pınarkaracar
Gezenbilir Fotograf Grubu
Doğa Derneği'nden alıntıdır.
------------------------
Son Anadolu
'Büyük erkekler' aksini kanıtlamak için ne yaparsa yapsın, dünya anaların memesinden damlayan sütle hayat bulur.
Gidin. Bırakıp köklerinizi bu topraklarda, satıp yüreğinizi gidin! Dünyanın neresine giderseniz gidin, sizi doğanın dilini konuşan bir şeyler karşılayacak. Terk ettiğiniz toprakların çok uzaklarında bir buğday tarlası göreceksiniz, zeytin ağaçlarıyla bezenmiş bahçenin türküsünü duyacaksınız.
Dünyanın hayhuyu arasında yolunuzu bulmaya çalışırken, doğanın dilini en iyi kadınların konuştuğunu fark edeceksiniz.
Candan can üreten bedenleri ve candaki vicdanı var eden yürekleriyle, doğanın dilini kadınlardan daha düzgün telaffuz eden bir şeyin bulunmadığını anlayacaksınız. Sonra hayretle erkeklerin yarattığı dünya düzenini izleyeceksiniz. Kadınların doğurduğu canları inkâr etmek için açılan savaşları, siyaset oyunlarını, intihar saldırılarını, güç ve para kavgalarını, yaşamın üstüne çıkmaya çalışan bütün ideolojileri, hayret ve utanç içinde seyredeceksiniz.
Derken en karamsar anınızda, gözünüzün önündeki perde kalkıverecek.
Göreceksiniz ki, 'büyük erkekler' aksini kanıtlamak için ne yaparsa yapsın, dünya anaların memesinden damlayan sütle hayat bulur, onunla yeşerir. O süt ki, sadece bedene değil, içimizdeki vicdana da can verir.
Tüm bunları anladığınızda, köklerinizi terk ettiğimiz topraklardaki anaların çığlıklarını daha da çok işitir olacaksınız. Anadolu'nun gerçek yüzünü tanıyabilmek için işe elli bin yıl öncesinden başlamanız gerekecek. Toroslar'ın eteklerinde sizi Karain Mağarası karşılayacak, Hatay'da Mağaracık'ın uğultusunu işiteceksiniz. Derken aradan yıllar geçecek, mağaralardan kurtulan insanlığın akarsu kıyılarındaki ve ovalardaki medeniyetine tanık olacaksınız. Zaman ilerledikçe, Çayönü kurulacak, Çatalhöyük, Troia, Hattuşa, Hasankeyf, Konya, İstanbul ve daha niceleri. Böylece Anadolu'nun yüzünün ve renklerinin günbegün değiştiğine tanık olacaksınız.
Daha sonra, üstünde yaşadığınız her karış toprakta, birbirinin içine geçmiş 'yedi ana' ile karşılaşacaksınız. Gerçek köklerinizi yeniden fark edeceksiniz. Akarsular, ormanlar, bozkırlar, dağlar, göller, maki ve denizler? Akarsular şehirlere süt verecek, sizi bağrına basacak. Ormanlar eviniz olacak, ocak ateşini yakacak. Bozkır buğdayı ve koyunu verecek. Sarp dağlar düşmandan kurtaracak, kavurucu yaz aylarında sarıp sarmalayacak. Göllerin mavisinde yüzünüzün aksini keşfedeceksiniz ve bir balıktan yaşamın güzelliğini ödünç alacaksınız. Makinin dallarından zeytinin yağı, defnenin tütsüsü ve Akdeniz'in dayanılmaz çağrısı damlayacak. Derken kıyılar özgürlüğünüzün kapısı olacak, denizlere açılıp uzak dünyalara varacaksınız.
Vardığınız yerde, ben bir Anadolu evladıyım diyeceksiniz. İçimdeki hoşgörünün kaynağı yaşadığım doğadandır. Diyeceksiniz demesine ama içiniz kanayarak şunu da bileceksiniz: Siz neyi var neyi yok hepsini satan bir kuşağın çocuğusunuz!
Akarsu, orman, maki, göl! Hiç fark etmez! Dağ, bozkır, kıyı, deniz! Ne önemi var? Sat gitsin! Dış borcumuz var, iç borcumuz var, kredi borcumuz var, küresel kriz var! Savaş var! Seçim var! Şimdi daha büyük işlerimiz var! Dolar yine arttı. Acelemiz var! Bütçe açığımız var. Muasır medeniyerlerle aramızda büyük fark var. Satalım gitsin!
