göre 500 Metre Geriye Çekildi.
Burdur Valisi Süleyman Tapsız, Burdur Gölü'nün eskiye göre 500 metre geriye çekildiğini söyledi. Tapsız bu durumun gölün yavaş yavaş kuruduğuna işaret ederek "Burdur Gölü aslında bizlere 'ben gidiyorum, yavaş yavaş kuruyorum' diyor. Ama biz duyamıyoruz. Biz doğal kaynaklarımızı çok dikkatli kullanmalıyız ve bizden sonraki nesilleri özellikle düşünmeliyiz." mesajını verdi.
3- Seyfe Gölü
Seyfe Gölü İç Anadolu'nun Kırşehir İlinin kuzey doğusunda tektonik kökenli bir çukurlukta yer alır.
152.000 hektarlık bir alana sahiptir. Gölü besleyen en önemli tatlı su kaynağı güneybatıda bulunan Seyfe akarsuyudur. Gölün kuzeyinde yer alan alanların çok büyük bir kısmı Malya Tarım İşletmesi'ne aittir.
Havzanın %91.7'sinde kuru tarım, %8.3'ünde ise sulu tarım yapılmaktadır. Bu alanlarda buğday, arpa, çavdar, mercimek, şeker pancarı, ayçiçeği ve az miktarda meyvecilik ve bağcılık yapılır. Havzada mera alanlarının geniş yer tutması, mera hayvancılığını ön plana çıkarmıştır.
Fauna ve Ornitolojik Durumu
Göl suları tuzlu ve sodyumlu olduğundan balık türlerine rastlanmaz. 1994 yılında Seyfe Gölü Ramsar Alanı ilan edildiğinde dönemde, yapılan gözlemlerle göl ve çevresinde 187 kuş türü tespit edilmiştir. Göldeki kuş varlığı, göç dönemlerinde ve kışın büyük sayılara ulaşmaktadır.
Seyfe Gölü, aynı zamanda su kuşları için ülkemizdeki önemli kuluçka alanlarından biridir. Seyfe Gölü, Tuz Gölü'nden sonra flamingonun ülkemizdeki en önemli üreme alanı olup gölün doğusundaki adalarda yaklaşık 2000 çift flamingo kuluçkaya yatmaktadır. Göl çevresindeki stepler, nesli dünya çapında tehlikede olan kuş türlerinden biri olan toyun beslenme ve üreme alanıdır.
Flora ve Vejetasyon
Seyfe gölü havzasında, Orta Anadolu step iklimi egemendir. Seyfe Köyü civarında ise meyve bahçeleri, kavaklık ve söğütlük alanlar bulunmaktadır. Göl suyu tuzlu olduğu için su içi bitkilerine rastlanmaz. Sulak Alan civarında yapılan çalışmalara göre 383 bitki türünün 52'si endemiktir.
Alanın Koruma Statüleri
Göl, 17.08.1989 tarihinde "1.Derece Doğal Sit Alanı" ilan edilmiştir.
Göl ve çevresini kaplayan 10.700 ha'lık alan 26.08.1990 tarihinde " Tabiatı Koruma Alanı" ilan edilmiştir.
17.05.1994 tarihinde sürekli ve geçici göl alanı da kapsayan 10.700 ha'lık alan Ramsar Alanı ilan edilmiştir.
Seyfe'nin yok oluş hikayesi
"Seyfe Gölü Ekoloji Koruma Proje"si ile açılan drenaj kanalları, alanı besleyen kaynakların içme ve sulama suyu nedeniyle kapte edilmiş olması, son 15 yılda tüm Orta Anadolu'da olduğu gibi Seyfe-Mucur Ovası'nda da yasal veya yasa dışı sulama amaçlı 1650 adedin üzerindeki kuyular gölün yok olmasındaki en önemli etkenlerdir.
1970 yılında zeminin jeolojik özelliklerinden dolayı derine sızma olmadığı için, çok yağışlı yıllarda oluşan göllenmeleri ve taşkın önlemek amacıyla, bu gölleri ana göllere bağlayan taşkın kanalları oluşturuldu. Bu yıllarda birçok çiftçi tarım yapmak amacıyla taşkın kanallarına bağlanan drenaj kanalları açtı.
1970 yılların sonunda toplumda çevre bilincinin oluşmaya başlamasıyla birlikte, Seyfe Gölü'ne kuruluşların bakış açısı değişti. Seyfe Gölü'ndeki tarımda kullanılan gübre ve ilaçlardan kaynaklı kirlenmenin, drenaj kanalları aracılı ile gölü kirlettiği ve göl sınırlarının değiştiği konusunu gündeme getirilmeye başlandı. Bundan yola çıkılarak 1980'li yılların başında ovanın yamaçlarında birçok drenaj kanalının açılması ve oldukça yüksek seviyede olduğu söylenen taban suyunun düşürülme çalışmaları hız kazandı.
1979 yılında ovada yılda ortalama 11 hm3 yer altı suyu rezervi tespit edilmiş ve bu rezervin 2,5 hm³'ü kullanımlara tahsis edilerek geriye kalan 8,5 hm3 kaynaklarla ovaya boşaltıldığı tespit edildi.
1987 yılında 23.226 ha alanı kapsayan Seyfe Mucur Havzası Islah Planlama raporunu hazırlandı. Proje kapsamında Seyfe Gölü'nün geçici göl alanının (göldeki biyolojik çeşitliliği destekleyen alan burasıdır, bu alanın kurutulması durumunda göldeki doğal yaşam olumsuz etkilenecektir) tamamen kurutulması için önerilen AB, B8, B-5-1 kanalları vasıtasıyla 23168 ha alanın tarıma açılması planlanmıştır. Ancak duruma çeşitli kurumlarca müdahale edildi. Yapılan müdahale ile, önerilen kanallardan AB, B5 ve B-5-1 kanallarının ekolojik dengeyi bozacağı belirtilerek sadece yağışın fazla olduğu dönemlerde fazla suyu tahliye edecek B8 ve AB kanalının devamı niteliğindeki kısma onay verildi.
Revize projede AB kanalının devamı niteliğindeki daha kuzeydeki CD kanalının yapılması sağlandı. Seyfe Projesi "Mucur- Seyfe Havzası Ekoloji Koruma Projesi" haline getirildi ve AB kanalı daha kuzeye çekilerek uygulamaya başlandı. 1991 yılında bir araştırma, revize haliyle bile "Mucur- Seyfe Havzası Ekoloji Koruma Projesi" alandaki ekolojik dengeyi bozacağı, gerçekte projenin eski halinin modifiye edilmiş şekli olduğu ortaya konuldu.
Alan çeşitli koruma alanı statülerini kazandıktan sonra, 1997 yılında yapılan toplantıda B kanalının yeniden değerlendirilmesine, CD kanalının alandaki suyu tahliye edemeyecek şekilde kuzeye çekilmesine ve kanal üzerinde iki kapak yapılarak kurak dönemlerde gölde su tutulmasını sağlayacak bir hidrolojik yapının oluşturulmasına karar verilmiştir. Bugün var olan kapaklar yapılana kadar alandaki mevcut suyun tamamen drene edilmesi sağlandı.
Tüm bunların yanı sıra, alanı besleyen kaynaklar içme suyu amacıyla kapte edilerek yerleşim yerleri için kullanılmaya başlandı.
Bugün Seyfe
Yaz aylarında tamamen kuruyor ve yüzeyinde yaklaşık 20cm kalınlığında tuz tabakası oluşuyor. Gölün yüzeye çıkan tuzlu göl tabanından yaz mevsiminde hortumlar aracılığıyla göl çevresindeki tarım alanlarına saçılan tuz, her yıl milyonlarca liralık maddi hasara yol açarken, insan sağlığını da tehdit ediyor.
Gölün kurumasıyla (taban kısmı dışında) yer altı su seviyesi düşmüştür. Bugün kuyuların derinliği yer yer 200m'yi bulmakta.
