Ynt: Tanışma Bölümü (Karavan)
Merhaba Orsaalabanda,
Tekne ile ilgili ( ki bende bir tekne hayal ediyorum) aşağıdaki yazı konuya başka açıdan bakmamızı sağlayacaktır diye düşünüyorum.
Selamlar
Ahmet Oral
BİR TEKNE HİKAYESİ…..
Niye hayallerimiz sükut-u hayal?
İnsanlar niye bir tekne sahibi olmak isterler? Dürtüleri sadece sahip olma isteği midir? Ya da etrafının dolduruşa getirmesi midir? Konuya hangi yaklaşımla bakmaktadırlar? Niye “en iyi yat arkadaşının yatıdır” da kendi yatınız değildir. Niye “bekarlık sultanlıktır” da evlilikler mutsuzluklarla doludur? Niye insanlar her geçen gün göreceli refahları arttıkça daha mutlu gibi görünen mutsuzlar olarak çoğalmaktadır. Bu konular ve binlercesi arasında bir bağ mı vardır? Temel bir hata mı yapılmaktadır?
Biz hepimiz modern denilen dünyamızda yaratılan fiziksel, psikolojik vs. ortamın etkisindeyiz, hatta kıskacındayız. Bazı problemleri birey olarak diğer bireylerden daha fazla hissediyoruz, bu problemlere daha öncelikler veriyoruz. Daha öncelik verdiğimiz problemleri de aynı kısır döngünün içerisinde, zaten bizi bu noktaya getiren farkına varmadığımız şartların etkisinde çözmeye çalışıyoruz. Sonuç, genellikle başka problemler yaratmak şeklinde veya çözümsüzlükler, tatminsizliklerle noktalanıyor…
“if you do what you always did, you will get what you always got “
“Eğer her zaman yaptığınızı yaparsanız, her zamanki sonuca ulaşırsınız” …
Her zaman yaptığımızı, aynı bakışı, aynı çözüm yaklaşımlarını kendimize yeni imiş gibi kabul ettirdiğimizi bir anlayabilsek çok şey değişirdi hayatımızda …
Bu sebebden problemin kaynağının anlaşılması, ihtiyacın (amacın) doğru tespitinde önemli olmaktadır.
Niye gerçek ihtiyaçlarımızı tespit edemiyoruz?
"Necessity is not a fact, it's an interpretation." Friedrich Nietzsche.
“Gereklilik bir gerçek değil bir yorumdur” diyor Friedrich Nietzsche.
İhtiyaçlarınızı tam belirleyip, doğru yorumlayın ki, en iyi tekne arkadaşınızınki olmasın…
Çocukluğum tek katlı bahçeli müstakil bir evde kediler, köpekler, tavuklar vs. ile geçti. Bütün bu hayvanlar hayatımın dışında ama bu dünyaya ait olan unsurlar olarak kalmışlardır. Şimdi ise kedisi ile, köpeği ile aşk yaşayan insanlar görüyoruz. O zamanlar bu aşkı biz insan ilişkilerinde bulabiliyorduk. Şimdi sevgiyi evcil hayvanlardan medet umar hale geldik. Benim yaşadığım köyde kimse hayvanlarla sarmaş dolaş değil. Çünkü yanlarında zaten torunları çocukları oynamakta. Ama Avrupa normlarına göre hane başına düşen evcil hayvan sayısında en gerideyiz. Ne gam! Bizim sevecek torunlarımız, en azından toplumun çoğunluğu için yanında şimdilik. Hala çocukların çoğunluğu 3 yaşında ana okullarına sabahın köründe servislerle nakledilmiyorlar.
Benim çocukluğumun yazları deniz kıyısında geçerdi. Tekneler hayatımın dışında duran bu dünyaya ait unsurlar olarak kalmışlardır. Mahmut Konuk’un bir Kotrası vardı. Bugünkü anlamda küçük yelkenli bir tekne idi. Denizin üzerindeki mavnalar, Tratalar, fazla bir şey ifade etmiyorlardı. Bunlar da hayatımın dışında idiler.
Durup dururken sevecek halim yok tu ki bu unsurları. Balıkçılık yapan deniz ile haşır neşir olan insanlar da vardı. Onlar için başka anlam yüklüydü deniz.
