Paris'te İki Gün: İnterrail Notları

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan skyconqueror1907 Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 0
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 2,074

skyconqueror1907

Yeni Üye
Mesajlar
12
Tepkime Puanı
0
Paris
Blog linki [diğer şehirlerle ilgili yazılarıma da ulaşılabilir]: http://555sehirvefelsefe.blogspot.com/2013/03/7-paris.html
Paris'i nasıl gezmek gerekir diye bilgi, öneri vs. isteyen olursa seve seve yardım etmek isterim.
Yazı başlıyor....


Interrail’e çıkmadan önce gezmeyi en çok istediğim şehirlere mektup yazmıştım. Paris bu şehirlerden biriydi. Oraya gezimi anlatmadan önce, bu mektubu paylaşmak isterim [siz de yazın tavsiye ederim, böylece hem gitme arzunuzu tetikliyorsunuz hem de gittiğinizde gördükleriniz ile beklentileriniz arasındaki farkı görebiliyorsunuz]:
“Paris,
Nazım’dan dinlediğim oldu seni, Hemingway’le (A Moveable Feast kitabı) sokaklarında dolaştım ve sonra nice şairlerden duydum methini. Giden dostlarım oldu, yanıp sönen flaşlar oldu, kamera kayıtlarını izledim, filmlerle yeniden sokaklarına döndüğüm oldu.
Sen ne kadar Paris olsan da, senden öte bir Paris var insanların zihninde. Modam Bovary’nin Paris’i gibi bu, televizyonun, kağıdın, kalemin Paris’i…İçinde miskin bir nehir akan, hafif yosun kokulu, biraz burnu havada bir Paris görmeyi bekliyorum.
Ve bakalım tekmil bütün yazarlarımıza, şairlerimize lirik yazılar, şiirler yazdın bu şehrin hikmeti neymiş. Eyüboğlu’nu görürüm belki ya da Nazım Hikmet’i Sen Nehri’ne dalmış memleketini düşünürken. Kimbilir belki Cemal Süreya, Cahit Sıtkı, Orhan Veli… ve dili Fransızca’ya dönen her şairimiz bir yaz tatiline çıkmıştır ben oradayken. Serin bir taş bulup üzerine oturduğumda, hayallerime girerler belki. Fısıldayan rüzgarda şiirlerinin melodilerini duyarım hatta. Paris’te rüzgar eser mi? Esmez mi? Fikri ilginç geliyor, fazla idealize etmişiz herhalde Paris’i…
Güzel bir Akdeniz selamı ile geçsin günlerim. Akdeniz estetiği Paris’e de uğramıştır muhakkak. Ayrı bir güzellik katmıştır ona. Tanımak, görmek isterim. Paris insanlarını da tanımak isterim, onların fısıltıları, sırları taşıyacak beni, Paris’in gerçekliğine. Az kalsın unutuyordum, Victor Hugo’nun referansı ile çalacağım kapını. Az mı eşlik ettik J. Valjen’a?”
[16.06.2011]

