TEO'YA MEKTUPLAR

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan muratsahin Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 0
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 5,559

muratsahin

Kamp I
Mesajlar
141
Tepkime Puanı
10
Yer
Ankara
Web
www.dirtycatridrs.com
LDSCN4708.jpg

Yağmurun çok yağdığı gün

Sevgili Teo

Dün Gaugin’le kavga ettik ve sol kulağımı kesitim; yoksa sağ mıydı? Hatırlamak için dün yaptığım resimlere bakmam lazım. Önemi yok sana iki kulağımı da gizlediğim bir resmimi yolluyorum. Keyfim yok.Gaugin’i çok kıskanıyorum yoksa Mone miydi? Onun da önemi yok. Ben çok güzel bir sarı buldum, dünyayı boyuyordum. Sonra nereden çıktıysa bu Fransız çıktı ortaya. Tuvale benim paletimde asla olamayacak bir tılsım döktü. Dünyam karardı. Dünya artık kirli bir tuval Teo…


DSCN5048s.jpg

Kıskanıyorum. Bu bir zaaf mı? Ne önemi var. Kendime, masam iki sandalyem ve yatağımdan kurduğum o eşsiz evrende zenginliklerin en tükenmezini yaşıyordum: anksiyete! Bu benim tek ve biricik servetim. Neyse ki tükenmiyor ve bu uğursuz günlerde kimse kimsenin endişelerini çalmıyor. Bir süredir karanlıktım biliyorsun. İki Fransız ile arkadaşlığım sayesinde biraz ışık edindim. Resmim aydınlandı. Ama resimler aydınlandıkça ben kararmaya devam ettim Teo. Muhteşem bir sarı buldum . Ama tuval beni değil, sarıyı seçti. Onu sadece bir renk sanıyordum. Oysa benim önümde ve üstümde gitmeye başladı. Sadece bir boya ressamı yok edebilir mi? Şaşırtıcı. Gölgeden ve uykusuzluktan ibaret kalbim kırık. Bulduğum renk beni boğuyor; tuvalim başka bir ışığa başka çizgilere açtı kendini. Bana düşen sadece tanıklık.

reha2.jpg


Renkler çok önemli Teo. Desen ve gölgeyi o kadar önemsemiyorum renk çok önemli. Renk tüm hayat hikayesini tek bir heceye sığdıran bir seçim. Tut ki biri sordu:

Nedir dünyanın rengi? Ne diyeceksin?

Dünyanın rengi: bizim gölgemiz !

Ama bildiğin karaltı değil öyle, içinde kaç gündüz boğduk biz biliriz.

golge.jpg


Biz seninle kaç gündüz boğduk hatırlıyor musun Teo.? Sen hep aklın sesi olduğun için gölgeyle boyayamayacağımı söyleyeceksin. Peki o zaman, bil ki dünyanın rengi sarıdır! Çünkü sarı hastalığın rengidir. Bu dünyayı anlatan başka hangisi olabilirdi ki.



Bir süredir nasıl yalnız kalmaya ihtiyacım var bilemezsin Teo. Yalnız kalmak demeyelim de yalnız olmaya. Yalnız kalmak diyince biri seni bırakmış gibi oluyor, ki bu adiliği senden iyi yapan çok az kişi kaldı çevremde. Adilik dediysem alınacağın bir şey değil; hemen kızartma tombul yanaklarını. Ben o sanatta ufak bir derece atlamak için parende atanların ikliminde yaşıyorum onca yıldır. On yılı aştı, damarlarında kan yerine tuzlu su dolaşanların arasında nefes almaya çalışıyorum. Şöyle hepsinden ve herkesten uzak bir yol düşlüyorum. Aslında içimden geçen, yanıma don bile almadan basıp gitmek ama hiçbir zaman ipi o kadar kopartamıyoruz değil mi? Kopmuyor siktimin ipi… sünüyor, inceliyor, geriliyor ama kopmuyor. İpe ne diye küfrediyorsun desene. İpte değil bizde beceriksizlik, koparamıyoruz. Onun yerine düğüm atıyoruz üst üste. Peş peşe düğümlere ipi kısalta kısalta biçimsiz bir topak yapmaya çalışıyoruz.

