Üç Günde Güneydoğu

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan gezmen Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 2
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 4,002

gezmen

Karavan Yönetim
Mesajlar
4,757
Tepkime Puanı
77
Yer
Akhisar
Yeni Asır'dan alıntıdır.
http://www.yeniasir.com.tr/Sarmasik/2009/10/06/komutan_normani_kovan_kahraman_kent_mardin

Cavid Sezen
******************************************************************************************


Üç günde Güneydoğu Hazırlayan: Erkut Şahin

Başlarken
Son yıllarda arkadaşlarla yurt dışı gezilerine gidiyoruz. Son 4-5 yıla baktığımızda hemen hemen her yıl 7-8 günümüzü bu gezilere ayırıyoruz. Bu yıl oturduk konuştuk, "Yahu ülkemizde o kadar görülmesi gereken yer varken, niye biz dışarı gidiyoruz" deyip rotamızı Güneydoğu'ya çevirdik. Ne iyi yapmışız. Doğa, tarih, insanlık, yemek... Ne ararsanız 3 günlük bu gezide fazlasını bulduk. Mardin, Diyarbakır, Şanlıurfa rotasında dolu dolu 3 gün geçirdik. Elbette o yörede başka iller de var; nasipse oralar da bir dahaki sefere...
Erkut Şahin


[attachment=1]

Komutan Norman'ı kovan kahraman kent: Mardin

Fransız kumandan Norman 1919'da, değişik taktiklerle Mardin'i almak istedi. Ancak yöre halkı büyük cesaret ve kararlılık göstererek işgalcileri bölgeden kovdu. Mardinlilerin bu kahramanca hareketi, hem Mardin'i hem de Diyarbakır'ı Fransız işgalinden kurtardı

Şair Necat İltaş, dizelerinde Mezopotamya'yı
"Ben Mezopotamya!...
Asya'nın nazlı kızı.
Bereketin, bolluğun ve sevdaların diyarı...
Sevgi ve kin,
Öfke ve hırs,
Savaş ve barış bende anlamlandı.
Bende vücut buldu ruh,
Tarih benimle başladı.." dizeleriyle anlatıyor...

Mezopotamya eski Yunanca'da 'iki nehir arasındaki yer' demek. Bugün ise Doğu Suriye ile Güneydoğu Anadolu arasındaki coğrafi bölgenin yani Fırat ve Dicle nehirlerinin arasındaki coğrafi bölgenin adıdır Mezopotamya... Biz de dinlerin, kültürlerin beşiği olan bu bölgeyi daha yakından tanımak istedik. Çünkü, 'Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür. Gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür" şarkısı günümüz iletişim dünyasında artık anlamını yitirmişti. Arkadaşlarımızla 3 günlük Güneydoğu turunu planlarken, içimde tatlı bir heyecanın yanı sıra küçük de olsa bir tedirginlik de vardı. Çünkü yıllardır bu bölgeyi güzelliklerinden çok, Türkiye'nin canını yakan terör olayları ile hatırlamış, özellikle oralarda görev yaptıktan sonra memleketlerine dönen mehmetçiklerden dinlediğimiz ve inanmakta zaman zaman zorlandığımız hikayelerle tanımıştık.

Salı sabahı saat 10.00'da havalanacak İzAir uçağı için Adnan Menderes Havalimanı'nın yolunu tutarken puslu bir sıcak uğurluyordu İzmir'den bizi. Havalimanına geldiğimizde telaşlı insanlar ordan oraya koşuştururken bizi Güneydoğu'ya götürecek 'Mardin uçağına son çağrı' anonsu duyuldu. İşte ilk şaşkınlığı orada yaşadık. Çünkü güvenlik kontrolundan geçtik sonra karşı karşıya kaldığımız kalabalık, İzAir'in Pegasus Havayolları ile ortak düzenlendiği seferlerin ne kadar ilgi gördüğünü gösterdi bizlere. Haaa unutmadan, Mardin uçağına kim binerse binsin güvenlik kontrolunun ardından bir odada T.C. kimlik numarasının alınmasını da merak etmedik değil... Uçağa bindik ve tek kişilik boş koltuk olmadığını görürken, İzAir'in kurucusu İTO Başkanı Ekrem Demirtaş'a teşekkür ettik.

