Ynt: Kasla Git; Erden Eruç
KAS GÜCÜYLE DEVRİÂLEM – ERDEN ERUÇ RÖPORTAJI (Pasifik Geçişi)
*Böyle bir yolculuğa çıkmak için ciddi bir sermaye ve sponsorluk desteği gerekli, bu konudaki geliri nasıl sağladınız?
Altı Zirve Projesi'ni başlatıp projenin ilk zirvesi olan Alaska'daki McKinley'e ulaşmak için emeklilik fonumu bozdurup birikimlerimi kullandım. Teknemi alabilmek için eşimle Seattle'da şehir merkezindeki manzaralı dairemizi satıp, yerine daha uzakta makul bir eve taşındık. Aradaki fark, teknenin masraflarını karşıladı ve aylık emlak kredisi ödemelerinden yaptığım tasarrufla, ben yokken eşimin tek maaşla geçinebileceği düzen alındı.
Pasifik Okyanusu geçişimin ana sponsorluğunu Aktaş Group (www.AktasGroup.com) üstlendi. Bana bu zorlu yolculuğumda inanıp destek veren Aktaş, tıpkı benim kurduğum Around-n-Over Vakfı gibi, gençlere farklı vizyonlar kazandırmayı, onların kişisel gelişimlerine katkı sağlamayı hedefliyor.
Amerika'da bana hizmet sunan, malzeme veren, ya da indirimli fiyat veren sayılı şirketler var. Türkiye'den MKG Partners ile Marjinal Reklam ve Tanıtım şirketleri ile beraber çok verimli çalışmalar yapmaktayız. Adalar Kürek Kulübü üyeleri ve ENKA Spor Vakfı nakit darboğazını azaltmamıza yardımcı oldular. Kişisel bağış yapan arkadaşlarımız oldu ve eşimle beraber yüklendiğimiz maddi külfeti onların yardımıyla biraz da olsa hafifletebildik.
*KaslaGit.com sitesinde sponsorluklara ayrılan bölümler var ve hâlâ sponsorluk gerektiren ihtiyaçlarınızın olduğu görülüyor. Atlas Okyanusu'nu kürekle geçen ilk Türk olmanız, bu konuda Türkiye'ye gurur kazandırmalı ve firmaların böyle bir projeye destek çıkmaları için yarışmaları gerek. Türkiye'nin projenize bakış açısı ve destekleri hakkındaki geri dönüşümleri nasıl?
Gurur duyduğunu söyleyen çok kişi oldu. Zaman içinde bu projenin tanıtım değeri arttıkça verilen desteğin de artacağı kuşkusuz. Yapılanın önemini anlatmak gerekirse, Everest'e şimdiye kadar çıkanların sayısı 3.000'i aşmıştır. Sadece geçen sezonda 450 kadar dağcı zirveye ulaşmıştır. Londra merkezli Okyanus Kürekçileri Derneği'nin istatistiklerine göre tarihte kürekle okyanus geçenlerin sayısı yaklaşık 300'dür. Bunlardan 70 kadarı tek başına üç okyanustan birini geçebilmiştir.
Pasifik'te doğu batı yönünde tek başına geçişi yapanlar parmakla sayılır. Kas Gücüyle Devriâlem projesinde ilk safha olan Pasifik geçişimde 312 günle, en uzun süre denizde kalan yalnız kürekçiye dair Guinness Dünya Rekorunu devralmış bulunmaktayım. Daha önce Atlas Okyanusu geçişimle ilgili çıkan haberler de göz önüne alınırsa şimdiden bu projede milyon dolarlarla ölçülen bir tanıtım değeri yaratmış bulunuyoruz. Yılbaşında yeniden Pasifik okyanusuna geri dönüp üç ay boyunca Avustralya’ya ulaşmaya çabalayacağım. Daha sonra Hint Okyanusu geçilip, Everest dahil ayrı kıtalarda en yüksek zirveler de tırmanılacak.