Kuraklık nedeniyle tarımda verimlilik düştü. Sazlıkların yok olmasıyla sazcılık bitti.
Gölün çevresindeki kavaklık ve söğütlükler kuruyarak yok olmuştur.
Gölün kurumasıyla alanda daha fazla don olayı görülmeye başlanmış, elma tarımı durma noktasına gelmiştir.
Alanda gölün kurumasına bağlı olarak gelişen geçim etkinliklerinin aksaması özellikle dışa göçü arttırmaktadır.
100 bine yakın göçmen kuş gölü terk etti. Bu durum geçmişte varolan ekolojik dengenin ciddi hasarlar aldığının da en önemli kanıtlarından biri oldu.
Göl, Ramsar Statü'sünü kaybetme eşiğinde.
4- Kuş Gölü(Manyas)
Ülkemizin doğal güzellikleri arasında ayrı bir yeri olan Bandırma Kuşcenneti Milli Parkı, Kuşgölü'nün kuzeydoğu kıyılarında yer alır. Bandırma-Balıkesir karayolunun 15. kilometresinden güneye sapan 3 kilometrelik bir yolla Kuşcenneti'ne ulaşılır.
Kuşcenneti'nin "Milli Park" olarak ayrılmasının tek nedeni, barındırdığı kuş topluluklarıdır. Kuşcenneti ülkemizdeki milli parklar içinde en küçük olanıdır. Küçüklüğüne rağmen, Kuşşcenneti en çok ziyaretçi çeken milli parklarımızdan biridir.
Bandırma Kuşcenneti'nin bugünkü yeri Prof. Dr. Curt Kosswing ve eşi Leonore tarafından 1 Nisan 1938 tarihinde keşfedilmiştir. Buraya "Kuşşcenneti" adını veren Kosswing'in çalışmalarını sonucunda doğayı sevenler arasında bu güzel cennetin değeri kısa zamanda anlaşılmıştır, 1952 yılındanda ise İ.Ü Hidrobiyoloji Enstitüsü tarafından buraya bir inceleme istasyonu kurulmuştur.
1959 yılınnda Milli Park statüsünde alınan Bandırma Kuşcenneti bundan sonra gerçekleştirilen etkili koruma ile daha da gelimiştir. Buradaki kuş topluluklarında önemli artışlar olmuştur. Bunun sonucunda da, yapılan başvuru üzerine Avrupa Konseyi tarafından 1976 yılında "A Sınıfı" diploma ile ödüllendirilmiştir. İyi korunan doğa parçalarına verilen A Sınıfı diploması, daha sonra 1981, 1986, 1991 ve 1996 yıllarında yenilenmiştir
Kuşcenneti'nde 1975 Haziranına kadar 238 kuş türünün varlığı tespit edilmiştir. Daha sonra çeşitli zamanlarda yapılan sayımlar sonucunda bu rakam 255'e çıkmıştır. Kuş türlerinden 66 tanesi Milli Park'ta düzenli olarak her yıl kuluçka topluluğuna katılmaktadır. Geri kalanlar ise, göç sırasında Kuşcenneti'ne uğramaktadır.
Kuşcenneti Milli Parkı, Marmara Bölgesi'nin ılıman iklimi içerisinde ve kıtalar arası göç yolları üzerinde kuşların vazgeçilmez uğrak yeridir. Kuşlar göç yerlerine gidiş ve dönüşlerinde Kuşcenneti'ne misafir olur, dinlenir, karınlarını doyurarak yollarına devam ederler. Kuşcenneti'nde konaklama zamanları türlerine göre 1 saatle 1 ay arasında değişmektedir.
Bir yılda Kuşcenneti'ne gelen kuş sayısının 2-3 milyon kadar olduğu tahmin edilmektedir.
Kuşcenneti Milli Parkı'nı her yıl ortalama 67 ayrı ülkeden 80 bin kişi ziyaret etmektedir.
Bandırma Kuşcenneti Milli Parkı'nın geniş kitlelere tanıtımının yapılabilmesi ve çevre kirliliği nedeniyle karşı karşıya kaldığı tehlikelere kamuoyunun dikkatini çekebilmesi amacıyla, 1987 yılından bu yana her yıl ULUSLARARASI BANDIRMA KUŞCENNETI KÜLTÜR VE TURIZM FESTIVALI adıyla bir festival düzenlenmektedir.
Manyas Gölü'nde toplu balık ölümleri yaşanmaktadır.
Alınan bilgiye göre, henüz belirlenemeyen nedenle, Yılgın Burnu mevkisinde balık ölüleri kıyıya vurdu.
Bandırma Tarım Müdürlüğü ekiplerinin Manyas Gölü'nden aldığı su ve balık numuneleri, Ankara'daki Etlik Veteriner Merkez Kontrol ve Araştırma Enstitüsü laboratuvarına gönderildi.
İlçe Tarım Müdürü Sefa Uyar, gazetecilere yaptığı açıklamada, ölüm nedenlerinin analiz sonrasında netlik kazanacağını belirterek, kıyıya vuran balıkların yenmemesi konusunda vatandaşları uyardı.
Bereketli Su Ürünleri Kooperatifi Başkanı Reşit Çetin ise kontrolsüz bırakılan sanayi ve evsel atıkların göldeki balık popülasyonunu olumsuz etkilediğini belirterek, balık ölümleriyle ilgili sorumlularının cezalandırılması gerektiğini ifade etti.
Manyas Gölü evsel atıklarla kirleniyor.
Balıkesir Çevre ve Orman Müdürü Emine Tamer, Manyas Gölü'nün, fabrika atıklarından çok, evsel atıklarla kirlendiğini bildirdi.
Manyas Kuş Cenneti'ni yok etmeyi nihayet başardık! Bir zamanlar 200'den fazla kuş türünün barındığı Manyas Gölü'nde kirlilik, tahribat ve bu yılki kuraklık nedeniyle tür sayısı 27'ye indi.
1992 yılında Manyas sularını boşaltan Karadere üzerine regülatör yapıldı ve su seviyesi 1 metre kadar yükseltildi. 1998 yılına kadar süren yüksek su seviyesi Kuş Cenneti'nin bulunduğu alandaki kuşların üzerine yuva yaptığı söğütlerin tamamını kuruttu. 1998'ten itibaren su seviyesi eski doğal seviyesine indirildi ancak yaşanan kayıp büyüktü. 10 yıldır ekosistem kendini yenileyemedi. Gölün çevresindeki tavuk çiftliklerinden ve sanayi tesislerinden gelen atıklar doğrudan göl sularına karışıyor."
Manyas Kuş Cenneti'ni yok etmeyi nihayet başardık! Bir zamanlar 200'den fazla kuş türünün barındığı Manyas Gölü'nde kirlilik, tahribat ve bu yılki kuraklık nedeniyle tür sayısı 27'ye indi.
İyice kirlenen göl 250 metre kadar da çekildi.
Geçen ay 'Uluslararası Bandırma Kuş Cenneti Kültür ve Turizm Festivali' kapsamında 'Küresel Isınma ve Manyas Kuş Cenneti'ne Etkileri' konulu bir panel düzenlendi. Konuşmacılardan Çevre ve Orman Bakanlığı Biyolojik Çeşitlilik Koruma Ekolojisi Uzmanı Sühendan Er, Manyas'ın yıllardır kirlilikle boğuştuğunu ve bu konuda hiçbir önlem alınamadığını belirtti. Gölün en büyük kaynağı Sığırcı Deresi'ne beyaz et sektöründe faaliyet gösteren işletmeler tarafından günde 200 ton atık bırakıldığını belirten Er, göl çevresinde yaşayanların da söğüt ve sazlıkları yaktığını, bunun doğal yaşama büyük darbe vurduğunu söyledi.
