SRDR34
Ana Kamp
- Mesajlar
- 40
- Tepkime Puanı
- 0
AVRUPA’NIN TATİL ÜLKESİ HIRVATİSTAN
Hırvatistan, hiç şüphe yok ki, en çok Akdeniz'in en güzel sahillerinden birine sahip olmasıyla ünlüdür. Binlerce km'lik koy ve körfezlerle şekillenen sahili ve bu sahil boyunca yer alan 1.185'i aşkın ada, her yıl dünyanın dört bir yanından on binlerce turistin bu ülkeye akın etmesinin en önemli sebebidir. Başkent Zagreb, modern bir kent olmanın yanısı sıra birçok kültüre şahitlik etmiş tarihiyle insanı cezbeden bir yerdir. Saint Mark Kilisesi, kentin sahip olduğu en çarpıcı ve en değerli eserdir.
Dalmaçya bölgesinin merkezi ve Akdeniz sahilindeki en büyük Hırvat kenti olan Split ve bir yarımada görüntüsündeki Dubrovnik; sahip oldukları plajlar, tatil yerleri ve tarihi eserleriyle ülke turizminin en önemli parçalarındandır. M.S. 3. yüzyılda kurulmuş olan Split, Diocletian Sarayı'nın duvarlarıyla çevrili olan tarihi merkezi ile büyüleyicidir. Sahil şeridinin güneyinde yer alan Dubrovnik, Adriatik'in İncisi olarak nitelendirilir. Dubrovnik'in en görkemli bölümü, kentin eski bölgesi olan Stari Grad'dır. Hepsi parlak ve renkli taştan yapılmış olan saraylar, müzeler, kiliseler, yüksek evler, fiskiyeler ve mermerle düşenmiş meydanlar, Stari Grid'i benzersiz bir yer yapar. Dubrovnik'in 13. ve 16. yüzyıllar arasında inşa edilmiş olan duvarları, dünyanın en iyi kent duvarlarıdır. Ayrıca, kentte bulunan Rector Sarayı ve Franciscan Manastırı'nı unutmamak gerekiyor.
Kuzeyin sahil kentleri olan Pula ve Rovinj, sahil şeritleri boyunca var olan plajları ve tatil bölgeleriyle ön plana çıkar. Ülkenin sahil şeridi boyunca ve Adriatik Denizi açıklarında bulunan adalar, her türlü deniz turizmine elverişli noktalardır. Buralarda yat turizmi oldukça gelişmiş durumda.
Bizim de bu ülkeyi ziyaret etmek için İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan başlayan yolculuğumuz 2 saatlik bir uçuş sonrasında Zagreb Havalimanı’nda son buldu. Kabine adım attığımızda önemli bir isimle, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ile karşılaşıyoruz. Anayasa Mahkemesi Haşim Kılıç’ın Zagreb’i ziyaret nedeni ikili ilişkilerde bulunmak ve 12 ylül referandumu hakkında konferans vermek…
Tarihi binalarla modern yapıların iç içe bulunduğu küçük bir şehir olmasına rağmen tarihi yapıları iyi korunan Zagreb zengin tarihiyle ve Adriyatik Denizi kıyılarındaki sahil kısmına olan ilgi, başkenti gölgede bırakıyor olsa da Avrupa tarihinin en önemli şehirlerinden biri. Mimari alanda İtalya ve Avusturya’dan etkilenmiş görünüyor. Arnavut kaldırımlı sokakları, meydan ve bahçeleri, kafeleri ve az sayıda turist olduğu için rahat gezme imkanı olan Zagreb’de tramvay sistemi çok kalabalık olsa bile şehir içi ulaşım oldukça rahat. Sava Nehri kenti ikiye ayırıyor. Nehrin dış tarafında kalan kısım Yeni Zagreb, iç kısmında kalan kısım ise Eski Zagrep olarak adlandırılıyor. Yeni Zagreb’de günümüzde inşa edilen modern binalar yer alırken Eski Zagreb’de tarihi yapılar, parklar, bahçeler, meydanlar ve katedraller yer alıyor.
Zagreb’e indiğimizde bizi soğuk ve yağışlı bir hava karşılıyor. Havanın bir açıp bir kapandığını söylüyorlar. Hemen otele gidip üstümüzü değiştirdikten sonra şehri keşfe çıkıyoruz. İlk durağımız bu kent hakkında detaylı bilgi almak üzere Türk Büyükelçiliği oluyor. Buraya kısa süre önce atanan Büyükelçi Burak Özügergin’den Hırvatistan hakkında bilgiler alıyorum. Hırslı ve azimli bir bürokrat Özügergin. Türk işadamlarıyla burada birçok şey yapmak arzusunda… Büyükelçi Özügergin, Haşim Kılıç’ın konferansının çok yakın bir yerde olduğunu, istersek takip edebileceğimizi söylüyor. Bu hesapta yoktu işte! Otelden şort ve tişörtle çıkmıştım.