GÜNEŞİN BULUTLARLA DANSI
İzmir'den havalanan uçağımız yavaş yavaş gökyüzünde tırmanırken, biz de bulutlardan yansıyan güneş ışınlarının sıcak dansını izlemeye koyulduk. Yaklaşık 1 saat 40 dakika süren yolculumuz boyunca yeşilin ve kahverenginin hemen her tonunu gördüğümüzü söylersek yalan söylemiş olmayız. Yolculuğumuzun son dakikalarında aşağıdaki tarlalardan oluşan muhteşem halı desenlerini herkesin görmesini dilerim. Mardin'den önce bizi Kızıltepe karşıladı. Mardin'in bu ilçesi gökyüzünden görünüşü ile adını nasıl hak ettiğini kendisi anlatıyordu. Öğle saatlerinde indiğimiz Mardin Havaalanı'nda ilk dikkatimizi çeken uçağımızın neredeyse terminal binasına değecek kadar yaklaşması oldu. Uçaktan inerken olağanüstü güvenlik önlemleri ile karşılaşmayı beklerken sadece bir tane polis aracının olduğu dikkatimizden kaçmadı. Bu arada terminalden çıktığımda gördüğüm ilk otomobilin 35 plakalı bir Ford olması bu gezinin ilk küçük anektoduydu.

YILAN GİBİ KIVRILAN YOLLAR
Mardin Havaalanı ile kent merkezinin arası yaklaşık 20 kilometre. Fotoğraflardan hatırladığımız Mardin evleri uzaklarda kendini gösterirken Kızıltepe'den gelip Mardin'e giden yolda yılan gibi kıvrıla kıvrıla yokuş çıkarak kente yaklaşmaya başladık.
Yaklaşık 430 bin nüfusa sahip Mardin'e gelirken Bilal Bey'den kentin tarihini dinledik; "Tarihi 3000 sene öncelere dayanan Mardin bölgesi, Anadolu'da ilk siyasi birliği kuran Hitit İmparatorluğunun sınırları dışında kalmış. Hititler zamanında bu bölge, Hurri Mitanni Krallığının elindeymiş. Uzun müddet Babil ve Asur hakimiyeti altında kalan Mardin'i Medler ele geçirmiş. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Anadolu ve İran'ı işgal ederek imparatorluğuna ilhak etmiş. İskender'in ölümü üzerine imparatorluk parçalandı. Pers ve sonra Sasani hanedanları, bu bölgeyi ele geçirmiş. M.S. 395'te Roma İmparatorluğu bölününce Anadolu gibi bu bölge de, Doğu Roma (Bizans)nın payına düşmüş. Hz. Ömer zamanına Mardin fethedilerek islam devletine katılmış. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Mardin toprakları Selçuklu Türklerinin eline geçmiş. 1098'de Türkmen boylarından Artuklular, bölgede Selçuklulara bağlı iki devlet kurmuş. Mardin'i Selçuklular'dan sonra Eyyubiler, Türkiye Selçukluları, İlhanlılar, Mısır-Suriye-Türk-Memlİmparatorluğu, Timurlular, Karakoyunlular ve Akkoyunlular hakim olmuş.

SİLAHSIZ AMA BİRLİK İÇİNDE
İstiklal Savaşı'nda Mardin halkı mücadelesini silahsız, fakat birlik içinde düşmanı korkutarak yaptı. Önce İngilizler, ardından da Fransızlar tarafından işgal edilmek istenen Mardin'e 1919 yılında Fransız Kumandanı Norman gönderilmiş. Değişik taktikler deneyerek Mardin'i almak isteyen Norman'a karşı gelen Mardinliler büyük cesaret göstererek Norman'ı bölgeden kovmuş. Mardinlilerin bu kahramanca hareketi, hem Mardin'i hem de Diyarbakır'ı Fransız işgalinden kurtarmış. Cumhuriyet devrinde Mardin, 1923'te il merkezi olmuş."

