Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km
Açıklama
Neden yaklaşık bir senedir konularıma ekleme yapamadım? Bunca insan takip ediyorken başladığım işi bitirmeliydim biliyorum. Tek kişinin derlediği tek kişilik uzun geziyi tamamlamak mümkün olmadı şimdiye dek. Cümlelerimi, konuyu artık nihayetlendirecek olmanın rahatlığıyla yazıyorum. Okuduğunuz ve artık sonuna yaklaşmış bu gezi, hayatımın pozitif anlamda en önemli kırılma noktalarından biridir. Öyle ki, son onbeş yılda yaşanan badirelerin üzerime serptiği ölü toprağını bu sayede silkeleyebildim. Sizin de eşlik ettiğiniz bu yolculuk bana bir cesaret ve gezme isteği verdi, üzerine dört kez daha yurtdışına çıkıp birçok ilginç ülkeyi, kültürleri ve coğrafyaları görme imkanı buldum. İran ve kuzeyindeki Kafkas Ülkeleri turu(arabayla yapılmıştı ve tamamlanmış bir konudur), Uzakdoğu’da Vietnam,Tayland ve Kamboçya’yı kapsayan seyahat, evvelki yaz tamamladığım Kuzey ve Doğu Avrupa Ülkeleri’ni içeren seyahat, ayrıca en son geçen yaz yaptığım Hindistan,Nepal seferi.. Sözkonusu seyahatlerin yazılı ve görsel açıdan derlenip toparlanması, konuları takip eden siz arkadaşlarımın teşvikleriyle gerçekleşmekte.
Devam…
Eski Yugoslavya Toprakları
İtalya’nın kuzeyinde Slovenya sınırındaki Trieste kentini geride bıraktıktan sonra yolculuğumun Balkanlar’daki kısmı başladı. 1980’de Mareşal Tito’nun ölümünden sonra dağılma sürecine girmiş ve yediye bölünmüş eski Yugoslavya’nın küçük ülkelerinin bir kısmını geçecektim. Balkan Bölgesi, gerek Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde bağımsızlığını kazanırken, gerekse de seksenli yıllarda başlayan ikinci dalga bağımsızlık çatışmaları yüzünden epey hırpalanmış ve bu bölgede yaşayan tüm etnik guruplar iktidar ve toprak mücadelesinden az veya çok zarar görmüş.
İlk geçtiğim ülke Slovenya idi ve açıkçası anlatacak hiçbir şey bulamıyorum. Maliyeti AB fonlarından karşılanmış ve tarzından Almanlar’ın inşa ettiği besbelli transit otoyolda ilerledim sadece, alternatif güzergah yok. Nerede 50-100 yıllık ev, köşk varsa kocaman tabelalar koymuşlar.yirmi kilometre o sapaktan gidip bir evi görüp dönmeye değer mi emin değilim. Aslında sadece Balkan Ülkeleri’nden ibaret bir rota yapılsa belki değerdi, ama benim gibi İtalya’yı bir uçtan diğerine köy yollarını kullanarak geçmişseniz zaten mimari güzelliklere doyarsınız ve gittiğinize değmeyecek parkurlara girmezsiniz.
Başkent Lubliyana’ya vardığımda hayalkırıklığına uğradığımı söylemeliyim. Polonya’da ya da Almanya’da görebileceğiniz tarihi dokusu korunmuş herhangi bir kasabadan hiç farkı yoktu. Şehir zaten küçük, turistik açıdan ilginç sayılabilecek yegane kısmı eski şehir de doğal olarak küçücüktü. Yol taşları yenileniyordu, gezilecek hali yoktu. Geçtiğim ülkelerde her şeye rağmen en az bir tane güzel yer görme azmimin sonucunda, kentte zar zor geçirebildiğim iki saattin ardından yakınlardaki Bled Gölü’ne gittim. İyi ki gitmişim, tepelerin arasına sıkışmış bu avuç kadar doğa güzelliğini diğer benzerlerinden ayıran özelliği göle bakan tepeye yapılmış, tarihi 11. yüzyıla uzanan derebeylik şatosu ve gölün içindeki küçük kayalıkta inşa edilmiş kiliseydi.
Slovenya’da ancak bu kadar zaman geçirebildim ve güneye Hırvatistan’ın Zagreb şehrine yöneldim. Buradan daha güneye ilerlemek için iki seçeneğim vardı ya Hırvatisan’ın Adriyatik Denizi’ne bakan Dalmaçya Sahili’nden gidecektim ve Saraybosna’yı görmek için tekrar kuzeye çıkacaktım, ya da Bosna-Hersek’e girip vadi içinden ilerleyen yolu tercih edecektim. Bosna’ya girip başkente varmayı seçtim ve bahsettiğim manzaralı yolu geçerken aklım diğer rotada hiç kalmadı. Gece Jajce Kasabası yakınlarında nehir kıyısında uyudum.
Bosna-Hersek
Sabah Jajce Kasabası’nı gezdim. Burası Ortaçağ derebeylik döneminden kalma bir yerleşim. En tepede kale ve eteklerinde evler uzanıyor. Savaşı en yoğun yaşayan yerlerden biri bu kasaba, halen her yerde yakın geçmişin tatsız izlerini görmek mümkün, yine de Bosna’nın mütevazı taşra hayatını gözlemlemek için güzel yer. Pliva ve Vribas Nehirleri’nin birleşme noktasında aynı zamanda orta boy bir şelale var. Kasabanın turistik açıdan en fazla öne çıkarılan özelliği de bu şelaleler.
