queensland
.The redness of the sky at dawn.
Aşkın Nörolojik Kimyası
Önce hayranlık hissi gelişir, birlikte olmak, görmek büyük haz vermeye başlar. Hayranlık duyulan kişiye karşı ümitler yeşerir, yavaş yavaş aşk oluşmaktadır. Daha sonra kristalleştirme dönemi başlar. Yani dünyadaki tüm güzelliklerin ve iyiliklerin sevilen kişide bulunduğuna inanılır, her şey ve her fikir onu hatırlatır. Sevilen kişi sevenin gözünde yüceldikçe yücelir. Bundan sonraki evre ise şüphe evresidir. Hayranlık yerini endişelere bırakır. ‘Acaba beni sevmiyor mu?’ sorusu sorulur, gerçekleşmeyen ümitler kuşkularla yer değiştirir. En sonunda 2. kez kristalleştirme dönemi gelir. Sevgilide yeni cazibeler keşfedilir ve onsuz yaşanamayacağı düşünülür. Bu duygunun adı; aşktır. Peki bütün bunlar yaşanırken beyin ve sinir sisteminde neler olur, aşkın oluşumunda rol oynayan sinir sistemi yapıları nelerdir?
“Aşkı yaşam felsefesi ya da tarzı olarak gören bir toplumun fertleriyiz. Hemen hemen herkesin mırıldandığı şarkılarda, sohbetlerde sıklıkla kullandığı, uğruna avare olup, varından yoğundan vazgeçebildiği, dünyayı titreten hükümdarları bile ‘Bir gözleri ahuya esir eden’ evrensel bir fenomendir aşk” diyen Nöroloji Uzmanı Abdullah Özkardeş, “Aşkın nörolojik kimyası”nı anlattı.
ÖNCE HAYRANLIK SONRA KUŞKU
Aşkın hayranlık hissi ile başladığını daha sonra kristalleştirme denilen döneme geçildiğini belirten Dr. Özkardeş, sevilen kişinin sevenin gözünde yüceldiği bu dönemi şüphe evresinin takip ettiğini söylüyor. Hayranlığın yerini endişelere bıraktığı bu evrede kuşkular artmasına rağmen ikinci kez kristalleştirme dönemi yaşanıyor. Yani sevgilide yeni cazibelerin keşfedildiği ve onsuz yaşanılmayacağının düşünüldüğü evre...
AŞK ÖLÇÜLEBİLİR
Yoğun romantik aşkın tüm kültürlerde görülebilen, evrensel bir fenomen olduğunu vurgulayan Dr. Özkardeş, romantik aşkın, özellikle erken dönemlerde bazı psikolojik ve fizyolojik özellikleri ve davranışları beraberinde getirdiğini ve bunların ölçülebildiğini kaydediyor:
“Bunlar coşku ve mutluluk, seçilmiş kişiye odaklanan yoğun dikkat, yine seçilen kişi hakkında şüpheli düşünceler veya duygusal olarak ona aşırı bağımlılık, tutku ve aşırı enerji olarak özetlenebilir. Bunlar, bilim adamları tarafından tanımlanabilmekte ve ölçülebilmektedir.
Bazı çalışmalarda, fonksiyonel MR (Manyetik Rezonans) kullanılarak, romantik aşk ile ilgili sinir yapıları incelenebilmiştir. MR yapılırken kişiye sevdiği kişinin fotoğrafları gösteriliyor, daha sonra arkadaşlarının fotoğrafları gösterilerek tekrar MR yapılıyor. Her iki durumda elde edilen sonuçlar kıyaslanabiliyor. Romantik aşk, beyin kabuğunun altında kalan limbik sistem hücrelerinde yani ventral tegmantal alan, ventral striatum ve nukleus accumbens denen bölümlerle ilişkilendirilmiştir. Yoğun aşk duyguları yaşanırken, beynin işte bu bölgelerinde faaliyetler artıyor.”
