Güngör Dilmen’le söyleşi

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan faraklit Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 0
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 3,901

faraklit

Ana Kamp
Mesajlar
51
Tepkime Puanı
1
- Midas’ın Kulakları’ndan başlayalım mı?

- Konularını Frigya mitologyasından aldığım bir üçleme: Midas’ın
Kulakları, Midas’ın Altınları, Midas’ın Kördüğümü ayrı temaları
işliyor, değişik tarihlerde yazıldı. Midas’ın Kulakları ilk oyunum.
1959 yılında bir yarışmada birinci seçildi. Türkiye’de ve yurtdı-
şında en çok sahnelenen oyunlarımdan biri oldu.

- Bu ilk başarıyı nasıl yorumluyorsunuz?

- Sanırım, oyunun görselliğe dayanması bunda rol oynadı. Şim-
di İspanya’da nasıl karşılanacağını elbet merak ediyorum. Kral
Midas’ın kulakları bilinen bir konu. Ancak ben mitosa kendi yo-
rumumu getirdim: Masalda Tanrı Apollon Midas’ı eşek kulak-
larıyla cezalandırır, masal orada biter. Oyunumuzda ise Midas
bir süre sonra bu kulaklara alışır. Alışmanın ötesinde onları bir
ayrıcalık, bir üstünlük olarak görmeğe başlar. Bir anlamda tan-
rının cezasını hiçler. (Aşağılık kompleksinin güce dönüşmesi).
Artık kulaklarını gizlemek şöyle dursun onları halkın karşısın-
da törenle sergilemeğe kalkışır. Apollon eşek kulaklarını geri
alarak onu yeniden cezalandırır. Halk, bu kez Midas’ın insan
kulaklarını yadırgar, alay eder. Kısaca, değerlerin göreceliği,
halkın kaypaklığı!
Bu söyleşi, Madrid’deki Asociación
de Directores de Escena de España
Yayınlarının Literatura Dramática
serisinde Midas’ın Kulakları ’nın
İspanyolca çevirisiyle birlikte
yayımlanmak üzere yapıldı.
“Tiyatro, insan yaşamına
bütünlük verme çabası”

Tiyatro Araştırmaları Dergisi,

- Oyunlarınızda görselliğe önem veriyorsunuz.

- Tiyatro sözcüğünün kökeninde görme fili var. Oyunun görsel
olması onun doğası gereği. Bu işin ABCsi. Oyun kişileri sah-
ne üstünde sürekli konuşuyorsa - o konuşmalar nice ilginç de
olsa - böyle bir oyun görsellikten yoksundur.

- Diğer yandan tiyatronun yazınsal bir tür olduğunu düşünü-
yorsunuz.

- Tiyatro oyununun iki yaşamı var. Sahne üstünde seyredildiği
gibi kitap olarak da okunabilmeli. Tiyatro edebiyat değildir di-
yenler çıkıyor. Ben tiyatronun saygın bir edebiyat türü olduğu
inancındayım. Ülkemizde oyun okuma alışkanlığı yok.
- Bu söylediğiniz diğer ülkeler için de geçerli değil mi… Ge-
lelim tiyatro dilinize?
- Oyunlarımda serbest nazım kullanıyorum. Buna ‘ritmik dil’ de
diyebiliriz. (Düzyazının da bir ritmi vardır.Ya da olmalı). Söyle-
meye gerek yok, manzum sözcüğü ille şiir anlamına gelmez.
Oyunun her geçiti, sahnesi elbet şiir değildir ancak kimi sah-
nelerde şiire dönüşebilir. Elimizde bir kafes var, kapısını açık
bırakıyoruz. Kuş içine girerse ne ala!

Öte yandan manzum tiyatro yazıyorsun, içinde hiç şiir yok! Yani
kafes boş. Bu elbet hüzün verici bir durumdur.

