Ömer Hayyam ve Rubaileri
Tarihsel bilgilere göre, Ömer Hayyam, 1121-1122 yıllarında ölmüştür. Doğulu bir düşünü ve şiir adamı olmasına karşın, daha çok batıda gerçek değerini bulmuştur. Bunun etkenleri arasında, Eski Yunan filozoflarıyla düşünsel yakınlığını, gelenekleri bir yana bırakıp öze gitmek istediğini, başkalarından çok kendisini söylediğini, dünya ötesini yadsıdığını ve bilgin olduğu kadar bilimden kuşkulandığını... saymak olanağı vardır. Hayyam, doğuda filozof yanından çok şair yanıyla tanınır. Söylediğinden çok söyleyişi ile sevilir. Doğuda Hayyam'ı yorumlayanların, gerçek Hayyam'ı aramadıkları söylenebilir. Dedelerimiz Hayyam'ı ermiş bir din adamı ya da sadece bir keyif adamı olarak görmüş ve göstermişlerdir.
Ömer Hayyam'dan dörtlükler, yıldızlar bilgisine özgü bulgular, bir terazi ve takvim kalmıştır. Kendisinden kalan izlenimler de, ermişliği, herkesten başka türlü oluşu ve masallaşmış bir bilge durumuna gelişidir. Kendi eliyle yazılmış bir yapıtı yoktur. Dörtlükleri ölümünden sonra şurada burada birer ikişer yazılmış ve ancak XV. yüzyılda yayınlanan kitaplarda görülmeye başlamıştır. Bundan ötürü dörtlüklerin hangisi Hayyam'ın, hangisi Hayyam'ca başkalarınındır, kesin olarak söylenemez. Birçok şairler kendilerinin söylemekten çekindikleri ya da kendi adlarıyla inandırıcı olmaz sandıkları düşünüleri Hayyam'a söyletmiş, Hayyam'ın ağzıyla kendi içlerini dökmüş olabilirler. Böylece Hayyam, birçok dereleri alıp büyüyen bir ırmak olmuştur. Hemen bütün Peygamberlerin başına gelen bu değil midir? Sözlerini kendi yazmamış hangi Peygamberin sözlerine kimsenin bir şeyler katmadığı ileri sürülebilir? Ama Hayyam'ı söylememiş de söyletilmişler arasına koyamayız. Çünkü, dörtlüklerin düzenini ancak usta bir şair kurmuş ya da öğretmiş olabilir. Üstelik de Hayyam'da bir değil, birçok davranışlar ve ancak kendinin göze alabileceği beklenmedik çıkışlar vardır.
Ömer Hayyam'ın insan ve dünya gerçeklerinden çok, şaraba ve sevgiliye değer veren doğulu bir şair oluşu ileri sürülerek, batıya dönük zihniyetle onu bağdaştırma olanağı bulunmadığı ve bundan ötürü Ömer Hayyam'a fazla değer verilmemesi gerektiği kanısında olanlar vardır. Oysa; doğu ve batı ayrılığı, sanatçılar arasında değil, toplum düzenleri, devlet biçimleri, din ve ahlâk anlayışları arasında düşünülüp benimsenebilir. Sanat için Doğu ve Batı diye ayrı ülkeler yok, yayılma, gelişme olanaklarının azalıp çoğaldığı yerler ve zamanlar vardır. Bizim yaşadığımız çağda, Hayyam'ın da içinde bulunduğu kültür ve sanatın, yani bir tek olan dünya kültürünün nefes alabildiği yer batıdır. Doğuda ise kültür, türlü nedenlerle içine kapanıp boğulmuştur. Bu yüzden aynı Hayyam, batıda insan ve insanlık düşünüsünün gelişmesine yardım ederken, doğuda ister istemez bu düşününün körleşmesine yardım etmiştir. Aynı Hayyam, batıda kendini aşmaya, doğuda kendini silmeye götürmüştür. Aynı Hayyam batıda bir devrimci, doğuda ise bir dinsel uyarıcı diye yorumlanmıştır. Bütün gerçek sanatçılar gibi, Hayyam da bugün kültürün ve sanatın sığındığı, saygı gördüğü, geliştiği yerin, batının adamıdır. Doğduğu ve öldüğü yer nerede olursa olsun, dörtlükleri kültürün ve doğruluğun en ilerde olduğu yer neresi ise, Hayyam da oralıdır.
Hayyam, bir şair olduğu kadar, olumlu bilim, akıl ve felsefe adamıdır, bilgedir. XII. yüzyılda yaşamış ve bugün masallaşmış bir olumlu kafadır. Hayyam’ın öyle dörtlükleri vardır ki, dünyayı kara gören ve herşeyi bırakan psikoz ile doludur. Yine öyle dörtlükleri vardır ki, atak, saldırgan ve kutsal sayılan inançlarla alay edicidir. Bunlar Hayyam'ın mıdır? Daha önce de söylendiği gibi, el yazısı bulunmadığından, sorunun bu yanı kesin olarak bilinmemektedir. Hayyam'ın çok yanlı, geniş bilgili ve birçok felsefe akımlarından öğe almış bir filozof - şair olduğunu göz önüne alırsak, çok değişik sözlerinin bulunması olanağını benimseyebiliriz.
Dr. Selami Işındağ
31.V.1963
Akılla bir konuşmam oldu dün gece;
Sana soracaklarım var, dedim;
Sen ki her bilginin temelisin,
Bana yol göstermelisin.