5- Sultan Sazlığı
İç Anadolu Bölgesinde Kayseri il sınırları içerisinde Develi, Yahyalı ve Yeşilhisar ilçelerinin oluşturduğu üçgen içerisinde bulunan Sultan Sazlığı, tatlı ve tuzlu su ekosistemleri, geniş sazlık ve bataklık alanları, bu alanları çevreleyen çayır, mera ve step alanları gibi değişik karakterdeki habitatları ve zengin besin varlığı ile başta su kuşları olmak üzere barındırdığı yaban hayatı yönünden, sadece ülkemizin değil Avrupa ve Ortadoğu'nun da en önemli sulak alanlarından birisidir.
Burası adeta eşi bulunmaz dev bir açık hava laboratuarıdır. Bu nedenle, ünü ülkemiz sınırlarını aşan bu alanı, her yıl binlerce doğa sever kuş gözlemcisi, bilim adamı ve araştırmacısı ziyaret etmektedir.
Sultan Sazlığı, yarı kurak ve kurak iklimin hakim olduğu İç Anadolu Bölgesinde yer almakla birlikte, kararlı bir taban suyuna sahip oluşu ve sürekli nemli bir ortam oluşturması nedeniyle, kurumuş bozkırlar arasında güzel bir vaha görünümü sergilemektedir. Bu durumuyla, yaz ortası ve sonunda hayvanların beslenmesine imkan sağlayan elverişli bir ortam sunmaktadır. Göl ve sazlıklarda kuşların beslenmesi için bol miktarda kurbağa ve semender larvaları ile küçük balıklar bulunmaktadır.
Sultan Sazlığı barındırdığı kuş varlığı ile Avrupa ve Ortadoğu'nun en önemli sulak alanlarından biridir. Yoğun saz ve bitki örtüsüyle kaplı, besin maddesi bakımından oldukça zengin tatlı su ekosistemi; tatlı su ekosistemi ile ekolojik olarak ilişkili tuzlu su ekosistemi farklı ekolojik istekleri olan değişik türde, çok sayıda kuşun beslenmesi, barınması, konaklaması ve kuluçkaya yatması yönünden olağanüstü değerlere sahip ideal ortamlar oluşturmuştur.
Anadolu yarımadası üzerinde birleşen, Afrika, Asya ve Avrupa kıtaları arasında süregelen iki kuş göç yolu üzerinde bulunması, kuş varlığı yönünden ülkemizin en önemli sulak alanlarından Tuz gölü, Seyfe gölü ve Ereğli sazlıkları ile ılıman iklim koşullarına sahip Akdeniz kıyı sulak alanlarına yakın olması, Sultan sazlığına kuşlar için vazgeçilmez bir sulak alan olma özelliği sağlamaktadır. Bölgede 301 kuş türü tespit edilmiştir. Bunlardan 69 tür düzenli olarak, 18 tür ise olağan dışı hallerde burada kışlamakta veya göç sırasında uğramaktadır. Kuluçkaya yatan tür sayısı 119'dur. Sultan sazlığı, nesli tehlike altında olan küçük karabatak, dikkuyruk ve yaz ördeği'nin ülkemizdeki önemli üreme alanından biridir. Kuşların toplanma dönemi olan Eylül ve Ekim aylarında toplam kuş miktarı yarım milyonu aşmaktadır. Yay gölünde 185.000 civarında flamingo sayılmıştır. 1971 yılında, bu alanın Orman Bakanlığı tarafından "Su Kuşları Koruma veÜretme Sahası" olarak ilan edilmesini takiben koruma çalışmaları başlatılmıştır.
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından 1970'li yıllarda alanın tamamının drene edilerek kurutulması planlanmıştır.
Ancak, gönüllü kuruluşlar ile kamu kuruluşlarının çabaları sonucunda proje revize edilmiş ve Yay gölündeki su kotunun 1070,80 m' de tutulması karara bağlanarak, alanın kurutulması önlenmiştir. Sultan Sazlığının korunması ve bölge halkının ekonomik çıkarları ile arazi kullanım dengesinin kurulması amacıyla saha için 1994 yılında bir Master Plan yaptırılmıştır. Sahadaki koruma çalışmaları Adana Milli Parklar ve Av-yaban Hayatı Başmühendisliğine bağlı bir şeflik tarafından yürütülmektedir. Sultan Sazlığı'nda ekonomik gelir amaçlı saz kesimi yaygın olarak yapılmakta olup, yılda yaklaşık 1500 ton saz kesilmektedir. Kesilen sazların büyük kısmı yurt dışına ihraç edilmektedir.İhraç edilen saz miktarı yılda yaklaşık 300.000 bağı (her bağ 200-400 adet) bulmaktadır. 1995 yılında Sindelhöyük kasabasında saz bağlama ve depolama tesisi kurulmuştur. Ayrıca yörede dam malzemesi ve hayvan yemi olarak kullanılan sazlar bölge için önemli geçim kaynağı oluşturmaktadır.
Sultansazlığı'nda arıtılmamış atık sular ve sulamadan dönen drenaj suları sebebiyle su kirliliği görülmektedir.
Sultan Sazlığı'nda Demir Alarmı
Sultan Sazlığı'ndaki araştırma sonucunda bölgede işletilen demir ve çinko-kurşun madenleri, açık şekilde kirlenmenin kaynağını işaret ediyor. İnceleme alanı içerisinde yüksek miktarlara ulaşan demir, kobalt, civa, vanadyum ve bakırın, özellikle güney sınırında yer alan demir madeni ve batı sınırındaki alan demir izabe (madenleri ergitme, sıvı durumuna getirme) tesisiyle ilişkili olduğu görülüyor. En yüksek anomaliler de bu alanlara ait örneklerde gözleniyor. Ancak, bu alanlar dışında inceleme alanının tamamını çevreleyen yoğun trafiğin ve yerleşim yerlerindeki sanayilerin de sazlığı tehdit ettiği açıkça görülüyor. İnceleme alanının kenarlarından merkeze doğru açık bir şekilde kirlilik artıyor. Bu zehirli elementler, balıklardan kuşlara sazlıktaki doğal yaşam için ciddi tehlike arz ediyor. Özellikle demir, organik çürümeye ve oksijen azalmasına neden oluyor. Aynı şekilde akarsuların durgun göletlerinde, özellikle sellerden sonra demir bakterileri çabucak çoğalarak demirli madde kümeleri oluşturuyor. En kötüsü sularda demir konsantrasyonu 1 mg/lt ve üzerinde olduğu zaman, balıklara ve balıklarla beslenen diğer canlılara zarar veriyor. Bu nedenle uzmanlar demir konsantrasyonunun mutlaka kontrol altına alınması gerektiğini vurguluyor.
6- Kızılırmak Deltası
Kızılırmak Deltası, Türkiye'nin Karadeniz kıyılarında doğal özelliklerini kısmen koruyabilmiş en büyük sulak alandır. Kızılırmak Deltası olarak adlandırılan bölge, Samsun ilinde, Kızılırmak'ın denize döküldüğü yerde 19 Mayıs, Bafra ve Alaçam ilçeleri sınırları içinde kalan Samsun-Sinop karayolunun kuzeyinde bulunan alandır. Delta, denizden güneye doğru basamaklar halinde yükselmektedir.
Deltanın gerisinde, Kızılırmak nehrinin her iki kenarında yay şeklinde uzanan ve yükseklikleri 600-800 metreye varan Kuzey Anadolu Dağları'nın ilk sırasını oluşturan platolar, daha geride ise 1.000-1.500 metre yüksekliğindeki dağlar yer almaktadır.
Delta, jeolojik açıdan bir-iki bin yıl gibi çok kısa bir sürede oluşmuştur ve 1182 km.'lik uzunluğa, 78.000 km2'lik havzaya sahiptir.