Şiiri, süslü bir dil anlamında almıyoruz. Tiyatroda şiirin bir işlevi
olmalı. Sözcük tutumluluğu bunlardan biri. Düzyazıyla anlatıl-
ması uzun sürecek bir yaşantı bir çırpıda şiirle verilebilir. Bir
düşüncenin anlatılmayıp imgelerle görselleşmesi, duyguya dö-
nüşmesi şiir diliyle olabilir. Bir örnek vereyim. Ak Tanrılar (Mok-
tezuma) tragedyasında Moktezuma ölüm döşeğinde şu dizeleri
mırıldanır:
güngör dilmen’le söyleşi131
Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 20:2005 • ISSN: 1300-1523
Yedi uçurumu nasıl geçeceğim?
Yedi çölü nasıl geçeceğim?
Dokuz denizi nasıl aşacağım bir başıma?
Bir köpek bile yok yoldaşlık etsin bana.
Yıldız külleri dökülüyor alnıma
Belli, benimle birlikte bir evren dağılmada
Bu sahnede Moktezuma bir benzetme yapmıyor. Süslü bir dil
kullanma gibi bir amacı yok. Ölümden sonra aşması gereken
engellerin dehşetini sayıklıyor. Kendi kişisel ölümünü göksel bir
olay olarak algılıyor. Çağdaş seyirci sanırım hakanın bu sözleri-
ni şiirsel bir görünç (= vision) olarak algılıyor.

Şiir elbet bir dil olgusudur, tiyatroda da şiir dilde başlar, söz-
cüklerle oluşur. Ancak bana göre tiyatro şiiri sözcüklerden iba-
ret değildir. Ne diyeyim bir sahne gereci, bir branda bezi, bir
eşya parçası, bir renk uyuşumu ya da zıtlığı, beklenmedik bir
ses sahnede tiyatro şiirini yaratabilir.

Midas’ın Kulakları’nda şarkılar, danslar var. İşin içine müzik ve
koreograf giriyor. Bu ancak manzum bir oyun olabilirdi.

Bir elips nasıl iki merkezli ise bizim oyun da iki temalı. Biri öbü-
ründen kaynaklanıyor ama Midas ile Berberin dramları biraz
farklı.

Oyunu yazdıktan yıllar sonra, Berberin kuyuya seslenme sah-
nesinde Freud’un bilinçaltı kuramını görür gibi olurum. Tabii,
bu bir çağrışım. Berber, Midas’ın gizini kuyuya seslenerek bir
anlamda bilinçaltına gönderiyor. Kuyunun suları yeraltı sula-
rına karışıyor, oradan gidiyor gidiyor sazların boy attığı bir ba-
taklığa. Sazlar gizi içlerinde tutamayıp yel estikçe sesleniyor.
Bastırılmış, itilmiş duygular bir süre sonra hiç beklenmedik bir
biçimde yüzeye, bilince fışkırıyor. Bunu niye söylüyorum? Bu
sahnede kuyu yankımaları, su şıpırtıları, ve sazların görselliği
ile, sözcüklerin dışında sahnede bir tiyatro şiiri yaratılabilir.

Tiyatro şiiri sahne üstünde kaba gerçekçilik adına harcanma-
malı.

güngör dilmen’le söyleşi132
Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 20:2005 • ISSN: 1300-1523
Bir anı: Yale Drama Okulu’ndayız. Bir Yaz Gecesi Rüyası sah-
neye konuyor. Sahne tasarımcısı sahneyi yeşil halılarla döşüyor.
Dediğim bu 1961 yılı. Anlaşılan o yıllar bu malzeme de tiyatro
dekorunda bir yenilikti. Yüzde yüz gerçekçi ot, çimen! Titania
kıvrılıp üstünde uyuyacak. Kısacası sahne tasarımcısı gerçekçi
olayım derken Shakespeare’in şiirini katlediyordu. Ozan o boş
sahnede dekoru, oyunun atmosferini, günü geceyi şiiriyle ya-
ratıyordu.
- Midas’ın Kulakları opera da oldu.
- Aynı metin opera librettosu oldu. Oyunun manzum oluşu, kısa
dizelerle yazılmış olması bestelenmesini kolaylaştırdı. Besteci
Ferit Tüzün’le iyi anlaştık. İkimiz de operayı sevmiyorduk. Orta-
ya bir müzikli oyun çıktı.

Operaya gitmek, o şaşaalı - hantal dekorlar, görkemli giysiler
bana göre değil. Hep sade, yalın bir sahne düşünürüm. Göze
çarpmama düzeyinde işlevsellik en etkili sahne tasarımıdır.
Seyircinin dikkatini oyunun teması dışına çekmeyen, gereksiz
çağrışımlarla algılamayı bulandırmayan bir sahne tasarımı.