_DSC5729.jpg

Neyse ipi geçelim. Benim niyetim yalnız olmak ve yol yapmak. Ota boka karışıp biraz toprakla haşır neşir olmak. Bu günlerde hava çok bulutlu. Çok güzel gri beyaz tombullar geziniyor gökyüzünde. Onları eteklerinin altından dikizleyerek biraz yol yapsam fena mı olur? İyi olur, iyi … Sen olsan, hep aklı başında işler yaparsın, ama kusura bakma ben aklı kıçında işleri daha çok seviyorum. O zaman hayatı avuçlamış gibi hissediyorum. Benim öyle hayata tutunmak falan gibi dertlerim yok. Hayatı, düpedüz, çıtır çıtır yemek istiyorum kardeşim. Dişlerimin arasında öğütüp sonra bir daha ısırmak. Gün dediğin yeşil elma gibi olmalı. Şöyle dudaklarının kenarından, çenenden suyu akmalı günün. Valla kusura bakma onca işinin arasında, senin bu akıntıya yüz vereceğini düşünmediğimden seni davet etmiyorum. Ne seni ne de başka birini. Ben tek başım gidiyorum.


Ta en küçüklüğümden şimdiki küçüklüğüme sözcüklerden en sevdiğim olmuştur ‘gitmek’. Kal’ı sevmem, dur’a biraz tahammül edilir ama “kal” kalın geliyor işte sevemiyorum. Ben git adamıyım Teo . En sevdiğim küfrün siktir git oluşunu da, aslında küfrederken iyi niyetle esenlikler dileyişim olarak kabul ediyorum… Neredeyse kendime hayran olacağım. Oysa baştan aşağı kusur ve ihmalle sarılı tenim… Şimdi gitmeliyim.

_DSC5722.jpg

Tabi ki, motorla gideceğim. Bu sebeple iyi kötü bir kıyafet falan hazırlamalıyım. Seyahatlerde pijama almıyorum Teo. Nadiren bir kazak ve yeterince don. Çoğunlukla üzerimi değiştirecek bir itinaya gerek olmaksızın yatağın üzerine kıvrılıyorum. Sabah da hazırlanmak kolay oluyor. Ne kadar az eşya o kadar az yük. Ne kadar az yük o kadar az bel ağrısı kalp sızısı. Eşyalar benimle kavga ediyor o yüzden eşyaları pek sevmiyorum. Böyle güzeliz, ben, yol ve hiçlikle dolu bir deniz. Denize doğru gideceğim. Ne taraf olacağını pek de bilmiyorum. Bakarım hava durumuna ona göre bir yer seçerim… Şimdi yatmalıyım. Pencere açık kaldığı için, gün boyu yağan yağmur yüzünden yatağım rutubetlenmiş. Pencereyi açık bırakmak ne büyük bir ihmal ve ne aymazlık! Uykusuzluğumuzun kabahatini başka yerde aramaya gerek var mı?

Kedinin yatağa geldiği gün
Günaydın Teo

Sabah gözlerimi açtığımda, kedi gözlerini dikmiş uyanmamı bekliyordu. Yemeğini akşam verdiğim için aç olduğunu düşünmedim ve yatağa gelmesine izin verdim. Mırıldayarak yanıma sıçradı ve yüzünü kolumun altına gömüp sanki bütün gece bu anı beklemekten uykusuz kalmış gibi gözlerini kapattı. Bir süre onu okşayarak vakit geçirdim. Bu kedinin, benim gelişimimde bütün teoloji kitaplarından ve tanığım kişilerin kütüphanelerinden daha çok katkısı olduğunu sana söylemiş miydim? Kedilerin bilgeliği bizim için ne büyük bir imkan. Oysa çoğumuz bir kedinin sessizliğinde gizli hazineyi görmeden kendimizi sararmış sayfaların kasvetine boğuyoruz. Aydınlık umuduyla çıktığımız yolculuklardan hep sırtımızda siyah bir kamburla dönüyoruz. Karanlıktan da o kadar korkmamak lazım değil mi Teo? Ne de olsa doğamız bu.

DSC_8286c.jpg

Aydınlanma bir fetiş olmuş, almış başını gidiyor; ama karanlığın teskin edici bulanık ılıklığının aslında ne büyük bir imkan olduğunu kimse bilmiyor. Voltaire Kant falan gıcık oluyorum Teocum. Aydınlanmanın aydınlığına da Perinçek’in aydınlığına inanmıyorum. Ben karanlığın gücüne inanıyorum. Kafanı hastanın kıçından çıkarıp, dünyaya bir göz atarsan anlarsın ne demek istediğimi. Karartma yüzyılını yaşıyoruz farkında mısın ? Faşizmin sembolünün “ampul” olduğu bir günde Kant’ın Kunt’un anlamı kaldı mı. Evet, Alev Alatlı haklı, hem de çok haklı: Aydınlanma Değil Merhamet! Biz gözlerimizin kamaşmasını aydınlanma sandık oysa dünyaya lazım olan merhamet!