Büyükelçinin yanımıza verdiği görevli bayanla Zagrep Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne gidiyoruz. Uçakta Haşim Kılıç’tan burada 12 Eylül’de ülkemizde yapılan referandum hakkında buradaki genç hakimlere konferans vereceğini öğrenmiştim ama benim de konferansa katılacağım hiç hesapta yoktu… Kapıda bir grup bizi karşılıyor. O esnada gruba bizler tanıtılırken 50’lili yaşlarda bir kadın birden bire koluma girip oradaki şık giyimli yandaki diğer insanların yanına doğru adeta sürükleyip büyük bir coşkuyla benim kim olduğumu bilip bilmediklerini soruyor. Onlar şaşkın ben onlardan şaşkın birbirimize bakıyoruz. Elbette kimse bilmiyor kim olduğumu. O şaşkınlıkla bana kim olduğumu sorsa ben bile cevap veremeyeceğim. Türkiye’den gelen gazeteci olduğumu söylüyor. Koluma girip beni sürükleyen kişinin Hırvatistan Anayasa Mahkemesi Başkanı Profesör Doktor Jasna Omejec olduğunu, beni tanıyıp tanımadıklarını sorduğu grubun da yüksek bürokratlar olduğunu öğreniyorum. Üstümdeki şorttan ve tişörtten utanıyorum ama iş işten geçmişti. Konferans başlamadan salona girmeden Jasna Omeyec gene yanımdan geçiyor olanca sempatikliğiyle… Konferans öncesi ayaküstü sıcak bir sohbet gerçekleştiriyoruz. Ne kadar rahatlar diye düşünüyorum. Bizim ülkemizde olsa yanlarına bile sokulamazken onlar kendileri geliyorlar. İnsana insan gibi davranıyorlar, etraflarında kraldan çok kralcı olan korumaları da yok. Gelişmiş ülke olmak böyle bir şey olsa gerek… Bu kadar sıcak davranmalarındaki en önemli unsur Türkler’in çok seviliyor olması. Bunu öğreniyor hatta deneyimiyorum. Bunun en büyük nedeni ise burada büyük ilgi gören Hırvat ekranlarındaki Türk dizileri.
Ertesi gün durağımız parklarıyla ünlü Zagreb’in ünlü Maksimir Parkı oluyor. Parka girerken sıkışan kameramanım parkın girişindeki kafenin tuvaletine giriyor. Ama yanlışlıkla bayanlar kısmına... Tuvaletten elinde bir cep telefonuyla geliyor. Sahibini sorup buluyorum. Telefonu sahibine verirken gururla Türk olduğumuzu da özellikle cümle arasına sıkıştırıyorum. Allahtan kimse erkek kameramanın bayanlar tuvaletinde ne işi olduğunu sormuyor.
Piskopos Maksimilijan Vrhovac tarafından 1794 yılında açılan Maksimir Park, Zagreb’in en çok ziyaretçi ağırlayan yerlerinden biri. 7 hektarlık bir alan üzerine kurulu olan Zagreb Hayvanat Bahçesi de bu parkın içinde yer alıyor. 20. yüzyılın başlarında 3 tilki ve 3 baykuşla açılışı yapılan hayvanat bahçesi günümüzde aslandan jaguara, su kuşlarından fok balıklarına, ceylandan zebraya dünyanın çeşitli coğrafyalarından 275 farklı hayvan türüne ev sahipliği yapıyor.
Ertesi günü hoş bir şekilde hava açıyor. Bir önceki günkü yağmurdan eser yok. Yerler kupkuru, zaten bardaktan boşanırcasına yağan yağmur suyu hiçbir yerde toplanmıyor, sanki saatlerdir yağmur yağmıyor gibi… Ülkemizde olsaydı şimdiye kadar bin defa her yeri sular basmıştı diyorum kendi kendime…
Şehrin bir çok yerine yerleştirilmiş irili ufaklı parklar soluklanma ve nefes alma imkanı sağlıyor. Şehrin en önemli meydanı Jelacice Meydan… Meydanda heykeli bulunan Jelacica 19. yy’da Macarlara karşı savaşmış bir vali ve bir halk kahramanı. Heykel, Tito döneminde Hırvat milliyetçiliği ile bağlantılı olduğundan yerinden kaldırılıp gömülmüş. Ancak 1990 yılında bağımsızlığını ilan ettikten sonra yeni hükümetin ilk işi heykeli yerinden çıkarıp meydana dikmek olmuş.
Meydan eski şehri aşağı ve yukarı bölge diye ikiye bölüyor. Aşağı bölgede daha çok 19. yy, yukarı bölgede ise 17. yy’dan kalma yapılar yoğunlukta. Meydan araç trafiğine kapalı sadece tramvaylar çalışıyor. Tramvaylar şehrin temel ulaşım aracı, meydanda bunu çok net şekilde görebiliyorsunuz. Ancak tramvaylara çok dikkat etmek gerekiyor. Bazı yerlerde kaldırımlara çok yakın geçtiklerinden ölümcül kazalara sebebiyet verdikleri oluyormuş. Bu arada taksi ücretleri çok yüksek olmasa da Makedonya’ya ya da Bulgaristan’a göre oldukça yüksek her şeyde olduğu gibi… Sadece içecekler oldukça ucuz. Kafelerde neskafe 1 Euro, viski 3.5 Euro… İyi bir yerde 4 kişlik yemek 80-90 Euro civarında…
Meydanı geçip yürümeye devam edince Zagreb’in en önemli sembolü olan Meryem Ana’nın Göğe Kabulü Katedrali ya da halk arasında bilinen ismiyle Zagreb Katedrali’ne geliyoruz. Gotik tarzda görkemli ve oldukça büyük olan katedralin kulelerinde restorasyon çalışmaları var.
Daha çok Avusturya Macaristan dönemi mimari tarzında yapıların yer aldığı Kaptol bölgesinde yer alan Meryem Ana Katedrali gotik tarzda inşa edilmiş. Katedralin tarihi 13. yüzyıla dayanıyor. 105 metre yüksekliğinde göğü yararcasına yükselen kulesiyle katedral bugünki halini 15. ve 16. yüzyılda almış.