Demli çayın keyfi oralarda bir başka
Mardin'de bizi karşılayan öğretmen arkadaşlarımız önce yemeğe gideceğimizi söylediler. Yemek için geldiğimiz bir okulda bir hayli demli olan ilk çaylarımızı yudumlarken bölge ile ilgili ilk bilgileri de Bilal öğretmenden aldık. Elbette sorularımızın başında beynimizin bir köşesinde yapışıp kalan güvenlik sorunu vardı ki, onlardan aldığımız bilgiler bizleri biraz daha rahatlattı. Bir süre bekledikten sonra yemeğe oturduğumuzda piyaz ve salata gibi bizlere yabancı olmayan yemeklerin ardından sıra ilk yöresel yemeği tatmaya geldi. Yemek salonunun kapısı açılıp da görevlinin kucağından gördüğümüz 8 tane güvecin içine bakmadan odaya yayılan kokularla midemizden önce beynimiz bayram etmeye başlamıştı bile. "Tava yemeği" adı verilen güveç bölgede yetişen körpe kuzu etleri ve ilkbahar sebzeleri ile yapılmış enfes bir karışımdan oluşmuştu. Dumanı üzerinde pidelerle yumulduğumuz yemeğimizin nefis acısı ardadaşlarımızından bazılarının canını yaksa da benim gibi acı düşkünü biri için tam anlamıyla ziyafetti. Tereyağın bıraktığı enfes tat ve özellikle domates ile acı biberin ağızda dağılan kuzu etine kattığı lezzet anlatılacak cinsten değildi. Yemeğin ardından sıra tatlı faslına geldiğinde yine çok yabancı bir lezzetle tanıştık. Açık renk cam macumunu andıran bu bir çeşit lokumdan birer tane yedikten sonra bazılırımız ikinciyi istese de artık midemizde yer kalmamıştı. Kahvelerimizi içtikten sonra arabalara binip Mardin'e doğru yola çıktık.

YARIN: MARDİN ÇARŞISINDA ALIŞVERİŞ

597444531250
 

Etiketler
Ynt: Üç Günde Güneydoğu

Devam..

Cavid Sezen
*******************************************************************************************************

Peygamberler kenti Şanlıurfa

Birçok peygamberi bağrından çıkarmış, birçok peygamberin uğrak yeri olmuş özel bir şehir Urfa. Hz. İbrahim'in doğduğu ve ateşe atıldığı, Hz. Musa'nın yaşadığı Urfa'nın, zamanında Hz. İsa tarafından da kutsandığı rivayet ediliyor

3 GÜNDE GÜNEYDOĞU / ERKUT ŞAHİN YAZDI

Mardin'de sabah erkenden kalkıyoruz. Aslında buraya gelirken planlarımız arasında yer almamasına rağmen, rotamızı Diyarbakır'a çeviriyoruz. Doğa ilginç tablolar sunuyor bize yol boyunca. Yollar güzel. Zaman zaman yeşil tarlalar görüyoruz, zaman zaman çorak topraklar... Köyler, kasabalar, mezralar derken Diyarbakır'a varıyoruz. Aslında bizim için sadece kısa bir mola Diyarbakır. Kebap kokan sokaklar, kaldırımda yarı fiyata satılan yabancı sigaralar, oradan oraya koşuşturan insanlar... Dedim ya vaktimiz çok sınırlı. sahabe türbelerini geziyor, surlardan geçiyor, çarşıdaki Ulu Cami'de birkaç fotoğraf çektikten sonra meşhur burma kadayıfın tadına bakıyoruz.

[attachment=1]

MİSAFİRPERVER İNSANLAR
Mardin'de tanıştığımız arkadaşlarımızla vedalaşıyoruz otogarda ve otobüsle düşüyoruz yola. Yaklaşık 3 saatlik yolculuktan sonra Şanlıurfa karşılıyor bizi. Bir gece kalacağız, o nedenle fazla vaktimiz yok. Otele yerleştiğimiz gibi kendimizi atıyoruz sokaklara. Sanki bir Arap filmindeyiz. Her biri tarihi eser olan Urfa Evleri'nden birine giriyoruz. Bu ev günümüzde müze olarak kullanıyor. Urfa'nın yerlilerinden bir beyefendi gezdiriyor bizi. Ondan öğreniyoruz; bereketin sembolü olarak Şanlıurfa'da her evin bahçesinde mutlaka zeytin, portakal, incir ve asma ağacı olmazsa olmazmış. Araç geçmesine için vermeyen dar sokaklarda ilerliyoruz. Dedik ya buram buram tarih kokuyor bu sokaklar. Urfa insanı misafirperverliği ile ünlü. Zamanında Hac'ca gidenler Urfa'da konakladıklarında her aile bir misafir ağırlarmış. Misafirler paylaşılıp konuk alamayanlar ise gözyaşı dökermiş.

