Macit Şekerci
Ana Kamp
Birinci Dünya Savaşı’na Neden Girdik?!
Osmanlı Devleti’nin dünya savaşına neden girdiğini anlamak için, o günün dünya siyasi şartlarına bakmak gerekir. 1914 yılına gelindiğinde, dünyadaki konjonktür şöyleydi.
Osmanlı Devleti, cihan devletiydi, dünyanın hakimiydi, dünya üzerinde söz sahibiydi. Savaşan herhangi iki devletin, hakemlik için arabulucu olarak başvurduğu hakem konumundaydı. Fakat, bu saymış olduğum sıfatların hüküm sürdüğü zamanların üzerinden 200 yıldan fazla zaman geçmiş, Osmanlı Devleti, II. Viyana Savaşı’nda (1683-1699) ağır bir yenilgi almış, savaşın 16 yıl sürmesiyle, ekonomi dengelerinin bozulmasının yanında ilk toprak kaybını da yaşamıştır. Osmanlı Devleti’ne en ağır darbe bu toprak kaybı değil, o güne kadar yenilemez gözüyle bakılan Osmanlı Devleti, bu imajını kaybetmiş, yenilmezlik kavramının sona ermesi olmuştur. Bundan sonraki savaşlar hep daha zor geçmiş, arada galip geldiği zaferler olmasına rağmen Osmanlı Devleti sürekli toprak ve güç kaybeder hale düşmüştür. Ruslarla sürekli yapılan savaşlarda 18. yy’da donanmamız Ruslar tarafından yakılmış, Kırım kaybedilmiş, daha sonraları yapılan büyük savaşta da Rus Orduları, doğuda Erzurum’a kadar, batıda ise İstanbul’a kadar yürümüşlerdir (Osmanlı-Rus savaşı 1877-78). Bu savaşta, Kars-Ardahan-Batum şehirlerini kaybettik. İngilizler’e de, yapmış olduğu arabulucuk için Kıbrıs’ın yönetimini verdik. Ayrıca, Bosna-Hersek topraklarının yönetimini de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bıraktık. Avusturya, 1908 yılında bu toprakları işgal etmiştir. Osmanlı devleti’ndeki gerileme ve toprak kaybı durmamış, 1911 yılında Trablusgarp’ı (Libya) kaybetmiş, hemen bir yıl sonra da balkanlardaki tüm topraklarını kaybetmiştir (1912-13). Osmanlı Devleti, önceden, kendisine başvurulan hakem konumunda iken, artık devletler yer değiştirmiş, bu sefer Osmanlı Devleti, aynı devletlere yardım için başvurur olmuştur. Artık Osmanlı Devleti, batı dünyasında, hasta adam! olarak anılmakta, bir an önce paylaşılmak istenen av gibi fırsat kollanmaktadır.
Rusya, Moskova Prensliği’nin kurulduğu 1475 yılından itibaren birinci hedefi, topraklarını genişletmek, bununla birlikte de sıcak denizlere inmek olmuştur. Osmanlı Devleti’nin, 1475 yılında Kırım’ı fethetmesiyle birlikte, bu devlet, Ruslar’ın önünde hep engel teşkil etmiştir. Bu sebeple, Osmanlı-Rus devletleri arasındaki yaklaşık 400 yıllık bir süreç, birçok savaşlara sahne olmuştur. Yükselme döneminde Ruslar’ın tepesinde Demokles’in Kılıcı gibi duran Osmanlı Devleti, duraklama döneminden sonra gelen gerileme döneminde durum tersine dönerek Ruslar’ın lehine dönmüş ve Ruslar karşısında Osmanlı, gerilemeye başlamıştır. Bu gerileme, 93 Harbi’nde (1877-78) Ruslar’ın, doğuda Erzurum’a, batıda ise İstanbul’a gelişine kadar devam edecektir.
Almanya, 1870 yılına kadar irili ufaklı prenslikler, krallıklar şeklinde bölünmüş haldeydi. Alman topraklarında yaklaşık 30 civarında prenslik/krallık bulunuyordu. Prusya, bunların içinde en güçlü olanıydı. 1870 yılında Fransa ile yapılan savaşta Almanlar galip gelince, Avrupa’daki güç dengesi, Fransızlar’dan Almanlar’a geçer. 1871′de Alman birliği kurulur. Bundan böyle Almanlar’ın birinci hedefi, uzun yıllardır, sömürgeleri vasıtasıyla ele geçiren dünyanın çeşitli bölgelerinde nüfuz hakimiyetine sahip olan Fransa, İngiltere, İtalya gibi nüfuz mücadelesi oluşturmak, yeni yerler ele geçirmek olacaktır. Bu fırsatı da 1914 yılında yakalayacaktır.