1880 yılında yaşanan depremde büyük zarar gören katedral, zamanın ünlü Hırvat mimarı olan Herman Bolle tarafından yeniden restore edilmiş. Katedralin önünde ise Avusturyalı heykeltraş Frnkorn imzasını taşıyan altın Meryem Ana ve dört meleğin heykeli yer alıyor. Bu 4 melek, Hristiyanlığın kutsal değerleri olan inanç, umut, masumiyet ve alçak gönüllüğü simgeliyor.
Katedralin saldırılardan korumak için çevresi duvarlarla çevrilmiş. Bu duvarların yapımında binlerce kişi çalışmış ve o zamana göre rekor bir süre kabul edilen 9 yılda bitirilmiş. 19. yüzyılda bir kulesi hasar gören duvarların bugün Avrupa’da Rönasans’ın korunmuş en iyi örneklerinden biri olarak kabul ediliyor.
Katedralin hemen karşısındaki sokağa girdiğinizde sizi Dolak Halk Pazarı karşılıyor. Kaptol Meydanı’nın hemen yanı başındaki bu pazar Zagreb’in mutlaka görülmesi gereken yerlerinden birisi… Kot farkından dolayı pazarın 3. katı Kaptol Meydanı’na, 1. katı ise Jelacice Meydanı’na açılıyor.
Dolak Halk Pazarı’nın geçmişi 20.yüzyılın başlarına dayanıyor. Dönemin yetkilileri bu bölgedeki bütün evleri yıkarak bu üç katlı modern pazarı inşa etmişler. Pazar, sabah 9 ile öğleden sonra 3 arası hizmet veriyor. 3 katlı olan pazarın el alt katında et ürünleri satılıyor. Et, diğer Balkan ülkelerine ya da başka bir deyişle Doğu Avrupa ülkelerine göre pahalı. Kilosu 7 Euro. Normalde 4-5 Euro olması gerek. İste kurutulmuş et arıyorum ama burada bulamıyorum. Sucukları ise yenmeyecek kadar ağır kokuyor, ki her şeyi yiyen, hatta Bombay’da 10 gün Tarlabaşı gibi bir yerde yıldızsız, iğrenç kokulu bir otelde yaşayabilen biri olarak bu sucuğu ben bile yiyemiyorum.
Pazarın ikinci katında kafeteryalar var. Pazarın 3. yani en üst katı en canlı yeri. Tek tip kırmızı şemsiyeler ile ülkemizdeki pazar yerlerinin olağan salaş ve pisliğine inat, tertemiz tezgahlarda bağırıp, çağırmadan pazarcılar ürünlerini medeni bir şekilde satıyor. Meyveden sebzeye, peynirden yağa, kuruyemişe değin her ürünü burada bulmak mümkün. Halk pazarının kendilerine ayrılmış yerinde köylü kadınlar evlerinde ürettikleri süt ürünlerini, yağları, ballarını bembeyaz önlükleriyle müşterilerin beğenisine sunuyorlar… 2 kiloluk iste kurutulmuş keçi peyniri 4 Euro. İnanılmaz lezzetli. Letonya’nın balını, buranın peynirini, Gürcistan’ın etini unutmam mümkün değil.
Pazarda anons çekimi yapılırken sunucu kızımız köy peynirine pişmemiş ekmek, bala zeytinyağı diyor. Üstüne üstlük İngilizce bilmeyen kızımız İngilizce bilmeyen garibim köylü teyzeyle İngilizce anlaşmaya çalışıyor. Kadın için Çin işkencesinden farksız, anlamıyor, kendini ifade edemiyor. Sonunda sohbet bizimkinin Türkçe sorup zavallı teyzenin yarı el-kol, yarı Makedonca cevap vermesiyle garip bir şekle dönüyor. Bu sunucuyu nereden başıma sardılar diye kriz geçirmek üzereyim. Ben burada anlayamıyorum zavallı seyirci nasıl anlayacak, kameranın arkasından röportajı kes artık işareti yapıyorum… Ama kızımız kamera önünde olmaktan mutlu 20 dakika bu şekilde anons-sohbete devam ediyor. Çıldırmamak elde değil. Sinirlenmeyeceğim… Mısır’da 7 saat gözaltına alındıktan sonra otele dönüşte bu kıza bir şey demeyeceğim ne hali varsa görsün diyorum ama kafayı yememek için çelik gibi sinir gerekiyor... Ya kendimi ya da kafayı yiyeceğim bu kameraman ve kızla…
Pazardan ayrılıp gezmeye devam ediyoruz. Zagreb’i dolaşırken adımlarımız bizi çok ilginç bir yapıya götürüyor. Faşizm Mağdurları Meydanı’nda yer alan 1933 yılında inşa edilen daire şeklindeki bu yapı günümüzde Modern Sanatlar Müzesi olarak hizmet veriyor. Bizi ilgilendiren tarafı ise bu binanın 1944-1948 yılları arasında cami olarak kullanılması. Ancak komünist rejim sırasında 3 minaresi de yıkılmış... 1922 yılında Zagreb Müftüsü İsmet Efendi Zagreb’e bir cami ister ve arsa için dilekçe verir. 1938 yılında burası müftülüğe verilir. 1940 yılında da cami inşaat izni verilir... Mimar Omeru Mujadicu (Ömeru Mujadiçu)ve Zvonimiru Pozgaju (pozgayu) caminin iç plan ve projelerini çizerler. 1941 yılında caminin inşaatına başlanır. Mimar Stephan Placnic (stephan Plasnise) caminin dış yapısını yapar. İçerisi yeşil İtalyan mermerleriyle kaplanır. İç duvarları ayetler ve Allah’ın isimleriyle Saraybosnalı kaligrafi sanatçısı Muhammed Mujagic (Muyagiç) süsler. Yerler İran halılarıyla kaplanır ve resmi olarak 1944 yılında ibadete açılır. Ancak Yugoslavya Hükümeti 1948 yılında minarelerin yıkılması ve caminin kapatılması için karar alır. 1949 yılında iç duvarlardaki dekorlar sökülür ve ardından tekrar müzeye çevrilir. 2002 yılında yapılan çalışmalarda mihrap duvarın içine gömülü olarak bulunmuş ve yerinden alınarak günümüzde Zagrep Camii ve İslam Merkezi’nde sergilenmeye başlanmış.