Pasifik geçişiyle birlikte Aktaş Group (www.AktasGroup.com) desteğini kazandık. Şahap Aktaş, şirketini alanında dünya pazarlarında hatırı sayılır bir pay kapmaya hazırlayan, diğer yandan da endüstriye evsaflı işçi kazandırmak üzere özel meslek eğitimine odaklanan bir vakfı hayata geçiren birisi. Eğitime katkıda bulunmayı amaçlayan ve dünyada ilklere imza atmak isteyen bir Türk'ün kurduğu hayalleri, ancak benzer düşünceleri olan birisi anlayabilirdi. Aktaş Group ile şimdi beraber çalışıyor olmam bir tesadüf değil, hem büyük bir nimet, hem de çok doğal bir sonuç. Böyle ilkeleri olan kurumlarla elbet buluşacağız.
*Yaptığınız eylem "çılgınlık" olarak nitelendiriliyor. Bu maceranın hayati açıdan oluşturacağı tehlikeleri göz önüne aldığımızda, bu görüş gerçeklik doğuruyor mu sizce?
Herkes benim yaptığımı kendi gözlerindeki mercekle görme eğiliminde. Kendi hayat tecrübeleri, benim yaptığımda ne gördüklerini belirliyor. Dolayısıyla başkalarının çılgınlık addettiği bir mücadeleyi ben severek göğüsleyebiliyorum. Bende senelerin birikimiyle var olan bilgi, tecrübe, hazırlık, araştırma, öngörü, metanet, azim gibi sayabileceğim bir çok özellik sayesinde yola devam etmem mümkün oluyor.
*Yolculuğunuz süresince herhangi bir tehlike ile karşılaştınız mı, sizi en çok zorlayan durum ne oldu?
Ocak ayıydı yanılmıyorsam, teknem gece ben kabinde uyurken serseri bir dalgayla devrildi, sonra bir hışım tekrar doğruldu. O arada deniz beni tavana attı, güverteden malzeme kaybettim ve havalandırma deliğinden içeri giren suyu boşaltmak için çabalarken kabin kapağı açık, tehlikeyi göze almak zorunda kaldım. O badireyi nispeten kolay atlattım.
Karadayken en büyük tehlike trafik doğal olarak, zira bisikletle treylerimde yük çekerek yol kenarından ilerlemem ve sürücülerin iyi niyetine güvenmem gerekiyor. Örneğin Alaska’daki tırmanışımdan dönüşte ağır yükümü yokuş yukarı iterken, bir karavan çok yakın geçti ve tekerleği sol ayak parmağıma dokundu. Böyle zamanlarda insan bir lahavle çekip, yola devam ediyor...
17 Mayısta Papua Yeni Gine sularındayken erzak ikmali yapılamayınca tayfun mevsiminin de başlamış olması nedeniyle geçişime ara vermiştim. Pasifik, 312 gün boyunca beni sürekli batıya sürüp zor bir noktaya getirmişti. Şimdi yapılması gereken bu geçişimi tamamlayıp tekneyi karaya getirmek. Daha uygun rüzgârların oluşacağı Aralık ayı sonunda aynı noktaya geri dönüp adalar ve mercanlıkların arasından sıyrılarak Avustralya’ya ulaşmaya çalışacağım. Bu tehlikelerin yanında Mart ayı Mercan Denizi’nde kasırga mevsimidir... Ek olarak civardaki gemiler tehlike yaratabilir.
*Altı yıl boyunca, altı kıtanın en yüksek altı zirvesine tırmanacak, okyanusları tekneyle tek başınıza kürek çekerek aşacak, karada bisikletin pedallarına asılacaksınız. Peki, bu yolculuğa çıkmadan önce nasıl bir hazırlık yaptınız?
Atlas okyanusu geçişim, Pasifik'teki yolculuğumu kesinlikle daha emniyetli kıldı. O sayede hem tecrübe kazandım, hem de teknemin eksiklerini giderip daha emniyetli hale getirdim. Senelerin tecrübeleriyle edinilmiş "risk yönetimi" bilgileri, harita ve seyir konularında doğal gelen geçişler ve temel doğa sporu birikimim, gerekli ihtisası çabuk edinmemi sağladı. Dağcılık tecrübem fazlasıyla yeterli, zaten idman olsun diye düzenli bisiklete binerdim. Bir kere projeye başlama cesaretini bulunca iş, nakit ve diğer kaynakları derleyip yola koyulmaya kaldı. Bu aşamada artık proje aksamadan tamamlanmalı.
*Kurucusu olduğunuz Around-n-Over vakfı hakkında bilgi verir misiniz?