İngiltere, bir ada devleti olmasının dezavantajını lehine çevirmek için donanmaya önem vermiş, kurmuş olduğu güçlü donanmasıyla 200 yıldır denizlerde mağlubiyet görmemiş, yine bu donanmasının gücüyle dünyanın çeşitli bölgelerinde ele geçirdiği sömürgelerle, geniş bir imparatorluk kurarak geniş pazarlar elde etmiş, sanayi devrimiyle birlikte gelişen ekonomisine yeni enerji kaynakları yaratma/bulma peşindeydi. Bu enerji kaynaklarının da büyük bir bölümü yeni keşfedilen petroldü ve, yeni petrol kaynakları Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde ve kontrolündeydi. İngilizler, Osmanlı toprakları olan Mısır’a, Kıbrıs’a yerleşerek, enerji kaynaklarına yaklaşmış, çıkacak bir büyük savaşta da tüm ortadoğuyu ele geçirmeyi, tek başına olmazsa, bir veya birkaç büyük devletle birlikte aralarında paylaşmak düşüncesindeydi.
Fransa, hem en büyük düşmanları Almanya ve İngiltere’yle olan güç ve hakimiyet mücadelesini sürdürüyor, hem de İngilizlerin nüfuzu altındaki devletlerin haricinde, kendine yeni sömürgeler bulma peşindeydi. 18. ve 19. yy’larda, Osmanlı Devleti toprakları olan kuzey Afrika’nın (Mısır, Cezayir) önemli bir bölümünü işgal eder, fakat Mısır’ı, İngilizlere terk etmek zorunda kalır. Mısır’ı terkeden Napolyon bu sefer, yine Osmanlı toprağı olan ortadoğuda, Akka Kalesi’ni kuşatır. Buradan da sonuç alamayıp geri çekilir.
İtalya, rakiplerinin şimdilik girmediği Osmanlı topraklarını gözüne kestirmiş, kendine en yakın olan Trablusgarp’ı kestirmiştir. Donanmasıyla, 1911 yılında buraya asker çıkarır. Osmanlı Devleti’nin yardım gönderecek gücü yoktur. Mustafa Kemal Atatürk, Enver Paşa ve arkadaşları gönüllü olarak Trablusgarp’a giderler, yerel halkı örgütleyerek küçük bir ordu meydana getirerek, İtalyanlar’a karşı bir yıl boyunca savaşırlar. Sonrasında, yardım gelmediğinden yenilirler ve hem Trablusgarp’ı, hem de savaşın başlarında İtalyanlar’ın işgal ettiği Ege’deki 12 adayı da kaybederiz (Yıllardır bazı çevrelerce İsmet Paşa’ya karşı, “Adaları Yunanistan’a verdi” şeklinde haksızca yapılan suçlamalara da cevap olur diye ümit ediyorum).
Osmanlı Devleti, dünya savaşından sadece iki yıl önce gerçekleşen Balkan Savaşları’nda (1912-13), iki ay gibi kısa bir sürede tüm Balkanlar’ı kaybetti. Dünya savaşı başladığında, Osmanlı Devleti’nin yönetiminde, Enver Paşa Cemal Paşa Talat Paşa üçlüsü bulunuyordu. Yine bu üçlü, Turan ülküsüyle, hem elimizden çıkan Balkanları ve 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında kaybettiğimiz Kars-Ardahan-Batum vilayetlerini tekrar kurtarmak için, hem de Kafkaslar ve Orta Asya’daki Türk milletlerini birleştirme umudu ve düşüncesiyle, savaşa girmeyi arzuluyorlardı. Önce, İngiliz ve Fransızların yanında savaşa girmeyi denediler fakat, bu ülkelerin, hasta adam! dedikleri Osmanlı Devleti’ni parçalayıp aralarında bölüşme planları olduğundan dolayı, ki zaten İngilizler, parasını altın olarak peşin ödeyip satın aldığımız iki savaş gemimizi vermemişlerdir, bu istek reddedildi. Bu sebeple ve de başka çare bulamadıklarından, Almanya-Avusturya Macaristan blokuna katılarak savaşa girdik. Almanların da, Almanların da doğuda Ruslar'a karşı girişeceği harekat sebebiyle, batıda ise en büyük düşmanları Fransız ve İngilizlere'ye de karşı koyması gerektiğinden eğer Osmanlı Devleti kendi safında savaşa girerse, yukarıda belirttiğim Rus, İngiliz, Fransız ordularının bir bölümünü, Osmanlı cephelerine ayırmasıyla, Alman ordularının üzerine binen yükü hafifleteceği düşüncesiyle, Osmanlı Devleti’nin, kendi safında savaşa girmesinin, kendi çıkarlarıyla örtüştüğünden dolayı kabul etmiştir. Savaş girme olayı tamamen, Enver Paşa iktidarının isteğiyle ve bilgisi dahilinde olmuştur.