Uzun bir dönem camisiz kalan Zagreb’de camiye duyulan ihtiyaç dolayısıyla 1981 yılında yeni bir cami inşaatına başlanmış. Mimar Profesör Doktor Cemal Çelik ve Mirza Goloş tarafından projesi çizilen ve Türkiye-İran ortaklığında yapılan caminin inşaatı 1987 yılında tamamlanmış. Cami içindeki süslemeler ve yazılar kaligrafi sanatçısı Eşref Kovaceviç imzasını taşıyor. Yaklaşık 12 bin metrekare alan üzerinde kurulu olan Zagrep Cami ve İslam Merkezi’nde caminin yanı sıra diyanet işleri başkanlığı, kongre salonu, restoran, 3. ligde mücadele eden Nur Futbol Kulübü yer alıyor.
Buradan ayrılıp, yeşil alan diye bir yere gidiyoruz, mezarlık çıkıyor. Mirogoj Park Mezarlığı olduğunu öğreniyoruz. Rehbersiz dolaşırsan böyle olur tabii diyorum. Paraya kıyıp rehber kiralamıyorlar yapımcılar. El yordamıyla program yapıyoruz. Üstüne üstlük 2 gün içinde kentin çekimini bitirmek zorundayız…Neyse, gelmişken çekeceğiz. Allahtan burası neredeyse dünyanın belki hiçbir yerinde göremeyeceğiniz güzellikte bir mezarlık. Adı üzerinde hem park hem mezarlık. İmrendim açıkçası, bizim mezarlıkları hatırlayınca darısı başıma diye içimden geçirmedim desem yalan olur. Burası Zagrep’te de oldukça sevilen bir yer sanırım, insanlar burası için ölüyormuş… Mezarlık, Hırvatistan’ın birçok yerinde eserlerini görebileceğiniz Herman Bolle tarafından 19.yüzyılda yapılmış. Mirogoj Park Mezarlığı’ndaki Ortadoks, Katolik ve Müslümanlığa ait semboller bu ülkenin dine karşı hoşgörünün de bir simgesi adeta.
Bu kadar dolaştıktan sonra karnımız acıkıyor. Zengin bir menüye sahip Zagreb mutfağını deneyeceğiz. Burada Akdeniz mutfağı, kentin mutfak kültürünün hassas parçalarından biri. Zagreb Gastronomi dünyası, pastaneleri ve kahve evleri ile de ünlü. Ancak Zagreb de mutfağı denilince akla ilk gelen deniz ürünleri olmalı ve mutlaka deniz ürünlerinden oluşan bir menü seçilmeli. Biz de deniz ürünlerini en iyi şekilde sunan Zagreb’in en ünlü restoranı olan Gladno Oci’ye gidiyoruz. Türkçe anlamı (porsiyonlarının büyük olmasından dolayı) Aç Gözlü. Sahibi Blado Brenas porsiyonlarının büyük olmasından dolayı bu adı verdiklerini belirtiyor. Açılalı 5 sene olan restoran kentin iş, sanat ve siyaset dünyasının ünlü isimlerini ağırlıyor.
Sunucu kızımız burada da kendini gösteriyor ve 40 yıllık çuprayı 2 saniyede çinekop yapıyor anonsunda. Biri bu kıza kültürün yanında genel kültür dersi de vermeli.
Mutfakta bize özel yemek yapıyorlar. Menü deniz ürünlerinden oluşuyor. Pazıyla sunulan kalamar kızartması dehşet lezzetli. Domuz ve yabani geyikle yapılan tas kebabı benzeri yemekleri de denemeye değer. Domuz etiyle olmasına rağmen pizzaları da hayatımda yediğim en lezzetli pizzaydı ki İtalya’da bile böylesini yemedim… (Bu arada bu ülkede Euro geçmiyor. Paranızı mutlaka Hırvat parası olan kuna’ya çevirmelisiniz. Euro alan istisna yerlerde de hesabı dikkatli inceleyin çünkü bir kafeteryada 3500 kuna’lık yani 50 Euroluk hesabı Euro ile ödeyeceğimi söyleyince 70 Euro olarak çevirip önümüze getirdiler. Aman dikkat!)