Yaşamaktan bezdim, ne yapsam?
Birkaç yıl daha katlan, dedi.
Nedir; dedim bu yaşamak?
Bir düş, dedi; birkaç görüntü.
Evi barkı olmak nedir? dedim;
Biraz keyfetmek için
Yıllar yılı dert çekmek, dedi.
Bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim;
Kurt, köpek, çakal makal, dedi.
Ne dersin bu adamlara, dedim;
Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi.
Benim bu deli gönlüm, dedim;
Ne zaman akıllanacak?
Biraz daha kulağı burkulunca, dedi.
Hayyam'ın bu sözlerine ne dersin, dedim:
Dizmiş alt alta sözleri,
Hoşbeş etmiş derim, dedi.
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!
Büyükse de isyanım, kötülüklerim,
Yüce Tanrı'dan umut kesmiş değilim;
Bugün sarhoş ve harap ölsem de yarın
Rahmete kavuşur elbet kemiklerim.
Tanrım bir geçim kapısı açıver bana;
Kimseye minnetsiz yaşamak yeter bana;
Şarap içir, öyle kendimden geçir ki beni
Haberim olmasın gelen dertten başıma.
Varlığın sırları saklı senden, benden;
Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben.
Bizimki perde arkasında dedikodu:
Bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben.
Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:
İki başımız var, bir tek bedenimiz.
Ne kadar dönersem döneyim çevrende:
Er geç baş başa verecek değil miyiz?
Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el âlem!
Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde:
Senden ayığız bu sarhoş halimizde.
Sen insan kanı içersin, biz üzüm kanı:
İnsaf be Sultanım, kötülük hangimizde?
Sabah doldu göklere mavi mavi;
Doldur ışık döker gibi kaseyi!
Acı olmasına acıdır şarap:
Ama gerçek acıdır demezler mi?
Adam olduysan hesap ver kendine:
Getirdiğin ne? Götüreceğin ne?
Şarap içersem ölürüm diyorsun:
İçsen de öleceksin, içmesen de!
Her gece aklım dalar gider engine.
Ağlarım, inciler dolar eteğime.
Sevdalıyım, şarap dayanmıyor bana:
Kafam baş aşağı çevrik bir tas mı ne!
Dünya ne verdi sana? Hep dert, hep dert!
Güzel canın da bir gün uçar elbet.
Toprağında yeşillikler bitmeden
Uzan yeşilliğe, gününü gün et.
Şarap sen benim günüm güneşimsin!
Öyle bir dolsun ki seninle içim.
Bir bildik görünce beni sokakta:
Ne o, Şarap, nereye böyle? desin.
Güneş attı göğe sabah kemendini:
Aydınlık padişahı atına bindi.
İçin! İçin! diye bağırdı dört yana
Canım sabah şarabının müezzini.
Bu kadeh bir bedendir, cana gebe!
Bir yasemindir, erguvana gebe!
Hayır; yanlış; ne odur şarap ne bu:
Bir sudur, bir su ki yangına gebe!
Cennette huriler varmış, kara gözlü;
İçkinin de ordaymış en güzeli.
Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz:
Bak, bir yanda şarap, bir yanda sevgili.
Varlık yokluk derdini aklından sil;
Bırak öteleri de kendini bil.
Doldur şarabı, geniş bir nefes al:
Kaç nefes alacağın belli değil.
Bayram geldi; işimiz iştir bu aralık;
Horoz kanı gibi şarap bollaşır artık.
Gel gelelim eşekler de boş gezer şimdi:
Oruç gemi ağızlarından çıkar, yazık!
Yarım somunun var mı? Bir ufak da evin?
Kimselerin kulu kölesi değil misin?
Kimsenin sırtından geçindiğin de yok ya?
Keyfine bak: en hoş dünyası olan sensin.
Niceleri geldi, neler istediler;
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler;
Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler.
Dert çekme boşuna, hep gül de yaşa;
Zulüm yolunda hakkı bul da yaşa;
Sonu yokluk madem bu dünyamızın
Yok bil kendini, özgür ol da yaşa.
Şarap iç adın silinip gitmeden dünyadan;
Şarap kasveti, karanlığı giderir candan;
Güzellerin saçını çözüp dağıtmaya bak
Neylesin, netsin bu can, kıble mi değiştirsin?
Bir damla şarap ver Çin senin olsun;
Bir yudumu bütün dinlerden üstün.
Söyle, ne var dünyada şaraptan hoş?
O acıya tatlılar feda olsun.
Bizim şarap içmemiz ne keyfimizden,
Ne dine, edebe aykırı gitmemizden;
Bir an geçmek istiyoruz kendimizden:
İçip içip sarhoş olmamız bu yüzden.
Baharlar yazlar gider, kara kış gelir;
Varlığın yaprakları dürülür bir bir;
Şarap iç, gam yeme; bak ne demiş bilge:
Dünya dertleri zehir, şarap panzehir.
Yılan gibi taşa girsen de, Sakî,
Sızar ecelin suyu bulur seni;
Bu dünya toprak, Sakî, türkü söyle;
Bu soluk bir yel, şarap ver, Sakî.
Şarap iç, bire birdir derde tasaya;
Ne bu dünya kalır, ne öteki dünya.
Ne serin ateştir o, ne can dolu su:
Çabuk ol, bulup içemezsin mezarda.