Gel, bir yandan yol için hazırlık yaparken biraz da bunu konuşalım seninle. Aslında konuşulacak ne çok şey, susacak ne çok kadeh ve kederlenecek ne çok birikinti varken hayatımızda siktirip gittin Teo. Yine de seninle konuşmaktan sana yazmaktan alamıyorum kendimi. Sen her zamanki gibi yine hep uzakta hep meşgul ve hep yorgun olduğun için ben konuşayım sen dinler gibi yap. İkimiz birbirimizi kandıramayacaksak birbirimizde bu kadar yaslanamayacaksak… o zaman “bat dünya bat!” Bu sözü, bir zaman önce biri bana söylemişti. Onu nasıl özlüyorum. Dünya biraz da o gün battı…

Tutunamıyoruz Teo. Dünya batıyor. Ama, hak etmediğimiz hiçbir bataklığa sürüklenmiyoruz. “Hepsini biz yaptık!” Bu lafın Latincesi olsa daha şık olurdu. Uğultulu bir şikayet içinde geçiyor günlerimiz. Damarlarımız şehrin arka sokakları gibi. Çirkin ve bezgin yüzler, eskimiş ayakkabıları ile dünyanın tozunu kaldırarak dolaşıyor içimizde. Toz duman ortalık. Bu toz duman içinde eğreti bir inatla ayakta duruyormuş gibi yapan ikonlara tapınarak geçiyor ömrümüz. Sahte iffet abidelerine. Ama bizim derdimiz tutunmak olmamalı. Biz çıtır çıtır yemeliyiz hayatı demiştik, öyle değil mi?

Şimdi çıkıp patates, ekmek ve şarap alacağım.

DSC_1734b.jpg


Minimum Minimorum’la tanıştıüım gün

Günaydın Teo. Sabah oldu. İhtimal sen uyuyorsundur, beşte uyanmazsın sen. Erken kalktım, Ankara’nın bozkırını gözüm görmeden geçeyim. Sevmediğim şeyleri görmemek için karanlığı kullanıyorum Teo. Kimsesiz karanlık ve mutlak sessizlik. Bunların teskin edici gücünü bilemezsin. Artık resimlerimi karanlıkta yapıyorum, ve tuvale değil duvarlara çiziyorum ayçiçeklerini. Eğer ışık diye bir umut varsa kendi sessizliğimiz dışında onu bulabileceğimiz bir yer yok çünkü.

İlle de ışık diyorsan dolunayın zihin açıcı aydınlığına güveneceksin. Ve onun yetmediği yerde kadehte kırmızı şarabın içini ısıtan sessizliğine. Çoğu zaman, sessizlik dinelemeye değer tek şeydir Teo. Sessiz ve kimsesiz olacaksın. Kimsesizlik müthiş bir aydınlanmadır. Bir daha kimse seni asla şaşırtamaz. Kimsesizliği bilgisi anlatılmaz. Keselim bu mevzuu artık çantamız hazır. İnelim ve garajda motora yükleyelim.

Yol hazırlıklarımı yapıp kedinin yiyeceğini ve suyunu tamamladım. İki gün başının çaresine bakar. Eğer terk etmezsek sevdiklerimiz sevildiklerini nereden anlayacak. İki günlük bir terk edişten bir şey olmaz; başının çaresine bakar.

Sabah henüz hava aydınlanmamış, şehirden çıkarken ekmek dağıtan kamyonetlerden, birkaç şüpheli taksiden başka kimselerin olmaması çok hoşuma gidiyor. Adeta uyuyan bir çocuğun ensesinde biriken ter kokusu gibi, büyülü bir koku birikmiş oluyor kaldırım kenarlarında. Bu huzuru içime çekeceğim umuduyla elimde eşyalarla motora doğru giderken beklenmedik bir şey oldu.