Çabalarımızı kurumsallaştırmak, projemi eğitim amacıyla değerlendirmek ve desteklemek amacıyla, Ocak 2003'te, oturduğum Seattle şehrinde Around-n-Over Vakfı'nı kurdum. Vakıf, çocuklara kas gücü ile gerçekleştirilen araştırma ve yolculuklardan esinlenerek hazırlanmış eğitim faaliyetleriyle ilham vermeyi; çocukların daha iyi birer yurttaş olabilmeleri için sağlık, özveri ve azim değerlerini işlemeyi; doğaya sahip çıkmaları için onları teşvik etmeyi; sigara içmemelerini telkin etmeyi; gelişmekte olan toplumlara temel eğitim amaçlı kaynak, uzmanlık ve tesis sağlamayı amaçlıyor.
Daha önce de bahsettiğim gibi Türkiye'de İlkokullara Yardım Vakfı'na (İLKYAR - www.ilkyar.org.tr) destek vermekteyiz. Örneğin ben Pasifik’teyken gerçekleştirdiğimiz bağış kampanyasına Washington’daki Turkish Coalition of America denk bağışla katılınca, İLKYAR’a toplam 50 bin dolar civarında fayda yarattık.
*Bir o kadar basit, bir o kadar da merak edilen bir soru: Okyanusun ortasındaki yalnızlık, insan psikolojisini nasıl etkiliyor? Özgürlük çığlıkları atıyor musunuz örneğin?
Gerçekten de en büyük zorluk, yalnızlık ve can sıkıntısıyla mücadele. Evden ve sevdiklerinden uzak olmak, yardımın nispeten uzakta olması, kendine yetme zorunluluğu, düzensiz uykunun getirdiği genel yorgunluk, kürek çekmeden ilerlemenin mümkün olmadığını bilmek, kısıtlı yiyecek seçenekleri, taze meyve özlemi, güneşin altında soğuk bir içecek ya da dondurmadan yoksun olmak ve bütün bunların birikiminde varılan ruh hali elbette normalden farklı oluyor.
Bunun yanında pratik zorluklar da var. Örneğin deniz bir çölse, teknem onun üzerinde bir vahaydı. Gök mavi değilse hep bulutlu, deniz griden laciverte renk veriyordu. Tropik bölgede geçen aylarda, sağanak yağmur bıktırıyor, kabin rutubetten küf yapıyordu. Üzerinde yattığım minder kılıfları 312 gündür aynı kalmıştı. Sadece üzerimdeki gömleği düzenli olarak yıkayabiliyordum.
Okyanusta devam edebilmek için son hedefi unutmadan, neden bu işe başladığımı kendime sürekli hatırlatmam gerekiyor. Sürekli olumlu düşüncelere odaklanmak, mesafeyi ve zamanı ufak şeylerle ödüllendirmek, ara hedefler koymak lazım. Var olanla yetinmek gerek. Bu bir kendi kendini terbiye mücadelesi. Başka türlü bu işi sürdürmek zor...
Özgürlük çığlıkları yok. Yerine doldurulması gereken zaman, arada bir denk gelen deniz yaratıkları ve kuşlarda bulunan yoldaşlık, müzik çalarımda çocukluğumdan bildiğim bir şarkı denk gelirse gülümseyip beraber mırıldanmak, bazen susmak bilmeyen düşünceler, bitmek bilmeyen geçmişle hesaplaşmalar ve not edilmesi gereken gelecek planları var.
*Proje sonunda elde edeceğiniz başarı sizce nasıl bir sonuca kavuşacak? Fiziksel olarak kanıtlanan bir başarının gerçekliğine mi, yoksa ulaştığınız genç dimağlara kazandırdığınız hayal başarımlarını kazanmaları gerçekliğine mi?
Başarının ne olduğuna karar vermek gerek burada, o da risk anlayışı ve macera kavramı gibi kişisel değerlere bağlı. Başarıyı kendim tanımlamam, kıstaslarımı ve ara hedeflerimi doğru seçmem, sonra da bunlara yönelecek şekilde hayatımı düzenlemem gerekiyor.
Bu proje tamamlandığında:
- Türk bayrağını dünyanın dört bir tarafındaki öğrenciler tanımış olacak, belki de hayatlarında şahsen tanıdıkları ilk Türk ben olacağım.