Kızılırmak Deltası'nın alanı yaklaşık olarak 56.000 hektardır. Deltanın her iki yakasında deniz kıyısına paralel olarak uzanan sulak alanlar vardır; altı adet gölün (Liman Balık, Uzun, Cernek, Gıcı ve Tatlı) bulunduğu 13.400 hektarlık doğu bölümünden ve Karaboğaz Gölü ile Mülk Gölü'nün bulunduğu 2.710 hektarlık bir alanı kaplayan batı bölümünden oluşmaktadır.
Göl aynası, tuzcul bataklıklar, deniz, akarsu, sazlık alanlar, ıslak çayırlar- mera, karışık geniş yapraklı subasar orman, karışık geniş yapraklı orman, kıyı kumulları, kumul çalı toplulukları, tarım alanları ve yerleşim alanları gibi farklı ekolojik karakterlere sahip habitatlar bir arada bulunması, besin maddelerince zenginlik ve uygun iklim koşulları Delta'nın eşine az rastlanır ölçüde biyolojik çeşitliliğe sahip olmasını sağlamıştır. Kızılırmak Deltası, mikro ve makro faunanın çok yüksek bir üretim düzeyine ulaştığı yeryüzünün en verimli doğal alanlarından birisidir.
Kızılırmak Deltası'nın yaklaşık 316 bitki taksonunun varlığı tespit edilmiştir. Bu 316 takson 74 familyaya bağlı 228 cins içindeki tür ve türaltı seviyedeki taksonlardan oluşmaktadır. Bu taksonların çoğunluğu geniş yayılışlı ve Avrupa-sibirya floristik bölgesi elementlerinden oluşmaktadır. Alanda ülkemizde bilinen familyaların yaklaşık %50'si bulunmaktadır. Ancak familya sayısının çokluğuna rağmen tür dağılımı dengeli değildir.
Yıllardır süregelen çalışmalar çerçevesinde Kızılırmak Deltası'nda 323 kuş türü saptanmıştır. Bu sayı Türkiye kuşlarının %70'i olup Türkiye'de Göksu Deltası'ndan sonra (332 tür) bir alanda tespit edilmiş en yüksek kuş türü sayısıdır. Kızılırmak Deltası'nda üreyen kuş türü sayıları diğer deltalarla karşılaştırılacak olursa İç Anadolu Bölgesi'nde bulunan ve daha büyük bir alana sahip Sultan Sazlığı'nda üreyen tür sayısı Dijksen ve Kasparek (1985)'e göre 136 olup neredeyse Kızılırmak Deltası ile aynıdır. 1989 yılında, Göksu Deltasında yapılan üreyen kuş tespitinde 59 türün kesin ürediği, 17 türün ise şüpheli olduğu belirlenmiştir. Kızılırmak Deltası, Ramsar ve ÖKA statüsüne sahip olup alanda yaklaşık 121 kuş türünün kesin ürediği, 19 türün ise ürüyor olabileceği tespit edilmiştir. Bir çok tipik sulak saha türünün varlığı ve sayısı Kızılırmak Deltası'nın önemine işaret etmektedir.
Kızılırmak deltası, göç sırasında Karadeniz'i doğrudan aşan kuş türleri için hayati önem taşımaktadır. Karadeniz'i direkt olarak aşan göçmen kuşların uçuş hazırlığı ve uçuş sonrası dinlenebildikleri, beslenebildikleri ve korunabildikleri tek alandır. İlkbaharda Karadeniz'i geçmek üzere uzun bir yolculuğun hazırlığını yaptıfkları, sonbahar göçlerinde ise Karadeniz'i aşan kuş türlerinin Karadeniz kıyısında sığınabilecekleri en önemli sulak alandır. Bu nedenle, özelliklef göç sırasında pek çok kuş türü için deltanın varlığı hayati önem taşımaktadır ve göç sırasında büyük sayılara ulaşmaktadır.
Örtücüler dahil olmak üzere deltadan geçen kuşlarının sayısı birkaç milyonu bulmaktadır.
Delta, 1998 yılında Türkiye'nin taraf olduğu Ramsar Sözleşmesi çerçevesinde Ramsar listesine dahil edilmiştir. Ayrıca Yaban Hayatı Koruma Sahası ve Önemli Kuş Alanı statülerine sahip olmasına karşın uzun yıllardır süren sulaklanları kurutma çalışmaları nedeniyle oldukça zarar görmüştür. Buna ek olarak Kızılırmak'ın aşağı kesimlerinde iki büyük baraj inşa edilmesi, kum çakırımı, kumul alanların ağaçlandırılması, subasar ormanlarda ve kumul alanlarda ikinci konut yapımı gibi tehditler Delta'nın hızla tahrip olmasına neden olmaktadır.
Kızılırmak, Sivas'taki 3 bin 25 metre yükseklikteki Kızıldağ'dan doğuyor. Dile kolay, tam 1210 km katederek Samsun Bafra Burnu'ndan Karadeniz'e dökülüyor. Milyonlarca senede "Hamal gibi çalışarak" taşıdığı alüvyonlarla Kızılırmak Deltası'nı oluşturuyor. Kaynaklar, göz alabildiğince uzanan bu nemli toprakların 56 bin hektar olduğunu yazıyor. 12 bin hektar ise sulak alan rejiminde. Bu rüya gibi sahada deniz, ırmak, göl, sazlık, bataklık, çayır, mera, orman, kumul ve tarım alanları bulunuyor. Eşine az rastlanır bir yaban hayatının olduğu delta, Uluslararası Sulak Alanların Korunması (RAMSAR) Sözleşmesi, Doğal SİT Alanı ve Yaban Hayatı Geliştirme Sahası statüleri ile muhafaza edilmeye çalışılıyor.
Bölgede geri dönüşü olmayan bir bozulmaya sebep olacak tehdit ise yazlık ev inşaatı. 1987'de Galeriç Ormanı'nın kuzeyinde sadece on küçük ev varken, bugün sayı 110'u geçmiş durumda. Mahkemelerin yıkım kararlarına rağmen bu yönde bir adım atılmadı.
Kızılırmak'a hesapsızca yapılan 7 baraj, akarsuyun denize döküldüğü deltada çevre felaketine yol açıyor. Karadeniz, milyonlarca yılda oluşan verimli toprakları işgal ediyor. Yeraltı suları tuzlanıyor. Doğal denge açısından vazgeçilmez olan sulak alanlar yok oluyor. Bulunan çare ise denizin önüne dolgu yapmak!
Kızılırmak Deltası'nda en önemli sorun endüstriyel, evsel ve tarımsal kaynaklı kirliliktir.
Deltanın %50'den fazlası tarım arazisi olarak kullanılır. Normalde 0.02 mg/lt olması gereken amonyak değerinin Kızılırmak'ın bölgeye giriş yaptığı yerdeki değeri 0.117 mg/lt'dir, yani sulak alana giriş yapan su hali hazırda kirlidir. Deltada bulunan yerleşim merkezlerinin hiç birinde kanalizasyon arıtma sistemi bulunmamaktadır Ayrıca yapılaşma ve kum çıkarımı diğer önemli sorunlardır.
7- Akyatan Lagünü
Doğu Toros'lardan çıkan binlerce kaynak birleşip Anadolu'nun iki uzun nehri olan Seyhan (560 km) ve Ceyhan (509 km) nehirlerini oluştururlar. Bu nehirler Akdenize dökülürken Türkiye'nin en verimli ovası olan Çukurova'yı oluştururlar. Sürekli yatak değiştiren bu nehirler denize yaklaştıklarında bataklık, göl ve lagünler oluştururlar. Seyhan nehrinin doğusu ile Ceyhan nehrinin batısında yer alan Akyatan ve Ağyatan gölleri ile çevresindeki lagünler özellikle Kuzeyden Güneye, Güneyden Kuzeye göç eden yüzlerce çeşit kuşa evsahipliği yaparlar.