Osmanlı Devleti, bilindiği gibi bu büyük savaştan yenik çıkar. Savaşta, tüm ortadoğu’yu, Hicaz bölgesini, Kıbrıs’ı da kaybeder. Yenilgiden sonra galip devletler, aralarında anlaşarak, Osmanlı topraklarını paylaşmaya başlarlar. Zaten bu sebeple, yendikleri devletlerle barış antlaşmalarını yaparken, Osmanlı Devleti’yle barış antlaşması yapmayı en sona bırakmışlardır. Galip devletler, Trakya’nın tamamını, İstanbul'u, İzmir'i ve Anadolu’nun büyük bölümünü işgal ederler. Türkler’e ise sadece iç Anadolu’da, Ankara, Kastamonu ve çevrelerini bırakırlar. Artık, Türkler için beş yıl sürecek olan, esaret, işgal, baskı, karanlık ufuklar, umutsuz yıllar başlar. Türkler, bu durumdan kurtulmak için, Mustafa Kemal Atatürk’ü bekleyecektir.
Ha, diyeceksiniz ki; ” Bu savaşa girmeseydik ne olurdu?!” Geleceği tahmin etmek için, geçmişi, tarihi bileceksin” sözünden yola çıkarak, 200 yıldan beri gerileyen ve toprakları sürekli küçülen, aynı zamanda da Avrupa’daki yenilikleri kaçıran Osmanlı Devleti’nin parçalanması, kaçınılmaz bir sondu. Zaten bunu, eminim Enver Paşa da biliyordu.
Bu vatan için dahilde ve hariçte toprağa düşmüş tüm şehitlerimize rahmetle…
Selam ve sevgiyle…
Macit Şekerci
03 Haziran 2014
Kaynak: http//kalemtiras.com
Gezdiklerim, Gördüklerim, Düşünceler...
Osmanlı Devleti’nin dünya savaşına neden girdiğini anlamak için, o günün dünya siyasi şartlarına bakmak gerekir. 1914 yılına gelindiğinde, dünyadaki konjonktür şöyleydi.
Osmanlı Devleti, cihan devletiydi, dünyanın hakimiydi, dünya üzerinde söz sahibiydi. Savaşan herhangi iki devletin, hakemlik için arabulucu olarak başvurduğu hakem konumundaydı. Fakat, bu saymış olduğum sıfatların hüküm sürdüğü zamanların üzerinden 200 yıldan fazla zaman geçmiş, Osmanlı Devleti, II. Viyana Savaşı’nda (1683-1699) ağır bir yenilgi almış, savaşın 16 yıl sürmesiyle, ekonomi dengelerinin bozulmasının yanında ilk toprak kaybını da yaşamıştır. Osmanlı Devleti’ne en ağır darbe bu toprak kaybı değil, o güne kadar yenilemez gözüyle bakılan Osmanlı Devleti, bu imajını kaybetmiş, yenilmezlik kavramının sona ermesi olmuştur. Bundan sonraki savaşlar hep daha zor geçmiş, arada galip geldiği zaferler olmasına rağmen Osmanlı Devleti sürekli toprak ve güç kaybeder hale düşmüştür. Ruslarla sürekli yapılan savaşlarda 18. yy’da donanmamız Ruslar tarafından yakılmış, Kırım kaybedilmiş, daha sonraları yapılan büyük savaşta da Rus Orduları, doğuda Erzurum’a kadar, batıda ise İstanbul’a kadar yürümüşlerdir (Osmanlı-Rus savaşı 1877-78). Bu savaşta, Kars-Ardahan-Batum şehirlerini kaybettik. İngilizler’e de, yapmış olduğu arabulucuk için Kıbrıs’ın yönetimini verdik. Ayrıca, Bosna-Hersek topraklarının yönetimini de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bıraktık. Avusturya, 1908 yılında bu toprakları işgal etmiştir. Osmanlı devleti’ndeki gerileme ve toprak kaybı durmamış, 1911 yılında Trablusgarp’ı (Libya) kaybetmiş, hemen bir yıl sonra da balkanlardaki tüm topraklarını kaybetmiştir (1912-13). Osmanlı Devleti, önceden, kendisine başvurulan hakem konumunda iken, artık devletler yer değiştirmiş, bu sefer Osmanlı Devleti, aynı devletlere yardım için başvurur olmuştur. Artık Osmanlı Devleti, batı dünyasında, hasta adam! olarak anılmakta, bir an önce paylaşılmak istenen av gibi fırsat kollanmaktadır.