- Bu projenin sadece Türkiye'de on milyonları bulan bir tanıtım değeri olacak, yurtdışında yaratılan tanıtım değerini zaman gösterecek. "Eli kulağındadır" diye düşünüyorum.
- Proje, edindiğimiz dost sayısı oranında, etkilediğimiz öğrenci sayısı ve yapılan dökümanter ve yazılan kitaplar gibi geleceğe bıraktığımız miras kadar başarılı olacak.
Yukarıdaki kıstasların çoğu şimdiden oluşmakta; bu da yolculuğun bittiği anın değil, yolculuğun kendisinin değerini ispat ediyor.
*Amerika'nın eski Başkan Yardımcısı Al Gore, iklim değişiklikleri üzerine yaptığı çalışmalar sonucu 2007 Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü. Tamamiyle kas gücüyle, bireysel çıkılan bu yolculuğunuzda eğitime verdiğiniz önemi vurgulayan olgu, şu an itibariyle çektiğiniz her bir kürek hamlesi. Kimi zaman Al Gore gibi salt sözcükler değer kazanır ve ödüle layık görülür, kimi zaman da fiziksel olarak kazanılan başarılar. Sizce dünya barışının temelindeki olgu ne olmalı?
Karşılıklı anlayış, haklara saygı ve adalet, barışı sürekli kılacaktır. Bence karşılıklı anlayış, düşmanlıkları sona erdirecek en önemli fırsattır. Haklara saygı herkesin haddini bilmesini, adaletse adil çözümleri beraberinde getirecektir. Karşılıklı anlayışın temelinde de eğitim yatar.
*"Bahane değil çözüm üretelim" sloganınız toplum gidişatını tüm gerçekliği ile gün yüzüne çıkarıyor aslında. İnsanoğlu çözüm üretilebilecek konulara bahane üretme eğilimindedir çoğu kez. Çözüm üretme yolunda yalnız olduğunuzu hissediyor musunuz?
Bahane üreten pek çok kişinin yanında, benimle beraber çözüm üretmeye odaklanan sayılı kişiler sayesindedir ki, ben projemde bu noktaya ulaşabildim. Yalnız olduğumu düşünmüyorum. Benim devriâlem ve zirveleri içeren projelerim elbet gerçekleşecek.
Ancak ben, tek başıma İLKYAR'a yardım konusunun altından kalkamam. Türklerden gelen bağışlar bunun miktarını belirleyecektir. Şimdiye kadarki bağış oranlarına bakınca, daha sıkı çalışmalıyız diye düşünüyorum. Belki herkesin kendince makul bir bahanesi vardır, kim bilir?
Bu proje nasıl doğdu, yola çıkmaya nasıl karar verdiniz? Yola çıkış öykünüzü anlatır mısınız?
Dünyayı sadece kas gücüyle dolaşma hayalini ilk olarak 1997 yılında kurdum. 2001 yılında tanıştığım İsveçli dağcı Göran Kropp'la, bu projemi paylaştım ve olumlu tepkiler aldım. Göran, 1996'da İsveç'ten Nepal'e bisikletinin arkasında bir treylerde dağcılık malzemesini çekerek gidip, Everest'e solo tırmanışıyla bilinirdi. Ne yazık ki, Eylül 2002'de, Seattle'in yakınlarında birlikte yaptığımız bir kaya tırmanışı sırasında Kropp düşerek hayatını kaybetti. Bunun üzerine, projeme yolumun üzerindeki kıtaların en yüksek zirvelerini de ekleyip, Altı Zirve Projesi kapsamında tırmanacağım her zirveyi Kropp'a adamaya karar verdim. Projeyi desteklemek ve eğitim amacıyla değerlendirmek amacıyla, Ocak 2003'te, ABD'de Around-n-Over Vakfı'nı kurdum.
Doğa sporlarına olan ilginiz nasıl başladı?
Ben, sporla iç içe yaşayan bir insanım. Dağcılıktan bisiklete, kürekten judoya, koşudan güreşe birçok spor dalıyla uğraştım. İlk tırmanışımı daha 11 yaşında bir çocukken babamla, Erciyes'in doğu zirvesine tırmanarak gerçekleştirdim. Yüksek dağ, teknik duvar, kar ve buz tırmanışları yaptım; daha pek çok doğa sporunda beceri kazandım.