Peki niye sevmeye başladık tekneyi, denizi her geçen gün. Niye üzülüyoruz daha fazla sevdiremedik insanlara denizi diye …Niye AB normlarına göre tekne sayısı az diye üzülüyoruz. AB normlarına ulaştığımızdaki nokta neyi ifade edecek? Çocukları okula gönderip kedileri, köpekleri sevdiğimizi mi ifade edecek bu norm. Ya da en doğal çocuk sahibi olma içgüdüsünün artan maliyetlerden dolayı baskı altına alınması mıdır bizi bekleyen gelişmişlik normu…
Yaşadığımız gerçekten bir gelişme mi?
Ben bu istatistiki karşılaştırmalara anlam veremiyorum. Bireysel manada seçimlerimizi değiştirmemizin arkasındaki itici güç, gelişen! dünyanın dayattığı, acaba kaybettiğimiz değerlerin yerlerine bir şeyler koyma arayışı mı? Aslında sağlıksız bir arayış mı? Acaba kapitalist ekonomi kaybettirdiği elimizdeki olanakları, ambalajlayıp daha albenili olarak tekrar bize mi satıyor. Yani bulamadığımız sevgiyi kediler, köpeklerden mi bulmaya çalışıyoruz, üzerimizdeki ağır stresten kaçmak için mi kendimize tekneleri arkadaş tutuyoruz. Adam başına düşen tekne sayısının artmış olması gelişme göstergesi midir? Yoksa kapitalist sistem yarattığı bu sıkıntılardan tekne satarak bir kere daha mı kar sağlamaktadır?
Anlayamadığımız bir dünyada kontrolün bizde olması mümkün müdür?
İçinde bulunduğumuz şartları kavramadan, amaçlarımızı doğru yönlendirmemiz mümkün olmadığından hep yanlış amaç koyup, nerede yanlış yaptığımızı bile anlayamadığımızdan bir kör dövüşü sürdürüyoruz…Bu sebebden başarısızlıklarımızdan ders bile çıkarabilecek durumda değiliz çoğu zaman.
Hayatımızdaki problemleri tepki vererek değil de sistematik olarak çözmek mümkün mü?
Hayatımda tekne olgusu yokken bilmediğim bu konuya nereden girdim, ne idi benim dengemi bozup, çatışma yaratan, harekete geçiren çelişki…
Zamana endeksli, yarışmacı, kıyaslamacı yaşam felsefesinin insanları ve beni mutsuz yaptığını üniversite çağlarında farkettim. Öbür yandan kapitalist sistemin başarı mantığında da bu yaklaşım yatıyordu. Benim çözümüm profesyonel hayatta, zamana gereksiz sınırlamalar koymadan, zevk alarak çalışmak, ama bu arada kaliteyi yukarı çıkarırken maliyeti aşağıya düşürme şeklinde oldu. Bu yaklaşımda maliyeti aşağı düşürme kısmı kapitalist beklenti ile ters düşmediğinden, zamandaki sınırın gevşemesine fazla tepki gelmedi sistemden.Hele bir de zamanı tolare edebilecek bir çalışma alanı seçmişseniz… Bu sayede zaman baskısından kurtularak, hayatımı zaman kalıplarının içersine sokmadan yaşama şansı bulabildim.
Daha sonra marina dünyası ile bir şekilde tanışıp, oradaki insanların stressizliğini anlamaya çalışırken fark ettim ki, yelkenli tekne ile yaşayanlar bu yaklaşımı hayat felsefesi olarak benimsemişler veya benimsemek zorunda kalmışlar veya benimsedikleri için bu işe soyunmuşlar.
Çünkü yelkenlide hedefe şu kadar saatte varma diye bir anlayış yoktur. Kestiremezsiniz. Tabiata bağlısınızdır. Motorunuz olsa da o kadar yavaş yol alırsınız ki hedefe kilitlenmeniz pratik olarak mümkün değildir. Zamanı unutmak ve o anı yaşamak yolculuğun tadına varmak, etrafın kokusunu, tadını, rüzgarını algılamak zorunda kalırsınız. Bu sistematik, benzer şekilde karadaki hayatınıza da yansır. Bu noktada motor yatların konumuzun dışında kaldığının ve böyle bir fonksiyonlarının olamayacağının altını çizmek gerekir. Onlar denizle haşır neşir olamayan deniz araçlarıdır. Birisi doğal bozulmamış bir köyde sevimli ama imkanları kısıtlı bir köy evi iken, diğeri şehrin ortasında bir malikanedir.