RENGARENK POŞULAR İÇİNDE
Çarşı civarındaki sokaklarda dolaşırken yolumuz Gümrük Hanı'na çıkıyor. Rengarenk poşulu insanlar geniş bahçeyi doldurmuş kah domino, kağıt oynuyor, kah koyu bir sohbete dalmış. Masaların arasında boyacı ve simitçi çocuklar dolaşıyor. Önce çaylar geliyor; ardından ünlü Urfa kahvesi Mırra... Ben biraz geleneği biliyorum. Mırra'yı içtikten sonra kahveciye doğru uzatıyorum fincanı, o da yeniden döküyor fincana. Ancak yol arkadaşımız Ali Bey, içtikten sonra fincayı masaya bırakıyor. Yeniden konmasını bekliyor kahvenin. Ancak kahveci fincanı kapıyor ve "Sen hakkını kaybettin" diyerek dönüyor arkasını gidiyor. Sohbet sırasında mihmandarımızdan Urfa'nın tarihini dinliyoruz:

URSU VE RUHUA
"Urfa tarihinin Paleolotik çağa kadar (M.Ö. 500.000 - 8.000) uzandığı tespit olunmuş. Kazılarda neolitik çağ (M.Ö. 7250 - 5500), kalkolitik çağ (M.Ö. 5500 3200) ve ilk tunç çağına ait (M.Ö. 3200 - 1800) çok sayıda değerli eser ele geçirilmiş. Belgelere dayanmayan bazı iddialara göre de Urfa, ilk defa şehirler kuran İdris Peygamber veya Tufan'dan sonra Nuh Peygamber zamanında kurulmuş. Ebul Faraç bu görüşte.
Urfa bölgesi; Sümer, Akat, Hitit, Babil, Kalde, Hurri, Mitanni, Aram, Asur, Med ve Pers hakimiyetlerini görmüş. Hitit vesikalarında geçen Ursu'nun, ve Asur vesikalarında geçen Ruhua'nın bugünkü Urfa olduğu söylenir. Şehir; sırasıyla "Ur", "Kalde Ur'u", "Harran Ur'u", "Orhei", "Orhay", "Vurhai", "Edessa", "Ruha", "Reha" ve "Urfa" adlarını almış, son olarak da Şanlıurfa olmuş.

HAZRETİ İSA'NIN RESMİ
Makedonya Kralı Büyük lskender'in, M.Ö. 332'de Doğu seferi sırasında Urfa'ya hakim olduğu söylenir. Bu devir, M.Ö. 132'de son bulur. M.S. 250 yıllarına kadar devam eden Osroane Krallığı dönemi, Urfa tarihinde Hıristiyanlık açısından büyük önem taşır. O çağın Osroane Kralı Kara Abgar'ın dünyada Hristiyanlığı resmi din olarak kabul eden ilk krallardan olduğu, Hz. lsa ile mektuplaştığı ve Hz. lsa'yı dinini yaymak üzere Urfa'ya davet ettiği rivayet edilir. Bu davet üzerine Hz. lsa yüzünü sildiği mendile çıkan mucizevi resmini ve Urfa'yı kutsadığına dair bir mektubunu Abgar Ukomo'ya gönderir. Bu nedenle Urfa'ya Hıristiyanlarca bugün bile "Kutsal Şehir" denilmektedir.
Hıristiyanlık aleminde kutsal sayılan bu mendilin uzun süre Urfa'yı düşmanlardan koruduğuna inanılmış. M.S. 944 yılında Bizans İmparatorunun doğudaki kuvvetlerinin komutanı Ioannes Kurkuas, Urfa üzerine yürüyerek Hz. İsa'nın bu mucizevi resmini almayı başarmış ve onu büyük bir törenle İstanbul'a götürmüştür.

