Ynt: Brezilya'dayım, Barreirinhas, Sao Luis, Fortaleza
Öğleden sonra Lençois Maranhenses turumuz için 4x4 cip bizi almaya geldi. Eski bir büyük Toyota’nın kasasına tentelik altında 3 sıra yerleştirilmiş. Bunun üzerinde yolculuk yapacağız. Yolumuz kum tepeleri arasında ve üzerinde geçecek.
4x4’ün üzerine kurulduk. Az sonra nehri bir salla geçtik ve hoplaya zıplaya yolculuğumuz başladı. Derin kumlar ve göletler içinde, arasıra tepecikler çıktığımız için aracımız zaman zaman sağa sola savruluyordu. Off Road’cu arkadaşları kıskandıracak bir yolculuktu diyebilirim.
Ağaçlıklı bölgeler bitti ve bir süre sonra krem rengi kumların, kum tepelerinin arasında park ettik. Çevrede 5-6 cip daha vardı.
Rehberimiz Claudio epey konuşkandı ve bize çevre hakkında bilgiler verdi. Tepelere tırmanmaya başladık. Terliklerimizi araçlarda bırakmıştık, çünkü kum yumuşak ve serindi. Kumları serin tutan ise; sürekli esen sert rüzgârdı. Zaten günün en sıcak bölümü arkada kalmıştı.
Lençois Maranhenses, Maranhao’nun Çarşafları demek oluyor. Dünyada tek örneği olan bir coğrafi oluşumu izlemeye gidiyoruz. Yani 300 km kare büyüklüğünde bu alan kum tepelerinden oluşuyor. Maranhao eyaleti yılın 6 ayında neredeyse aralıksız yağış alıyor. Bu yağışlar sonucu Lençois Maranhenses’de binlerce irili ufaklı tatlı su lagünü oluşuyor. Yağışsız mevsimde bunların bir kısmı kuruyor, büyük çoğunluğu yeni yağışlı mevsime dek dolu kalıyor. Büyük Sahra çölü görüntüsüne sahip ama içinde suyu içilebilen, yüzülebilen binlerce gölcük barındıran bir yer.
Tepelerin üzerinden manzara çok değişikti. Her taraf bembeyaz kum tepeleri ile kaplı, aralarında ise kimi mavi, kimi camgöbeği gölcükler parlıyor. 2 saat boyunca bunların aralarında dolaştık. Kumlardan aşağı sanki doğal kayak yapar gibi iniyor, kumlar bizi taşıyordu. Çıplak ayak ile kaymak çok zevkliydi. Dik yamaçlara tırmanırken ise sürekli spor yapıyor olmanın avantajını hissettik. Lagünler arasındaki geçişlerde suyun içinden yürüdük; beğendiğimiz bir lagünde yüzdük. Suyu tatlı ve sıcaktı. Günbatımı yaklaşmış, kum tepeleri üzerinde kızıllıklar, renk oyunları başlamıştı.
Bizim grup, Kyoto’dan gelen ve İngilizce konuşmaya utanan bir Japon kız ile 3 kişiydik. Rehberimiz Claudio ile devamlı sohbet halindeydik. Brezilya ve futbol hakkında epey konuştuk. Tam bir futbol fanatiği, anlatırken heyecandan nefes hızı artıyor… Futbol gerçekten burada önemli, ama bizdekinden farkı, burada herkes ciddi olarak futbol oynuyor. Halk sporu olarak futbol gerçek bir spor dalı burada, bizdeki gibi sadece seyircilik ağır basmıyor. Claudio ile konuştuklarımızdan bunları çıkardık.
Nehri geçmek üzere Salı beklerken hava kararmıştı. Kenarda bekleyen köylülerden birer tapioca yedik. Tapioca manyok, kasava ya da yuka da denilen ve Venezuela’da da yediğimiz Amazon ormanlarından tüm G.Amerika’ya yayılmış bir yiyecek. Bu köklerden elde edilen kalın undan yapılan gözleme türü bir şeydi. İçine Hindistan cevizi veya peynir koyuyarlardı. Önemli bir tadı yoktu tabii, ama yerli halkın yediği en besleyici şeylerden biri sanırım. İlerki günlerde başka örneklerini de belki göreceğiz.
Otele varınca dinlendik. Bir şeyler yemek için 10 dakikalık yolu köy merkezine doğru yürüdük. Nehir kenarı capcanlıydı. İnsanlar oturmuş bira içiyorlar, yemek yiyorlar, dolaşıyorlardı. Yabancı turist pek yoktu. Bizim bacaklarımız ağrımıştı, yürürken iyice fark ettik bunu. Sahilde herkes gibi dondurmamızı yedik, tabii tapioca’lı dondurmayı da denedik.
Pousadamızda geceyi sivrisinek yüzünden iyi geçirmedik.