Rusya, Moskova Prensliği’nin kurulduğu 1475 yılından itibaren birinci hedefi, topraklarını genişletmek, bununla birlikte de sıcak denizlere inmek olmuştur. Osmanlı Devleti’nin, 1475 yılında Kırım’ı fethetmesiyle birlikte, bu devlet, Ruslar’ın önünde hep engel teşkil etmiştir. Bu sebeple, Osmanlı-Rus devletleri arasındaki yaklaşık 400 yıllık bir süreç, birçok savaşlara sahne olmuştur. Yükselme döneminde Ruslar’ın tepesinde Demokles’in Kılıcı gibi duran Osmanlı Devleti, duraklama döneminden sonra gelen gerileme döneminde durum tersine dönerek Ruslar’ın lehine dönmüş ve Ruslar karşısında Osmanlı, gerilemeye başlamıştır. Bu gerileme, 93 Harbi’nde (1877-78) Ruslar’ın, doğuda Erzurum’a, batıda ise İstanbul’a gelişine kadar devam edecektir.
Almanya, 1870 yılına kadar irili ufaklı prenslikler, krallıklar şeklinde bölünmüş haldeydi. Alman topraklarında yaklaşık 30 civarında prenslik/krallık bulunuyordu. Prusya, bunların içinde en güçlü olanıydı. 1870 yılında Fransa ile yapılan savaşta Almanlar galip gelince, Avrupa’daki güç dengesi, Fransızlar’dan Almanlar’a geçer. 1871′de Alman birliği kurulur. Bundan böyle Almanlar’ın birinci hedefi, uzun yıllardır, sömürgeleri vasıtasıyla ele geçiren dünyanın çeşitli bölgelerinde nüfuz hakimiyetine sahip olan Fransa, İngiltere, İtalya gibi nüfuz mücadelesi oluşturmak, yeni yerler ele geçirmek olacaktır. Bu fırsatı da 1914 yılında yakalayacaktır.
İngiltere, bir ada devleti olmasının dezavantajını lehine çevirmek için donanmaya önem vermiş, kurmuş olduğu güçlü donanmasıyla 200 yıldır denizlerde mağlubiyet görmemiş, yine bu donanmasının gücüyle dünyanın çeşitli bölgelerinde ele geçirdiği sömürgelerle, geniş bir imparatorluk kurarak geniş pazarlar elde etmiş, sanayi devrimiyle birlikte gelişen ekonomisine yeni enerji kaynakları yaratma/bulma peşindeydi. Bu enerji kaynaklarının da büyük bir bölümü yeni keşfedilen petroldü ve, yeni petrol kaynakları Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde ve kontrolündeydi. İngilizler, Osmanlı toprakları olan Mısır’a, Kıbrıs’a yerleşerek, enerji kaynaklarına yaklaşmış, çıkacak bir büyük savaşta da tüm ortadoğuyu ele geçirmeyi, tek başına olmazsa, bir veya birkaç büyük devletle birlikte aralarında paylaşmak düşüncesindeydi.
Fransa, hem en büyük düşmanları Almanya ve İngiltere’yle olan güç ve hakimiyet mücadelesini sürdürüyor, hem de İngilizlerin nüfuzu altındaki devletlerin haricinde, kendine yeni sömürgeler bulma peşindeydi. 18. ve 19. yy’larda, Osmanlı Devleti toprakları olan kuzey Afrika’nın (Mısır, Cezayir) önemli bir bölümünü işgal eder, fakat Mısır’ı, İngilizlere terk etmek zorunda kalır. Mısır’ı terkeden Napolyon bu sefer, yine Osmanlı toprağı olan ortadoğuda, Akka Kalesi’ni kuşatır. Buradan da sonuç alamayıp geri çekilir.
