Merhabalar, kafa dengi birisi olmadığı için ben de Temmuz ayında Karadeniz taraflarında tek başıma kamp yapmak istiyorum. Daha önceleri tek başıma birçok defa trekkingler yaptım. Her bir trekking faaliyetinde bir sorun çıktı. Mesela bir defa içme suyu bitti, susuz kaldım. Dereden su alıp metal matarada 15 dakika kaynatıp mikrobunu kırdıktan sonra soğutup içtim, kendime geldim. Bir defasında aslında çok iyi ateş yakabilen birisi olduğum halde çakmağın bütün gazını harcamama rağmen ateşi son anda yakabildim. Bir defasında pitbul cinsi bir köpeğin saldırısından son anda kurtuldum. Bir defasında tansiyonum aniden düştü ve bayılacak gibi oldum. Bayılsaydım başıma ne gelirdi tahmin bile edemiyorum. Kısacası insan tek başına olunca bütün olumsuzluklarla tek başına savaşmak zorunda kalıyor. Sürekli bir tedirginlik oluyor. Çünkü sürekli risk var ve bu risklerle tek başınıza baş etmek zorunda kalıyorsunuz. Yılan sokması, arı sokması, akrep sokması, düşme, bayılma, ayak burkulması, donma, ıslanma, kaybolma gibi extreme durumlara her an açıksınız. Arkadaşların da dediği gibi kamp dönüşü sosyal hatıranız olmuyor. Herşeyi tek başınıza yaşıyorsunuz çünkü. Bir de tek başınıza kamp yapmanın avantajları var. Dediğim gibi risklere karşı insanın yalnız kalması daha çok adrenalin veriyor. Bir süre sonra doğada risk, adrenalin ve macera bağımlısı olabilirsiniz. Çünkü her an maceraya açıksınız, tehdit her yönden her an her şekilde gelebilir. Bu durum insana çok extreme duygular veriyor. İç güdüsel olarak biraz da vahşileşiyorsunuz. Ki tek başınıza doğadayken, özellikle bilinmeyen ortamlarda hayatta kalmak için tehlikelere karşı vahşileşmeye mecbursunuz... İkincisi her türlü adımı kendinize göre atıyorsunuz. Kimsenin kahrını çekmek zorunda kalmıyorsunuz. Karnınız tok ise, sağlığınız yerinde ise, üşüme yada sıcaktan yanma gibi olumsuz etkenler yok ise sonuna kadar özgürsünüz. Ata binip ona hükmetmek, ipi elinizde tutmak gibi doğaya tek başınıza hükmediyorsunuz. Bu durum insana mükemmel bir güven veriyor. At üstünde ülkeler fethetmeye giden bir kral gibi kendinize güveniniz geliyor. Kimseyi dinlemediğiniz için tamamen doğayı dinliyorsunuz. İç güdüsel olarak yalnızken çevreyi daha iyi dinliyorsunuz, daha iyi gözlemliyorsunuz. Çünkü insan yalnızken vücut yanımızda başkalarının olduğu anlardan daha fazla bir şekilde çevreyi kontrol edip kendini güvende hissetmek istiyor. Çünkü sizi sizden başka düşünecek kimse olmadığı için vücut her yere hakim olmak istiyor. Kulaklar daha iyi duyuyor, gözler daha iyi görüyor. Duyular keskinleşiyor. Arkadaşınız varsa eğer içgüdüsel olarak nasıl olsa arkadaşım var, çevreyi biraz da o gözlemler, biraz da o dinler deyip duyuların hassasiyetini birkaç kademe düşürürsünüz. Başka bir güzellik ise birçok şeyin bilinmemesi, kimsenin size bir fikir vermemesi. Herşeyi sizin düşünmeniz gerektiği. Bu durumda beyin sürekli çevreyi kontrol etmek üzere duyu organlarını aktif şekilde çalıştırır. Öyleki çevreyi kontrol etmekten kendi bedeninize kene yapışıp yapışmadığını kontrol etmeyi bile unutabilirsiniz. Yani sizin duyularınıza göre çevre çok daha daha derin ve gizemli bir hale geliyor.