AŞK, KARIŞIK NÖROBİYOLOJİK BİR OLAY
Aşkı, oldukça karışık nörobiyolojik bir olay olarak tanımlayan Dr. Özkardeş, aşk yaşanırken beynin limbik sisteminde meydana gelen faaliyetleri ise şöyle anlatıyor:
“Aşk duygusu yaşandığında güven, inanç, haz duyma ve ödüllendirme fonksiyonları etkinleşir. Bu fonksiyonlar; oksitosin, vazopressin, dopamin ve serotonin isimli hormonlar aracılığı ile gerçekleşir. Gebelik ve süt verme dönemlerinde farklı etkileri olan oksitosin, duyguları değiştirebilen bir hormondur. Bu hormon sevecenlik ve duygusallık dönemlerinde bol miktarda salgılanır, oksitosin arttıkça aşk duyguları da o paralellikle artar. Stres ve gerginlik dönemlerinde ise oksitosin salgılanması azalır.”
ÇİKOLATA VE KOKAİN GİBİAşk, vücutta tıpkı çikolata ve kokainin yarattığı etkiyi yaratıyor. Romantik aşkın yarattığı uykusuzluk, iştah kaybı gibi bazı davranış özellikleri kokain bağımlılarında görülen davranışlara benzediğini belirten Dr. Abdullah Özkardeş, “Kokain alanlarda da, fonksiyonel MR ile beynin ventral tegmental alanının aktif olduğu gösterilmiştir. Pek çok insanın “En büyük zaafı” olarak bilinen çikolata, yine aynı bölgelerdeki faaliyeti artırır. Yani aşk kısa dönemde çikolata ve kokain gibidir” diyor.
Özkardeş, aşkın uzun dönemdeki etkilerini ise “Stresi azalttığı için aşk zamanla sağlığı koruyor. Aşk duygulanım, dikkat, motivasyon ve hafıza ile ilgili beyin alanlarını da aktif hale getiriyor. Bu yapıların aktifleşmesi ise stresin azalması gibi sonuçlar veriyor ve zamanla beyin üzerinde koruyucu bir etki oluşuyor. Bu nedenle aşk, sağlıklı ve mutlu olmayı uyarıyor” sözleriyle özetliyor.
Önce hayranlık hissi gelişir, birlikte olmak, görmek büyük haz vermeye başlar. Hayranlık duyulan kişiye karşı ümitler yeşerir, yavaş yavaş aşk oluşmaktadır. Daha sonra kristalleştirme dönemi başlar. Yani dünyadaki tüm güzelliklerin ve iyiliklerin sevilen kişide bulunduğuna inanılır, her şey ve her fikir onu hatırlatır. Sevilen kişi sevenin gözünde yüceldikçe yücelir. Bundan sonraki evre ise şüphe evresidir. Hayranlık yerini endişelere bırakır. ‘Acaba beni sevmiyor mu?’ sorusu sorulur, gerçekleşmeyen ümitler kuşkularla yer değiştirir. En sonunda 2. kez kristalleştirme dönemi gelir. Sevgilide yeni cazibeler keşfedilir ve onsuz yaşanamayacağı düşünülür. Bu duygunun adı; aşktır. Peki bütün bunlar yaşanırken beyin ve sinir sisteminde neler olur, aşkın oluşumunda rol oynayan sinir sistemi yapıları nelerdir?
“Aşkı yaşam felsefesi ya da tarzı olarak gören bir toplumun fertleriyiz. Hemen hemen herkesin mırıldandığı şarkılarda, sohbetlerde sıklıkla kullandığı, uğruna avare olup, varından yoğundan vazgeçebildiği, dünyayı titreten hükümdarları bile ‘Bir gözleri ahuya esir eden’ evrensel bir fenomendir aşk” diyen Nöroloji Uzmanı Abdullah Özkardeş, “Aşkın nörolojik kimyası”nı anlattı.
ÖNCE HAYRANLIK SONRA KUŞKU
Aşkın hayranlık hissi ile başladığını daha sonra kristalleştirme denilen döneme geçildiğini belirten Dr. Özkardeş, sevilen kişinin sevenin gözünde yüceldiği bu dönemi şüphe evresinin takip ettiğini söylüyor. Hayranlığın yerini endişelere bıraktığı bu evrede kuşkular artmasına rağmen ikinci kez kristalleştirme dönemi yaşanıyor. Yani sevgilide yeni cazibelerin keşfedildiği ve onsuz yaşanılmayacağının düşünüldüğü evre...