Öte yandan kimi duyguları, diyelim şehvet, nefret. ezgiye dö-
nüşmüş insan sesi kadar hiçbir ifade türü veremez. Örneğin
Don Juan, Carmen, Faust operaları.
- Oyunlarınızda ağırlıklı olarak mitolojik ve tarihi konular
kullanıyorsunuz. Bu konuları dramatik malzemeye dönüş-
türme sürecinizden söz eder misiniz?
- Bütün mitoslarda dram vardır. Tarih olayları için de aynı şey
söylenebilir. Önemli tarih olayları dramatiktir. Tarih bilimsel bir
bilim değil. Yani hem bilim hem değil. Nasıl oluyor? Tarih bir
yorum-bilim. Tarih oyunları da kritik durumlarda bütün toplumu
etkileyecek bir karar verme, bir eyleme girişme sürecinde o ki-
şilerin iç dünyalarına inme çabası. Sözün kısası psikoloji. Ben
tarih olayları içinde de mitolojide de insanı arıyorum ve bunda
güngör dilmen’le söyleşi133
Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 20:2005 • ISSN: 1300-1523
coğrafya, ülke ayrımı yapmıyorum. Şairimiz Tevfk Fikret: “Vata-
nım ruy-i zemin, milletim nev-i beşer” demiş. (vatanım yeryüzü
milletim insanlık) Ben de o meşrebtenim. Ülke ve millet ayrımı
yapmadan insanı arıyorum. İşte bu nedenle oyunlarımdan biri,
Canlı Maymun Lokantası, hiç gitmediğim Hong Kong’da geçi-
yor. Aynı özgürlük duygusuyla İspanyol-Meksika tarihine de
eğildim: Ak Tanrılar (Moktezuma) tragedyasını yazdım. Oyunu
yazarken hem İspanyol hem Meksikalı oldum. Bu tragedyada
tarih ile mitologya içiçe. Yeni kıtada - kime göre yeni? - İspan-
yol conquistadorlar ile Meksika kralı Moktezuma’nın karşılaş-
ması. İki uygarlığın çatışması. Sürgüne gitmiş, yeniden gelmesi
beklenen tanrı Quetzalcoatl (=Tüylüyılan) mitosu, tragedyanın
eksenini oluşturuyor.

Ben, Anadolu adlı üçleme de, mitolojik kadın kahramanlarla
başlıyor (Tanrıça Kübele, Hekabe, Andromakhe, Niobe, Oeno-
ne, Efes Artemis’i vb., tarihsel kadın kahramanların dramıyla
devam ediyor: (Meryem Ana, Bizans İmparatoriçesi Theodora,
kadın tarihçi Anna Comnena, Osmanlı Kadınları) Trilogyanın
üçüncü oyununda ise Cumhuriyet’in kuruluşundan (1923) bu
yana değişik kadın portreleri var. Öte yandan Kurban, Can-
lı Maymun Lokantası, Aşkımız Aksaray’ın En Büyük Yangını,
Küp Hamit, Ayak Parmakları v.b. gibi oyunlarım sanırım ayrı bir
küme oluşturuyor. Diyelim, benim uydurduklarım. Konularını
yakın Türkiye tarihinden aldığım oyunlar var ki (İttihat ve Terakki,
Devlet ve İnsan Mithat Paşa, Bizans 1919) bunlar hep düzyazı.
Konu gündelik yaşamı, gerçekçiliği gerektiriyorsa oyun düzyazı
oluyor.
- Sizi fantastik, gerçeküstü diyebileceğimiz oyunlara yönel-
ten ne peki?
- Çok doğal çok sıradan olan şeyler beni kimi zaman şaşırtabili-
yor. İlk gençliğimde bir gün sedire uzanmış yatıyorum, batta-
niyenin öte ucundan çıkan çıplak ayak parmaklarım bana çok
garip, gülünesi gelmeğe başladı. El parmaklarıma hiç benze-
miyorlardı! Kendi gövdemin doğal bir parçasını yadırgıyordum.
Ayak Parmakları diye o kısa oyunu yazdım. İnsanoğlu kendi
güngör dilmen’le söyleşi134
Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 20:2005 • ISSN: 1300-1523
gövdesinin bir bölümünü yadırgayabiliyorsa, kendine yaban-
cılaşabiliyorsa ötesini siz düşünün. Bu ruh haline ‘alienation’
(Alm. Verfremdungseffekt) dendiğini çok sonra öğendim. Yani
dolaysız olarak önce kendim yaşadım.