Haram, acı, kötü derler canım şaraba:
Oysa ne hoş şey, hele bir güzel sunarsa;
İçin bakın; hem doğrusunu isterseniz,
Haram dedikleri her şey hoş galiba!
Dedim ben artık bu kızıl şarabı içmem;
Üzümün kanıymış bu, ben kan dökmek istemem.
Gün görmüş aklım şaşırdı: Sahi mi? dedi;
Yok canım, dedim; şaka, ben nasıl içmem!
Sen bu dünyanın sırlarına eremezsin;
Erenlerin dilini de söktüremezsin;
İyisi mi iç şarabı, cennet et bu dünyayı:
Öbür cennete ya girer, ya giremezsin.
Bulut geldi; lalede bir renk bir renk!
Şimdi kızıl şarap içmemiz gerek.
Şu seyrettiğin serin yeşillikler
Yarın senin toprağında bitecek.
İki batman şarap, bir buğday ekmeği;
Bir koyun budu, bir de ay yüzlü sevgili;
Daha ne istenir bilmem şu dünyada:
Padişah daha iyisini bulabilir mi?
Dünyaları değişmem kızıl şaraba;
Ay da ondan sönük; çoban yıldızı da.
Şarap satanların aklına şaşarım:
Ondan iyi ne var alınacak dünyada?
İnsan son nefese hazır gerekmiş:
Nasıl ölürse öyle dirilecekmiş.
Biz her an şarap ve sevgiliyleyiz:
Böylece dirilirsek işimiz iş.
Hayyam bilgelik çadırları dokudu;
Sonra dert potasında yandı kül oldu.
Bir pula satıldı kader çarşısında,
Ölüm celladı geldi, boynunu vurdu.
Ömrümüzden bir gün daha geldi geçti;
Derede akan su, ovada esen yel gibi.
İki gün var ki dünyada, bence ha var ha yok:
Daha gelmemiş gün bir, geçmiş gün iki.
Gönül, her an sevdiğinin kapısında ol;
Her istediğini onda ara, onda bul.
Aşk tavlasında hileye kaçma kalleşçe;
Koy canını ortaya, soyulursan soyul.
Sarhoş oldum mu aklım azalır;
Ayıldım mı sevincim dağılır.
Ne sarhoş, ne ayık bir hal var ya?
En güzeli öyle yaşamaktır.
Açılmaz kapıları açmanız mı gerek?
Dünyada insanca yaşamanız mı gerek?
Bırakın öyleyse iki dünyayı birden:
Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek!
Bilmem, ne sayar durursun bir, iki;
Ha bir olmuş, ha yüz bin fark etmez ki
Çal sazını, sonun bir avuç toprak,
Şarap ver, bir esip gitmedir bizimki.
Yoksul, dertli gönlüm arar sevgilisini;
Aklı gelmez başına, yer kendi kendini.
Bana sevgi şarabını sundukları gün
Kana boyamışlar varlık kadehimi.
Gönlümün dilediği gül yüzüne bakmak;
Elimin özlediği kadehi kavramak.
Her zerrem nasibini almalı dünyadan
Yarın güle kavuşturmadan beni toprak.
Ben bıyıkları süpürge etmişim meyhanede:
Hayırmış, şermiş, bırakmışım ikisini de.
İki dünyayı karpuz gibi önüme koysalar
Ne birine metelik veririm, ne ötekine.
Behram'ın şarap içtiği orman köşkünde
Bir tilki yavrulamış, bir ceylan keyfinde.
Ömrünce yaban eşeği avlamış Behram:
Mezar da Behram'ı avlamış günün birinde.
Toprakla karışıp bulanmamış bir can
Sana konuk geldi bir temiz dünyadan.
Otur, bir kadeh şarap iç kendisiyle,
Sana iyi geceler deyip kaçmadan.
Bilir misin, yüceler yücesi Tanrı,
Şarap ne zaman coşturur içenleri?
Pazar, pazartesi, salı, çarşamba, perşembe,
Bir de cuma, cumartesi günleri.
Yaşamak elindeyken bugüne bugün,
Ne diye bırakır, yarını düşünürsün?
Geçmiş, gelecek, kuru sevda bütün bunlar,
Kadrini bilmeye bak avucundaki ömrün.
Bak, gül yeşiller, sevinçler içinde;
Arar bulamazsın gelecek perşembe.
İç şarabını, gül kokla, yeşil topla:
Toprak oluvermeden gül de, yeşil de.
İnsan çeker çeker de sonra hür olur;
İnci sedef zindanlarda yuğrulur.
Para pulun yoksa bugün, sağlık olsun:
Bugün boş duran kadeh yarın doludur.
Her gün biri çıkar, başlar ben, ben demeye,
Altınları gümüşleriyle övünmeye.
Tam işleri dilediği düzene girer:
Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye.
Gül de şarab da bilene güzel gelir;
Sarhoş olmayan için sarhoşluk nedir?
Cebi boş gönlü dolu olmayan kişi
Her şeyden geçmenin tadını ne bilir?
Sevgili, bir başka güzelsin bugün;
Ay gibisin, pırıl pırıl gülüşün.
Güzeller bayram günleri süslenir:
Seninse bayramları süsler yüzün.
Kendimden geçtikçe gelirim kendime,
Alçalırım çıktıkça yüksek yerlere.
En garibi, içmeden sarhoşum da ben,
Ayılırım her kadehi devirdikçe.
Ben içerim, ama sarhoşluk etmem:
Kadehten başka şeye el uzatmam.
