Dijital makineler zamanla filmli makinelerin yerine geçmeye başladı. İlk savaşı amatör fotoğrafçılıkta kazanan dijital teknoloji şimdi de profesyonel fotografçılıkta film teknolojisinin önüne geçiyor.
Önce cam negatiflerle başlayan ve sonra renksiz ve renkli plastik negatiflerle devam eden fotoğrafçılık sanatı her geçen gün daha hızla büyüyen dijital teknolojiye karşı kalelerini bir bir kaybediyor. Ekonomik zorluklar ve teknolojinin getirdiği kolaylık karşısında daha fazla direnemeyen fotoğrafçılık sanatında, negatifler yerini hafıza kartlarına bırakıyor. Türkiye’de bir Türk vatandaşının açtığı ilk fotoğraf stüdyosu olan Behçet Fotoğrafçılık dijital teknolojiye karşı verdiği savaştan yenik ayrıldı. Kendi adıyla fotoğraf stüdyosunu kurarak ilk Türk fotoğrafçısı unvanını alan Hasan Behçet’in mesleğini devam ettiren yeğeni Yılmaz Oğul, yıllarca yaptığı renksiz rötuşlu fotoğraf sanatını bırakarak dijital teknolojiye geçti. Hasan Behçet, küçüklükten beri fotoğraf sanatını icra etmek ister. Dönemin şartları el vermediği için hayallerini süsleyen fotoğrafçılık mesleğinden uzak kalır. Ancak fotoğraf sevgisini bastıramaz. Çevresindeki vatandaşların da tepkisini göze alarak 1908 yılında Ermeni asıllı fotoğrafçı Garabet Solakyan’ın yanında kalfa olarak işe başlar. Behçet, mesleği öğrendikten sonra kendi stüdyosunu kurarak ilk Türk fotoğrafçısı unvanını alır. Konya’da kurduğu fotoğraf stüdyosunda elektrik olmadığı için güneş ışığında çektiği fotoğrafları, basım için ise Viyana’ya gönderir. Bu dönemde Avrupa’ya gönderilen filmlerin çok uzun zaman sonra geriye dönmesi büyük bir sıkıntı oluşturur. Plastik negatif döneminin başlamasından sonra Türkiye’de de baskı merkezleri kurulur. Kurulan karanlık odalarda titizlikle çekilen ve banyosu yapılan fotoğraflar, elle rötuşları yapıldıktan sonra sahiplerine teslim edilmeye başlanır. Bir dönem plastik filmle uğraşan Behçet, çocuğu olmadığı için mesleği kardeşi Ahmet Oğul’a devreder. Oğul, kardeşinden aldığı mesleği yaklaşık 30 yıl sürdürdükten sonra kendi oğlu Yılmaz Oğul’a devreder. Aile mesleğini devralan Yılmaz Oğul, amcası ve babasından kalan fotoğrafçılık mesleğini en iyi şekilde sürdürmek için kolları sıvar. İlk Türk fotoğrafçısı olması ve müşterilerine kaliteli fotoğraf verme konusunda titizlikleri konusunda nam saldıklarını anlatan Yılmaz Oğul, “Amcam hiçbir müşterisine rötuşsuz fotoğraf vermezdi.” şeklinde konuşuyor. Fotoğrafçılık alanında ilk savaş dijital fotoğraf makineleri ve filmli fotoğraf makineleri arasında başladı. Kullanım alanını sürekli genişleten ve kalite açısından da her gün filmli makinelerle yaklaşmaya başlayan dijital foto makineleri zamanla filmli makinelerin yerine geçmeye başladı. İlk savaşı amatör fotoğrafçılıkta rahatlıkla kazanan dijital teknoloji şimdi de profesyonel fotoğrafçılıkta film teknolojisinin önüne geçmeye başladı. Her ne kadar dijital fotoğrafçılık kalite olarak negatif ve diayı tam olarak yakalamış olmasa da çok kısa bir zaman sonra aradaki farkı kapatarak öne geçmesi bekleniyor. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte işlerinde hızlı bir düşüş başladığını dile getiren Oğul, buna rağmen karanlık oda çalışmalarından hiç vazgeçmiyor. Zahmetli olmasına rağmen sanat olarak nitelendirdiği stüdyo fotoğrafçılığını devam ettirmek konusunda kararlılığını koruyan Oğul, özellikle siyah beyaz fotoğraf çektirmek isteyen özel müşterilerinin olduğunu anlatıyor. Zahmetli olmasının yanında masraflı olan negatifli fotoğraf işinden vazgeçmemek için aile yadigarını korumak için fiyatları olabildiğince düşüren Oğul, buna rağmen müşterilerini elinde tutmakta çok büyük zorluk çektiğini anlatıyor. Oğul, “Gelişen dijital ortam birçok yeniliği beraberinde getirdi. Çok kısa bir süreyle fotoğraflar çıkartılıyor. Ayrıca fotoğraflar üzerine değişik fonlar eklenebiliyor. Fotoğrafta kişiye makyaj yapma imkanı var. Ayrıca maliyeti düşük olduğundan müşteriler de fotoğrafçılar da dijital teknolojiye geçince ben de bu kervana katılmak zorunda kaldım.” diyor.