1961 yılında Amerika’da Hong Kong’lu bir üniversite öğrencisi
o ülkede canlı maymun beyinlerinin yendiği özel lokantalardan
söz etmişti. Görüntü çivi gibi beynime saplandı, acı veriyordu.
Ondan kurtulmak için bu oyunu yazdım diyebilirim: Balaylarını
Hong Kong’da geçiren Mr. ve Mrs. Jonathan bu değişik lezze-
ti tatmak için lokantaya gelirler. Özellikle Bayan Jonathan çok
heyecanlıdır. Beynini yiyecekleri maymuna da çok acır. Aksilik
bu ya servis edilecek maymun kaçar, bir yedeği de yoktur. O
sırada lokantada bulunan Çinli şair Wong, kendi beynini önerir.
Uygarca, centilmence bir pazarlıktan sonra anlaşırlar. Yale Üni-
versitesinde o yılların ünlü tiyatro otoritesi, hocam Prof. John
Gassner sınıfta okudu. “A potic tour de force” diye niteledi.
Fulbright bursumu bir yıl daha uzattılar.
- Tiyatro eğilimleriniz, anlayışınız?
- Hiçbir akıma, modaya kapılmadığımı söyleyebilirim. Oyunlarım
sahnelenmeye başladıktan sonra Brecht’in ‘epik tiyatro’ akımı
Türkiye’ye bir fırtına gibi girdi. İlerici tiyatro yalnız epik olmalıy-
mış! Ben buna hiç inanmadım. Bizdeki ‘toplumsal gerçekçilik’
akımı için de aynı şeyi söyleyeceğim. Bakın bugün adı bile anıl-
mıyor. Bu dalgalara kapılmadım. Şimdi de yazarsız tiyatro akı-
mı çıktı. Ortada bir yazarın oyunu yok. Yönetmen efendi ordan
burdan fkirler yürüterek sahnede bir olay yaratmaya çalışıyor.
Görelim yazarsız tiyatro akımı nice sürecek ? Sinema yönet-
meni elbet o yapıtın baş yaratıcısıdır. Ne var ki aynı şey tiyatro
için geçerli değil. Burada o yazar tanımayan yönetmenin dramı
yatıyor.

İnsan yaşamının şekilsiz, amorf bir akışı var (panta rhei = her-
şey akıyor). Benim için tiyatro insan yaşamına bütünlük verme
çabası.
güngör dilmen’le söyleşi135
Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 20:2005 • ISSN: 1300-1523
- Zengin bir geleneksel tiyatromuz var.
- Var.
- Geleneksel tiyatromuzun ihmal edildiğini düşünmüyor
musunuz?
- Siz 150 yıl önceye gidin, öyle sorun bu soruyu. Türk tiyatro-
sunun kurucularından Şinasi Efendi, Ahmet Vefk Paşa, Güllü
Agop, Ahmet Fehim, Mınakyan ve arkadaşlarına sorun. Niye
geleneksel tiyatromuza eğilmediler de Batı tiyatrosunu örnek
aldılar? Ahmet Vefk Paşa niye Karagöz, ya da Ortaoyununu
geleneğinden yola çıkmadı da Moliere’den uyarlamalar yaptı?
Bizim Ermeni sanatçılar niye tragedyaya eğildiler? Gelenek
sözcüğünü ben hep kuşkuyla karşılarım. Zengin bir tiyatro
geleneğimiz var. Ancak şu soruyu da siz yanıtlayın: İtalyan ti-
yatrosunun bir komedya dell’arte’si var. Bu gelenek yazarların
kalıcı yapıtları ile doruğuna erişmiştir. İşte Goldoni. Şimdi aynı
paralelde konuşalım. Bizim geleneksel tiyatromuz Karagöz,
Ortaoyunu’nun da yazarların elinde kalıcı oyunlara dönüşmüş
klasikleri olmalıydı. Ama yok. Geleneksel tiyatronun hesabı
yüzyıllar sonra sorulmaz.
- Hesaplaşmanın zamanı olmaz. Siz geleneksel tiyatromuz-
dan ne ölçüde yararlandınız?
- Şu elinizdeki oyunda geleneksel tiyatromuzdan nasıl yararlan-
dığımın somut sahneleri var. Frigya Kralı Midas eşek kulakla-
rıyla kendi kişisel dramını yaşarken bu dram halkın gölge ti-
yatrosunda bir farsa dönüşüyor. Midas da seyirci olarak halkın
arasına katılıp kendi halini bu kez halkın gözünden seyrediyor.
Yani ayni anda iki ayrı görüş açısı var. Dram ve fars çakışıyor.
Ben bu oyunda geleneksel tiyatromuzdan işlevsel olarak yarar-
landığımı sanıyorum.

