orion
Alaman Mucizesi Volkswagen T3'ün hastasıyız
Herkese selamlar
Sonunda bana da Karavan Forumumuzun “Karavanlı Gezilerimiz” kısmına da yazmak nasip oldu Darısı diğer tüm karavan dostlarının başına diyelim.
Perşembe günü mesai saatleri içinde ertesi gün yani 1 Mayıs’ta bizim iş yerimizin de tatil olduğunu öğrenmemle planlar yapmam arasında fazla zaman geçmemişti ki, bir de gezenbilir foruma yazayım belki aynı tarihlerde gezecek birileri daha olur diyerek bir çağrı yapmıştım. Gerçi aradığım ilgiyi göremesem de ben çoktaan planlarımı yapıp yine aynı başlıktan duyurumu da yaptım. Hemen kız arkadaşımı ve beraberinde eş dost kim var kim yok telefon trafiği ile dürtükleyerek hadi gidiyoruz demiş ve kafamıza göre bir çift arkadaşımı da ikna etmiştim.
Rotamız Kıyıköy tarafına uzanacaktı, daha önce çok duyup hiç gidememiştim. Hemen ulu bilge google’dan sonra Google Earth’ün de yardımıyla yerini tespit ettim. TEM’den Çerkezköy’e sapılacak, oradan da Saray’a girip kuzeye doğru… Fakat orman yolu son derece güzel ağaçlıklı olan bu rota üzerinde bir iki yer daha bulmalı idim. Daha önce de yaptığım gibi Google Earth sayesinde beğendiğim Kastro’yu gözüme kestirdim. Daha sonra da kız arkadaşım çocukluğunda Çilingoz’a gittiğini söylemişti. Hemen orayı da Google Earth’ten bakarak harita haline getirip çıktılarını aldım ve tabi bi kenara notlar aldım. Şurdan sap şuraya dön şeklinde. Böylelikle planımız şekillenmiş oldu.
Mesai bittikten sonra Perşembe akşamı saat 22.00 gibi çıkıyoruz yola. Arkadaşlarımızı da aldık, güle oynaya yollardayız artık. Yiye içe, oynaya oynaya, hoplaya zıplaya ilerledik ilerledik… Saraya’a gelmeden 13 Km önce biyerde (??) yediğimiz kokoreçler sonrası parmaklarımızı da yalaya yalaya devam ettik. Hiç bilmediğim yollarda sanki daha önce geçmişim gibi ilerliyorduk, Google Earth sağolsun . Artık Kıyıköy yolunda idik ve sağdan ayrılarak Kastro yoluna girdik. Gecenin ikisi olmuştu artık ve etrafta in cin bile uykuda idi sanıyorum. Genelde 2. viteste ilerlediğimiz yol bizim için son derece heyecanlı ve maceralı bir hal almıştı. Hayatımda hiç görmediğim kadar büyük kara kurbağaları gündüz ısınan yol üstünde tünemiş yolumuzu kesiyordu. Tarla fareleri, kertenkeleler farımızla beraber kaçışadursun, ağaçlar arasından sanki sis makinasından çıkma bir sis vardı. Az ilerde, bayan arkadaşlarımızın keçi sandığı kara hayvanların ise yaban domuzu olduğunu anlamamız çok uzun zaman almadı
Gecenin üçünde vardığımız Kastro kamp alanında etrafı fazla rahatsız etmeden bir köşe buluyoruz kendimize ve biraz alkol (araç kullanacaksam yada kullanıyorsam hiç alkol almam) ve sohbet ile birlikte sabaha karşı uyuduk. Ertesi gün zaten hiç susmayan kuş cıvıltıları ile dere kenarında uyandık. Geceden bizi karşılayan ve gözümüze kocaman gözüken köpeklerin meğerse sevgi arsızı yavrucak köpecikler olduğunu anlayınca bi posta seviyoruz kendilerini.
Kastro bir milli park ve hemen görevli gelip bize küçük minibüs için 13 TL’lik makbuzumuzu elimize veriyor. Neyseki kibar ve sohbet sever bir bey, biraz lak lak ediyoruz. Ardından küçük tüpümüzü ve mutfak gereçlerimizi alıp kamelyalardan birine yerleşiyoruz. Türk insanının kahvaltı ritüellerinden olan sucuklu yumurta ve çay manevrası ile göbeklerimizi doldurup etrafı gezerek eritme bahanesine girişiyoruz. Artık yavaş yavaş piknikçileri de ağırlamaya başladık. Fakat yazın daha kalabalık olacağını tahmin ettiğim kamp mevsim itibari ile hala sakin sayılır.