AŞK ÖLÇÜLEBİLİR
Yoğun romantik aşkın tüm kültürlerde görülebilen, evrensel bir fenomen olduğunu vurgulayan Dr. Özkardeş, romantik aşkın, özellikle erken dönemlerde bazı psikolojik ve fizyolojik özellikleri ve davranışları beraberinde getirdiğini ve bunların ölçülebildiğini kaydediyor:
“Bunlar coşku ve mutluluk, seçilmiş kişiye odaklanan yoğun dikkat, yine seçilen kişi hakkında şüpheli düşünceler veya duygusal olarak ona aşırı bağımlılık, tutku ve aşırı enerji olarak özetlenebilir. Bunlar, bilim adamları tarafından tanımlanabilmekte ve ölçülebilmektedir.
Bazı çalışmalarda, fonksiyonel MR (Manyetik Rezonans) kullanılarak, romantik aşk ile ilgili sinir yapıları incelenebilmiştir. MR yapılırken kişiye sevdiği kişinin fotoğrafları gösteriliyor, daha sonra arkadaşlarının fotoğrafları gösterilerek tekrar MR yapılıyor. Her iki durumda elde edilen sonuçlar kıyaslanabiliyor. Romantik aşk, beyin kabuğunun altında kalan limbik sistem hücrelerinde yani ventral tegmantal alan, ventral striatum ve nukleus accumbens denen bölümlerle ilişkilendirilmiştir. Yoğun aşk duyguları yaşanırken, beynin işte bu bölgelerinde faaliyetler artıyor.”
AŞK, KARIŞIK NÖROBİYOLOJİK BİR OLAY
Aşkı, oldukça karışık nörobiyolojik bir olay olarak tanımlayan Dr. Özkardeş, aşk yaşanırken beynin limbik sisteminde meydana gelen faaliyetleri ise şöyle anlatıyor:
“Aşk duygusu yaşandığında güven, inanç, haz duyma ve ödüllendirme fonksiyonları etkinleşir. Bu fonksiyonlar; oksitosin, vazopressin, dopamin ve serotonin isimli hormonlar aracılığı ile gerçekleşir. Gebelik ve süt verme dönemlerinde farklı etkileri olan oksitosin, duyguları değiştirebilen bir hormondur. Bu hormon sevecenlik ve duygusallık dönemlerinde bol miktarda salgılanır, oksitosin arttıkça aşk duyguları da o paralellikle artar. Stres ve gerginlik dönemlerinde ise oksitosin salgılanması azalır.”
ÇİKOLATA VE KOKAİN GİBİAşk, vücutta tıpkı çikolata ve kokainin yarattığı etkiyi yaratıyor. Romantik aşkın yarattığı uykusuzluk, iştah kaybı gibi bazı davranış özellikleri kokain bağımlılarında görülen davranışlara benzediğini belirten Dr. Abdullah Özkardeş, “Kokain alanlarda da, fonksiyonel MR ile beynin ventral tegmental alanının aktif olduğu gösterilmiştir. Pek çok insanın “En büyük zaafı” olarak bilinen çikolata, yine aynı bölgelerdeki faaliyeti artırır. Yani aşk kısa dönemde çikolata ve kokain gibidir” diyor.
Özkardeş, aşkın uzun dönemdeki etkilerini ise “Stresi azalttığı için aşk zamanla sağlığı koruyor. Aşk duygulanım, dikkat, motivasyon ve hafıza ile ilgili beyin alanlarını da aktif hale getiriyor. Bu yapıların aktifleşmesi ise stresin azalması gibi sonuçlar veriyor ve zamanla beyin üzerinde koruyucu bir etki oluşuyor. Bu nedenle aşk, sağlıklı ve mutlu olmayı uyarıyor” sözleriyle özetliyor.