Dolayısı ile kapitalist sistemin her geçen gün daha da fazla değerli kıldığı zamanı serbestçe kullanma ritüelini marinalarda yatçıların arasındaki kurtarılmış bu bölgelerde bulabildim.
Bu zaman olgusunun yumuşatılması benim için tekne konusundaki en büyük motivasyondu. Çünkü tehdit eden problemlerden birinin çözümü gibi görünüyordu. Bir hayat felsefesi olarak oturttuğum, zaman baskısından mümkün olduğunca kopuk yaşama felsefesi geliştirebileceğim benim zorlamalarım dışında kendiliğinden oluşmuş bir ortama kavuşacaktım.
Ama başka bir amaç daha vardı gerçekleştirmem gereken… Bir medeniyet kurmak, kendime kurduğum bu medeniyette güzel şeyler yaratarak, güzel şeyler hissederek yaşayabilmekti. Zaten asıl amaç da buydu. Güzel şeyler hissederek yaşamak. Köydeki ev projesi de buydu, diğer yaptıklarımın altındaki ana fikir de buydu. O yüzden zaman, ayağıma engel olarak dolanınca, gündemime girmişti. Zaman stresinden uzak olmak zaten güzel şeyler hissetmenin ön koşuluydu nerede ise…
Güzel yaratıcı şeyler hissetmek için bir medeniyet kurmak gerekiyordu. Bunun için yerleşik düzene geçmek ve bilgi birikimini sağlamak gerekecekti. Aynı zamanda durmadan değişik açılımlar ve yeni heyecanlar ancak insan ilişkileri ile mümkündü ve bu ilişkilerin sağlıklı olması da gerekecekti.
Köydeki ev bu hayallere de temel olacaktı. Ama insan unsuru eksik kaldı. İzole olunca kimse gelmedi. İletişim teknolojinin köy ortamındaki eksikliği de buna eklenince medeniyet yaratma projesi kısıtlı ve insansız olarak gelişmesini olması gerektiği gibi sürdüremedi. Fakat şimdi tekne hem sabit bir yaşam alanı sunuyor, aynı zamanda evini alıp başka bir yere götürebilme imkanı sunuyor, hem de denizin riskli ortamında daha iyi bir dayanışma içindeki, daha uygun hedef kitle ile çalışma imkanı veriyordu…Ayrıca gelişen ucuzlayan teknoloji size her yere ulaşma ve iletişim imkanı verme potansiyelini sunuyordu. Zamanlama da çok iyi görünüyordu. Teknolojinin gelişmesi sürüyordu. Bu arada tekneyle yaşama tecrübesinin oluşması için de zamana ihtiyaç vardı.
Amaç öyle konmalıdır ki ulaşıldığında biten statik bir amaç olmamalı. Yakınlaştıkça size daha heyecanlı açılımlar verebilmeli. Yani amaç heyecan duyarak yaratıcı yaşayabilmek yeni açılımlara ulaşabilmek olmalı. Diğer bir değişle, amaç, amaca giden yolun kendisi olmalıdır. Almanların bir lafı var galiba, “amacımız yolumuz” şeklinde. Bu amaca hizmet edecek o kadar çok yöntem bulabilirsiniz ki, yapacağınız kaynaklarınıza uygun olanı seçmek. Benim yaptığım bu yaklaşımı tekne ile hayata geçirme çabasıdır.
Başarım başta koyduğum amacın doğruluğu ile orantılıdır.
Daha sonra bu amaca ulaşmak için seçtiğim ve anlatmaya çalıştığım yöntemin doğruluğu ile orantılıdır.
Son olarak da ihtiyaç duyduğum kaynakların bulunması ile ilgilidir.
Başarım kısaca benim bakış açımla ilgilidir, problemleri analiz edebilme yeteneğimle, bilgim ile, yaratabileceğim yöntemlerle ilgilidir.
Başarım herkesin sandığının aksine ne kadar param olduğu ile ilgili değildir.
Başarım bu yazdıklarımı sizlerle paylaşabilmemle ilgilidir.
Başarım duyduğum heyecanla ilgilidir…
Haluk Akıltopu