Tuz Gölü ne işe yarar ki, sat gitsin! Buz gibi Dicle Nehri neden boşuna aksın ki? Kredi alalım, baraj yapalım. İsmini Ilısu koyalım. Kaz Dağları, İğneada, 2B alanları... Kullanılmayan orman neye yarar kardeşim? Altın bulalım, derelerin suyunu emelim. Satalım, kiralayalım, para yapalım, çılgınlığa teslim olalım...
Anadolu medeniyetini bugüne kadar emzirmiş bütün bozkırlar, ormanlar, akarsular, göller, makiler, denizler ve dağlar bugün bıçak sırtında. Hepsi satılık, hepsi kiralık, hepsi pazarda. Sanki üzerlerine kocaman harflerle yazılmış: Sahibinden satılık!
Oysa ben bir Anadolu çocuğuyum. Mevlana bana bu dünyaya misafir olduğumu öğütledi. Yedi ananın, yedi sevabını keşfedip al, kullan bunları dedi: Tokgözlülüğü bozkırlardan aldı, sabrı ormandan, sadakati denizin ve kıyının dostluğunda buldu, kendine güveni dağların doruklarından indirip mısralarıyla yoğurdu, çalışmanın kutsallığını akarsularla, hoşgörüyü bir zeytin dalıyla anlattı. Ona göre suların göllediği o en alçak yer, gönüllerin en üst mertebeye ulaştığı noktaydı.
Yedi öğüdü yaşatmadıktan sonra, duvarlara asarak yasak savabilir miyim? Beni ben yapan bunca şeyi hiçe saymam mümkün mü? Binlerce yıllık bir mirası bir çırpıda yağmalamaya hakkım var mı? Yedi anayı ve yedi öğüdü, neden unutmalıyım, niye hiçe saymalıyım?
Köklerini kesip atmak, bir ağaca ve topluma getirse getirse ölüm getirir. O toplum, meyve vermez olur, bütün dalları kırılır, canı çekiliverir. Hiç yaşamamış gibi, sanki Anadolu hiç var olmamış gibi.
Ben bir Anadolu çocuğuyum. Hayat sütümü doğanın memesinden emdim. Bu cinayete ortak olmak bana yakışmaz. Çünkü Anadolu insanının kitabında analara saygı yazar.
İşte bu yüzden avazım çıktığı kadar seslenmek geliyor içimden. Son Anadolu'nun kadınlarına, erkeklerine, yaşlı, genç ve çocuk bütün insanlarına...
Anadolu, ne oldu sana?
06.03.2009
Güven Eken
Doğa Derneği Başkanı
guven.eken@dogadernegi.org
------------------------
Son Anadolu
'Büyük erkekler' aksini kanıtlamak için ne yaparsa yapsın, dünya anaların memesinden damlayan sütle hayat bulur.
Gidin. Bırakıp köklerinizi bu topraklarda, satıp yüreğinizi gidin! Dünyanın neresine giderseniz gidin, sizi doğanın dilini konuşan bir şeyler karşılayacak. Terk ettiğiniz toprakların çok uzaklarında bir buğday tarlası göreceksiniz, zeytin ağaçlarıyla bezenmiş bahçenin türküsünü duyacaksınız.
Dünyanın hayhuyu arasında yolunuzu bulmaya çalışırken, doğanın dilini en iyi kadınların konuştuğunu fark edeceksiniz.
Candan can üreten bedenleri ve candaki vicdanı var eden yürekleriyle, doğanın dilini kadınlardan daha düzgün telaffuz eden bir şeyin bulunmadığını anlayacaksınız. Sonra hayretle erkeklerin yarattığı dünya düzenini izleyeceksiniz. Kadınların doğurduğu canları inkâr etmek için açılan savaşları, siyaset oyunlarını, intihar saldırılarını, güç ve para kavgalarını, yaşamın üstüne çıkmaya çalışan bütün ideolojileri, hayret ve utanç içinde seyredeceksiniz.
Derken en karamsar anınızda, gözünüzün önündeki perde kalkıverecek.
Göreceksiniz ki, 'büyük erkekler' aksini kanıtlamak için ne yaparsa yapsın, dünya anaların memesinden damlayan sütle hayat bulur, onunla yeşerir. O süt ki, sadece bedene değil, içimizdeki vicdana da can verir.
Tüm bunları anladığınızda, köklerinizi terk ettiğimiz topraklardaki anaların çığlıklarını daha da çok işitir olacaksınız. Anadolu'nun gerçek yüzünü tanıyabilmek için işe elli bin yıl öncesinden başlamanız gerekecek. Toroslar'ın eteklerinde sizi Karain Mağarası karşılayacak, Hatay'da Mağaracık'ın uğultusunu işiteceksiniz. Derken aradan yıllar geçecek, mağaralardan kurtulan insanlığın akarsu kıyılarındaki ve ovalardaki medeniyetine tanık olacaksınız. Zaman ilerledikçe, Çayönü kurulacak, Çatalhöyük, Troia, Hattuşa, Hasankeyf, Konya, İstanbul ve daha niceleri. Böylece Anadolu'nun yüzünün ve renklerinin günbegün değiştiğine tanık olacaksınız.