Sahil kısmına ise şimdilik girmeyeceğim ama Catherina Zeta Jones’dan Brad Pitt’e Hollywood yıldızlarının ve dünya kraliyet ailesinin taçlı başlarının hemen hemen hepsinin burada ev sahibi olduğunu ya da tatil için burayı seçtiklerini söylesem yeterli olur sanırım…
Bir başka ülke yazısında buluşmak üzere hoşçakalın…
Hırvatistan, hiç şüphe yok ki, en çok Akdeniz'in en güzel sahillerinden birine sahip olmasıyla ünlüdür. Binlerce km'lik koy ve körfezlerle şekillenen sahili ve bu sahil boyunca yer alan 1.185'i aşkın ada, her yıl dünyanın dört bir yanından on binlerce turistin bu ülkeye akın etmesinin en önemli sebebidir. Başkent Zagreb, modern bir kent olmanın yanısı sıra birçok kültüre şahitlik etmiş tarihiyle insanı cezbeden bir yerdir. Saint Mark Kilisesi, kentin sahip olduğu en çarpıcı ve en değerli eserdir.
Dalmaçya bölgesinin merkezi ve Akdeniz sahilindeki en büyük Hırvat kenti olan Split ve bir yarımada görüntüsündeki Dubrovnik; sahip oldukları plajlar, tatil yerleri ve tarihi eserleriyle ülke turizminin en önemli parçalarındandır. M.S. 3. yüzyılda kurulmuş olan Split, Diocletian Sarayı'nın duvarlarıyla çevrili olan tarihi merkezi ile büyüleyicidir. Sahil şeridinin güneyinde yer alan Dubrovnik, Adriatik'in İncisi olarak nitelendirilir. Dubrovnik'in en görkemli bölümü, kentin eski bölgesi olan Stari Grad'dır. Hepsi parlak ve renkli taştan yapılmış olan saraylar, müzeler, kiliseler, yüksek evler, fiskiyeler ve mermerle düşenmiş meydanlar, Stari Grid'i benzersiz bir yer yapar. Dubrovnik'in 13. ve 16. yüzyıllar arasında inşa edilmiş olan duvarları, dünyanın en iyi kent duvarlarıdır. Ayrıca, kentte bulunan Rector Sarayı ve Franciscan Manastırı'nı unutmamak gerekiyor.
Kuzeyin sahil kentleri olan Pula ve Rovinj, sahil şeritleri boyunca var olan plajları ve tatil bölgeleriyle ön plana çıkar. Ülkenin sahil şeridi boyunca ve Adriatik Denizi açıklarında bulunan adalar, her türlü deniz turizmine elverişli noktalardır. Buralarda yat turizmi oldukça gelişmiş durumda.
Bizim de bu ülkeyi ziyaret etmek için İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan başlayan yolculuğumuz 2 saatlik bir uçuş sonrasında Zagreb Havalimanı’nda son buldu. Kabine adım attığımızda önemli bir isimle, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ile karşılaşıyoruz. Anayasa Mahkemesi Haşim Kılıç’ın Zagreb’i ziyaret nedeni ikili ilişkilerde bulunmak ve 12 ylül referandumu hakkında konferans vermek…
Tarihi binalarla modern yapıların iç içe bulunduğu küçük bir şehir olmasına rağmen tarihi yapıları iyi korunan Zagreb zengin tarihiyle ve Adriyatik Denizi kıyılarındaki sahil kısmına olan ilgi, başkenti gölgede bırakıyor olsa da Avrupa tarihinin en önemli şehirlerinden biri. Mimari alanda İtalya ve Avusturya’dan etkilenmiş görünüyor. Arnavut kaldırımlı sokakları, meydan ve bahçeleri, kafeleri ve az sayıda turist olduğu için rahat gezme imkanı olan Zagreb’de tramvay sistemi çok kalabalık olsa bile şehir içi ulaşım oldukça rahat. Sava Nehri kenti ikiye ayırıyor. Nehrin dış tarafında kalan kısım Yeni Zagreb, iç kısmında kalan kısım ise Eski Zagrep olarak adlandırılıyor. Yeni Zagreb’de günümüzde inşa edilen modern binalar yer alırken Eski Zagreb’de tarihi yapılar, parklar, bahçeler, meydanlar ve katedraller yer alıyor.
Zagreb’e indiğimizde bizi soğuk ve yağışlı bir hava karşılıyor. Havanın bir açıp bir kapandığını söylüyorlar. Hemen otele gidip üstümüzü değiştirdikten sonra şehri keşfe çıkıyoruz. İlk durağımız bu kent hakkında detaylı bilgi almak üzere Türk Büyükelçiliği oluyor. Buraya kısa süre önce atanan Büyükelçi Burak Özügergin’den Hırvatistan hakkında bilgiler alıyorum. Hırslı ve azimli bir bürokrat Özügergin. Türk işadamlarıyla burada birçok şey yapmak arzusunda… Büyükelçi Özügergin, Haşim Kılıç’ın konferansının çok yakın bir yerde olduğunu, istersek takip edebileceğimizi söylüyor. Bu hesapta yoktu işte! Otelden şort ve tişörtle çıkmıştım.