İnsanlar geride bıraktığı bir şeyi bulmak için mi hayallerinin peşinden koşar? Nedir bu insanoğlunun hayal sevdası sizce?
Bence geride bırakılan şeyler, aynı yapılan şeyler gibi tecrübe birikiminin bir parçasıdır. Bazılarımız tecrübelerimizden ötürü kendimize hayal kurma iznini veririz. Böylece, kurulan hayaller, geleceği şekillendiren kararların yeşerdiği nokta olur. O kararlar nihai ve ara hedefleri belirler. O hedefler doğrultusunda kritik ve olağan tercihler yapılır. Her tercih yeni bilgiler ve yeni kararlar gerektirir. Daha ileriden, daha yukarıdan, daha başarılıyken, daha eğitimliyken, daha tecrübeliyken bakarız, aynı noktaya dönüvermişiz, yeni hayaller kuruyoruz...
Bence hayal kurmak, geleceği gözlerimizin önünde canlandırmaktır. Bir çocuğun "ben büyüyünce astronot olacağım" diyecek cesareti bulmasıdır, hayal sevdası. Hayaller, Türkiye'deki bir şirket sahibinin, "biz dünyada pazar payının en az yarısına sahip olabiliriz" diye, bir Milli Eğitim Bakanı'nın "biz beyin değil bilgi ihraç edebiliriz" diye düşünebilmesidir. Bir doğa kulübü üyelerinin, "her birimiz on dolar versek, her sene aramızdan seçeceğimiz kabiliyetli birkaç arkadaşımıza ilklere imza attıracak bütçeyi denkleştiremez miyiz" diye alışılmışı sorgulamasıdır. Bir büyük şirket yöneticisinin, "hep reklam vermek yerine Türk bayrağını dalgalandıracak, dünyada ilk olacak projelere yatırım yapsak, bütün Türkiye bizi zaten tanır, biraz da bu toprağa olan borcumuzu öderiz" diyecek vizyon ve erdemi gösterebilmesidir, o sevda.
"Ölüm olasılığı yoksa macera da olmaz" diyor ünlü dağcı Reinhold Messner. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Size göre maceranın tanımı nedir?
Macera, özellikle doğada kişinin kendisini sınamasıdır. Bence başlı başına başaramama riskinin kendisi, yapılanı macera olarak değerlendirmek için yeterli. Yükseklerde, enginlerde, derinlerde, emniyetle başarılacak bir çok proje var iken, ben yaşanacak macerayı ölüme meydan okumak olarak görmüyorum. Tam aksine, ölüm olasılığı var ise daha işin başından bu risk ortadan nasıl kaldırılır, en aza nasıl indirilir sorularını cevaplamaya çalışıyorum. Yapılanlar hiçbir zaman bir kumara dönüşmemeli, hep hesaplı riskleri göze alarak gerçekleştirilmelidir. Belki kişilerin risk anlayışındaki farklılıklara gönderme yapılmış, Messner'in o ifadesinde...
İnsan fizyolojisi açısından aşırılıkların yer aldığı bir serüvene adım attınız. İnsan vücudu böylesi zorlu bir mücadeleye nasıl dayanabiliyor?
İnsan vücudu adaptasyon kabiliyeti çok yüksek olan bir organizma. Elbette o organizmanın nasıl çalıştığı ile ilgili bilgi ve tecrübe, o organizmanın yeni ortama uyum sağlaması için güçlü ve sağlıklı bir başlangıç, daha en başta "olmazsa olmaz" bir form düzeyi gerekmekte. Düşünceleri sabırla yoğurup vücuda, ortama alışacak zamanı tanıyınca uyum sağlanıyor.
Ben süpermen değilim. Olağanüstü bir sporcu da değilim. Benden çok daha formda, daha genç, daha sağlıklı çok sayıda insan var. Ancak eğer bu tekneyi götürüp, karşı tarafta bir iskeleye bağlayabilirsem yeni bir başarıya imza atılmış olacak. Öyleyse, o fizyolojiyi barındıran o fani vücudu bu yollara süren ve olmadık engellere rağmen, sebat etmesi için telkinde bulunan bir de dimağa gerek var. "Mind over matter" der buna Uzakdoğu sporlarıyla uğraşanlar...