Dere boyuna doğru yürüyüşümüz ve hemen ardından sahilde yaptığımız ufak gezinti bizlere neden doğayı bu kadar sevdiğimiz sorusunu yineletiyor. Yetmediği için restorandan kiraladığımız pedallı bot ile dere boyunca yürüyerek ulaşamadığımız noktalara uzanıyoruz. Sanki buharlı bir gemi gibi ses çıkararak ilerlediğimiz yunus şekilli botumuz bizi Amazon Ormanlarını kıskandıracak bir doğaya taşıyor. Gerçekten büyüleyici. Zaten kapalı olan hava ara sıra yağmur da atıştırıyordu. Fakat ıslatmayacak kadar az olan yağmur tam olarak bu film setinin bir parçası idi.
Saat üç gibi Kastro’dan ayrılıp Kıyıköy’e yol alıyoruz. Gece korku filmlerinden fırlamış gibi görünen yol şimdi son derece yeşil ağaçlı sakin bir yol halini almış. Kıyıköy’e varır varmaz tabiî ki hemen civarı geziyoruz. Kıyıköy feneri, balıkçı barınağı ve sahil ardından diğer tarafa geçip manastırı ve diğer taraftaki kıyıyı geziyoruz. Eeee şimdi acıkan karnımızı doyurma zamanı. Marina Cafe diye hatırladığım mekanın hızlı servisi sayesinde göbeciklerimizi de şişirmiş oluyoruz. Artık yağmur epeyce yağıyor, ama yağmur da Kıyıköy’e bu mevsimde yakışıyor hani. Arabamızı batı taraftaki sahilin olduğu alana park edip yine alkol ve muhabbet eşliğinde uykuya dalıyoruz.
Ertesi sabah alışverişimizi yapıp Çilingoz’da kahvatlı etmek üzere yola çıkıyoruz. Tekrar Kastro yoluna girip oradan Çilingoza sapıyoruz. Her ne kadar stabilize olsa da İSKİ kullandığı için kullanımda olan uzunca bir yoldan sonra Çilingoz’a varıyoruz. Yine aynı ritüellerle sevip okşadığımız sucuklarımızı mideye indirdikten sonra yine etrafı gezmek üzere sahilde yürüyüşe çıkıyoruz. Çıplak ayak kumda gezerek elektriğimizi atarken dizimize kadar sıvadığımız pantolonların ne anlama geldiğini söylememe gerek yoktur heralde.
Çilingoz’da ilginç bir oluşum dikkatimizi çekti. Hepsi birbirinin aynı olan bungalov tarzı tek katlı yapıların ilk görüşte pansiyon tarzı bir işletme olduğunu düşünsek de gidip tanıştığımız amcalar ve teyzelerden o alanın özel mülk olduğunu ve köy belediyesinin kurduğu dernek ile yürütüldüğünü öğrendik ve çok hoşumuza gitti nedense
Akşamüzeri mangalda pişen mütevazi köftelerimizi de mideye indirdikten sonra Çilingoz’dan ayrılma kararı alıyoruz. Aslında planımızda geceyi burada geçirmek ve ertesi sabah kahvaltıdan sonra yola çıkmak şeklinde idi. Fakat birçok arkadaşımızın Gebze- Ballıkayalar’daki tırmanış şenliğinde olması dolayısı ile Avrupa’dan Asya’ya ışınlanma planları yapıyoruz. Çilingoz’dan dönerken de yine son derece yeşil ve sakin yollar bizleri bekliyor. Bir ara İstanbul’un keşmekeşine giriş yapsak da oradan ayrılmamız uzun sürmüyor ve Ballıkayalar’a akşam 21.00 gibi varıyoruz. Gündüz tırmanan arkadaşlar bizim iştirak ettiğimiz saatlerde hafiften kopmuşlar, dans etmekteler. Biz de Ballıkayalar’ın güzel doğası içinde arkadaşlarımızla sohbet ile kapatıyoruz geceyi. Ertesi gün de yine güzel bir kahvaltı sonrası öğleden sonra yola koyulup evimizin yolunu tutuyoruz.
Her gününü dolu dolu yaşadığımız üç günümüz de böylelikle sona ermiş oluyor.