İtalya, rakiplerinin şimdilik girmediği Osmanlı topraklarını gözüne kestirmiş, kendine en yakın olan Trablusgarp’ı kestirmiştir. Donanmasıyla, 1911 yılında buraya asker çıkarır. Osmanlı Devleti’nin yardım gönderecek gücü yoktur. Mustafa Kemal Atatürk, Enver Paşa ve arkadaşları gönüllü olarak Trablusgarp’a giderler, yerel halkı örgütleyerek küçük bir ordu meydana getirerek, İtalyanlar’a karşı bir yıl boyunca savaşırlar. Sonrasında, yardım gelmediğinden yenilirler ve hem Trablusgarp’ı, hem de savaşın başlarında İtalyanlar’ın işgal ettiği Ege’deki 12 adayı da kaybederiz (Yıllardır bazı çevrelerce İsmet Paşa’ya karşı, “Adaları Yunanistan’a verdi” şeklinde haksızca yapılan suçlamalara da cevap olur diye ümit ediyorum).
Osmanlı Devleti, dünya savaşından sadece iki yıl önce gerçekleşen Balkan Savaşları’nda (1912-13), iki ay gibi kısa bir sürede tüm Balkanlar’ı kaybetti. Dünya savaşı başladığında, Osmanlı Devleti’nin yönetiminde, Enver Paşa Cemal Paşa Talat Paşa üçlüsü bulunuyordu. Yine bu üçlü, Turan ülküsüyle, hem elimizden çıkan Balkanları ve 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında kaybettiğimiz Kars-Ardahan-Batum vilayetlerini tekrar kurtarmak için, hem de Kafkaslar ve Orta Asya’daki Türk milletlerini birleştirme umudu ve düşüncesiyle, savaşa girmeyi arzuluyorlardı. Önce, İngiliz ve Fransızların yanında savaşa girmeyi denediler fakat, bu ülkelerin, hasta adam! dedikleri Osmanlı Devleti’ni parçalayıp aralarında bölüşme planları olduğundan dolayı, ki zaten İngilizler, parasını altın olarak peşin ödeyip satın aldığımız iki savaş gemimizi vermemişlerdir, bu istek reddedildi. Bu sebeple ve de başka çare bulamadıklarından, Almanya-Avusturya Macaristan blokuna katılarak savaşa girdik. Almanların da, Almanların da doğuda Ruslar'a karşı girişeceği harekat sebebiyle, batıda ise en büyük düşmanları Fransız ve İngilizlere'ye de karşı koyması gerektiğinden eğer Osmanlı Devleti kendi safında savaşa girerse, yukarıda belirttiğim Rus, İngiliz, Fransız ordularının bir bölümünü, Osmanlı cephelerine ayırmasıyla, Alman ordularının üzerine binen yükü hafifleteceği düşüncesiyle, Osmanlı Devleti’nin, kendi safında savaşa girmesinin, kendi çıkarlarıyla örtüştüğünden dolayı kabul etmiştir. Savaş girme olayı tamamen, Enver Paşa iktidarının isteğiyle ve bilgisi dahilinde olmuştur.
Osmanlı Devleti, bilindiği gibi bu büyük savaştan yenik çıkar. Savaşta, tüm ortadoğu’yu, Hicaz bölgesini, Kıbrıs’ı da kaybeder. Yenilgiden sonra galip devletler, aralarında anlaşarak, Osmanlı topraklarını paylaşmaya başlarlar. Zaten bu sebeple, yendikleri devletlerle barış antlaşmalarını yaparken, Osmanlı Devleti’yle barış antlaşması yapmayı en sona bırakmışlardır. Galip devletler, Trakya’nın tamamını, İstanbul'u, İzmir'i ve Anadolu’nun büyük bölümünü işgal ederler. Türkler’e ise sadece iç Anadolu’da, Ankara, Kastamonu ve çevrelerini bırakırlar. Artık, Türkler için beş yıl sürecek olan, esaret, işgal, baskı, karanlık ufuklar, umutsuz yıllar başlar. Türkler, bu durumdan kurtulmak için, Mustafa Kemal Atatürk’ü bekleyecektir.
Ha, diyeceksiniz ki; ” Bu savaşa girmeseydik ne olurdu?!” Geleceği tahmin etmek için, geçmişi, tarihi bileceksin” sözünden yola çıkarak, 200 yıldan beri gerileyen ve toprakları sürekli küçülen, aynı zamanda da Avrupa’daki yenilikleri kaçıran Osmanlı Devleti’nin parçalanması, kaçınılmaz bir sondu. Zaten bunu, eminim Enver Paşa da biliyordu.
Bu vatan için dahilde ve hariçte toprağa düşmüş tüm şehitlerimize rahmetle…
Selam ve sevgiyle…
Macit Şekerci
03 Haziran 2014
Kaynak: http//kalemtiras.com
Gezdiklerim, Gördüklerim, Düşünceler...