Ekstrem spor dallarında başarının boyutunu ve görkemini insanlara anlatmak pek kolay olmayabiliyor. Özellikle içinde yaşadığımız teknoloji çağında "istenilen metaya ulaşım" kavramı bu kadar kolaylaşmışken. Günümüz insanının, problemi bir tuşa basarak çözmeyi planlayan, zirveye ulaşma kavramı borsa paritesindeki dolarların kaç kur kazandığı gibi terimler olduğunu kurgulayan beyinlerden oluştuğunu da düşünürsek, gelecek nesil nasıl bir hayal kavramına sahip olacak sizce?
Aynı soruyu 20 sene önce de benzer şekilde sorup, cevaplayabilirdik. O giderek zenginleşen ve el emeğinden uzaklaşıp farklı şekillerde ölçülen değerleri üreten nesiller içinde, hep alışılmışı sorgulayacak bir azınlık olacak. Onların hayalleri, ellerindeki imkânlarla ve teknolojiyle şekillenecek, bizim şimdi tahayyül edemediğimiz yeni ufuklara yönelecekler. Bazıları belki tamamen teknolojiyi dışlayarak, bazıları da teknolojiyi en iyi şekilde değerlendirerek hayallerini projelendirip, hayata geçirecekler.
Bugün düşünmediğimiz solo denizaltıyla devriâlem, solo aya gidiş-geliş rekoru gibi şimdi uçuk gelen fikirler, gelecekte teknolojinin ucuzlaması ya da o borsa paritelerinden edinilen artık değerin getirdiği birikimler sayesinde mümkün olabilecek. Bence insanoğlu, yapılmayanı gerçekleştirmek, bir yerlerde ilk ayak izini bırakmak gibi dürtülerinden hiç vazgeçmeyecektir.
Aynı zamanda, hayallerin sadece ekstrem sporculara has olmadığını yukarıda vurgulamaya çalıştım. Nobel hayalleri kuran bir fizikçi de, aynı arayışçı insan haline bir örnektir.
Altı Zirve projesinin takviminde şimdiye kadar gerçekleştirdiğiniz neler var?
2003 yılında Seattle'dan bisikletle yola çıkıp, Mayıs'ta Alaska'daki McKinley (Denali) zirvesine ulaşarak Altı Zirve Projesi'nin ilk çıkışını tamamladım. Daha sonra, Altı Zirve Projesi'den bağımsız olarak, açık deniz tecrübemi pekiştirmek amacıyla, 29 Ocak 2006'da tek başıma kürekle Atlantik'i geçme denemesine başladım. 2 Mayıs'ta, Guadeloupe ve Dominica adalarının arasından, Dominica'nın en batı noktasının 61 derece 29 dakika boylamını geçtim ve orada Atlas Okyanusu resmen bitti, Karayip Denizi'ne girdim. Böylece kürekle okyanus geçen ilk Türk oldum. Arada geçen süreler, Around-n-Over Vakfı'nı pekiştirmek, ekip oluşturmak, eğitim ve diğer misyonlarımız için kurumsal ortaklıklar geliştirmek ve sponsor aramakla geçti.
Yine Altı Zirve Projesi kapsamında Seattle'dan San Fransisko'ya bisikletle ulaştıktan sonra, 10 Temmuz 2007'de San Fransisko'nun yaklaşık 64 km kuzeybatısında bulunan Bodega Bay limanından demir alarak, kürekle Pasifik yolculuğuma başladım. Avustralya'da hedefim, projenin ikinci zirvesi olan Kosciuszko...
*Geride bıraktıklarınızın, ailenizin, eşinizin bu uzun yolculuğunuza bakış açısı nasıl oldu?
Eşim, daha ilk tanıştığımız gün ne yaptığımı sormuştu. Benim de cevabım: "Ne yapmak istediğimi söylesem?" olmuştu. Ardından dünyanın etrafını kas gücüyle dolaşmak hayalimi onunla paylaşmıştım. Göran'ı Seattle'dayken beraber tanımıştık. Kaybına beraber üzüldük. "Hayat kısa, artık başlamak lazım" kararını da yine beraber aldık. O günden beri, ayrılığın ötesinde, maddi imkân yaratmak için evimizi satıp daha ucuz mekâna geçmek de dahil olmak üzere, birçok seçimi beraber yaptık. Eşim projemin temel taşı, onsuz başaramam. Bana "bu işi yapabilirsin" diye izin vermenin ötesinde, yaptığımın anlamına inanmış, bu yolda benimle ilerlemeye hazır "yapabilirsin" diye omuz veren bir kişidir. Ona büyük borcum var...