Büyükelçinin yanımıza verdiği görevli bayanla Zagrep Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne gidiyoruz. Uçakta Haşim Kılıç’tan burada 12 Eylül’de ülkemizde yapılan referandum hakkında buradaki genç hakimlere konferans vereceğini öğrenmiştim ama benim de konferansa katılacağım hiç hesapta yoktu… Kapıda bir grup bizi karşılıyor. O esnada gruba bizler tanıtılırken 50’lili yaşlarda bir kadın birden bire koluma girip oradaki şık giyimli yandaki diğer insanların yanına doğru adeta sürükleyip büyük bir coşkuyla benim kim olduğumu bilip bilmediklerini soruyor. Onlar şaşkın ben onlardan şaşkın birbirimize bakıyoruz. Elbette kimse bilmiyor kim olduğumu. O şaşkınlıkla bana kim olduğumu sorsa ben bile cevap veremeyeceğim. Türkiye’den gelen gazeteci olduğumu söylüyor. Koluma girip beni sürükleyen kişinin Hırvatistan Anayasa Mahkemesi Başkanı Profesör Doktor Jasna Omejec olduğunu, beni tanıyıp tanımadıklarını sorduğu grubun da yüksek bürokratlar olduğunu öğreniyorum. Üstümdeki şorttan ve tişörtten utanıyorum ama iş işten geçmişti. Konferans başlamadan salona girmeden Jasna Omeyec gene yanımdan geçiyor olanca sempatikliğiyle… Konferans öncesi ayaküstü sıcak bir sohbet gerçekleştiriyoruz. Ne kadar rahatlar diye düşünüyorum. Bizim ülkemizde olsa yanlarına bile sokulamazken onlar kendileri geliyorlar. İnsana insan gibi davranıyorlar, etraflarında kraldan çok kralcı olan korumaları da yok. Gelişmiş ülke olmak böyle bir şey olsa gerek… Bu kadar sıcak davranmalarındaki en önemli unsur Türkler’in çok seviliyor olması. Bunu öğreniyor hatta deneyimiyorum. Bunun en büyük nedeni ise burada büyük ilgi gören Hırvat ekranlarındaki Türk dizileri.
Ertesi gün durağımız parklarıyla ünlü Zagreb’in ünlü Maksimir Parkı oluyor. Parka girerken sıkışan kameramanım parkın girişindeki kafenin tuvaletine giriyor. Ama yanlışlıkla bayanlar kısmına... Tuvaletten elinde bir cep telefonuyla geliyor. Sahibini sorup buluyorum. Telefonu sahibine verirken gururla Türk olduğumuzu da özellikle cümle arasına sıkıştırıyorum. Allahtan kimse erkek kameramanın bayanlar tuvaletinde ne işi olduğunu sormuyor.
Piskopos Maksimilijan Vrhovac tarafından 1794 yılında açılan Maksimir Park, Zagreb’in en çok ziyaretçi ağırlayan yerlerinden biri. 7 hektarlık bir alan üzerine kurulu olan Zagreb Hayvanat Bahçesi de bu parkın içinde yer alıyor. 20. yüzyılın başlarında 3 tilki ve 3 baykuşla açılışı yapılan hayvanat bahçesi günümüzde aslandan jaguara, su kuşlarından fok balıklarına, ceylandan zebraya dünyanın çeşitli coğrafyalarından 275 farklı hayvan türüne ev sahipliği yapıyor.
Ertesi günü hoş bir şekilde hava açıyor. Bir önceki günkü yağmurdan eser yok. Yerler kupkuru, zaten bardaktan boşanırcasına yağan yağmur suyu hiçbir yerde toplanmıyor, sanki saatlerdir yağmur yağmıyor gibi… Ülkemizde olsaydı şimdiye kadar bin defa her yeri sular basmıştı diyorum kendi kendime…
Şehrin bir çok yerine yerleştirilmiş irili ufaklı parklar soluklanma ve nefes alma imkanı sağlıyor. Şehrin en önemli meydanı Jelacice Meydan… Meydanda heykeli bulunan Jelacica 19. yy’da Macarlara karşı savaşmış bir vali ve bir halk kahramanı. Heykel, Tito döneminde Hırvat milliyetçiliği ile bağlantılı olduğundan yerinden kaldırılıp gömülmüş. Ancak 1990 yılında bağımsızlığını ilan ettikten sonra yeni hükümetin ilk işi heykeli yerinden çıkarıp meydana dikmek olmuş.
Meydan eski şehri aşağı ve yukarı bölge diye ikiye bölüyor. Aşağı bölgede daha çok 19. yy, yukarı bölgede ise 17. yy’dan kalma yapılar yoğunlukta. Meydan araç trafiğine kapalı sadece tramvaylar çalışıyor. Tramvaylar şehrin temel ulaşım aracı, meydanda bunu çok net şekilde görebiliyorsunuz. Ancak tramvaylara çok dikkat etmek gerekiyor. Bazı yerlerde kaldırımlara çok yakın geçtiklerinden ölümcül kazalara sebebiyet verdikleri oluyormuş. Bu arada taksi ücretleri çok yüksek olmasa da Makedonya’ya ya da Bulgaristan’a göre oldukça yüksek her şeyde olduğu gibi… Sadece içecekler oldukça ucuz. Kafelerde neskafe 1 Euro, viski 3.5 Euro… İyi bir yerde 4 kişlik yemek 80-90 Euro civarında…
Meydanı geçip yürümeye devam edince Zagreb’in en önemli sembolü olan Meryem Ana’nın Göğe Kabulü Katedrali ya da halk arasında bilinen ismiyle Zagreb Katedrali’ne geliyoruz. Gotik tarzda görkemli ve oldukça büyük olan katedralin kulelerinde restorasyon çalışmaları var.
Daha çok Avusturya Macaristan dönemi mimari tarzında yapıların yer aldığı Kaptol bölgesinde yer alan Meryem Ana Katedrali gotik tarzda inşa edilmiş. Katedralin tarihi 13. yüzyıla dayanıyor. 105 metre yüksekliğinde göğü yararcasına yükselen kulesiyle katedral bugünki halini 15. ve 16. yüzyılda almış.