Adana'nın Akdeniz sahilleriyle buluştuğu ve Adana'ya 40 km uzaklıkta, 9520 hektar alana sahip olan lagün, orman, kumluk, sazlık ve bataklıklardan oluşan, endemik bitkiler ve nesli tükenmekte olan kuşlarla birlikte deniz ve kara canlılarının yaşadığı bir doğa harikası olan Akyatan gölü çevresinde; Milli Park ve çeşitli ağaçların yeraldığı Orman ve Yaban Hayatı Koruma Alanı ile Akyatan Gölü içinde yer alan Kuş Cenneti bir tabiat harikası olarak elimizdeki büyük hazinelerden bir tanesi olarak durmakta.
Akyatan gölü ile deniz arasındaki Okaliptus, Akasya, Fıstık Çamı gibi birçok çeşidi içinde bulunduran ucsuz bucaksız Orman içinden geçilerek (şansınız varsa Geyik, Çakal, Kurt, Yaban Domuzu, Vaşak gibi hayvanlarla karşılaşabilirsiniz). Akyatan Gölü kıyısında bulunan "Gözetleme Kulesi"ne giderek Göl içinde yer alan Kuşları seyredebilirsiniz. Daha sonra isteyenler deniz istikametine giderek Türkiye'de eşi az bulunur 22 km.lik el değmemiş ve Ramsar sözleşmesi ile koruma altına alınmış bu kumsalda (plajda) gezebilirsiniz. Dünya'da nesli tükenmek üzere olan Caretta-caretta'ların haziran ayında sahile çıkarak yumurta bıraktıkları yer olan bu plajda yumurtlama döneminde zarar vermemek için dikkatli gezilmesi gerekir.
Kuş Cenneti denilen alanda Kıyı Kuşu (yağmur kuşu), Akça Cılıbıt, Kızkuşu, Küçük kumkuşu, Kara karınlı kumkuşu, Döğüşken kuş, Flamingo, Suçulluğu, Kızılbacak, Yaz ördekleri, Elmabaşlar, Yeşilbaşlar, Çamurcun, Dikkuyruk, Turaç, İbibik, Turna, Yeşil Arıkuşu, Alaca Balıkçıl, Üveyik gibi kuşları görebilirsiniz. Ayrıca Lagünlerde Çipura, Kefal, Levrek ve Mavi Yengeç gibi deniz canlıları da bulunmaktadır.
Bir sulak alan daha kurak alan oldu!
Adana Akyatan Lagünü, DSİ'nin tarım amaçlı arazi kazanmak amacıyla başlattığı drenaj kanalı açma çalışmalarının da etkisiyle çöle döndü.
Avrupa ile Afrika arasında göç eden milyonlarca kuşun geçiş yolu üzerindeki en önemli sulak alanlardan olan Adana Akyatan Lagünü, kuraklık nedeniyle çöle döndü. 270 türde milyonlarca kuşa yuva olan lagünde, yaklaşık 40 bin dönüm alanda sular çekildi.
36 yıl önce Uluslararası Ramsar Sözleşmesi'yle koruma altına alınan lagünde, DSİ'nin tarım amaçlı arazi kazanmak amacıyla bir ay önce başlattığı drenaj kanalı açma çalışmalarının da çölleşme sürecini hızlandırdığı görüldü.
Milyonlarca kuşun mola verdiği Akyatan Lagünü'nün yarısı çölleşti. Ancak barınacak başka yerleri olmayan kuşlar mecburen kurak toprağa iniyor.
Avrupa ile Asya arasında göç eden milyonlarca kuşun geçiş güzergâhındaki Akyatan Lagünü'nün yarısı çöle döndü, ancak bölge kuşlar için hâlâ "mecburi" konaklama alanı olmayı sürdürüyor.
Adana'daki ünlü Akyatan Lagünü, küresel ısınma ve yanlış su kullanımından etkilenince sulu alanları yüzde 50'ye varan oranda azaldı. 75 bin dönümlük lagünün yaklaşık 40 bin dönümlük alanı aşırı kuraklık nedeniyle çöle döndü. Ancak bölge İç Anadolu'daki kuraklık nedeniyle yine de kuş akınına uğruyor. 270 türde milyonlarca kuşa yuva olan ve çölleşmeye devam eden Akyatan, bu yıl yaz döneminde alışık olmadığı kadar kuşu misafir ediyor. Üreyemeyip yok olacaklar.
Orman Mühendisleri Odası Doğu Akdeniz Şube Sekreteri Ayhan Küyük her yıl göç aylarında Çukurova'daki lagünlerde dinlenen kuşların aşırı kuraklık nedeniyle barınacak yer bulamadığı için Akyatan Lagünü'nü mesken tuttuğunu söyledi.
"Yılın belli dönemlerinde Akyatan Lagünü kuşlar için dinlenme alanı görevi yapardı. Ancak bu yıl özellikle yurt genelindeki sazlık ve lagünlerin işlevini yitirmesi nedeniyle kuşlar, Akyatan'ı mesken tuttu. Kuş türleri avlanmakla yok olmaz. Ancak yaşam alanı bulamayan kuşlar bir süre sonra üreyemedikleri için yok olmaya mahkûmdur.
Sulak alanların son kalelerinden biri olan Akyatan da yok olmaya başladı.
Akyatan'ı gözümüz gibi korumalıyız."
8- Uluabat Gölü
Kirlilik ve yasadışı çeltik ekimi sorunu var.
Mustafakemalpaşa Çayı sularının yasadışı çeltik tarlalarına kaçak olarak yönlendirilmesiyle, geleneksel tarım ve su düzeni daha da bozuluyor. Arıtılmadan gelen sular ve su bentleri kirliliğe yol açıyor.
Peki Uluabat Gölü`nün zararını kim karşılayacak? Çünkü buradan akan çimento karışımlı alüvyol, gölü belli ölçüde doldurdu. Balıkları öldürdü.
Uluabat Gölü`nün 1998 yılında uluslararası RAMSAR Sözleşmesi`yle koruma altına alındığına işaret eden Doğader Başkanı Murat Demir de, "Bu manzara gösteriyor ki, bu koruma sadece sözleşmede kalmıştır. Bursa Su Platformu olarak biran önce havza yönetiminin burada oluşması gerekiyor. Çünkü kirlilik, Uluabat Gölü`nü her yerden tehdit ediyor" şeklinde konuştu.
Uluabat Gölü ve su toplama havzasındaki başlıca tehtid unsurları:
-Göl suyu seviyesindeki ayarlamalar ile tarım, endüstri ve şehirsel kullanımlar için su alımı (Gölden ve su toplama havzasından)
-Kum ve çakıl ocakları ile maden yatakları işletmeciliği
-Su kirliliği
-Göl suyunun bitki besin maddeleri ile zenginleştirilmesi
(tarımsal amaçlı gübre kullanımı ve siltasyon)
-Islak alanların (sazlıkların, çayırlıkların ) tarımsal üretim amaçlı kullanımı
(özellikle MKP nehri deltasında)
-Gölün Güney ve Güneybatı kıyıları boyunca uzanacak biçimde yapımı devam eden
otoyol şeklinde sıralanabilir.
9- Gediz Deltası
Gediz Deltası Yönetim Planı hazırlıkları sırasında yapılan zonlama çalışmasına göre Mutlak Koruma Zonu'nda bulunan Homa Dalyanı kıyılarının yaklaşık 2 kilometrelik alanına beton ve demir yığınları bırakıldı. Dalyana moloz dökümü, alanda bilimsel çalışmalar yapan Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi'nin dalyan yolunun düzeltilmesi için İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne başvurması sonucu İBB'nin alana moloz dökmesiyle sonuçlandı.
Molozun döküldüğü alan, Homa Dalyanı ve Ege Denizi'ni birbirinden ayıran ve uzun yıllar boyunca dalgaların biriktirdiği deniz kabuklarından oluşan doğal bir yol özelliğini taşımakta. Dünyada koruma öncelikli olan tepeli pelikan (Pelecanus crispus), hazar sumrusu (Sterna caspia), küçük sumru (Sterna albifrons) gibi pek çok kuşun ürediği, barındığı ve yuva yaptığı bir alan olan Homa Dalyanı'nda moloz dökümü nedeniyle gerçekleşecek herhangi bir tahribat, alanın ekolojik özelliğinin ortadan kalkmasına neden olacak.