KURTULUŞ GÜNÜ 11 NİSAN
Hristiyanlığı ilk yıllarında kabul eden Urfa, Müslümanlığı da ilk yıllarında, M.S 639'larda kabul etmiş. Selçuklu Sultanı Alpaslan'ın 1071 yılında şehri kuşatmasına kadar birçok siyasi ve dini hareketlerin olduğu Urfa'da bağımsız bir Haçlı Kontluğu (M.S. 10981144) kurulmuş. 1144 yılında İmadeddin Zengi, 1182'de Selahaddin Eyyübi Urfa'ya hakim olmuş. 1240 ve 1250 yıllarındaki iki Moğol yağmasından sonra 1260 yılında Hülagü Han bölgeyi yakıp yıkmıştır. Urfa 1404 tarihinde Akkoyunluların, 1514 yılında Safevilerin eline geçmiş ve 1517 yılında Osmanlı İmparatorluğuna dahil olmuştur. 24 Mart 1919'da İngiliz, 30 Ekim 1919'da Fransızlar tarafından işgal edilmiş. Fransızlara karşı başlatılan direniş ve savaş, 11 Nisan 1920'de şehir halkının zaferiyle sonuçlanmış."

Ev yapımı acı biber
Çayımızı, mırramızı içtikten sonra Urfa çarşısında ilerlemeyi sürdürüyoruz. Bir yanda mangallardan dumanlar yükseliyor, diğer yandan insanlar baharatçılar, kumaşçılar ve bakırcılarda alıveriş yapıyorlar. Biz de urfa biberi ve çay almak üzere bir baharatçıya gidiyoruz. Satıcı son derece güleryüzlü bir Urfalı. Biber almak istediğimizi söylüyoruz. Meğer Urfa biberinin bile ne kadar çok çeşidi varmış. Ben bir acı düşkünü olarak hepsini tatmak istiyorum. Sonuçta ev yapımı acı ve çok acı iki çeşit biberde karar kılıyoruz. Buralarda fiyatları nasıl pek bilmiyorum ama Urfa'da kilosu 15 TL. Aynı fiyattan çayımızı da ısmarlıyoruz ve yeniden yola koyuluyoruz.

Urfa Kalesi'nin eteklerinde
Bir caminin bahçesinden içeri giriyoruz. Önünde bir su kanalı var. Kanalda birkaç balık görünce anlıyoruz ki artık Balıklı Göl'e çok ama çok yakınız. Derken Balıklı Göl ve çevresindeki rekreasyon alanında buluyoruz kendimizi. Gerçekten eşsiz bir eser Şanlıurfa kalesinin eteklerinde. Vali ve belediye başkanının çabalarıyla tarihi doku hiç bozulmadan modern teknoloji kullanılarak adeta bölge yeniden yaratılmış. Mihmandarımız, bize hem Balıklı Göl'ün tarihini anlatıyor hem de Urfa'ya neden Peygamberler şehri dendiğini; "Şanlıurfa, birçok peygamberi bağrından çıkarmış, birçok peygamberin uğrak yeri olmuş ve bu yüce insanlara ev sahipliği yapmış bir şehirdir. Hz. İbrahim'in doğduğu ve ateşe atıldığı, Hz. Lut, Hz. İshak, Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Eyyub, Hz. Elyesa, Hz. Şuayb, Hz. Musa'nın bu bölgede yaşaması, Hz. İsa'nın bu şehri kutsaması ve peygamberlerin makamları, bu tarihi şehrin 'Peygamberler Şehri' veya 'Peygamberler Diyarı' adıyla anılmasını sağlamıştır..."

YARIN: BALIKLI GÖLÜN HİKAYESİ

582019641250
 

Ynt: Üç Günde Güneydoğu

Devam...

Cavid Sezen
********************************************************************************************************

Sıra gecelerinde çifte ziyafet


Yer sofrasının etrafında, müzik ve lezzet ustalarının ahenk içinde süregiden tatlı rekabeti, hem kulağa hem mideye eşsiz bir ziyafet sunuyor. Gecenin sonunda müziğin yatıştırdığı ruhunuzun aksine, mideniz aşırı yüklenmeden bir miktar rahatsız olabiliyor!