1880 yılında yaşanan depremde büyük zarar gören katedral, zamanın ünlü Hırvat mimarı olan Herman Bolle tarafından yeniden restore edilmiş. Katedralin önünde ise Avusturyalı heykeltraş Frnkorn imzasını taşıyan altın Meryem Ana ve dört meleğin heykeli yer alıyor. Bu 4 melek, Hristiyanlığın kutsal değerleri olan inanç, umut, masumiyet ve alçak gönüllüğü simgeliyor.
Katedralin saldırılardan korumak için çevresi duvarlarla çevrilmiş. Bu duvarların yapımında binlerce kişi çalışmış ve o zamana göre rekor bir süre kabul edilen 9 yılda bitirilmiş. 19. yüzyılda bir kulesi hasar gören duvarların bugün Avrupa’da Rönasans’ın korunmuş en iyi örneklerinden biri olarak kabul ediliyor.
Katedralin hemen karşısındaki sokağa girdiğinizde sizi Dolak Halk Pazarı karşılıyor. Kaptol Meydanı’nın hemen yanı başındaki bu pazar Zagreb’in mutlaka görülmesi gereken yerlerinden birisi… Kot farkından dolayı pazarın 3. katı Kaptol Meydanı’na, 1. katı ise Jelacice Meydanı’na açılıyor.
Dolak Halk Pazarı’nın geçmişi 20.yüzyılın başlarına dayanıyor. Dönemin yetkilileri bu bölgedeki bütün evleri yıkarak bu üç katlı modern pazarı inşa etmişler. Pazar, sabah 9 ile öğleden sonra 3 arası hizmet veriyor. 3 katlı olan pazarın el alt katında et ürünleri satılıyor. Et, diğer Balkan ülkelerine ya da başka bir deyişle Doğu Avrupa ülkelerine göre pahalı. Kilosu 7 Euro. Normalde 4-5 Euro olması gerek. İste kurutulmuş et arıyorum ama burada bulamıyorum. Sucukları ise yenmeyecek kadar ağır kokuyor, ki her şeyi yiyen, hatta Bombay’da 10 gün Tarlabaşı gibi bir yerde yıldızsız, iğrenç kokulu bir otelde yaşayabilen biri olarak bu sucuğu ben bile yiyemiyorum.
Pazarın ikinci katında kafeteryalar var. Pazarın 3. yani en üst katı en canlı yeri. Tek tip kırmızı şemsiyeler ile ülkemizdeki pazar yerlerinin olağan salaş ve pisliğine inat, tertemiz tezgahlarda bağırıp, çağırmadan pazarcılar ürünlerini medeni bir şekilde satıyor. Meyveden sebzeye, peynirden yağa, kuruyemişe değin her ürünü burada bulmak mümkün. Halk pazarının kendilerine ayrılmış yerinde köylü kadınlar evlerinde ürettikleri süt ürünlerini, yağları, ballarını bembeyaz önlükleriyle müşterilerin beğenisine sunuyorlar… 2 kiloluk iste kurutulmuş keçi peyniri 4 Euro. İnanılmaz lezzetli. Letonya’nın balını, buranın peynirini, Gürcistan’ın etini unutmam mümkün değil.
Pazarda anons çekimi yapılırken sunucu kızımız köy peynirine pişmemiş ekmek, bala zeytinyağı diyor. Üstüne üstlük İngilizce bilmeyen kızımız İngilizce bilmeyen garibim köylü teyzeyle İngilizce anlaşmaya çalışıyor. Kadın için Çin işkencesinden farksız, anlamıyor, kendini ifade edemiyor. Sonunda sohbet bizimkinin Türkçe sorup zavallı teyzenin yarı el-kol, yarı Makedonca cevap vermesiyle garip bir şekle dönüyor. Bu sunucuyu nereden başıma sardılar diye kriz geçirmek üzereyim. Ben burada anlayamıyorum zavallı seyirci nasıl anlayacak, kameranın arkasından röportajı kes artık işareti yapıyorum… Ama kızımız kamera önünde olmaktan mutlu 20 dakika bu şekilde anons-sohbete devam ediyor. Çıldırmamak elde değil. Sinirlenmeyeceğim… Mısır’da 7 saat gözaltına alındıktan sonra otele dönüşte bu kıza bir şey demeyeceğim ne hali varsa görsün diyorum ama kafayı yememek için çelik gibi sinir gerekiyor... Ya kendimi ya da kafayı yiyeceğim bu kameraman ve kızla…
Pazardan ayrılıp gezmeye devam ediyoruz. Zagreb’i dolaşırken adımlarımız bizi çok ilginç bir yapıya götürüyor. Faşizm Mağdurları Meydanı’nda yer alan 1933 yılında inşa edilen daire şeklindeki bu yapı günümüzde Modern Sanatlar Müzesi olarak hizmet veriyor. Bizi ilgilendiren tarafı ise bu binanın 1944-1948 yılları arasında cami olarak kullanılması. Ancak komünist rejim sırasında 3 minaresi de yıkılmış... 1922 yılında Zagreb Müftüsü İsmet Efendi Zagreb’e bir cami ister ve arsa için dilekçe verir. 1938 yılında burası müftülüğe verilir. 1940 yılında da cami inşaat izni verilir... Mimar Omeru Mujadicu (Ömeru Mujadiçu)ve Zvonimiru Pozgaju (pozgayu) caminin iç plan ve projelerini çizerler. 1941 yılında caminin inşaatına başlanır. Mimar Stephan Placnic (stephan Plasnise) caminin dış yapısını yapar. İçerisi yeşil İtalyan mermerleriyle kaplanır. İç duvarları ayetler ve Allah’ın isimleriyle Saraybosnalı kaligrafi sanatçısı Muhammed Mujagic (Muyagiç) süsler. Yerler İran halılarıyla kaplanır ve resmi olarak 1944 yılında ibadete açılır. Ancak Yugoslavya Hükümeti 1948 yılında minarelerin yıkılması ve caminin kapatılması için karar alır. 1949 yılında iç duvarlardaki dekorlar sökülür ve ardından tekrar müzeye çevrilir. 2002 yılında yapılan çalışmalarda mihrap duvarın içine gömülü olarak bulunmuş ve yerinden alınarak günümüzde Zagrep Camii ve İslam Merkezi’nde sergilenmeye başlanmış.