*Bu yolculuğa çıkış amacınızın "çocuklara, hayal ve hedefleri olması gerektiğini aşılamak" olduğu bilindiği halde, yine de "amacınız nedir?" sorusuyla sıkça karşılaşıyorsunuz. Bunu cevaplamak sizi yoruyor mu? Böyle bir maceraya atılmış olmanızın anlaşılamıyor olması, anti maceracı bir toplumda yaşıyoruz sorusunu da sorduruyor mu size?
Dikkat ederseniz macerayı, yapılmaya çalışılan şeyin promosyonu için kullanmaktayız. Bu maceraya ilgi duyanlar, emek ve terle kazanılmış merhaleleri benimle beraber yaşıyor. Bu macera sırasında eğer bir mal üretiliyorsa, o zaman beni takip edenler, "gurur duyuyoruz" diyenler o malı sahipleniyorlar. Macerayı bizzat yaşayamayanlar, biraz da benim sayemde bunu tadıyorlar. Toplum olarak macera karşıtı değil de, belki biraz macera seyircisiyiz.
Seçtiğim hedef, elle tutulması zor, ölçülmesi pek mümkün olmayan bir hedef. Hem Türkiye'de hem de yurtdışında aynı soruyla karşılaşıyorum. İkinci bir hedefim hayır amaçlı, o da Türklerden gelen bağışlar oranında İlkokullara Yardım Vakfı'na (İLKYAR - www.ilkyar.org.tr) nakit kaynak aktarmak.
Bu hedeflerin her ikisi de anlatılmaya değer, benim için kıymetli görevler. Anlatmadan o genç dimağlara ulaşamam, anlatmadan Türkleri bir Türk'ün başarısını sözleri ve cüzdanlarıyla sahiplenmeye, onca Türk çocuğunun eğitimini desteklemeye ikna edemem. Macerayı göğüslediğim içindir ki bana bu satırları yazma fırsatı tanınıyor, hedeflerimi ifade edebiliyorum; bunun böyle süreceğinden hiç kuşkum yok. Bu yola baş koyduysam eğer, yorulmaya hakkım yok.
*Türkiye'de pamuk tarlalarında çalıştırılıp okula gidemeyen, Myanmar'da on yaşında askere alınan, Somali'de açlıkla mücadele eden çocukların varlığı gün yüzündeyken eğitimsiz ve zorluklarla mücadele eden bir nesil bekliyorken dünyayı, eğitimden mahrum bırakılan çocukların geleceklerine dair hayal üretebilme şansları nedir sizce?
Ben ümitsiz değilim. Bu biraz ilkel avcı-toplayıcı toplumların, evrimle yerleşik tarım toplumuna dönüşmesi sonucu ihtiyacından fazlasını üretebilmesi, bu "artık değer" sayesinde ordular dahil ihtisaslaşan kişileri besleyebilmesine benziyor. Aynı şekilde endüstri devriminde, tarıma dayalı toplumlar geride kalmıştı.
Büyük küçük her insan daha iyiyi, daha güzeli, daha rahatı edinmenin yollarını arayacaktır. On yaşında askere alınan çocuk, üniforma yerine şort giyip top çevirmeyi, yaşı gelince silahı bırakıp yerine kendi çocuğunu taşımayı hayal edecektir. Tarlada çalışarak büyüyen çocukların bir bölümü, "benim çocuğum tarlada çalışmamalı" diyecek azmi gösterecektir. Yaşam mücadelesinden biraz ferah bulan herkes, yeni hayallere yönelecektir. Elinde bir şekilde "artık değer" kalan bir anne ve baba, çocuğunun eğitimini elbet önemseyecektir.
Ancak bunun yanında temel eğitim ve temel sağlık hizmetleri, yaşamak gibi, fikir özgürlüğü gibi birer insan hakkı olmalı, İnsan Hakları Beyannamesi'ne eklenmelidir. Ancak o zaman dünya düzeninde eğitime yönelik yaptırımlardan, çocuk yaştaki gençlerin askere alınmasına son verilmesinden, tarlada çocuk çalıştırılmamasından bahsedebiliriz.
Pınar Yavuz