[attachment=1]

3 GÜNDE GÜNEYDOĞU / ERKUT ŞAHİN YAZDI

Güneydoğu gezimizin Urfa durağında, Balıklı Göl'ün hikayesini de dinliyoruz: "Dönemin Babil hükümdarı, -hükümdarlara "Nemrut" deniliyor- rüyasında çok parlak bir yıldız görür. Rüyadan çok etkilenen Nemrut, rüyasını yardımcılarına yorumlatır. Yardımcıları, o yıl dünyaya gelecek bir erkek çocuğunun Nemrut'un hükümdarlığını elinden alacağını söyler. Bunun üzerine Nemrut, o yıl doğan bütün erkek çocuklarının öldürülmesi talimatını verir. Hz. İbrahim'in babası, Nemrut'un bu talimatından haberdar olduğundan karısını doğum yapması için surların dışında bir mağaraya götürür. Annesi Hz. İbrahim'i mağarada bırakarak surlara döner, geri geldiğinde dişi bir ceylanı oğlunu emzirirken bulur. Hz. İbrahim 10 yaşında baba evine getirilir. Daha sonra putları korumakla görevlendirilir. Ancak Hz. İbrahim putlara karşı mücadele başlatır. Bunun üzerine Nemrut, Hz. İbrahim için ölüm talimatı verir. Hz. İbrahim bugünkü kalenin bulunduğu tepeden mancınıkla ateşe atılır. Ne varki ateş suya, odunlar balığa dönüşür."

SANDAL SEFASI
Balıklı göle gelmişken yüzlerce balığa yem verebilir, çevredeki mağazalardan bölgeye has hediyelik eşyalar alabilirsiniz. Bu arada Balıklı gölün yanındaki Ayn Zeliha gölünde sandal sefası yapmak da yine zevkinize kalmış. Bu arada hatırlatalım; Hz. İbrahim'in yaşadığı mağaranın içindeki suyun birçok hastalığı iyileştirdiğine inanılıyor.

LEBEDİ VE BOSTANA
Artık güneş batmak üzere.... Ağır ağır otelin yolunu tutuyoruz; yine kebapçıların, elektronik eşya satıcılarının arasından geçerek... Urfa'da bizi konuk eden Taner Bey, İzmir'den arkadaşımız. Onun daveti üzerine akşam Urfa'nın ünlü sıra gecesine katılıyoruz. Sıra gecesi yapılan konak, irili ufaklı oda ve salonlar ile geniş bir holden oluşuyor. Grubunuzun büyüklüğüne göre bu odalardan birini seçiyorsunuz. Biz de odalardan birindeki yer sofrasının etrafına diziliyoruz. Mardin'de olduğu gibi herkesin önünde lebedi ve bostana önceden hazırlanmış. Ezo gelin çorba ile başlıyor muhteşem sofra gösterisi. Urfa'nın ünlü sanatçılarından oluşan sıra gecesinin müzik ustaları da hafiften başlatıyorlar müzik ziyafetini.

URFALI FIKRASI
"Urfa'nın etrafı dumanlı dağlar aman aman, Urfa'nın etrafı dumanlı dağlar aman aman. Gezme bu dağlarda yavrum seni avlarlar, anadan babadan yardan ayrı koyarlar..." Bu arada nefis fındık lahmacun ve içli köteleri birer bire mideye indiriyoruz. Bu arada ustalar çalmaya devam ediyor; "Urfalıyım ezelden, Urfalıyım ezelden, gönlüm geçmez güzelden, gönlüm geçmez güzelden yar..." Ardından adeta bir tabloyu andıran karışık kebaplar süslüyor yer sofrasını. Yemek, müzik sohbet derken sıra gecesinin sonuna geliyoruz. Tatlıyı unuttum sanmayın. Sıranın tatlıya geldiğini söylediklerinde, tıka basa doyduğumuzu söylüyoruz. Ancak yufka ve fıstık ile yapılan tatlıdan yemeden kalkılmayacağını söylüyor evsahiplerimiz ve bir de fıkra anlatıyorlar:
"Urfalı, bir akşam sıra gecesinde yemiş yemiş fenalaşmış. Kendisini hastaneye kaldırmışlar. Doktor bakmış önemli bir rahatsızlığı yok. Yakınlarına demiş ki:
-Bir şişe maden suyu içsin birşeyi kalmaz...
Sedyede yatan Urfalı, güçlükle seslenmiş:
- Maden suyu içeçek yer kalsa ben zaten şıllık yiyecektim!"
Yemek sonrası, serin Urfa gecesinde yediklerimizi hazmetmek üzere sokakları arşınlıyoruz ve otele atıyoruz kendimizi. Sabah bizi tahsis edilen minibüse atlıyoruz ve gezimin son duraklarından Harran'a doğru yola koyuluyoruz. Harran ülkemiz tarihi açısından çok önemli. Neden mi? dünyanın bilinen en eski üniversitesinin kurulduğu yer Harran. Tarihi Harran şehrini geziyor geçmişi hakkında bilgi alıyoruz. Bu arada ilkokul çocukları sarıyor etrafımızı. Onlarla sohbet ediyoruz ayaküstü. Hepsi cin gibi. Bazıları Harran'ın tarihini birkaç dilde anlatmayı öneriyor.