Şaraba taparmışım, evet, taparım:
Ama senin gibi kendime tapmam.
Dün gece usul boylu sevgilim ve ben,
Bir kıyıda gül rengi şarap içerken;
Sedefli bir kabuk açıldı karşımızda;
Sabah müjdecisi çıkıverdi içinden.
Şarap mimarıdır yıkık gönüllerin
Süzülmüş, tertemiz canı üzümlerin.
Neden şer demişler bu hayırlı suya?
Siz bana bu şerden üç dört kase verin.
Bizi bizden alan şaraba gönül verdik;
Coşup taştık; yerden kopup göklere erdik.
Tenden bedenden soyunuverdik sonunda
Topraktan gelmiştik, yine toprağa girdik.
Önce kendine gel, sonra meyhaneye;
Kalender ol da gir kalenderhaneye.
Bu yol kendini yenmişlerin yoludur:
Çiğsen başka bir yere git eğlenmeye.
Şarap içip güzel sevmek mi daha iyi,
İki yüzlü softaları dinlemek mi?
Sarhoşla âşık cehenneme gidecekse,
Kimselerin göreceği yoktur cenneti.
Kalk, sevinç dolduralım garip gönüle
İçelim doğan güne karşı bülbülle
Yırtalım biz de gömleği âşık gülle
Verelim çiçekler gibi ömrü yele.
Bir damla şarap Tus saraylarına bedel,
Keykubad'ın, Keykavus'un tahtından güzel
Sabaha karşı âşıkların iniltisi
İki yüzlü softanın ezanından güzel.
Şarap benlik kaygusu bırakmaz sende
Çözülmedik bir düğüm kalmaz beyninde
İblis bir kadeh şarap içmiş olsaydı,
Secdeye yatardı Adem'in önünde.
Biz hırkadan sonra küpe gelmişiz;
Kıpkızıl şarapla abdest almışız.
Medresede kaybettiğimiz ömrü
Meyhanede aramaktır işimiz.
Şarabı götürüp döksen bir dağa
Dağ sarhoş olur başlar oynamaya.
Ben ne diye tövbe edecekmişim
İçimi tertemiz eden şaraba?
Ömür defterinden bir fal açtım gönlümce;
Halden anlar bir dost gelip falı görünce:
Ne mutlu sana, dedi; daha ne istersin:
Ay gibi bir sevgili, yıl gibi bir gece.
Bu gecenin son gece olması da var:
Emret, gül rengi şarabı getirsinler.
Gafil, bir gittin mi bir daha gelmek yok.
Altın değilsin ki gömüp çıkarsınlar.
Şarap iç, yıkansın, aydınlansın için;
Bu dünya, öbür dünya silinip gitsin!
Gel, ömrün yele gitmeden tadına bak
Cana can katan suyun, ıslak ateşin.
Ne güzel gün! Hava ne sıcak, ne serin;
Bir bulut, tozunu siliyor bahçenin;
Bülbül coşmuş, sesleniyor sarı güle:
Şarap iç şarap da yüzüne renk gelsin!
Dostlar, bir gün, sözleşip bir yerde birleşin;
Oturun sofrasına dünya cennetinin;
Sâki doldururken kadehleri cömertçe,
İçin bir kadeh de zavallı Hayyam için!
Daha nice büyük göreceksin kendini?
Hep varlık yokluk mu düşündürecek seni?
Şarap için şarap: Bu ölüm yolculuğunda
Bulamazsın sarhoş uykulardan iyisini.
Ay yırttı gecenin kara giysilerini;
Kalk, tam zamanıdır, doldur şarap kasesini.
Keyfine bak, çünkü bu ay, sonsuz yıllarca,
Mezarda upuzun yatar görecek seni.
Bahar geldi mi başka şey dinler miyim;
Hele aklın defterini hemen dürerim.
Şarap, sığınağım sensin bahar günü,
Söğüt ağacı, senin de gölgendeyim.
Ey dörtle yedinin doğurduğu insan,
Dörtle yedidir seni dertlere salan.
Boşuna mı şarap iç diyorum sana:
Bir gittin mi bir daha gelme yok, inan.
En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen;
İyilik seven kötülük edemez zaten.
Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur:
Düşmanınsa dostun olur iyilik edersen.
Benim canım hep şarabın izindedir,
Kulağım ney ve rubap sesindedir.
Toprağımdan desti yaparlarsa benim
O desti şarap doldurulmak içindir.
Kadeh bir bedendir, içinde can var can;
Candır kadehin bedeninde camlaşan.
Donmuş sudan ateş süzülür sanki:
Erimiş yakut, gönül sırçasından.
Hem aklın mutluluk peşinde senin,
Hem söylerim, söylerim dinlemezsin;
Aldığın her nefesin kadrini bil
Ot değilsin ki kesildikçe bitesin.
Sen içmiyorsan, içenleri kınama bari;
Bırak aldatmacayı, iki yüzlülükleri;
Şarap içmem diye övünüyorsun, ama,
Yediğin haltlar yanında şarap nedir ki?
Benim yasam artık şarap, çalgı, eğlenti;
Dinim dinsizlik, bıraktım her ibadeti;
Nişanlım dünyaya: Ne çeyiz istersin, dedim:
Çeyizim, senin gamsız yüreğindir, dedi.
Nerede yüreği tertemiz uyanık insan?
Nerede güzel düşünceler ardında koşan?
Herkes kendi kafasının kulu kölesi,
Hani Tanrı'nın kulu nerde o kahraman?