Böylesi keyifli gezileri en kısa sürede tekrarlamak üzere diyelim…
Sonunda bana da Karavan Forumumuzun “Karavanlı Gezilerimiz” kısmına da yazmak nasip oldu Darısı diğer tüm karavan dostlarının başına diyelim.
Perşembe günü mesai saatleri içinde ertesi gün yani 1 Mayıs’ta bizim iş yerimizin de tatil olduğunu öğrenmemle planlar yapmam arasında fazla zaman geçmemişti ki, bir de gezenbilir foruma yazayım belki aynı tarihlerde gezecek birileri daha olur diyerek bir çağrı yapmıştım. Gerçi aradığım ilgiyi göremesem de ben çoktaan planlarımı yapıp yine aynı başlıktan duyurumu da yaptım. Hemen kız arkadaşımı ve beraberinde eş dost kim var kim yok telefon trafiği ile dürtükleyerek hadi gidiyoruz demiş ve kafamıza göre bir çift arkadaşımı da ikna etmiştim.
Rotamız Kıyıköy tarafına uzanacaktı, daha önce çok duyup hiç gidememiştim. Hemen ulu bilge google’dan sonra Google Earth’ün de yardımıyla yerini tespit ettim. TEM’den Çerkezköy’e sapılacak, oradan da Saray’a girip kuzeye doğru… Fakat orman yolu son derece güzel ağaçlıklı olan bu rota üzerinde bir iki yer daha bulmalı idim. Daha önce de yaptığım gibi Google Earth sayesinde beğendiğim Kastro’yu gözüme kestirdim. Daha sonra da kız arkadaşım çocukluğunda Çilingoz’a gittiğini söylemişti. Hemen orayı da Google Earth’ten bakarak harita haline getirip çıktılarını aldım ve tabi bi kenara notlar aldım. Şurdan sap şuraya dön şeklinde. Böylelikle planımız şekillenmiş oldu.
Mesai bittikten sonra Perşembe akşamı saat 22.00 gibi çıkıyoruz yola. Arkadaşlarımızı da aldık, güle oynaya yollardayız artık. Yiye içe, oynaya oynaya, hoplaya zıplaya ilerledik ilerledik… Saraya’a gelmeden 13 Km önce biyerde (??) yediğimiz kokoreçler sonrası parmaklarımızı da yalaya yalaya devam ettik. Hiç bilmediğim yollarda sanki daha önce geçmişim gibi ilerliyorduk, Google Earth sağolsun . Artık Kıyıköy yolunda idik ve sağdan ayrılarak Kastro yoluna girdik. Gecenin ikisi olmuştu artık ve etrafta in cin bile uykuda idi sanıyorum. Genelde 2. viteste ilerlediğimiz yol bizim için son derece heyecanlı ve maceralı bir hal almıştı. Hayatımda hiç görmediğim kadar büyük kara kurbağaları gündüz ısınan yol üstünde tünemiş yolumuzu kesiyordu. Tarla fareleri, kertenkeleler farımızla beraber kaçışadursun, ağaçlar arasından sanki sis makinasından çıkma bir sis vardı. Az ilerde, bayan arkadaşlarımızın keçi sandığı kara hayvanların ise yaban domuzu olduğunu anlamamız çok uzun zaman almadı
Gecenin üçünde vardığımız Kastro kamp alanında etrafı fazla rahatsız etmeden bir köşe buluyoruz kendimize ve biraz alkol (araç kullanacaksam yada kullanıyorsam hiç alkol almam) ve sohbet ile birlikte sabaha karşı uyuduk. Ertesi gün zaten hiç susmayan kuş cıvıltıları ile dere kenarında uyandık. Geceden bizi karşılayan ve gözümüze kocaman gözüken köpeklerin meğerse sevgi arsızı yavrucak köpecikler olduğunu anlayınca bi posta seviyoruz kendilerini.
Kastro bir milli park ve hemen görevli gelip bize küçük minibüs için 13 TL’lik makbuzumuzu elimize veriyor. Neyseki kibar ve sohbet sever bir bey, biraz lak lak ediyoruz. Ardından küçük tüpümüzü ve mutfak gereçlerimizi alıp kamelyalardan birine yerleşiyoruz. Türk insanının kahvaltı ritüellerinden olan sucuklu yumurta ve çay manevrası ile göbeklerimizi doldurup etrafı gezerek eritme bahanesine girişiyoruz. Artık yavaş yavaş piknikçileri de ağırlamaya başladık. Fakat yazın daha kalabalık olacağını tahmin ettiğim kamp mevsim itibari ile hala sakin sayılır.