Türkiye’de geleneksel tiyatro konusunda en yetkili kişi, Metin
güngör dilmen’le söyleşi136
Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 20:2005 • ISSN: 1300-1523
And bakın ne diyor: “Dram geleneğimiz yok”. Özünde dram
olmayan bir gelenekle dram sanatı yapılamaz. Ah, Metin And,
sen bu sözü niye söyledin?

Dönelim şu elinizdeki oyuna. Geleneksel tiyatromuzdan sahne-
ler var. Midas’ın dramı gölge perdesinde farsa dönüşüyor. Mi-
das düşürüldüğü gülünç durumu tiyatroda izliyor. Biz seyirciler
de bu içiçe geçişi seyrediyoruz. Demek daha ilk oyunumda
geleneksel tiyatromuzdan yararlanmışım ancak onda kalamaz-
dım.

Bir yöntem ancak işlevi olunca kullanılmalı.

Siz bu soruları bana şu Kuzguncuk’taki evimde soruyorsunuz.
Karagöz’ün Filozofuğu (Finkelism) diye bir gölge oyunum var.
Bu evde geçiyor. Tam bitmedi bile. Gölge oyunumda ‘Finkelism’
diye yeni bir felsefe ortaya oyuyorum. Şaka değil. Halkının yüz-
de şu kadarı (Bunu Aziz Nesin’e sorun) aptal olan bir ülkede o
halkın konukseverliğini sömürme felsefesi. Dram: insan sıcaklı-
ğının, komşuluk güzelliğinin sömürülmesi.

Karagöz’ün atalardan kalma mimarisi özgün, soylu, ama köh-
nemiş bir köşkü vardır. Finkel ailesi bu köşkün bir iki odasına
yerleşmek ister. Komisyoncu Hacivat: “bunlar Avrupalı, yüksek
kültürlü, uygar kişiler” telkiniyle Karagöz’ü razı eder. Finkel ai-
lesi köşkün bir iki odasına yerleşir. Bayan Finkel bir ruh terzi-
sidir, büyülü bir aynası da vardır. Türk müşterilerinin ruhlarını
kesip biçerek, düzelterek fazlalıklarını atıp eksikleri ekleyerek
onları Avrupalılaştırır, sonucu da aynasından onlara seyretti-
rir. Müşterileri, Avrupalı olmaya can atan okur yazar ve elbet
zengin takımdandır. Bay Finkel, bir gün Karagöz’e “I want to
buy you out” der. Karagöz az buçuk gavurca biliyor. ancak
bu “buy out” filini ilk defa işitmektedir. Kendi dilinde, kültürün-
de yoktur. Sonda Finkeller köşkü tümüyle ele geçirir, kendine
benzetir, Amerikanvari, ya da Avrupai bir apartmana dönüştü-
rür. Karagöz’de kendini eski sevgili evinin önünde kapıcı olarak
bulur.

Anlaşılacağı gibi bu oyun bir anlamda Türkiye’nin Avrupa’ya
yanaşma çabasının bir komedyası. (İnşallah böyle olmaz. An-
güngör dilmen’le söyleşi13
Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 20:2005 • ISSN: 1300-1523
cak benim inancımda İnşallah, Maşallah yok.) Koca bir köşkü
tiyatro sahnesinde kuramayız. Bu oyuncuğu ancak bizim ge-
leneksel tiyatromuz çerçevesinde, gölge tiyatrosu tekniği ve
espirisiyle yazabilirdim. Karagöz perdesinde bizim son derece
güzel naif , çok renki göstermelikler, tasvirlerimizle bu absürd
sahneler gerçekçi biçimde sahnelenebilir.