SİT KAPSAMINDAKİ EVLER
Hepsi sit kapsamındami tarihi Harran Evleri'ni gezmeye gidiyoruz. Kubelli, bahçeli, kıl çadırlı kerpiç evlerden birini geziyoruz. "Her aile bu evlerden birine sahip olur, çocuklar evlendikçe kubbeli bir oda eklenerek aile ile birlikte evler de büyür" diye anlatıyor yerliler. Harran'da biraz soluklandık sonra bizi konuk eden arkadaşlar Akçakale Sınır Kapısı'na gitmeyi öneriyor. Yol fazla uzun değil, 30-40 kilometre. Orada da görevliler bizi son derece sıcak karşılıyor. Türkiye'de belki de birçok kişinin adını bile bilmediği bu köşede görev yapmaya çalışan memurlarla uzun uzun sohbet ediyor, demli çaylarına ortak oluyoruz.

KEPÇEYLE AYRAN VE CİĞER
Yeniden Urfa'ya dönüyoruz... Son kez Urfa çarşısındayız. Sevdiklerimize küçük armağanlar alıyoruz. Kızım Sude, bebek sipariş etmişti. Almadan dönersem canıma okur... İstediğini bulamıyorum ama çok daha güzelini götürüyorum. Artık veda vakti çok yakın. Ancak ev sahiplerimiz bizi aç karına uçağa bindirmemekte kararlı. Sembol Ciğer'e gidiyoruz. Nefis ciğer ve kuşbaşı kebapları mideye indirirken yanında közlenmiş yeşil biber yiyor ve metal taslarda gelen ayranı kepçeyle içiyoruz. Artık hava alanı yolundayız. 3 günlük tarihi yolculuğu konuşuyoruz arkadaşlarımızla. Hakikaten tarihle iç içe günler geçirdik Güneydoğu Anadolu'da. Üstelik ülkemizin en güzel yemeklerini, kebaplarını vatanlarında yeme fırsatı bulduk. Gerçekten hoş bir deneyimdi. Deniz, kum, güneş elbette güzel ama tatil için alternatif arayanlara Türkiye'nin bu güneydoğu köşesini de şiddetle tavsiye ederim.

En eski İslam Üniversitesi Harran'da
Tarih boyunca çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapan; ismi, Sümerce ve Akatça "Kesişen Yollar" anlamındaki Harran-u'dan gelen Harran ilçesi, tarihi ve kültürel zenginliklerini bugüne kadar koruyabilen ender mekanlar arasında yer alıyor. Merkezi bir konumda bulunması nedeniyle eğitim faaliyetlerinin M.Ö. 7-8 binlere kadar uzandığı ilçede, İslamiyetin yayılmasından önce kurulduğu tespit edilen "Harran Okulu" dönemin en gözde okulları arasında bulunuyor. Hellen kültürünün bir ürünü olan Mısır'ın İskenderiye kentindeki bilim ve felsefe okulunun dağılmasının ardından buradaki öğretmenler, M.S. 7. yüzyılda Antakya ve Harran'a gelerek, eğitim çalışmalarına devam etmiş. İslamiyetin bölgede yayılışına kadar geçen sürede Harran Okulu faaliyetini sürdürmüş. Bölgede Abbasilerin egemenliği döneminde Halife Harun Reşid zamanında kapsamı daha da genişletilen "Harran Okulu", bölgenin tercüme merkezi haline gelmiş. Bunun yanı sıra okulda din, astronomi, tıp, matematik ve felsefe alanlarında da eğitim veriliyormuş. Bu özellikleriyle şimdiye kadar tarihteki en eski İslam Üniversitesi olarak nitelendirilen Harran Okulu, 1271'de Moğollar tarafından istila edilmiş.

BİTTİ

609656828750
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,455
Mesajlar
1,518,134
Kayıtlı Üye Sayımız
172,108
Kaydolan Son Üyemiz
desiredesire

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

SON KONULAR



Geri
Üst