Tarihsel bilgilere göre, Ömer Hayyam, 1121-1122 yıllarında ölmüştür. Doğulu bir düşünü ve şiir adamı olmasına karşın, daha çok batıda gerçek değerini bulmuştur. Bunun etkenleri arasında, Eski Yunan filozoflarıyla düşünsel yakınlığını, gelenekleri bir yana bırakıp öze gitmek istediğini, başkalarından çok kendisini söylediğini, dünya ötesini yadsıdığını ve bilgin olduğu kadar bilimden kuşkulandığını... saymak olanağı vardır. Hayyam, doğuda filozof yanından çok şair yanıyla tanınır. Söylediğinden çok söyleyişi ile sevilir. Doğuda Hayyam'ı yorumlayanların, gerçek Hayyam'ı aramadıkları söylenebilir. Dedelerimiz Hayyam'ı ermiş bir din adamı ya da sadece bir keyif adamı olarak görmüş ve göstermişlerdir.
Ömer Hayyam'dan dörtlükler, yıldızlar bilgisine özgü bulgular, bir terazi ve takvim kalmıştır. Kendisinden kalan izlenimler de, ermişliği, herkesten başka türlü oluşu ve masallaşmış bir bilge durumuna gelişidir. Kendi eliyle yazılmış bir yapıtı yoktur. Dörtlükleri ölümünden sonra şurada burada birer ikişer yazılmış ve ancak XV. yüzyılda yayınlanan kitaplarda görülmeye başlamıştır. Bundan ötürü dörtlüklerin hangisi Hayyam'ın, hangisi Hayyam'ca başkalarınındır, kesin olarak söylenemez. Birçok şairler kendilerinin söylemekten çekindikleri ya da kendi adlarıyla inandırıcı olmaz sandıkları düşünüleri Hayyam'a söyletmiş, Hayyam'ın ağzıyla kendi içlerini dökmüş olabilirler. Böylece Hayyam, birçok dereleri alıp büyüyen bir ırmak olmuştur. Hemen bütün Peygamberlerin başına gelen bu değil midir? Sözlerini kendi yazmamış hangi Peygamberin sözlerine kimsenin bir şeyler katmadığı ileri sürülebilir? Ama Hayyam'ı söylememiş de söyletilmişler arasına koyamayız. Çünkü, dörtlüklerin düzenini ancak usta bir şair kurmuş ya da öğretmiş olabilir. Üstelik de Hayyam'da bir değil, birçok davranışlar ve ancak kendinin göze alabileceği beklenmedik çıkışlar vardır.
Ömer Hayyam'ın insan ve dünya gerçeklerinden çok, şaraba ve sevgiliye değer veren doğulu bir şair oluşu ileri sürülerek, batıya dönük zihniyetle onu bağdaştırma olanağı bulunmadığı ve bundan ötürü Ömer Hayyam'a fazla değer verilmemesi gerektiği kanısında olanlar vardır. Oysa; doğu ve batı ayrılığı, sanatçılar arasında değil, toplum düzenleri, devlet biçimleri, din ve ahlâk anlayışları arasında düşünülüp benimsenebilir. Sanat için Doğu ve Batı diye ayrı ülkeler yok, yayılma, gelişme olanaklarının azalıp çoğaldığı yerler ve zamanlar vardır. Bizim yaşadığımız çağda, Hayyam'ın da içinde bulunduğu kültür ve sanatın, yani bir tek olan dünya kültürünün nefes alabildiği yer batıdır. Doğuda ise kültür, türlü nedenlerle içine kapanıp boğulmuştur. Bu yüzden aynı Hayyam, batıda insan ve insanlık düşünüsünün gelişmesine yardım ederken, doğuda ister istemez bu düşününün körleşmesine yardım etmiştir. Aynı Hayyam, batıda kendini aşmaya, doğuda kendini silmeye götürmüştür. Aynı Hayyam batıda bir devrimci, doğuda ise bir dinsel uyarıcı diye yorumlanmıştır. Bütün gerçek sanatçılar gibi, Hayyam da bugün kültürün ve sanatın sığındığı, saygı gördüğü, geliştiği yerin, batının adamıdır. Doğduğu ve öldüğü yer nerede olursa olsun, dörtlükleri kültürün ve doğruluğun en ilerde olduğu yer neresi ise, Hayyam da oralıdır.
Hayyam, bir şair olduğu kadar, olumlu bilim, akıl ve felsefe adamıdır, bilgedir. XII. yüzyılda yaşamış ve bugün masallaşmış bir olumlu kafadır. Hayyam’ın öyle dörtlükleri vardır ki, dünyayı kara gören ve herşeyi bırakan psikoz ile doludur. Yine öyle dörtlükleri vardır ki, atak, saldırgan ve kutsal sayılan inançlarla alay edicidir. Bunlar Hayyam'ın mıdır? Daha önce de söylendiği gibi, el yazısı bulunmadığından, sorunun bu yanı kesin olarak bilinmemektedir. Hayyam'ın çok yanlı, geniş bilgili ve birçok felsefe akımlarından öğe almış bir filozof - şair olduğunu göz önüne alırsak, çok değişik sözlerinin bulunması olanağını benimseyebiliriz.
Dr. Selami Işındağ
31.V.1963
Akılla bir konuşmam oldu dün gece;
Sana soracaklarım var, dedim;
Sen ki her bilginin temelisin,
Bana yol göstermelisin.
Yaşamaktan bezdim, ne yapsam?
Birkaç yıl daha katlan, dedi.
Nedir; dedim bu yaşamak?
Bir düş, dedi; birkaç görüntü.
Evi barkı olmak nedir? dedim;
Biraz keyfetmek için
Yıllar yılı dert çekmek, dedi.
Bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim;
Kurt, köpek, çakal makal, dedi.
Ne dersin bu adamlara, dedim;
Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi.
Benim bu deli gönlüm, dedim;
Ne zaman akıllanacak?
Biraz daha kulağı burkulunca, dedi.
Hayyam'ın bu sözlerine ne dersin, dedim:
Dizmiş alt alta sözleri,
Hoşbeş etmiş derim, dedi.
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!
Büyükse de isyanım, kötülüklerim,
Yüce Tanrı'dan umut kesmiş değilim;
Bugün sarhoş ve harap ölsem de yarın
Rahmete kavuşur elbet kemiklerim.
Tanrım bir geçim kapısı açıver bana;
Kimseye minnetsiz yaşamak yeter bana;
Şarap içir, öyle kendimden geçir ki beni
Haberim olmasın gelen dertten başıma.
Varlığın sırları saklı senden, benden;
Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben.
Bizimki perde arkasında dedikodu:
Bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben.
Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:
İki başımız var, bir tek bedenimiz.
Ne kadar dönersem döneyim çevrende:
Er geç baş başa verecek değil miyiz?
Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el âlem!
Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde:
Senden ayığız bu sarhoş halimizde.
Sen insan kanı içersin, biz üzüm kanı:
İnsaf be Sultanım, kötülük hangimizde?
Sabah doldu göklere mavi mavi;
Doldur ışık döker gibi kaseyi!
Acı olmasına acıdır şarap:
Ama gerçek acıdır demezler mi?
Adam olduysan hesap ver kendine:
Getirdiğin ne? Götüreceğin ne?
Şarap içersem ölürüm diyorsun:
İçsen de öleceksin, içmesen de!
Her gece aklım dalar gider engine.
Ağlarım, inciler dolar eteğime.
Sevdalıyım, şarap dayanmıyor bana:
Kafam baş aşağı çevrik bir tas mı ne!
Dünya ne verdi sana? Hep dert, hep dert!
Güzel canın da bir gün uçar elbet.
Toprağında yeşillikler bitmeden
Uzan yeşilliğe, gününü gün et.
Şarap sen benim günüm güneşimsin!
Öyle bir dolsun ki seninle içim.
Bir bildik görünce beni sokakta:
Ne o, Şarap, nereye böyle? desin.
Güneş attı göğe sabah kemendini:
Aydınlık padişahı atına bindi.
İçin! İçin! diye bağırdı dört yana
Canım sabah şarabının müezzini.
Bu kadeh bir bedendir, cana gebe!
Bir yasemindir, erguvana gebe!
Hayır; yanlış; ne odur şarap ne bu:
Bir sudur, bir su ki yangına gebe!
Cennette huriler varmış, kara gözlü;
İçkinin de ordaymış en güzeli.
Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz:
Bak, bir yanda şarap, bir yanda sevgili.
Varlık yokluk derdini aklından sil;
Bırak öteleri de kendini bil.
Doldur şarabı, geniş bir nefes al:
Kaç nefes alacağın belli değil.
Bayram geldi; işimiz iştir bu aralık;
Horoz kanı gibi şarap bollaşır artık.
Gel gelelim eşekler de boş gezer şimdi:
Oruç gemi ağızlarından çıkar, yazık!
Yarım somunun var mı? Bir ufak da evin?
Kimselerin kulu kölesi değil misin?
Kimsenin sırtından geçindiğin de yok ya?
Keyfine bak: en hoş dünyası olan sensin.
Niceleri geldi, neler istediler;
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler;
Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler.
Dert çekme boşuna, hep gül de yaşa;
Zulüm yolunda hakkı bul da yaşa;
Sonu yokluk madem bu dünyamızın
Yok bil kendini, özgür ol da yaşa.
Şarap iç adın silinip gitmeden dünyadan;
Şarap kasveti, karanlığı giderir candan;
Güzellerin saçını çözüp dağıtmaya bak
Neylesin, netsin bu can, kıble mi değiştirsin?
Bir damla şarap ver Çin senin olsun;
Bir yudumu bütün dinlerden üstün.
Söyle, ne var dünyada şaraptan hoş?
O acıya tatlılar feda olsun.
Bizim şarap içmemiz ne keyfimizden,
Ne dine, edebe aykırı gitmemizden;
Bir an geçmek istiyoruz kendimizden:
İçip içip sarhoş olmamız bu yüzden.
Baharlar yazlar gider, kara kış gelir;
Varlığın yaprakları dürülür bir bir;
Şarap iç, gam yeme; bak ne demiş bilge:
Dünya dertleri zehir, şarap panzehir.
Yılan gibi taşa girsen de, Sakî,
Sızar ecelin suyu bulur seni;
Bu dünya toprak, Sakî, türkü söyle;
Bu soluk bir yel, şarap ver, Sakî.
Şarap iç, bire birdir derde tasaya;
Ne bu dünya kalır, ne öteki dünya.
Ne serin ateştir o, ne can dolu su:
Çabuk ol, bulup içemezsin mezarda.
Haram, acı, kötü derler canım şaraba:
Oysa ne hoş şey, hele bir güzel sunarsa;
İçin bakın; hem doğrusunu isterseniz,
Haram dedikleri her şey hoş galiba!
Dedim ben artık bu kızıl şarabı içmem;
Üzümün kanıymış bu, ben kan dökmek istemem.
Gün görmüş aklım şaşırdı: Sahi mi? dedi;
Yok canım, dedim; şaka, ben nasıl içmem!
Sen bu dünyanın sırlarına eremezsin;
Erenlerin dilini de söktüremezsin;
İyisi mi iç şarabı, cennet et bu dünyayı:
Öbür cennete ya girer, ya giremezsin.
Bulut geldi; lalede bir renk bir renk!
Şimdi kızıl şarap içmemiz gerek.
Şu seyrettiğin serin yeşillikler
Yarın senin toprağında bitecek.
İki batman şarap, bir buğday ekmeği;
Bir koyun budu, bir de ay yüzlü sevgili;
Daha ne istenir bilmem şu dünyada:
Padişah daha iyisini bulabilir mi?
Dünyaları değişmem kızıl şaraba;
Ay da ondan sönük; çoban yıldızı da.
Şarap satanların aklına şaşarım:
Ondan iyi ne var alınacak dünyada?
İnsan son nefese hazır gerekmiş:
Nasıl ölürse öyle dirilecekmiş.
Biz her an şarap ve sevgiliyleyiz:
Böylece dirilirsek işimiz iş.
Hayyam bilgelik çadırları dokudu;
Sonra dert potasında yandı kül oldu.
Bir pula satıldı kader çarşısında,
Ölüm celladı geldi, boynunu vurdu.
Ömrümüzden bir gün daha geldi geçti;
Derede akan su, ovada esen yel gibi.
İki gün var ki dünyada, bence ha var ha yok:
Daha gelmemiş gün bir, geçmiş gün iki.
Gönül, her an sevdiğinin kapısında ol;
Her istediğini onda ara, onda bul.
Aşk tavlasında hileye kaçma kalleşçe;
Koy canını ortaya, soyulursan soyul.
Sarhoş oldum mu aklım azalır;
Ayıldım mı sevincim dağılır.
Ne sarhoş, ne ayık bir hal var ya?
En güzeli öyle yaşamaktır.
Açılmaz kapıları açmanız mı gerek?
Dünyada insanca yaşamanız mı gerek?
Bırakın öyleyse iki dünyayı birden:
Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek!
Bilmem, ne sayar durursun bir, iki;
Ha bir olmuş, ha yüz bin fark etmez ki
Çal sazını, sonun bir avuç toprak,
Şarap ver, bir esip gitmedir bizimki.
Yoksul, dertli gönlüm arar sevgilisini;
Aklı gelmez başına, yer kendi kendini.
Bana sevgi şarabını sundukları gün
Kana boyamışlar varlık kadehimi.
Gönlümün dilediği gül yüzüne bakmak;
Elimin özlediği kadehi kavramak.
Her zerrem nasibini almalı dünyadan
Yarın güle kavuşturmadan beni toprak.
Ben bıyıkları süpürge etmişim meyhanede:
Hayırmış, şermiş, bırakmışım ikisini de.
İki dünyayı karpuz gibi önüme koysalar
Ne birine metelik veririm, ne ötekine.
Behram'ın şarap içtiği orman köşkünde
Bir tilki yavrulamış, bir ceylan keyfinde.
Ömrünce yaban eşeği avlamış Behram:
Mezar da Behram'ı avlamış günün birinde.
Toprakla karışıp bulanmamış bir can
Sana konuk geldi bir temiz dünyadan.
Otur, bir kadeh şarap iç kendisiyle,
Sana iyi geceler deyip kaçmadan.
Bilir misin, yüceler yücesi Tanrı,
Şarap ne zaman coşturur içenleri?
Pazar, pazartesi, salı, çarşamba, perşembe,
Bir de cuma, cumartesi günleri.
Yaşamak elindeyken bugüne bugün,
Ne diye bırakır, yarını düşünürsün?
Geçmiş, gelecek, kuru sevda bütün bunlar,
Kadrini bilmeye bak avucundaki ömrün.
Bak, gül yeşiller, sevinçler içinde;
Arar bulamazsın gelecek perşembe.
İç şarabını, gül kokla, yeşil topla:
Toprak oluvermeden gül de, yeşil de.
İnsan çeker çeker de sonra hür olur;
İnci sedef zindanlarda yuğrulur.
Para pulun yoksa bugün, sağlık olsun:
Bugün boş duran kadeh yarın doludur.
Her gün biri çıkar, başlar ben, ben demeye,
Altınları gümüşleriyle övünmeye.
Tam işleri dilediği düzene girer:
Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye.
Gül de şarab da bilene güzel gelir;
Sarhoş olmayan için sarhoşluk nedir?
Cebi boş gönlü dolu olmayan kişi
Her şeyden geçmenin tadını ne bilir?
Sevgili, bir başka güzelsin bugün;
Ay gibisin, pırıl pırıl gülüşün.
Güzeller bayram günleri süslenir:
Seninse bayramları süsler yüzün.
Kendimden geçtikçe gelirim kendime,
Alçalırım çıktıkça yüksek yerlere.
En garibi, içmeden sarhoşum da ben,
Ayılırım her kadehi devirdikçe.
Ben içerim, ama sarhoşluk etmem:
Kadehten başka şeye el uzatmam.
Şaraba taparmışım, evet, taparım:
Ama senin gibi kendime tapmam.