İçkide alkol neyse tiyatroda dram odur. Üzümsüz şarapsız Di-
yonisos olmaz. Halis Rioja şarabımız var ama alkolsüz! Böyle
tiyatro olmaz. Brecht’in dramatik tiyatro karşıtlığı bana göre bir
saçmalıktır.
- Birçok oyununuz İngilizce, Fransızca, Almanca gibi yaban-
cı dillere çevrildi, yurt dışında sahnelendi. Örneğin 1990
yılında Kurban Avignon Festivalinde sergilendi. Siz de An-
tigone, Persler, Kral Oidipus, Bakkhalar gibi tragedyaları
eski Yunanca aslından Türkçe’ye çevirdiniz. Çevirmek ve
çevrilmek konusunda ne söylemek istersiniz?
- Basmakalıp bir cümleyle başlayalım: Bir oyunu çevirirken ya da,
sahneye koyarken onu daha iyi anlayabiliyoruz. Ya da anladı-
ğımızı sanıyoruz. Aiskhülos’u, Sofokles’i, Euripides’i aslından
çevirirken tiyatronun kaynağına gider gibi oluyorum. Benim için
de bir tören gibi birşey bu. İğneyle kuyu kazmak deriz ya, öyle.
Biraz mazoşizm var işin içinde.
- Mança’lı Şövalye müzikalini Türkçe’ye çevirdiniz.
- Mança’lı Şövalye, gerçekten güzel bir müzikal. Severek çevir-
dim. Ankara Devlet Tiyatrosunda esaslı bir kadro ile oynandı.
Çeviri diye sordunuz. Şimdi tek bir dizenin çevirisinde yaşadı-
ğım gülünesi durumu anlatayım.

Korepetitör mi diyorlar işte o piyanoda, oyunun şarkılarını ge-
çiyoruz. Sözler melodiye oturuyor mu diye kulaktan denetliyor.
Şarkı sözleri hecesi hecesine müziğe uyacak, vurgular da yerli
yerinde olacak. Yani prosodi. O çalıyor ben şarkıları söylüyo-
güngör dilmen’le söyleşi13
Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 20:2005 • ISSN: 1300-1523
rum. Arada bir odanın kapısı açılıyor, kim bu operadaki yeni
ses diyen şaşkın bakışlar! Ha, bu arada öğreniyorum ki Devlet
Tiyatrosu kadrosunda İngilizce bilen bir görevli de bu müzikali
çevirmeye talip. Ancak copyright bende. Çeviride yanlışlar bu-
larak beni ıskarta etmek istedikleri belli oluyor. İyice canım sıkı-
lıyor.

Şimdi Mambrino şarkısındayız.
The golden helmet of Mambrino = Altın tolgası Mambrino’nun
Müzikte ‘Mam- briiiii - no’ kesintisiz olarak tınlıyor. sonunda
bir ek yok. Türkçede ise ‘nun’ eki gerekli. Ne olacak?

- Bestenin bir notası haffçe değişecek.
- Müzikte tek nota değişmeyecek. Anlaşma böyledir.
- Ama burada dil uyuşmazlığı var. Notada küçük bir değişiklik
gerekli.

Piyanocu çözümü buldu:
- ‘nun Mambrino’ dersin.
- Olmaz!.
- O zaman oyunu başkası çevirir!
- .( buraya dilediğiniz küfrü koyun)

Çıngar çıkmış, ayağım suya ermişti.
O gece oturdum oyun şarkılarının mümkün olabilecek bütün
değişkelerini (varainte) yazdım. Yani, çeviri olasılıklarını tüket-
tim. Pek de zor değil.

Yukarıdaki o tek dizeye gidelim. İkinci şık:
- “Altın mihveri Mambrino’nun”.