Sarybosna yolunda en son Mısır’da değiştirdiğim yağ ve filtrenin kilometresi dolmak üzereydi. Daha evime birkaç bin kilometre yolum vardı ve ertelemeden yağı değiştirmek zorundaydım. Filtreyi Roma’daki Suzuki parçacısından bulmuştum. Sürekli kullandığım marka yağı İtalya’da nedense göremedim, onu da Slovenya’da bir benzin istasyonundan alabilmiştim. Yol kenarında gördüğüm ilk tamirhanede durdum ve yağ-filtre değiştirttim. Arabayı lifte aldıklarında ön balataları kontrol etmek aklıma geldi. Fener tutup baktım, tamirciye de gösterdim değiştirilmeleri gerekiyordu. Türkiye’dekinin tahminen üçte biri fiyat verilince ön-arka balataları yanımdaki yedeklerle değiştirttim.
Saraybosna’ya sağanak yağış altında vardım ve yağmur saatlerce dinmedi, arabaya hapis kaldım diyebilirim. Kuzey Balkanlar tamamen Kara Avrupası iklimine sahip bir bölge. Yaz mevsimi öyle kolay kolay gelmiyor. Aylardan Haziran idi, hava durumu İzmir kışı gibiydi. Akşamüstüne doğru arabanın içinde oturmaktan tam delirmek üzereyken yağış hafifledi merkez çarşıya gidip mecburen şemsiye satınaldım ve arabayı önüne parkettiğim eski çarşı bölgesine yakın pansiyona kapağı attım. Yaşlı sahibi zil zurna sarhoş, arkadaşlarıyla kağıt oynuyordu. Neyse anlaşabildik. Gece hemen çöküverdi ve karın doyuracak yer bulamadım. Arabadaki acil durum yiyeceklerinden kemirip, kelimenin tam anlamıyla yattığım yeri bilerek uyudum. Yağmur hala yağıyor muydu? Evet..
Saraybosna Osmanlı İmparatorluğu izlerini en fazla taşıyan balkan şehri gördüğüm kadarıyla. 15. yüzyılın sonlarında başlayan fetih hareketi neticesinde İslamlaştırılmış ve Balkanların elde tutulup daha öteye seferler düzenlenebilmesi için adeta bir ileri garnizon haline getirilmiş. Zannedilenin aksine Boşnaklar’ın tamamı Müslüman değil, ayrıca ülke nüfusunun sadece yarısı Boşnak. Diğer halklar ise Sırplar ve Hırvatlar. İslamiyet’i benimsemiş kesimin yaşam pratiğine baktığınızda dini kendi hayatlarıyla harmanlarken Araplar ve Türkler gibi davranmadıkları görülüyor. Onlar mental açıdan, Kıta Avrupası milletlerine daha yakınlar, nihayetinde Slav kökenliler. Bazen TRT belgesellerinde gördüğümüz, Boşnakların gönlünde Türkiye ve Türklerin özel yeri olduğu palavrasına kulak asmamak gerekiyor. Malum ülkemizde hep varolan ümmetçi, hanedancı dünya algılaması son dönemde çığrından çıktı. Tamam, Osmanlı varmış güçlüymüş, ama yok artık. Elinde kalmış toprağa sahip çıkmaya bak sen, bir de daha fazlası elden gidecekken bu kadarını kurtarıp sana bırakmışlara saygı duy yeter…
Bosna-Hersek doksanlı yılların başında bağımsızlığını ilan ettiğinde yakın tarihin en büyük trajedileri yaşandı. Eski Yugoslavya’nın baskın milleti Sırplar kendilerine en yakın, büyük ve stratejik toprak parçasını kaybetmek istemediler. Giderek şiddetlenen savaşta Sırplar’ın teknik üstünlüğü, çatışmayı tek taraflı kıyıma dönüştürmeye başladı, sonunda malum Birleşmiş Milletler Müdahalesi geldi. Sırbistan bombalandı, ateşkese zorlandı ardından sınır hattında Birleşmiş Milletler marifetiyle tampon bölge kuruldu. Takip eden yıllarda benzer şeyler Kosova’da da yaşandı. Şimdi asayiş berkemal. Ülkeler dış politika konularında günlük çıkarlarıyla hareket ederler, ama felaketlerin acısını çekmiş, kurban vermiş bireyler asla ve asla geçmişi unutamazlar. Affetmek mümkün mü? Ben canlarından can kaybeden insanların affedebileceklerine inanmıyorum. Srebrenitsa’da 95’de üç günde öldürülen sekizbin kişinin yakınları görüp yaşadıklarını, unutabilirler mi? Ne yazık ki yeryüzünün farklı köşelerinde gördüğüm sayısız doğal ve insan elinden çıkma güzelliklere rağmen bazen berbat bir dünyada yaşadığımızı düşünüyorum. Çünkü bu alemi yönetenler çekmiyor yanlışların acısını, yükünü… Başbakanların, bakanların ve çocuklarının dağ başında kafalarına kurşun yiyip ölme ihtimali yok…
Neyse… Saraybosna’ya dönelim biz. Kentin merkezinde Miljacka Nehri’ne paralel caddeler var. Orta cadde trafiğe kapalı çarşı bölgesi, turistik eşya dükkanlarıyla dolu. Yaz kış yağmurla yıkanan çevre temiz ve bakımlı. Ardı ardına cami, medrese, katedral, kilise ve sinagog görebileceğiniz nadir dünya şehirlerinden biri burası. Özellikle ziyaret edilmesini tavsiye edebileceğim yer yok. Sokaklarda yürüyüp atmosferi görmek en iyisi.
İnsan manzaraları mimari güzelliklerden daha ilginç geliyor bana daima. Bu açıdan Saraybosna’da karşılaştığım en şaşırtıcı şey sabahın yedisinde bir parkta dev satranç setinin çevresinde toplanmış, yağmur altında törensel havada satranç oynayanlar ve seyredenlerdi…