Dere boyuna doğru yürüyüşümüz ve hemen ardından sahilde yaptığımız ufak gezinti bizlere neden doğayı bu kadar sevdiğimiz sorusunu yineletiyor. Yetmediği için restorandan kiraladığımız pedallı bot ile dere boyunca yürüyerek ulaşamadığımız noktalara uzanıyoruz. Sanki buharlı bir gemi gibi ses çıkararak ilerlediğimiz yunus şekilli botumuz bizi Amazon Ormanlarını kıskandıracak bir doğaya taşıyor. Gerçekten büyüleyici. Zaten kapalı olan hava ara sıra yağmur da atıştırıyordu. Fakat ıslatmayacak kadar az olan yağmur tam olarak bu film setinin bir parçası idi.
Saat üç gibi Kastro’dan ayrılıp Kıyıköy’e yol alıyoruz. Gece korku filmlerinden fırlamış gibi görünen yol şimdi son derece yeşil ağaçlı sakin bir yol halini almış. Kıyıköy’e varır varmaz tabiî ki hemen civarı geziyoruz. Kıyıköy feneri, balıkçı barınağı ve sahil ardından diğer tarafa geçip manastırı ve diğer taraftaki kıyıyı geziyoruz. Eeee şimdi acıkan karnımızı doyurma zamanı. Marina Cafe diye hatırladığım mekanın hızlı servisi sayesinde göbeciklerimizi de şişirmiş oluyoruz. Artık yağmur epeyce yağıyor, ama yağmur da Kıyıköy’e bu mevsimde yakışıyor hani. Arabamızı batı taraftaki sahilin olduğu alana park edip yine alkol ve muhabbet eşliğinde uykuya dalıyoruz.
Ertesi sabah alışverişimizi yapıp Çilingoz’da kahvatlı etmek üzere yola çıkıyoruz. Tekrar Kastro yoluna girip oradan Çilingoza sapıyoruz. Her ne kadar stabilize olsa da İSKİ kullandığı için kullanımda olan uzunca bir yoldan sonra Çilingoz’a varıyoruz. Yine aynı ritüellerle sevip okşadığımız sucuklarımızı mideye indirdikten sonra yine etrafı gezmek üzere sahilde yürüyüşe çıkıyoruz. Çıplak ayak kumda gezerek elektriğimizi atarken dizimize kadar sıvadığımız pantolonların ne anlama geldiğini söylememe gerek yoktur heralde.
Çilingoz’da ilginç bir oluşum dikkatimizi çekti. Hepsi birbirinin aynı olan bungalov tarzı tek katlı yapıların ilk görüşte pansiyon tarzı bir işletme olduğunu düşünsek de gidip tanıştığımız amcalar ve teyzelerden o alanın özel mülk olduğunu ve köy belediyesinin kurduğu dernek ile yürütüldüğünü öğrendik ve çok hoşumuza gitti nedense
Akşamüzeri mangalda pişen mütevazi köftelerimizi de mideye indirdikten sonra Çilingoz’dan ayrılma kararı alıyoruz. Aslında planımızda geceyi burada geçirmek ve ertesi sabah kahvaltıdan sonra yola çıkmak şeklinde idi. Fakat birçok arkadaşımızın Gebze- Ballıkayalar’daki tırmanış şenliğinde olması dolayısı ile Avrupa’dan Asya’ya ışınlanma planları yapıyoruz. Çilingoz’dan dönerken de yine son derece yeşil ve sakin yollar bizleri bekliyor. Bir ara İstanbul’un keşmekeşine giriş yapsak da oradan ayrılmamız uzun sürmüyor ve Ballıkayalar’a akşam 21.00 gibi varıyoruz. Gündüz tırmanan arkadaşlar bizim iştirak ettiğimiz saatlerde hafiften kopmuşlar, dans etmekteler. Biz de Ballıkayalar’ın güzel doğası içinde arkadaşlarımızla sohbet ile kapatıyoruz geceyi. Ertesi gün de yine güzel bir kahvaltı sonrası öğleden sonra yola koyulup evimizin yolunu tutuyoruz.
Her gününü dolu dolu yaşadığımız üç günümüz de böylelikle sona ermiş oluyor.
Böylesi keyifli gezileri en kısa sürede tekrarlamak üzere diyelim…