Bir üçüncü çeviri sadece olanaksız. Altını gümüş yapamazsın,
tolgayı da şapka. Tolga mihver olabilir ama ‘tolga’ ağız açık
tınlıyor. Mihver’de ise ağız büzülüyor. Hem de Türkçe değil. Er-
tesi gün Amerikalı yönetmen Todd Bolender’e, şarkı çevirilerini
verdim. Benim çevirim bu. Her bir dizenin değişkeleri de var.
“Başka biri benim çevirimi kullanacak olursa dava açar oyunu
kaldırtırım” dedim. Zeki adam ‘Çeviri tükenmesini’ bir bakışta
anladı. Şarkıları bu kez Bolender ile geçmeğe başladık. Benim
de sesim iyice açıldı. Meğer şarkı söylemek ne güzel şeymiş.
güngör dilmen’le söyleşi13
Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 20:2005 • ISSN: 1300-1523
Burada şunu söyleyim: Müzikalin copyright ajansı (ONK) Os-
man Nuri Karaca çok sağlam durdu. Kaç yıllar sonra ona yeni-
den teşekkür ederim.
- Cervantes’ten başka hangi İspanyol yazarlarla ilgilendi-
niz?
- Cervantes’ten sonra Unamuno’yu okudum. Bizde ilkin kısa
öyküleri çıkmıştı. Yaman Adam. Bu öyküler o gün bugün bel-
leğimde kıpraşır durur. Kitaplığımdaki Unomuno’nun Trajik
Görüş’ünü (İngilizce) yeniden okudum. (Sizin iyi bir öğrenciniz
olduğumu kanıtlamak için.) Yine çok etkilendim. ancak bu kez
Unamuno’nun katolikliği benim Dionüsos inancımla fena halde
çatıştı: Dinci bir kişinin trajik bir dünya görüşü olabileceğine
inanmıyorum. Trajik görüş bana göre ateistlerin dünya görüşü
olabilir. İnanan kişinin elinde sağlam bir sigorta poliçesi var:
Ölümden sonra ruhun sonrasızlığı. Öte dünya onu bekliyor.

Yeryüzünde sadece iki insan ırkının varlığına inanıyorum.
- Irk mı?
- Irk deyince irkildiniz!

Ancak benim ırk ayrımımın soy sop, genler, deri rengi, kafatası
biçimiyle bir ilgisi yok. Dahası, bir ırktan öbürüne yatay geçiş
de yapılabiliyor. Öyle bir kolaylık da var.
- Neymiş, kimlermiş sizin iki ırkınız?
- İnananlar - İnanmayanlar.

Bu iki insan türü arasında tam bir uçurum var. Ateistin öte dün-
ya umudu yok. (Tanrıtanımaz sözcüğü ateist sözcüğünü tam
karşılamıyor) Gereksinimi de yok. Öte dünyada bir ozan şiir
güngör dilmen’le söyleşi140
Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 20:2005 • ISSN: 1300-1523
yazamıyorsa, ben yeni oyunlar yazamıyorsam cennetin Tuba
ağaçları, Kevser şarapları beni kesmez. Gelmiş geçmiş yalvaç-
lar insanoğlunu gerçek trajik olandan kurtarmaya çalışırlar.
- Sizin yazarlık serüveniniz nasıl başladı?
- 18 yaşımda uzun manzum masalım Mavi Orman ile başladım.
Bir türlü bastıramıyorum. Milli Eğitim Bakanlığı’na gönder dedi-
ler. “Yayımlanması dileğiyle.” diye ekte bir dilekçeyle gönder-
dim. Aylar sonra bir cevap geldi: “Eserinizi önce kitap halinde
bastırın, sonra bize gönderin, inceleyelim!”
- Çeşitli Kurumlarda tiyatro dersleri verdiniz.
- 1980 yılında askeri darbeyle İstanbul Şehir Tiyatroları’ndaki
işimize son verildi. Eskişehir Anadolu Üniversitesinde mitoloji
dersleri vermeğe başladım. Bunu Boğaziçi Üniversitesi, İstan-
bul Üniversitesi Konservatuarı, Müjdat Gezen Sanat Merkezi,
ve yeniden Anadolu Üniversitesi’ndeki tiyatro derslerim izle-
di. Öğretmenlik ek bir uğraşım oldu. Bu işimi çok seviyorum.
Gençlerle birşeyleri paylaşmak beni yazarlığın yalnızlığından
da kurtarıyor.
- Oyun yazarlığınızın yanısıra ışık tasarımcılığı, dramaturg-
luk ve yönetmenlik yaptınız.
- Amerika’da Yale Üniversitesi’nde sahne ışığı öğrenimi gördüm.
Dönüşte İstanbul Şehir Tiyatroları’ında oyun okumacılığının ya-
nısıra ışık tasarımcılığı da yaptım. Hele Rumeli Hisarı’ndaki açık
hava temsillerinde Hamlet, Coriolanus gibi oyunların ışığı güzel
anılarım arasında.