Paris’e ondan keyif almak için gidilir. Ne yaparsan yap, ne görürsen gör, onu seversin. Ben sevdim, bir buçuk güncük kalabildik, yetmedi zaman; bir daha gelmek için söz verdim Paris’e. Amsterdam’dan sonra Antwerp üzerinden Paris’e geçtik, gün batarken, trenimiz Paris banliyölerini selamlaya selamlaya Gare du Nord’a girdi.
Banliyölerdeki çirkinlik ve düzensizlik elbette görmeyi umduğumuz Paris’in resmini çizmiyordu, ama Paris’in yükünü bu banliyölerde yaşayan insanlar sırtlamıştı bu gerçekti. Maalesef buradaki insanlar, görünmek istenmeyen Paris’in temsilcileri olarak kalacaklar. Tren çevresindeki duvarlara çizdikleri grafitilerle bizlere bir şeyler anlatmaya çalışacaklar, biz anlayamayacağız. Paris’in Sirap’ı.
Trenimiz Gare du Nord’a girdi ve işte artık geçmiş yüzyılların en büyük emperyalist devletlerinden birinin kalbindeyiz. Üstüne en çok titrenen, en sevilen, en çok bilinen ve en çok özlenen şehir Paris… İçimizdeki keşfetme arzusu, bizi gezip görmek için kamçılasa da birer kamçıyı da yorgunluğumuzdan ve sırtlarımızdaki 10 kiloluk çantalardan yiyorduk. O yüzden bütün merakımıza rağmen önce kalacağımız otele gitmeye karar verdik. Biraz uğraşıp oteli bulduk [Bir aranot vermeden geçemeyeceğim, Fransızların İngilizce konuşmayı reddettiği ve pek yardım sever olmadığı söylense de İngilizce olarak adres sorduğumuz bir çift, bize adresi söylemekle kalmadılar, gideceğimiz yere kadar bize eşlik ettiler, gezmenin bir güzelliği de önyargıları test etme şansı bulmak]. Henüz Paris’i meşhur kılan hiçbir şeyi ucundan da olsa görmemiştik. Adını bin bir türlü yerde duyduğunuz bir şehrin içinde olduğunuzu bilmek heyecan verici ve tuhaf!
Akşam otelde biraz dinlendik. Sonra en azından çevremizi gezelim, yemek yiyecek bir yer bulalım diye dışarı çıktık. La Republique diye bir mahallede kalıyorduk. Sokaklar pek tenhaydı, açık yer sayısı azdı ve açık olan yerler bizim için inanılmaz pahalıydı. Bulabildiğimiz en az pahalı yere geçip yemek yedik. Sonra otele döndük. Yarınki duyu şölenine bedenimizi ve ruhumuzu hazırlamak için erkenden uyuduk.
***
I. Gün
Ve Paris’e uyanılan bir sabah! Otelden çıkıp Paris’e atılan bir adım! Solunan Paris havası!
Otelden Paris haritasını aldık. Güneşli güzel bir günün sabahında Paris’i adımlamaya başladık. Önce Gare de Lyon’a gidip sonraki seyahat noktamız olan Barselona’ya tren rezervasyonu yaptırmamız gerekiyordu [Interrail biletiniz olsa da ülkeler arası trenlerde rezervasyon yaptırmanız gerek]. Temiz ve oldukça düzenli sokak ve caddelerde yürüye yürüye gara gidip işimizi hallettik. Yol boyunca Paris’in o güzel ve düzenli neo-klasik cepheli evlerine hayran hayran baktık. III. Napolyon, 1850’lerde Paris’in merkezini tamamen yıktırıp yeniden inşa ettirir. Caddeler sokaklar genişletilir, düzenli hale getirilir. Amaç şehri güzelleştirmek gibi görünse de ikinci bir amaç daha vardır, ordu birliklerinin şehir içinde rahat hareket etmesini sağlamak! Fransa’nın ilk devlet başkanı ve son monarşı Napolyon, askeri nizamla, Paris’i güzelleştirmiş. İlginç bir ayrıntı…
Paris’i gezmek için seçtiğimiz yöntem: ayakbüs! Madem her tarafı güzel bir şehirdeydik, o halde yürüye yürüye gezelim, her yeri diye kararlaştırdık[tabii metroya para vermek istemememizin de payı vardı ].Elimizdeki haritadan, Gare de Lyon’dan Sen Nehri’ne en kolay çıkabileceğimiz yolu bulup Sen Nehri kıyısına indik. 10-15 dakika yürüyüp nehir kıyısına ulaştık, bütün görülecek güzel yerler nehir kıyısında olduğu için mantıklı bir rota izleyip görmek istediğimiz çoğu yeri görebilecektik. Sırasıyla Sen Nehri kıyısındaki sahaflar, Notre Dame Katedrali, Louvre Müzesi, Lüksemburg Bahçesi, Eiffel Kulesi ve Şanzelize’deki Zafer Takı’nı tek günde görmek niyetindeydik [başka çaremiz yoktu çünkü önümüzdeki bir hafta boyunca sadece sonraki günümüze Barselona treninde yer vardı].