_DSC5712.jpg


Sıska ufak tefek (hem de oldukça) bir kız motorumun yanına kendi motorunu koymuş ellerini açmış, sanki daha önce sözleşmişiz de onu bekletmişim gibi gözlerini dikmiş beni bekliyor. Yine de görünüşündeki meymenetsizliğe pek uymayan bir neş’e ile “günaydın” dedi. Aynı sözle karşılık verdim, sanırım bakışlarımdan ne istediğini anlamaya çalıştığımı anladı ve “seninle geliyorum” dedi. “Kim olduğunu bilmiyorum böyle bir isteğim de yok” diyerek kendi işime koyuldum. Ben eşyaları yüklerken, “önemli değil kim olduğumu öğrenirsin tanışırız” dedi. “Git başımdan hiçbir şekilde birlikte değiliz ve sen gelmiyorsun” diye dişlerimin arasında tısladım. Ben şehirden o ıssız tılsımlı çıkışın hayalini kurarken, tek başınalığı kutsamanın heyecanını yaşarken başıma gelene bak. Kıza “bana baksana, ben tekim, tek başıma gideceğim ve tek başıma döneceğim sonra da dönüp kedimin tüylerini fırçalayacağım. Bu kadar basit ve sade” diye çıkıştığımda cevap olarak “senden saçlarımı fırçalamanı istemiyorum sadece beraber gideceğiz, ne çok konuşan biriymişsin” dedi. Şaşkınlığım öfkeye dönüşmek üzere renk değiştirirken susmaya ve o yokmuş gibi davranmaya karar verdim. Sonuçta tenekeden uyduruk bir motoru var zaten şehirden çıkmadan aramızdaki mesafe açılır ve birbirimizi kaybederiz diye kendimi sakinleştirdim. “Nereye gidiyoruz” diye sorarken motorunu çalıştırmıştı bile. “Nereye gideceğimi bilmiyorum sadece yola çıkıyorum”.” Tam bana göre” diye cevap verip hazırlanmamı izlemeye devam eti… Birinden kurtulmanın iki yolu vardır. Ya yokmuş gibi davranacaksın, ya da çok değer vereceksin… her iki durumda da seni terk eder. <span style="font-style:italic;">Alexandre le Miniscules</span> diye bir şair var onun da böyle bir tespiti var. İkincisi için bir sebep olmadığına göre ilk yöntemi deneyeceğim. Yine de daha sonra aklımda kalmaya değer bir şey yumurtlarsa diye adını sordum ve adını söyledi: Minimum Minimorum. “Memnun oldum ben de Maksimum Maksimorum” dediğimde “seninle çift olacak değiliz; adın Maksimorum değil sen Kırmızı Fular’sın biliyorum” diye güldü. “Gidecek miyiz yoksa bu gevezelik daha devam edecek mi?” diye tersledim ve kaskın vizörünü kapatıp garajdan dışarı yola koyuldum. Lastikler ısınmadan fazla hareketli olmamak lazım, bir süre sonra arkamda bir nokta olup kayboluşunu izlerim.


Sabah serinliği dedikleri bu olsa gerek. Cekette küçücük bir kaçak bulan hava jilet gibi bileğimden dirseğime soğuk bir çizik atıyor. İki üç saat sonra bu sızı yerini ferahlığa bırakır arkamdaki ufaklıktan da kurtulmuş olurum bu arada. Canım nasıl sigara istiyor. Ah Teo seninle bu zevki hiç birlikte yaşayamadık. Hep korktun. Ya düşersek diye. Ya ölürsek. Ne çok korkun var Teo, bazı an kardeş olduğumuza şaşıyorum. Böyle sonu belli olmayan nereye gittiği belli olmayan yolları büyük macera sandın. Oysa, asıl ürkütücü büyüklükte ve inanılmaz olan planlı yaşamlar değil mi Teo? Nerede ne yiyeceğimizin nerede uyuyacağımızın belli olduğu programlar. Bu türden işler adamı gram gram öldürür Teo. Bu belirlilik, bu sapmama saplantısı inan öldürür kardeşim. Bütün hesapları ve akılcı işleri bir yana bırakıp çıkacaksın yola, kentin dışına. Cephelerinden herkese bir başkasının aksini yansıtan binaların uzağına. Çadırının önüne bağdaş kurup bir tarla faresini besleyeceksin fıstıkla, çıplak ayakların toprağa basacak. Kutlanması gereken bir mucize olarak varoluşu keşfedeceksin. Tarla faresini seveceksin, nefesin iyilik kokacak. Kendini bir de tarla faresinin gözünden gör; ne kadar güzel olduğuna inanamayacaksın. Keşke şişko kıçını bilinmezliğin serin ikliminde gezdirsen biraz. Neyse senden motorcu olmaz, olsa olsa doktor olur… Keklik !