BOSTAN CEMİLOĞLU
07/08/2005
Önce cam negatiflerle başlayan ve sonra renksiz ve renkli plastik negatiflerle devam eden fotoğrafçılık sanatı her geçen gün daha hızla büyüyen dijital teknolojiye karşı kalelerini bir bir kaybediyor. Ekonomik zorluklar ve teknolojinin getirdiği kolaylık karşısında daha fazla direnemeyen fotoğrafçılık sanatında, negatifler yerini hafıza kartlarına bırakıyor. Türkiye’de bir Türk vatandaşının açtığı ilk fotoğraf stüdyosu olan Behçet Fotoğrafçılık dijital teknolojiye karşı verdiği savaştan yenik ayrıldı. Kendi adıyla fotoğraf stüdyosunu kurarak ilk Türk fotoğrafçısı unvanını alan Hasan Behçet’in mesleğini devam ettiren yeğeni Yılmaz Oğul, yıllarca yaptığı renksiz rötuşlu fotoğraf sanatını bırakarak dijital teknolojiye geçti. Hasan Behçet, küçüklükten beri fotoğraf sanatını icra etmek ister. Dönemin şartları el vermediği için hayallerini süsleyen fotoğrafçılık mesleğinden uzak kalır. Ancak fotoğraf sevgisini bastıramaz. Çevresindeki vatandaşların da tepkisini göze alarak 1908 yılında Ermeni asıllı fotoğrafçı Garabet Solakyan’ın yanında kalfa olarak işe başlar. Behçet, mesleği öğrendikten sonra kendi stüdyosunu kurarak ilk Türk fotoğrafçısı unvanını alır. Konya’da kurduğu fotoğraf stüdyosunda elektrik olmadığı için güneş ışığında çektiği fotoğrafları, basım için ise Viyana’ya gönderir. Bu dönemde Avrupa’ya gönderilen filmlerin çok uzun zaman sonra geriye dönmesi büyük bir sıkıntı oluşturur. Plastik negatif döneminin başlamasından sonra Türkiye’de de baskı merkezleri kurulur. Kurulan karanlık odalarda titizlikle çekilen ve banyosu yapılan fotoğraflar, elle rötuşları yapıldıktan sonra sahiplerine teslim edilmeye başlanır. Bir dönem plastik filmle uğraşan Behçet, çocuğu olmadığı için mesleği kardeşi Ahmet Oğul’a devreder. Oğul, kardeşinden aldığı mesleği yaklaşık 30 yıl sürdürdükten sonra kendi oğlu Yılmaz Oğul’a devreder. Aile mesleğini devralan Yılmaz Oğul, amcası ve babasından kalan fotoğrafçılık mesleğini en iyi şekilde sürdürmek için kolları sıvar. İlk Türk fotoğrafçısı olması ve müşterilerine kaliteli fotoğraf verme konusunda titizlikleri konusunda nam saldıklarını anlatan Yılmaz Oğul, “Amcam hiçbir müşterisine rötuşsuz fotoğraf vermezdi.” şeklinde konuşuyor. Fotoğrafçılık alanında ilk savaş dijital fotoğraf makineleri ve filmli fotoğraf makineleri arasında başladı. Kullanım alanını sürekli genişleten ve kalite açısından da her gün filmli makinelerle yaklaşmaya başlayan dijital foto makineleri zamanla filmli makinelerin yerine geçmeye başladı. İlk savaşı amatör fotoğrafçılıkta rahatlıkla kazanan dijital teknoloji şimdi de profesyonel fotoğrafçılıkta film teknolojisinin önüne geçmeye başladı. Her ne kadar dijital fotoğrafçılık kalite olarak negatif ve diayı tam olarak yakalamış olmasa da çok kısa bir zaman sonra aradaki farkı kapatarak öne geçmesi bekleniyor. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte işlerinde hızlı bir düşüş başladığını dile getiren Oğul, buna rağmen karanlık oda çalışmalarından hiç vazgeçmiyor. Zahmetli olmasına rağmen sanat olarak nitelendirdiği stüdyo fotoğrafçılığını devam ettirmek konusunda kararlılığını koruyan Oğul, özellikle siyah beyaz fotoğraf çektirmek isteyen özel müşterilerinin olduğunu anlatıyor. Zahmetli olmasının yanında masraflı olan negatifli fotoğraf işinden vazgeçmemek için aile yadigarını korumak için fiyatları olabildiğince düşüren Oğul, buna rağmen müşterilerini elinde tutmakta çok büyük zorluk çektiğini anlatıyor. Oğul, “Gelişen dijital ortam birçok yeniliği beraberinde getirdi. Çok kısa bir süreyle fotoğraflar çıkartılıyor. Ayrıca fotoğraflar üzerine değişik fonlar eklenebiliyor. Fotoğrafta kişiye makyaj yapma imkanı var. Ayrıca maliyeti düşük olduğundan müşteriler de fotoğrafçılar da dijital teknolojiye geçince ben de bu kervana katılmak zorunda kaldım.” diyor.
BOSTAN CEMİLOĞLU
07/08/2005