Sen Nehri kıyısına gelince beni bir mutluluk kapladı, işte kafamdaki Paris’in resmi dedim, hoş insanlar her yerde, hallerinden memnun, mutlu görünüyorlar. Yaşlı amcaların ceplerinde kitaplar gördüm, ilginç geldi. Kafelerde oturan, yürüyen, duran insanlar hep sakindi, huzurluydu. Hayat burada bütün güzelliği ile gerçekleşiyor olmalı. En azından Paris merkezi böyle; çeperde tam tersidir muhakkak.
Artık Sen Nehri boyunca, nehrin rehberliğinde yürüyorduk. Önce Arap Dünyası Enstitüsü dikkatimizi çekti, ona yakın bir yerde sahafları gördük, kitapları karıştırdık, vintage eşyalara baktık, kendi kendime güldüm, demek Türkiye’deki vintage-insanların imalat merkezi bursaydı 
Sonra adını hatırlayamadığım kocaman bir parka geldik, içinde dev bir botanik bahçesi, bahçede dünyanın her yerinden getirilmiş bitkiler… Yanında bir hayvanat bahçesi, içinde dünyanın her yerinden getirilmiş hayvanlar… Birazdan bu izlenimlerin kafamda oluşturduğu tezi belirteceğim.
Bu parkı şöyle bir gezip Notre Dame Katedrali’ne doğru devam ettik, bu arada Eiffel Kulesi’ni de ucundan görmeye başlamıştık artık. Keyifle biraz daha yürüyüp o meşhur İle de la Cite’e geldik, nehrin içindeki bu adada Notre Dame (Meryem Ana) Katedrali var. Gotik katedral’in içine girmeme kararı aldık [ana hedefimiz Louvre Müzesi’ydi], dışarıdan seyrettik. Quasimodo’nun çaldığı çanlara bakıp hikayeyi geçirdim aklımdan. Bir dahaki sefere burayı iyi gezmek lazım, dedim kendi kendime.
Ve sonra biraz daha yürüyüp Louvre Müzesi’ne geldik. O kadar kocaman bir saraydı ki girişini bulmamız 15 dakikamızı aldık. Aman yarabbi! Hayatımda böyle bir müze görmemiştim! Dünyanın en büyük sanatçılarının eserleri, en eski medeniyetlerin kalıntıları, her kıta insanın ellerinden çıkanlar… her şey ama her şey bu müzedeydi. Bana dünyanın özeti nedir, diye sorsalar, Louvre Müzesi derim herhalde. Tezim şu: Eski sömürgen Fransa, bütün dünyayı (dünya varlıklarını) Paris’te toplamaya çalışmış: bütün bitkiler botanik bahçesinde, bütün hayvanlar hayvanat bahçesinde, bütün insan yapıtları Louvre Müzesi’nde, dünyanın her yerinden insanlar Paris sokaklarında… Egemen güdüsü bu galiba, her şeyi kendine yakın yerde toplamak!
Louvre Müzesi harika bir yer, evet, dünyayı buraya meşru yollarla toplamadıkları aşikar! Türkiye’den kaçırılan eserleri de gördüm, başka başka yerlerden çalınan binlerce eseri de. Her bir parçanın ayrı ayrı hikayesi vardır eminim, tek tek dinlemek isterdim hepsini; ömür yetse…
Gördüğüm eserleri tek tek anlatmaya ne mecalim var, ne de gerek var… İçimi dolduran hisleri anlatayım, sonra siz gidince hissettiklerinizle kıyaslarsınız. Louvre girince içim korku ve hayretle doldu. Korku nereden çıktı diyeceksiniz. Sanatın en güçlü haliyle karşı karşıyaydım. Gördüğüm her eserde (resim, heykel, vs.) zihnime hücum eden düşünceler ve duygular beni korku dolu bir karmaşaya sürüklediler. O anlarda, düşünülebilecek her şey zihnimdeydi: ölüm, yaşam, sonsuzluk, sonluluk, dün, bugün, yarın, ötemizdeki, içimizdeki... Sanatın gücüne hayret ediyor insan!
Saatlerce gezdik Louvre Müzesi’ni, merdivenleri defalarca indik, çıktık: Afrika, Latin Amerika, Asya, Güneydoğu Asya, Avrupa, Amerika… Bütün dünya eserlerini görmüş olduk. Karşılaştırmalı antropoloji dersinde gibiydik. İnsan her kıtada yaşamış, yaşıyor, bulunduğu çevre ile ilişkiye girmiş ve yaratabildiği en çarpıcı eserleri yaratmış. Yaratmış ve kimi zaman yarattıklarına tapmış!
“Daha yeni başlamıştık!” hissiyle 5-6 saat sonra müzeden çıktık, gün batmak üzereydi. Daha meşhurlar meşhuru Eiffel Kulesi vardı, fakat önce Lüksemburg Bahçesi! Paris’e gidip uzun süre kalacak her insan, en az bir gününü Lüksemburg Bahçesi’nde geçirmelidir! Bizim için bulması biraz zor oldu ama sizler Paris’in harika metro ağını kullanarak rahatça gidebilirsiniz, biz ayakbüs seviyoruz!  Lüksemburg Bahçesi peyzajı harika yapılmış, müthiş bir park. Güzel bir havuzu var, havuz çevresine tek tek sandalyeler koyulmuş. Bank değil, sandalye! İnsanlar oturmuş güzel güzel kitap okuyorlardı. İnsan buraya gelip “hiç yapmalı”. Oturup hiçbir şey düşünmeden, dinlenmeli.