Uzun bir dönem camisiz kalan Zagreb’de camiye duyulan ihtiyaç dolayısıyla 1981 yılında yeni bir cami inşaatına başlanmış. Mimar Profesör Doktor Cemal Çelik ve Mirza Goloş tarafından projesi çizilen ve Türkiye-İran ortaklığında yapılan caminin inşaatı 1987 yılında tamamlanmış. Cami içindeki süslemeler ve yazılar kaligrafi sanatçısı Eşref Kovaceviç imzasını taşıyor. Yaklaşık 12 bin metrekare alan üzerinde kurulu olan Zagrep Cami ve İslam Merkezi’nde caminin yanı sıra diyanet işleri başkanlığı, kongre salonu, restoran, 3. ligde mücadele eden Nur Futbol Kulübü yer alıyor.
Buradan ayrılıp, yeşil alan diye bir yere gidiyoruz, mezarlık çıkıyor. Mirogoj Park Mezarlığı olduğunu öğreniyoruz. Rehbersiz dolaşırsan böyle olur tabii diyorum. Paraya kıyıp rehber kiralamıyorlar yapımcılar. El yordamıyla program yapıyoruz. Üstüne üstlük 2 gün içinde kentin çekimini bitirmek zorundayız…Neyse, gelmişken çekeceğiz. Allahtan burası neredeyse dünyanın belki hiçbir yerinde göremeyeceğiniz güzellikte bir mezarlık. Adı üzerinde hem park hem mezarlık. İmrendim açıkçası, bizim mezarlıkları hatırlayınca darısı başıma diye içimden geçirmedim desem yalan olur. Burası Zagrep’te de oldukça sevilen bir yer sanırım, insanlar burası için ölüyormuş… Mezarlık, Hırvatistan’ın birçok yerinde eserlerini görebileceğiniz Herman Bolle tarafından 19.yüzyılda yapılmış. Mirogoj Park Mezarlığı’ndaki Ortadoks, Katolik ve Müslümanlığa ait semboller bu ülkenin dine karşı hoşgörünün de bir simgesi adeta.
Bu kadar dolaştıktan sonra karnımız acıkıyor. Zengin bir menüye sahip Zagreb mutfağını deneyeceğiz. Burada Akdeniz mutfağı, kentin mutfak kültürünün hassas parçalarından biri. Zagreb Gastronomi dünyası, pastaneleri ve kahve evleri ile de ünlü. Ancak Zagreb de mutfağı denilince akla ilk gelen deniz ürünleri olmalı ve mutlaka deniz ürünlerinden oluşan bir menü seçilmeli. Biz de deniz ürünlerini en iyi şekilde sunan Zagreb’in en ünlü restoranı olan Gladno Oci’ye gidiyoruz. Türkçe anlamı (porsiyonlarının büyük olmasından dolayı) Aç Gözlü. Sahibi Blado Brenas porsiyonlarının büyük olmasından dolayı bu adı verdiklerini belirtiyor. Açılalı 5 sene olan restoran kentin iş, sanat ve siyaset dünyasının ünlü isimlerini ağırlıyor.
Sunucu kızımız burada da kendini gösteriyor ve 40 yıllık çuprayı 2 saniyede çinekop yapıyor anonsunda. Biri bu kıza kültürün yanında genel kültür dersi de vermeli.
Mutfakta bize özel yemek yapıyorlar. Menü deniz ürünlerinden oluşuyor. Pazıyla sunulan kalamar kızartması dehşet lezzetli. Domuz ve yabani geyikle yapılan tas kebabı benzeri yemekleri de denemeye değer. Domuz etiyle olmasına rağmen pizzaları da hayatımda yediğim en lezzetli pizzaydı ki İtalya’da bile böylesini yemedim… (Bu arada bu ülkede Euro geçmiyor. Paranızı mutlaka Hırvat parası olan kuna’ya çevirmelisiniz. Euro alan istisna yerlerde de hesabı dikkatli inceleyin çünkü bir kafeteryada 3500 kuna’lık yani 50 Euroluk hesabı Euro ile ödeyeceğimi söyleyince 70 Euro olarak çevirip önümüze getirdiler. Aman dikkat!)
Sahil kısmına ise şimdilik girmeyeceğim ama Catherina Zeta Jones’dan Brad Pitt’e Hollywood yıldızlarının ve dünya kraliyet ailesinin taçlı başlarının hemen hemen hepsinin burada ev sahibi olduğunu ya da tatil için burayı seçtiklerini söylesem yeterli olur sanırım…
Bir başka ülke yazısında buluşmak üzere hoşçakalın…