Daha sonra, üstünde yaşadığınız her karış toprakta, birbirinin içine geçmiş 'yedi ana' ile karşılaşacaksınız. Gerçek köklerinizi yeniden fark edeceksiniz. Akarsular, ormanlar, bozkırlar, dağlar, göller, maki ve denizler? Akarsular şehirlere süt verecek, sizi bağrına basacak. Ormanlar eviniz olacak, ocak ateşini yakacak. Bozkır buğdayı ve koyunu verecek. Sarp dağlar düşmandan kurtaracak, kavurucu yaz aylarında sarıp sarmalayacak. Göllerin mavisinde yüzünüzün aksini keşfedeceksiniz ve bir balıktan yaşamın güzelliğini ödünç alacaksınız. Makinin dallarından zeytinin yağı, defnenin tütsüsü ve Akdeniz'in dayanılmaz çağrısı damlayacak. Derken kıyılar özgürlüğünüzün kapısı olacak, denizlere açılıp uzak dünyalara varacaksınız.
Vardığınız yerde, ben bir Anadolu evladıyım diyeceksiniz. İçimdeki hoşgörünün kaynağı yaşadığım doğadandır. Diyeceksiniz demesine ama içiniz kanayarak şunu da bileceksiniz: Siz neyi var neyi yok hepsini satan bir kuşağın çocuğusunuz!
Akarsu, orman, maki, göl! Hiç fark etmez! Dağ, bozkır, kıyı, deniz! Ne önemi var? Sat gitsin! Dış borcumuz var, iç borcumuz var, kredi borcumuz var, küresel kriz var! Savaş var! Seçim var! Şimdi daha büyük işlerimiz var! Dolar yine arttı. Acelemiz var! Bütçe açığımız var. Muasır medeniyerlerle aramızda büyük fark var. Satalım gitsin!
Tuz Gölü ne işe yarar ki, sat gitsin! Buz gibi Dicle Nehri neden boşuna aksın ki? Kredi alalım, baraj yapalım. İsmini Ilısu koyalım. Kaz Dağları, İğneada, 2B alanları... Kullanılmayan orman neye yarar kardeşim? Altın bulalım, derelerin suyunu emelim. Satalım, kiralayalım, para yapalım, çılgınlığa teslim olalım...
Anadolu medeniyetini bugüne kadar emzirmiş bütün bozkırlar, ormanlar, akarsular, göller, makiler, denizler ve dağlar bugün bıçak sırtında. Hepsi satılık, hepsi kiralık, hepsi pazarda. Sanki üzerlerine kocaman harflerle yazılmış: Sahibinden satılık!
Oysa ben bir Anadolu çocuğuyum. Mevlana bana bu dünyaya misafir olduğumu öğütledi. Yedi ananın, yedi sevabını keşfedip al, kullan bunları dedi: Tokgözlülüğü bozkırlardan aldı, sabrı ormandan, sadakati denizin ve kıyının dostluğunda buldu, kendine güveni dağların doruklarından indirip mısralarıyla yoğurdu, çalışmanın kutsallığını akarsularla, hoşgörüyü bir zeytin dalıyla anlattı. Ona göre suların göllediği o en alçak yer, gönüllerin en üst mertebeye ulaştığı noktaydı.
Yedi öğüdü yaşatmadıktan sonra, duvarlara asarak yasak savabilir miyim? Beni ben yapan bunca şeyi hiçe saymam mümkün mü? Binlerce yıllık bir mirası bir çırpıda yağmalamaya hakkım var mı? Yedi anayı ve yedi öğüdü, neden unutmalıyım, niye hiçe saymalıyım?
Köklerini kesip atmak, bir ağaca ve topluma getirse getirse ölüm getirir. O toplum, meyve vermez olur, bütün dalları kırılır, canı çekiliverir. Hiç yaşamamış gibi, sanki Anadolu hiç var olmamış gibi.
Ben bir Anadolu çocuğuyum. Hayat sütümü doğanın memesinden emdim. Bu cinayete ortak olmak bana yakışmaz. Çünkü Anadolu insanının kitabında analara saygı yazar.
İşte bu yüzden avazım çıktığı kadar seslenmek geliyor içimden. Son Anadolu'nun kadınlarına, erkeklerine, yaşlı, genç ve çocuk bütün insanlarına...
Anadolu, ne oldu sana?
06.03.2009
Güven Eken
Doğa Derneği Başkanı
guven.eken@dogadernegi.org