Harita hayat kurtarır! Ara sokaklardan geçe geçe Eiffel Kulesi’ne doğru gittik; fakat karşısında şarap içip gezimizi kutlamayacaksak, Eiffel’e gitmenin ne anlamı vardı? Şarap ve bardak aldık, yolumuza devam ettik. Ve son sokağı da geçip meşhurların meşhuruna ulaştık! Daha önce o kadar çok görmüştük ki tanıdık bir yerde hissettim kendimi, tepesine çıkma niyetimiz yoktu, kuleyi boydan görebileceğimiz, Sen Nehri kıyısında bir yerde oturduk. Güzel güzel şarabımızı içtik, artistik cam kadehlerde değildi ama şarap aynı şarap  Etrafımız inanılmaz derecede turistikti, o yüzden fazla durmadık. Zafer Takı’na doğru yürüyüşe geçtik, bedenimiz yorulmaya başlamıştı artık. Zafer Takı’na gittik, fotoğraf çekildik, Şanzelize üzerindeki aşırı lüks mağaza ve mekanlar bize göre değildi zaten. Oradan metroya atlayıp otelimize döndük, saat gece yarısına yaklaşıyordu. 100 yıllık Paris metrosu sağolsun, 5-10’da otele geldik. Gün boyu gördüklerimizle doyacağız sanıp pek bir şey yememiştik, yemek yiyip uyuduk; Paris’in gecesini görmek ilginç olabilirdi.
Sonraki gün öğleden sonra Barselona’ya trenimiz kalkacaktı, sabah en azından Sacre Coeur’ü görelim dedik. Bu sefer yürümedik, metroyla hızlı bir şekilde Sacre Coeur’e geldik. Sacre Coeur(Kutsal Kalp) Bazilikası bütün Paris’i yukarıdan gören, Hindistan’daki Tac Mahal’i andıran ilginç bir dini yapı. Oradan Paris’i seyretmek güzel bir deneyimdi. Tabii sırtımızda interrail çantalarıyla oraya çıkmak durumunda kaldık çünkü ordan sonra istasyona gidecektik. Kas yaptık herhal.  Sanatçılarıyla ünlü Montmartre Mahallesi’nde biraz gezip istasyona geçtik. Paris yolculuğu da böylece bitti.
Paris gezim yarım kaldı. İstediğim gibi Paris’in dokusuna nüfuz edemedim; öne çıkan yerleri gezebildik sadece, çok az insanla konuşabildik, ara sokaklardaki kafelere giremedik, girip şarap yudumlayıp tartışamadık, akordeon dinleyemedik, Paris’in öteki yüzünü bize gösterebilecek insanlarla arkadaşlık edemedik, yarım kaldı yarım; yarım kalması, gelecekteki gezilere bir davetiyeydi. Yine döneceğim sana, Paris!
“Paris” adı nereden geliyor diye merak edersinizdir. Vikipedi’den alıntıdır:
“Paris adını Galya halklarından Parisii lerden almaktadır. "Paris" aslında Romalıların "Lutetia" yerine kullandıkları "Civitas Parisiorum" (Parisiilerin şehri) adının zamanla değişmesi sonucu oluşmuştur. Paris aynı zamanda şehrin etrafındaki yöreye de ("Parisis") verilen isim olmuştur. Cormeilles-en-Parisis ve Fontenay-en-Parisis gibi şehirlerin isimlerinde buna rastlanır. Bu adın kaynağı tam olarak bilinememektedir. Paris bölgesinde çokça bulunan taş ocaklarına istinaden Galce "kwar" (taş ocağı) kelimesinden geliyor olabilir. Başka etimolojilerde önerilmiştir. Pierre Hubac ve Cheikh Anta Diop'a göre, Parisiilerin adı Mısır tanrıçası İsis'ten gelmektedir çünkü Paris bölgesinde İsis'e adanmış birçok tapınak ya da Eski Mısır dilinde "per Isis" bulunmaktaydı. Bir efsane de Paris adını dalgalar altında kalıp denize batan efsanevi Ys şehriyle birlikte anar. Maurice Druon "Paris de César à Saint Louis" (Sezar'dan St.Louis'ye kadar Paris) adlı kitabında Paris adının Galce "par" (gemi) sözcüğünden geldiğini iddia eder. Şekli gemiye benzeyen, su üzerine kurulmuş, geçimini suya borçlu olan ve ismini de belki sudan almış olan bir şehir. Bir ada olan Lutèce'in refahı "gemiciler" tarafından sağlanıyordu ve bu gemicilerin sembolü olan gemi de şehir armasını oluşturmuştur.”

[14 Ağustos 2011’de yazılan defter notlarına 3 Mart 2013’te eklenenlerle oluşturulmuş bir yazı]
 

Etiketler
Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,425
Mesajlar
1,517,792
Kayıtlı Üye Sayımız
172,071
Kaydolan Son Üyemiz
kalenbuk

Çevrimiçi üyeler



Geri
Üst