Dün gece usul boylu sevgilim ve ben,
Bir kıyıda gül rengi şarap içerken;
Sedefli bir kabuk açıldı karşımızda;
Sabah müjdecisi çıkıverdi içinden.
Şarap mimarıdır yıkık gönüllerin
Süzülmüş, tertemiz canı üzümlerin.
Neden şer demişler bu hayırlı suya?
Siz bana bu şerden üç dört kase verin.
Bizi bizden alan şaraba gönül verdik;
Coşup taştık; yerden kopup göklere erdik.
Tenden bedenden soyunuverdik sonunda
Topraktan gelmiştik, yine toprağa girdik.
Önce kendine gel, sonra meyhaneye;
Kalender ol da gir kalenderhaneye.
Bu yol kendini yenmişlerin yoludur:
Çiğsen başka bir yere git eğlenmeye.
Şarap içip güzel sevmek mi daha iyi,
İki yüzlü softaları dinlemek mi?
Sarhoşla âşık cehenneme gidecekse,
Kimselerin göreceği yoktur cenneti.
Kalk, sevinç dolduralım garip gönüle
İçelim doğan güne karşı bülbülle
Yırtalım biz de gömleği âşık gülle
Verelim çiçekler gibi ömrü yele.
Bir damla şarap Tus saraylarına bedel,
Keykubad'ın, Keykavus'un tahtından güzel
Sabaha karşı âşıkların iniltisi
İki yüzlü softanın ezanından güzel.
Şarap benlik kaygusu bırakmaz sende
Çözülmedik bir düğüm kalmaz beyninde
İblis bir kadeh şarap içmiş olsaydı,
Secdeye yatardı Adem'in önünde.
Biz hırkadan sonra küpe gelmişiz;
Kıpkızıl şarapla abdest almışız.
Medresede kaybettiğimiz ömrü
Meyhanede aramaktır işimiz.
Şarabı götürüp döksen bir dağa
Dağ sarhoş olur başlar oynamaya.
Ben ne diye tövbe edecekmişim
İçimi tertemiz eden şaraba?
Ömür defterinden bir fal açtım gönlümce;
Halden anlar bir dost gelip falı görünce:
Ne mutlu sana, dedi; daha ne istersin:
Ay gibi bir sevgili, yıl gibi bir gece.
Bu gecenin son gece olması da var:
Emret, gül rengi şarabı getirsinler.
Gafil, bir gittin mi bir daha gelmek yok.
Altın değilsin ki gömüp çıkarsınlar.
Şarap iç, yıkansın, aydınlansın için;
Bu dünya, öbür dünya silinip gitsin!
Gel, ömrün yele gitmeden tadına bak
Cana can katan suyun, ıslak ateşin.
Ne güzel gün! Hava ne sıcak, ne serin;
Bir bulut, tozunu siliyor bahçenin;
Bülbül coşmuş, sesleniyor sarı güle:
Şarap iç şarap da yüzüne renk gelsin!
Dostlar, bir gün, sözleşip bir yerde birleşin;
Oturun sofrasına dünya cennetinin;
Sâki doldururken kadehleri cömertçe,
İçin bir kadeh de zavallı Hayyam için!
Daha nice büyük göreceksin kendini?
Hep varlık yokluk mu düşündürecek seni?
Şarap için şarap: Bu ölüm yolculuğunda
Bulamazsın sarhoş uykulardan iyisini.
Ay yırttı gecenin kara giysilerini;
Kalk, tam zamanıdır, doldur şarap kasesini.
Keyfine bak, çünkü bu ay, sonsuz yıllarca,
Mezarda upuzun yatar görecek seni.
Bahar geldi mi başka şey dinler miyim;
Hele aklın defterini hemen dürerim.
Şarap, sığınağım sensin bahar günü,
Söğüt ağacı, senin de gölgendeyim.
Ey dörtle yedinin doğurduğu insan,
Dörtle yedidir seni dertlere salan.
Boşuna mı şarap iç diyorum sana:
Bir gittin mi bir daha gelme yok, inan.
En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen;
İyilik seven kötülük edemez zaten.
Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur:
Düşmanınsa dostun olur iyilik edersen.
Benim canım hep şarabın izindedir,
Kulağım ney ve rubap sesindedir.
Toprağımdan desti yaparlarsa benim
O desti şarap doldurulmak içindir.
Kadeh bir bedendir, içinde can var can;
Candır kadehin bedeninde camlaşan.
Donmuş sudan ateş süzülür sanki:
Erimiş yakut, gönül sırçasından.
Hem aklın mutluluk peşinde senin,
Hem söylerim, söylerim dinlemezsin;
Aldığın her nefesin kadrini bil
Ot değilsin ki kesildikçe bitesin.
Sen içmiyorsan, içenleri kınama bari;
Bırak aldatmacayı, iki yüzlülükleri;
Şarap içmem diye övünüyorsun, ama,
Yediğin haltlar yanında şarap nedir ki?
Benim yasam artık şarap, çalgı, eğlenti;
Dinim dinsizlik, bıraktım her ibadeti;
Nişanlım dünyaya: Ne çeyiz istersin, dedim:
Çeyizim, senin gamsız yüreğindir, dedi.
Nerede yüreği tertemiz uyanık insan?
Nerede güzel düşünceler ardında koşan?
Herkes kendi kafasının kulu kölesi,
Hani Tanrı'nın kulu nerde o kahraman?