Deniz kenarındaki Sarıca Paşa kulesi dünyanın en güzel Elsino-
re şatosu. Hamlet’in babasının hortlağı kulenin üstünde görü-
nüyor. Çok etkileyiciydi.
güngör dilmen’le söyleşi141
Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 20:2005 • ISSN: 1300-1523
Hamlet tragedyasının mezarlık sahnesindeyiz. Ofelya’nın tabu-
tu geliyor. İçinde Ayla Algan. Tam o sırada bir Ağustos sağa-
nağı boşandı. Benim ışık aygıtlarımın lambaları bombalar gibi
patlamağa başladı. Dehşetli bir ışık ve ses etkisi. O sahneye de
çok yakıştı. Hamlet’in acısı, Doğa’nın öfkesi, rahmeti içiçe. Tam
Shakespeare’e layık bir sahne. Muhsin Bey de çok heyecanlı.
Ben ışık ustası, doğanın yardımıyla harikalar yaratıyorum.

Yağmur yağabilir, ama oyun devam ediyor.! Seyirci de ıslanı-
yor ama kaçmıyor. Ona da bravo. Ama az sonra ? Ofelya’cığın
tabutu yağmurla dolmaya başladı. Ayla önce soluğunu tuttu,
derken az bir debelendi. sonra can havliyle tabutun içinden
fırladı.
- Altı arkadaş bir yayınevi de kurdunuz.
- Amacımız kendi kitaplarımızı yayımlamak. Tiyatro kitaplarının
satılmıyor diye adı çıkmış.

Altı arkadaş Şiir - Tiyatro yayınevini kurduk. Kimler? Orhan
Asena, Tahsin Saraç, Ioanna Kuçuradi, Talat S. Halman, Yüksel
Pazarkaya ve ben kendi kitaplarımızı yayımladık.

Bana öneri Orhan’dan geldi:
- “Batak bir işe var mısın?
-Ben seninle her batak işe varım”.

Sevgili yayınevimizin aramızdaki adı Batak Yayınevi kaldı. Ama
kimseyi batırmadı. Ne kaydı vardı ne kuydu. Aramızda ne bir
anlaşma imzaladık, ne birbirimize hesap sorduk, Tahsin Saraç
Ankara’da, başı o çekiyordu. Onun ölümüyle yayınevimiz de
son buldu. Bakın, ben bu sözü söylüyorum, Yüksel Pazarkaya
ve Talat Halman arkadaşlarımla karar veriyoruz bizim Şiir - Ti-
yatro ya da Batak yayınlarını yeniden canlandırmağa.
- Türk tiyatrosu nereye gidiyor?, dünya tiyatrosu nereye gi-
diyor?
güngör dilmen’le söyleşi142
Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 20:2005 • ISSN: 1300-1523
- Bir yerden bir yere gittiğini sanmıyorum. Tiyatro bilim değil,
teknoloji değil, sürekli bir gelişmeden söz edilemez. Bu, bütün
sanatlar için geçerli. Resim nereye gidiyor, müzik nereye gidi-
yor? Değişik denemeler yapılıyor, kimi yapıtlar o ürkünç akışı
(panta rhei) kendi süresi içinde durdurabiliyor.
- Tiyatronuz günümüz seyircisinin beklentileriyle örtüşüyor
mu?
- Bugünün seyircisi tek yargıcı değil. Televizyon dizileri - ki elbet
onlar da olacak - tiyatro oyunculuğunu bizde çok yozlaştırdı
- İspanyol okuyucusuna / seyircisine son ne diyeceksiniz?
- Temel’i idama mahkum etmişler, son ne söyleyeceğini soruyor-
lar: “Ha bu bana ders olsun!” demiş. Öyle bir duruma düşer-
sem ben: “İspanyolca öğrenmek istiyorum” diyeceğim.
Çocukluğumda annemin yaptığı pandispanya
idi o lezzetin adı
mahzun yüzlü şövalyeye dönüştü
ve kaç yüzyıl sonra Saura

Sokakta görürseniz, çok selamlar
Lorca’ya, Unomuno’ya
ben biraz da onların şevkiyle çıkmışım yola
‘Bilirim de yollarını
varamam Kurtuba’ya’
Aunque sepa los caminos
Yo nunca llégaré a Córdoba

Selam bu oyunu okuyan İspanyol’a
ve de ona geçmiş ola!
Sürçü lisan ettiysek affola!

Mukadder
Yaycıoğlu
 

Etiketler
Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,383
Mesajlar
1,517,445
Kayıtlı Üye Sayımız
172,041
Kaydolan Son Üyemiz
İsmail.s

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst