Adada 1 saate yakın oyalandıktan sonra tekrar mülteci teknesine doluşup büyük tekneye bindik. Sırada Phi Phi adaları var. Yolculuk uzun olacak. Saat de öğlen olmuş. Teknede öğle yemeği servisi yapıldı. Yemeği yiyip, kahveyi içtikte sonra biraz da şeker leme yaptık. Uzuuuunnn bir yolculuğun ardından Phi Phi Lee adasına vardık. Fakat burada tekne yine kıyıya yanaşmadı, açıkta demirlerdi. Demirlediğimiz yer Maya Bay.
“The Beach” filmi Maya Plajı’ nda çekilmiş. Ama ben o filmi izlemediğim için bilemedim. En kısa zamanda izlyeceğim . Filminin gösterime girmesinden sonra Phi Phi adaları Tayland’ın en önemli turizm merkezlerinden olmuşlar.
Phi Phi Lee adası konaklamaya açık değil. Adaya sadece günübirlik tekne turları düzenleniyor. Bizim tekne kıyıya yanaşmadığı için isteyen atlayıp yüzdü, isteyen de şnorkel yaptı.
Kıyıya yanaşmadığımız için pek keyifli olmadı bence. Hava kapalı su da hafif serin olduğu için ben 2,5 mm’ lik dalış elbisemle şnorkel yaptım. Tabii üşümeyince de yüzgeçlerim çıkana kadar suda kaldım
Burada da yüzlerce balık gördük ama hepsi aynı cins olduğu için pek keyifli olmadı. İnsan daha renkli bir sualtı bekliyor, Hint Okyanusu olunca.
Yavan geçen sualtı deneyiminden sonra tekrar tekneye binip Phi Phi Don adasına doğru yola çıktık.
Yol aldığımız sürece harika manzaralarla karşılaştık. Adada, Maya plajının yanı sıra çeşitli gölcükler var ve bu gölcüklerin denizle birleştiği koylar harika görünüyor. Denizin içinden kocaman cüsseleriyle yükselen kayalıklar doğa harika bir görünüm katıyorlar. Bence tatilin görsel şölenini bu yolculuk oluşturdu.
Hayran hayran etrafı izleyerek Phi Phi Don adasına vardık. Yolculuk boyunca hava yine kapalıydı ve bir ara sağlam yağmur yağdı.
Teknemiz Ton Sai Plajındaki iskeleye yanaştı ve 1,5 saat sonra tekne kalkacak dendi. 1,5 saat çok az bir zaman olduğu için bu durumdan hiç hoşlanmadım. Vakit kaybetmemek için ailecek kendimiz plaja attık.
Yalın ayak dolaşıp plajın keyfini çıkardıktan sonra bizimkileri orada bırakıp keşfe çıktım. Bizimkiler yüzmeyi tercih ettiler ben de keşif yapıp adayı gezmeye.
Ko Phi Phi Don'un merkezi Ton Sai isimli kasaba, iskelesine yanaştığımız yer. Burada çok sayıda otel, restoran, bar ve dalış merkezi var.
2004 Hint Okyanusu depremi ve tsunamisi felaketi esnasında Koh Phi Phi Don kelimenin tam anlamıyla yerle bir olmuş. Uzun süren bir yeniden inşa sürecinden sonra ada tekrar turizme açılmış ve “The Beach” filmiyle yakaladığı eski popülaritesini geri kazanmış.
Adanın daracık sokaklarında dolaşırken yeniden yapılandırıldığına hayret ediyorsunuz çünkü binalar ve mekanlar son derece eski görünüyor. Yolların yapımı henüz bitmemiş. Çamur içinde. Ve üstelik çamur çok da kötü kokuyor.
Plajın olduğu yerde sokaklar çok kalabalık. Zar zor yürüyorsunuz fakat merkezden uzaklaştıkça kalabalık azalıyor.
Bir süre sonra yürüyüş yolu sizi tekrar sahile çıkarıyor. Sahil boyunca sıra sıra dizilmiş tekneler karşılıyor.
Sağ tarafınız deniz, sol tarafınız barlar ve kafeler. Sahil kısmı bitip de adanın içine doğru yürüyünce ada halkını yaşadığı mahallere girdim. Tabii o sırada saate bakmak hiç aklıma gelmedi. Sonradan baktım ki teknenin kalkmasına 10 dakika var. Benim niyetim adada bir daire çizim iskeleye öyle gitmekti. Fakat dairenin neresinde olduğunu kestiremediğim için hangi yolun kısa olduğunu bilemedim. Nasıl olsa beni adada bırakıp gitmezler diye turu tamamlamaya karar verdim. Hızlı adımlarla iskeleye yürürken şansıma güneş de çıktı. Şansa bak, biz dönüyoruz güneş dalga geçer gibi kendini gösteriyor. 20 dakikalık gecikme ile tekneye varıyorum. Neyse ki yoklama yaparak alıyorlar da zaman kazanıyorum. Yoksa kalacakmışım adada :
Tekne turu alırken Maymunlar Plajına da gidileceği söylenmiş fakat hava şartlarından dolayı orasını iptal ettiler. Çok memnun edici olmasa da tekne turu burada bitti ve geri dönüş yoluna koyulduk. Güneş çıktığı için tekne üzerine çıkıp güneşein altına serildik. Fakat güneş yapacağını yaptı ve bulutların arasına saklanarak yerini sağnak yağmura bıraktı. Biz de aşağı inip koltuklarımızda şekerleme yaptık.
Ardından otelimizde duşumuzu alıp son kez ailecek yemeğe çıktık. Yine nefis deniz ürünleri ile akşamı kapattık.
Sabah kahvaltımızı ettikten sonra bizimkiler Türkiye’ ye dönmek üzere yola çıktılar. Ben 1 gün daha kalıp öyle döncektim. Aynı yerde kalmak istemediğim için Patong Plajı’ nda yer ayarladım. Bizimkiler havaalanına giderken beni de otele bıraktılar. Otele yerleştikten sonra çıkıp dolaştım ve akşam üzeri de Jungceylon’ a yemek yemeğe gittim. Wine Collection diye şık bir yere oturup sipariş verdim. WiFi şifresi de isteyip internete bağlanmaya çalışken, benim gibi internet mağduru İsveç’ li turistlerle tanıştım. Bağlantı sorununu tartışırken muhabbet epey sardı. Yemeklerden sonra da kahve içmeye gittik. Kahveden sonra ben yorgun olduğum için otele döneceğimi söyledim. Otelden konu açılınca bir de baktık ki aynı otelde kalıyoruz. Aslında otel değil tatil köyü gibi bir yer. 2 katlı upuzun bir bina. Önünde rengarenk çiçeklerin olduğu bir bahçe. Yeni otelim oldukça sevimliydi. Sonra hep birlikte otele döndük. Fakat kimse odasına gidip uyumadı. Hepimiz havuz başına toplandık ve akşam hep birlikte havuza girdik.
Gecenin geç vakti odalara dağılıp uyuduk. Ben ertesi gün öğlene doğru uyanıp dışarıya kahvaltıya gittim. Kahvaltıyı beklerken insanları izlemeye koyuldum. Bir çok kişi yiyeceklerini sokak satıcılarından alıyordu. Kızarmış muz ve hamur işleri. Turşuya benzer şeklide yapılmış yiyecekler ama onların ne olduğunu anlayamadım. Hani turşucuya gittiğinizde bir sürü sebzeyi bir torbaya koyarlar sonra da üzerlerine değişik değişik su dökerler ya, öyle işte.
Bir de kızartmalar var ki, oyy oyyy. Ne olduğunu anlayamadığım etler bir kenarda duruyor. Kocaman kızartma tenceresi var. Orada kızartılıp satılıyorlar. Talep çok ama benim midem kaldırmadı.
Burada bir de yeşil midye gördüm. Midye dolmayı da tavada midyeyi de çok severim ama yeşilini ilk kez gördüm. Tadına bakmak istedim ama bu sıcakta dışarda durdukları için bozulmuş olma risklerini göze alamadım.
Öğleden sonra tekrar otele dönüp, İsveçlileri havuz başında buldum. Odama gidip eşyalarımı hazırlayacaktım ki, onlarla birlikte kalıp ertesi gün Malezya’ ya gitmeyi önerdiler. Sanki çok olağan bir şeymiş gibi uçak biletimi değiştirip bir hafta sonrası için Kuala Lumpur’ dan dönüş bileti aldım.
Akşama doğru da hep birlikte dışarı çıktık. Gezdik dolaştık bir şeyler içtik sonra da sahile indik. Sahilde dilek balonu satanlar var, biri bize de musallat olunca mecburen alıp uçurmak zorunda kaldık.
Sahil o kadar durgun ve keyifliydi ki, insanın orada kalası geliyordu. Fakat Kuala Lumpur uçağı sabahın köründe olduğu için dönüp uyuduk.
Sabah 5 gibi kalkıp taksi ile havaalanına oradan da Kuala Lumpur’ a. Fakat hiç hoş karşılanmadık; kapalı bir hava ve yağmur. İnsanın ruhunu sıkan bir atmosfer. O sırada yoğun yağışlar yüzünden Malezya’ nın güneyinde sel felaketi var. Binlerce insan evsiz kalmış. Bir önceki akşam da bir uçak kötü hava şartlarından dolayı kayıp. Havanın durumu ve felaketler benim motivasyonumu düşürdü.
1 saatlık taksi yolculuğunun ardından kalacağımız yere vardık. Mont Kiara bölgesinde Verve Suits. Bunlar kocaman kocaman gökdelenler. Arkadaşlar burada rezidence kiralamışlar. Burası Kuala Lumpur’ un lüks semtlerinden biri. Kaldığımız mekan 53 katlı ve en üst katta bir jakuzi ve dinlenme alanı var. Bir alt katı ise havuz. Fakat plaj gibi bir havuz. Palmiye ağaçları, kum falan var.
Havuz ve jakuzi keyfi yaptıktan sonra dışarı çıkıp yemek yedik ve çevreyi dolaştık. Fakat sürekli yağmurlu olduğu için ben hiç keyif almadım. Hava insanın içini sıkıyor. O akşamı da öyle kapattık.
Ertesi gün yine geç uyanıp dışarı kahvaltıya gittik. Ardından da alış veriş merkezlerini dolandık. Sürekli yağmur yağdığından dışarda dolanmak mümkün olmadı. Akşam doğru taksi ile şehir merkezine gittik. Yolda giderken iki tane ışıl ışıl bina gördüm. Taksinin camına yapışıp hayran hayran onlara bakarken orada yaşayan arkadaş, oranın Petronas kuleleri olduğunu söyledi. Akşamın karanlığında ışıl ışıl gövdeleriyle birer mücevher gibi görünüyorlardı.
Taksi bizi şehir merkezinde, barların olduğu bir sokağa bıraktı. Burada farklı bir grupla bulaşacaktık. Diğerlerini beklerken biz de bira içip bilardo oynamak için bir mekana girdik. Mekanın duvarlarında inanılmaz güzel karakalem resimler vardı. Resmen bayıldım resimlere. Bir kaçının fotoğrafını çekip ilerde evimde kullanmak üzere arşive attım.
Bilardo oyunumuz bittikten sonra diğer gruba dahil olup sohbet muhabbet derken gece yarısını ettik. Ertesi gün yine aynı senaryo tekrarlanacağı için ben daraldım. Çünkü yağmurda yapacak bir şey yok. Baktım olmayacak, ben döneyim bari dedim. Tekrar uçakları kontrol ederken yine sabahın körüne bilet buldum. Arkadaşlarla akşamdan vedalaşıp, onları da Türkiye’ ye davet ettikten sonra uyudum.
Ertesi sabah erkenden bomboş uçaklarda 15 saat yolculuk edip, -11 derece olan İstanbul’ a vardım. 30 dereceden -11 dereceye Titreye titreye eve gidip sıcacık yatağımda uyumanın keyfini çıkardım.