Kurulduğu yıl olan 2003'ten beri Gediz Deltası'nın sesi olan ve ona zarar vermeye yönelik her türlü eylemle mücadele eden Ege Doğal Yaşamı Koruma Derneği, Gediz'de yaratılan bu soruna karşı harekete geçti. Doğa Derneği'nin desteğiyle eylemi gerçekleştiren İBB'yle iletişime geçerek alanın molozdan arındırılmasını istedi. Her seferinde molozu bir an önce alandan kaldıracaklarını söyleyen İBB yapılan incelemeler sonucunda sadece alanın 200 metrelik bir alanını göstermelik olarak kaldırıp kalan kısmının da üzerini kumsalda var olan kumla kapatmaya başladı.
Alanda molozun tamamını kaldırmaya yönelik herhangi bir girişimin olmaması nedeniyle EgeDoğa ve Doğa Derneği yapılan eyleme tepkisini göstermek için bir etkinlik gerçekleştirdi. Yaklaşık 50 kişinin katılımıyla İzmir Kuş Cenneti'nde gerçekleşen etkinliğe bisiklet gruplarından Sualtı Araştırma Derneği'ne kadar birçok sivil toplum kuruluşu destek verdi. Basın mensuplarının da yer aldığı etkinlikte Homa Dalyanında bir basın açıklaması yapıldı. EgeDoğa ve Doğa Derneği yaptıkları açıklamada dökülen molozun alana vereceği zararları anlatarak molozun alandan bir an önce kaldırılması gerektiğinin altını çizdi.
10- Meke Gölü
Konya'nın Karapınar ilçesinde bulunan ve "Dünyanın nazar boncuğu" olarak bilinen Meke Gölü, kuraklık yüzünden bataklığa döndü. Yaklaşık 5 milyon yıl önce volkanik patlama sonucu oluşan ve taban suyuyla beslenen göl, yakın zamana kadar yerli ve yabancı turistlerin uğrak yerlerinden biriydi.
Birkaç yıl öncesine kadar 100'ün üzerinde kuş türüne ev sahipliği yapan göl, suyunun azalması nedeniyle eski güzelliğini kaybetti. Daha önce 12 metre derinliğe ulaşan Meke Gölü, şimdi çamurdan ibaret. Çevreye yayılan kötü koku gezmeye gelenleri rahatsız ederken, yerli-yabancı turistler göl için, "Meke'nin güzelliği kartpostallarda kaldı" yorumunu yapıyor.
Karapınar'ın yerel yöneticileri bölgelerinin yeterli yağış almadığına dikkati çekerek, su çekilmesini yağış azlığına bağlıyor. Çare olarak, bölge ağaçlandırılıyor.
Karapınar Belediye Başkanı Mehmet Mugayıtoğlu, kış mevsiminde yağan yağmurun Meke Gölü'nün su seviyesini yükseltmediğini söyledi. Gölün parçalara ayrılmasından üzüntü duyduklarını belirten Mugayıtoğlu, gölü izlemeye gelenlerin kuruyan yerlerden büyük parçaya ulaşıp çevresinde gezinti yaptığını kaydetti.
Yerli ve yabancı turistlerin ziyaret ettiği Meke Gölü'nde birkaç yıl öncesine kadar çok sayıda kuş yaşadığını ifade eden Mugayıtoğlu, şöyle konuştu: "Son yıllarda küresel ısınma ve bilinçsiz tarımsal sulamanın etkisiyle göl neredeyse tamamen kuruma noktasına geldi. Kış mevsiminde yağan yağmurlar göle katkı sağlamadı. Göle gelenler kuruyan yerlerde gezip dolaşıyor. Dünyanın nazar boncuğu Meke Gölü'ne adeta nazar değdi. Artık turistler gelmiyor, kuşlar uçmuyor. Meke Gölü artık eski Meke değil."
11- Yumurtalık Lagünleri
Yumurtalık Lagünleri çevresinde yaşayan insanlar alanın bir bölümünde yasak olmasına rağmen tarla açmışlar. Alan içerisinde 500 civarında büyükbaş, 2000 kadar da küçükbaş hayvan bütün yıl boyunca otlamaktadır. Alanda bulunan iki önemli dalyanda geleneksel dalyan balıkçılığı yapılmaktadır, bölgedeki toplam balıkçı sayısı 500 kadardır. Dolayısıyla alan koruma statüsüne rağmen insanlar tarafından yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.
Ne yazık ki sorunlar bununla bitmiyor. Yumurtalık Lagünlerinde yüksek miktarda tuzluluk var. Bunun temel sebeplerinden biri Ceyhan Nehri'nden alana eskisi kadar tatlı su girişi olmaması. Bazı dönemlerde lagünlerdeki tuzluluk Akdeniz'in üç katına kadar çıkıyor. Bu da alanın çeşitliliğini azaltan önemli bir tehdit.
Ayrıca lagünlerin derinliği 2 metreden 30 santime kadar düşmüş durumda. Bunda özellikle kıyılardaki kumullardan rüzgar etkisiyle lagünlere doğru oluşan erozyonun etkisi çok büyük. Bu olay hem Türkiye'nin en bakir ve en uzun sahillerinden birini tehdit ediyor, hem de iç bölgedeki lagünleri dolduruyor.
12- Kızılören Obruğu
Su seviyesi son 30 yılda yeraltı suyunun aşırı kullanımı sonucunda 30 metre düştü.
13- Kuyucuk Gölü
Kuyucuk Gölü Kars'ın en önemli sulak alanlarından biri olup, Uluslararası Önemli Doğa Alanı (Key Biodiversity Area) ve Yaban Hayatı Geliştirme Sahası statüsüne sahiptir. 219 hektarlık bir alanı kaplayan Kuyucuk Gölü, Kars şehir merkezinin yaklaşık 30 km kuzeydoğusunda, Akyaka ilçe merkezinin yaklaşık 15 km. batısında, denizden 1627 m yükseklikte yer almaktadır.
Kuyucuk Köyü, göle yaklaşık 1 km. uzaklıktadır. Kars-Akyaka platosunda yer alan göl, kaynak suyuyla beslenmektedir ve en derin noktası 13 metredir. Yer yer küçük Phragmites ve Juncus saz öbekleri olsa da, göl kıyısında bitki örtüsü fakirdir ve göl kıyısı ve çevresinde koyun ve inek otlatılmaktadır. Ağaçsız bozkırla çevrelenmiş olan gölün etrafında tahıl ve yem bitkileri yetiştirilmekte ve hayvancılık yapılmaktadır.
Çevredeki tarlalardan, göle nitrat, fosfat ve diğer kimyasal maddeleri taşıyan suların sızmaktadır. İlk kez 2006 ve 2007 bahar aylarında Kaliforniya Devlet Üniversitesi'nde görevli Dr. Sean Anderson tarafından gerçekleştirilen kimyasal ölçümler, gölün suyunun nispeten temiz olduğunu ve gölün ekolojik restorasyon için ideal bir aday olduğunu göstermiştir Geçmişte çevresinde yapılan pancar ekimi sulama gerektirdiginden, göl bir ara kurumuştur. Pancar ekimi durdurulmasına rağmen gölün suyunun halen ancak yarısı kadarı ve bazı türler kaybolmuştur. Gölün kuzeyinden geçen eski Kars-Akyaka yolu, gölün kuzey kısmını ikiye bölmektedir.
ÇETKODER'İN DEĞERLENDİRMELERİ
KUŞ CENNETLERİ TEKER TEKER YOK OLUYOR
Çevre ve Tüketici Haklarını Koruma Derneği (ÇETKODER) Genel Başkanı Mustafa Göktaş: "küresel ısınma ile beraber artan kuraklığa, akarsuların bilinçsizce kirletilmesinden ve bilinçsiz su tüketiminden dolayı ülkemizde bulunan kuş cennetlerinin birer ikişer yok olmaktadır. Ağaçlar ve sazlıklar kuşların evidir. Suyun olmadığı, ağacın ve sazlıgın olmadığı yere kuş gelmez. Giderek kuruyan ve kurutulan bu tabiat harikası yerler birer ikişer yok oluyorlar. Birçoğu özel koruma kapsamı içinde olmasına rağmen, etrafında inşaat, site, tesis, bina yapılmakta ve bu güzelim yerler kirletilmektedir" dedi.
AĞACI, YEŞİLİ, BİTKİ ÖRTÜSÜNÜ ARTTIRMALIYIZ
Göktaş "Küresel ısınma ile birlikte Dünyanın su sorununun giderek artmaktadır. Daha öncede birkaç kez söyledim. Ülkemizde kirletilen ve yok edilen su kaynakları nedeniyle kısa vade sonra büyük bir su sorunu yaşamak zorunda kalacağız. Siz bakmayın bu yıl havanın yağışlı geçtiğine. Bu sular ileriki günlerde yetersiz hale gelecektir. Ülkemizde ve dünyamızda yaşadığımız gerçekler ortada. Yeşili ve bitki örtüsünü hızla bilinçsizce ve şuursuzca talan ediyoruz. Yok ediyoruz. Betonlaşma her alanda var. Kıyıda, dağda, ovada her yerde... Yeryüzünün saçları bitki örtüsüdür. Ağaçlardır. Yeşil alanlardır. Bunları yok edince kuraklık baş gösteriyor. Sıcaklık artıyor. Isınma artıyor ve Doğal denge bozuluyor" dedi.
ARITIM TESİSLERİNE ÖNEM VERİLMELİ
Halen ülkemizin çeşitli sahil bantlarında ve yerleşim yerlerinde etkili bir arıtım tesisi düzeni oluşturulmadığından sanayi çevreleri yakınlarında bulunan ırmak, dere, akarsu, deniz gibi alanlara atık sularını atmaya devam ediyorlar. Ve su kaynaklarını hoyratça kirletiyorlar. Hiç çekinmeden bunu yapıyorlar ve yetkilisi yetkisizi de bu durumu sadece izliyor. Ancak şikâyet edeceksiniz, gelip usulen bakacaklar. Oysa amansız takip etmeleri görevleri... Bu husus da kanunlar ve yönetmelikler var. Uygulayan yok. Uygulamada aksaklıklar var. Denetim eksikliği var. Denizin, Havanın, Karanın, Akarsuların, Derelerin, Çayların, Irmakların, Göllerin, arsızca ve umarsızca kirletilmesi söz konusu... Yurdun her yerinde tonlarca örneği var. Çıkıp kontrol ve denetimi arttırmaları gerekirken masa başında oturup ahkâm keserek bu işler yapılamaz. Doğal denge, çevre dengesi tamamen bozulmuş halde ama bunu korumakla görevlendirdiğimiz yetkililerden ne bir ses ne de bir seda çıkmıyor. İleride telafisi mümkün olmayacak tahribatlar gün geçtikçe artarak devam etmekte fakat bu kimin umurunda.
KUŞ CENNETLERİNE ÖNEM VERİLMELİ
Göktaş, "Önümüz yaz. Aşırı sıcak geçeceği biliniyor. Eğe bölgesinde Meles, Bakırçay, Büyük ve Küçük Menderes deltalarında geçmişte büyük ölçüde kuraklık meydana geldiğini defalarca söylememe rağmen kimse o yerli bile olmadı. O yüzdendir ki oralara gelen 65 bin civarındaki kuş sayısı 40 bin civarına düştü. Sıcaklar arttıkça göreceksiniz bu sayı daha da düşecektir. Manyas gölünde sular çekildi. Geçen yıla göre çekilen su alarm veriyor. Ama kimse bu olup bitenleri görmüyor. Görmezden geliyorlar. Onlar için kuş cennetinin ne önemi var. Onlar ha bire inşaat yapılsın, binalar dikilsin, kıyı talan edilsin, deniz kenarı ve dere kenarı imara açılsın buna bakıyorlar. Kazanç ve lokma orda... Onlar günü birlik yaşamaya devam ederken geleceğimizi elimizden alıyorlar unutmayın" dedi.
AZALAN KUŞ TÜRLERİ
Göktaş, "kuş cennetindeki Kaşıkçı kuşlarının sayısı geçen yıla oranla yüzde 98 oranında azaldı. Her bölgemizde bulunan kuş cennetlerinde ki kuş türleri giderek azalıyor. Buna en büyük sebep sulak alanların kaybı, göldeki su seviyelerindeki değişim, su kirliliği ve ağaçlar ile sazlık alanların tahrip edilmesidir. Bugün Manyas gölü etrafında bulunan sığırcı deresi'yle yıllardır göle akan 50 den fazla fabrikanın atıkları göl suyunda büyük oranda kirlenmeye yol açmıştır. Tespit edilen 27 kuş türünden yüzde 63 ü Sığırcı deltasında, yüzde 33 ü ise Kocaçay deltasında ürüyor. 1977- 85 dönemi ile 2000- 2010 yılları arasını karşılaştırdığınızda bu kuş cennetlerinin simgesi olan kaşıkçı kuşu sayısı yüzde 95 azaldığını göreceksiniz" dedi.
TEPELİ PELİKANLAR
Göktkaş, "Burada tepeli pelikanların üremesi için suyun içine yapılan 28 çelik platform bu yıl toprakta kalmış vaziyet de. Göldeki su geçen yıla göre çekilmiş durumda. Bu yıl göçmen kuşlar ilk kez 3-4 hafta önce geldiler. Yerli kuşlar ise 3-4 hafta önce kuluçkaya yattılar" dedi.
MERSİN'DE Kİ KUŞ CENNETİDE AYNI DURUMDA
Göktaş, "Bu durum Mersin'de kuş cenneti olarak bilinen ve Silifke ilçesi yakınındaki doğal koruma alanı olarak belirtilen yerde aynı. Eskisi gibi kuşlar gelmez oldu. Susuzluk orada da büyük ölçüde ortada... Sazlıklar kuruyor. Ve kuş cennetinin etrafı yüksek binalar ile çevrili. Gürültü ve görüntü kirliliği hat safhada" dedi.
İZMİR'DE DURUM FARKLI DEĞİL
Göktaş, "İzmir Kuş cennetinde de aynı olaylar yaşanıyor. Gölmarmara Gölü ile Demir köprü ve Tahtalı barajlarında su seviyesi oldukça düşük. Bu deltaları besleyen derelerden su gelmez oldu. Göç nedeniyle gelen kuşların artan sıcaklık ve kuraklık yüzünden göç etmemeleri ve kendilerine başka yer aramamaları da ilginçtir. Söylemiştim, Manyas kuş cennetinde de kuşların göç etmeye başladığı mart ayında ilk kez sular çekildi. Bu bölgeye gelen pelikanlar gelmez oldu. 3 milyon kuş bu bölgemize geliyordu. Su seviyesi normalde yükseliyor ve pelikanlar gelip sazlıklarda kuluçkaya yatıyorlardı. Ama şimdi toprak alanlara kuluçkaya yatıyorlar ve azaldılar. Yükselen sular pelikanların yuvalarının bulunduğu alanları kaplıyordu ama şimdi sular çekilmiş vaziyet de. Karabatak, gri balıkçıl ve kaşıkçı kuşlarının yuva yapacakları ağaçlar ise su seviyesinin düşüklüğünden karada kalmış oldu" dedi.
EGE AKDENİZ BAŞTA OLMAK ÜZERE AKARSULAR ÇOK HOYRAT KULLANILIYOR
Göktaş, "Ege de ve Akdeniz'in her tarafında kuraklık baş göstermektedir. Akarsularımız, su kaynaklarımız, yeşil alanlarımız, bitki örtümüz hor kullanılmakta, kirletilmekte, yok edilmektedir. Ayrıca bilinçsiz sulama ve kaçak kullanım yüzünden su çok hor kullanılmakta. Ve kuş cennetlerinin etrafındaki yapılaşmada görüntü ve gürültü kirliliğine yol açmaktadır. Ülkemizin doğal kaynakları ve doğal alanları hızla kirletilip tüketilmektedir. Bu bilinçsiz tüketimin önüne geçmeliyiz. Aksi takdirde önümüzdeki 10 yıl içinde daha büyük sıkıntılar yaşarız" dedi.
"Su zengini değiliz, gelecekte tehlike daha da büyüyeyecek "
Büyük kentlerde baş gösteren su sıkıtsı ile birlikte gündeme gelen susuzluk tehlikesi, Türkiye'nin gelecekteki en hayati sorunlarından biri olarak öne çıkıyor.
WWF-TÜRKİYE'NİN DEĞERLENDİRMELERİ
Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı-Türkiye (WWF-Türkiye) tarafından verilen bilgiye göre, bu gün güncel bir sorun olarak susuzluğu yaşayan Türkiye'nin, su kaynaklarını verimli kullanmadığı takdirde 2050 yılından sonra çok ciddi su krizi ile karışı karşıya kalması öngörülüyor.
Genel kanının aksine bir "su zengini ülke" olmayan Türkiye, bugün için yıllık 7 bin 600 metreküp olan dünya kişi başına kullanılabilir su miktarına karşılık, kişi başına sadece bin 430 metreküp suya sahip bulunuyor. Bu miktarın, Devlet Su İşleri'nin 2030 yılında kaynakların yüzde 100 verimle kullanılacağını öngörmesine karşın, bu tarihte 80 milyona ulaşacak nüfus dikkate alındığında bin 100 metreküpe düşeceği hesaplanıyor. Kişi başına düşen kullanılabilir yıllık su miktarının bu seviyeye gerilemesi ile birlikte dünya standartlarına göre "su sıkıntısı çeken bir ülke" durumuna gelecek olan Türkiye'nin, bu veriler ışığında, 2050-2100 yılları arasında ciddi su krizi yaşaması ise kaçınılmaz görünüyor.
Bu tehdidin en aza indirilebilmesi için su kaynaklarının verimli şekilde kullanılmasının bir gereklilik olduğunu savunan WWF-Türkiye, bunun için barajların planlanmasından su kaynaklarının yönetimine kadar bir dizi öneride bulunuyor. Hazırladığı "Baraj Gerçeği Rehberi" ile baraj yatırımlarının, doğru risk, fayda ve maliyet analizleri ile gerçekleştirilmesi gerektiğini belirten WWF-Türkiye, hem enerji ve su kaynaklarında sürdürülebilir kullanımın hem de nehirlerin korunması için yatırımların özellikle Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) sürecinde bu rehber dikkate alınarak planlanması gerektiğini belirtiyor. WWW-Türkiye, Yeni baraj ve sulama projelerinin, AB Su Çerçeve Direktifi'nin gerekleri de göz önünde bulundurularak, ilgi gruplarının da katılımıyla oluşturulacak tüm su kaynakları için havza bazında entegre yönetimi ile oluşturulması gerektiğine işaret ediyor.
1994 yılında Ramsar Sözleşmesi'ne imza atıldı. 1998'de Ulusal Sulak Alan Stratejisi yayınlandı. 2002'de Çevre Bakanlığı tarafından Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği çıkarıldı. Ancak tüm bu gelişmeler sulak alanların tükenişini durduramadı.
WWF-Türkiye'nin verilerine göre, Türkiye'deki sulak alanların durumu, bu alanların yönetiminden kaynaklanan sorunlar nedeniyle hiç de "iç açıcı değil." Akarsular üzerinde doğru planlama olmaksızın yapılan barajlar nedeniyle doğal su rejimi bozulan sulak alanlar, kirlenme, sürdürülebilir olmayan balıkçılık ve avcılık, yabancı türlerin aşılanması gibi nedenlerle geçen yüzyılın ikinci yarısında bir kısmı tamamen kaybedilen doğal yaşam alanları olarak öne çıkıyor.
Buna göre, Hatay'daki Amik Gölü, Burdur'daki Kestel Gölü, Kahramanmaraş'taki Gavur Gölü, Konya'daki Suğla ve Samsam gölleri, DSİ tarafından bu bölgelerin tarıma açılması için yürütülen drenaj çalışmalarıyla kurutularak özelliklerini tümüyle kaybederken, Konya Akşehir Gölü ise kendisini besleyen su kaynaklarının aşırı kullanımı sonucu 350 kilometrekare alandan 15 yıl içinde 30 kilometrekareye geriledi.
Türkiye'deki en önemli sulak alanlardan olan Tuz Gölü de benzer şekilde önemli ölçüde küçülmenin yaşandığı alan olarak öne çıkıyor. 1997'de 260 bin hektar alanı kaplayan Tuz Gölü, 7 yılda 100 bin hektar azalarak 160 bin hektara gerilerken Konya ilinin kanalizasyonu ve tarımdan dönen sular arıtılmadan Tuz Gölü'ne verilmesi de göle yönelik büyük tehdit oluşturuyor.
Konya'daki Hotamış Sazlığı, tahliye ve sulama kanallarıyla su rejimine yapılan müdahaleler sonucu büyük ölçüde kururken, Aksaray sınırındaki Eşmekaya Sazlığı ise DSİ tarafından 1995'te başlanan ancak tamamlanamayan sazlığı baraj gölüne çevirme çalışmaları sonucu büyük ölçüde zarar görerek tamamen kurudu.
Uluslararası öneme sahip 12 sulak alan, aşırı tarımsal sulama, yeraltı sularının kaçak kullanımı, tarımdan dönen suların yarattığı kimyasal kirlilik, arıtılmadan sulak alanlara verilen sanayi ve evsel kaynaklı kirlilik gibi nedenlerle tehdit altında.
SU KAYNAKLARININ YÖNETİMİ
WWF-Türkiye, sulak alanlarda yaşanan sorunların su kaynaklarının yönetiminden kaynaklandığını savunarak, su kaynaklarının etkin yönetimini öneriyor.
Su kaynaklarının yönetimi, planlanması ve izlenmesiyle ilgili çalışan fazla sayıda kurumun olmasının uygulamada bazı sorunlara yol açtığını görüşünü savunan WWF-Türkiye, Türkiye'deki mevcut sisteme göre, su kaynaklarının izlenmesinden Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü sorumlu iken, su kaynaklarının kirlilikten korunması, ilgili izin ve denetlemelerden ise Çevre ve Orman Bakanlığı'nın sorumlu olduğuna işaret ediyor.
Bunun sonucunda su kaynaklarının yönetiminde kurumlararası koordinasyon ve işbirliği eksikliği, entegre su yönetimi için yetersiz planlama yapısı, yönetmeliklerin uyumsuzluğu ve yetki çakışması gibi önemli sorunların yaşandığını ileri süren WWF-Türkiye, su kaynaklarının korunmasında ayrıca yasal zorunlulukların yaptırım kapasitesi ve yeteneği ile dengeli olmaması, maddi yetersizlikler, yönetimde katılımcı yaklaşım eksikliği ile veri üretimi ve etkin izlemede yetersizlikler yaşandığını belirtiyor.
WWF-Türkiye'nin Yaptığı Araştırmaya Göre Ülkemizin Sulakrının Hali Hiç de iç açıcı değil.
WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), 2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü nedeniyle, Türkiye'nin 12 Ramsar Alanını değerlendiren bir rapor hazırladı. Raporda, Türkiye'nin Ramsar Alanı ilan ederek korunmasını ve sürdürülebilir kullanımını taahhüt ettiği 12 sulak