Şu anda Polatlıya yaklaşıyoruz .Afyon’a kadar durmayı düşünmüyorum. Sabah bu saatlerde radar olmadığı için rahat rahat gaz açıyorum, yol da boş tam gaz rüzgarı yara yara yol yaparak ilerliyorum. Sivrihisara geldiğimde içimdeki sigara isteği yine köpürüyor. Bir benzinliğe girip kaskı çıkardığım anda arkamda bir ses “bu ne be deli gibi 180 – 200 manyak mısın sen ?” Onu tamamen unutmuştum. Peşimeden gelebileceği aklımın ucundan geçmediği için irkildim. “Senin geldiğini fark etmedim” dedim. “Etmezsin tabi teker tekere geldik dibindeydim aynadan görememişsindir, ama böyle gidersek bütün parayı benzine yatırırız haberin olsun” diye tersledi. Yapacak bir şey yok yapıştı bir kere. İki çay söyledim. Çayı şekersiz içiyor. “Ne o kıçın büyür diye mi korkup şekersiz içiyorsun” dediğimde zaten neredeyse yok hükmündeki kalçalarına bakıp “hıı sence de biraz daha kilo vermem lazım değil mi?” diye soran gözlerle baktı. Bir cevap alamayınca bu kadın muhabbetini daha da derinleştirerek “sence pembe mi kırmızı ruj mu daha yakışır bana?” diye devam etti. İçimden hiç fark etmez her koşulda kendini boyuyorsun diye geçti. “Aslında benim favori rengim sarı ama sanırım sana gitmez” dedim. Ciddi olup olmadığımı anlamak isterken bir an sessiz kaldı sonra deneyebileceğini söyledi. Sonra şöyle bir konuşma geçti aramızda.

_DSC5707.jpg


- Neden kendini boyuyorsun bu kadar mı mutsuzsun ?
- Ne alakası var ?
- Haklısın bir alakası yok aslında her kadın mutsuzdur.
- Saçmalıyorsun neden mutsuz olalım? Komiksin diyeceğim ama acınası daha uygun galiba.
- Acınası olan sizsiniz Minimorum hanım. Acınası olan cinsinizin ritüelleri ve insan öğütürken çıkardığınız seslerde bulduğunuz doygunluk hissi.
- Hangi ritüelden söz ediyorsun?
- Her sabah içinizdeki zembereği sadece kendi mutluluğunuza kurmanızdan söz ediyorum. Kolay değil tabi; hiç kolay değil emin olmadığın hep kuşkuyla bakıp, her sabah yeniden boyadığın bir şeyi ötekilere beğendireceksin. Zor tabi
- Kırmızı Fular bey bakınca görüyorum ki sen de epey süslenmiş haldesin. Beğenilme arzusu herkeste var. Ama bana karşındakinin zekasını küçümseyen tarzdaki “boyanmalar” daha itici ve dayanılmaz geliyor. Ne dersin?

Artık bir şey demedim Teo. Bir şey demedim. Seninle konuşmuştuk anımsarsın sen söylemiştin hatta: “Her kadın bir tapınaktır! Duvarları tereddütten küflenmiş bir tapınak… Gir içeri. Neşelen ve inançlarını terk etmek için zamanın teskin edici ılıklığında dinlenmene bak. Tam orta yerde bir altar göreceksin oradaki kesik başlara aldırma; onlar, sadece eski eskizler… sen yenisin!” İşte bu kafa kesme işinden söz edecektim sonra vazgeçtim. Daha yolun başında gerilime gerek yok.

Birer çay daha söyledik. Artık biraz varlığına alışmaya başlıyorum galiba, içer misin diye sormadan ısmarlamış bulundum. O da bunu fark edip kazandığı mevzie keyifle yerleşti ve biraz da önceki konuşmanın geriliminden sıyrılmak için“bana küçük güzel bir hikâye anlatsana” dedi.

“Sana Misketcan’ın hikayesini anlatayım. Misketcan bir kedi. Ankarada bir arkadaşımın çok katlı ve geniş apartman boşluğu olan bir binada yaşıyordu. Daire kapılarının önündeki boşluklar o kadar genişti ki komşular aşağı inmeye üşenir kapı önüne attıkları minderler ve taburelerin üzerinde bir yandan çene çalıp bir yandan mutfağın basit işlerini birlikte yaparlardı. Misketcan bu binanın tam ortasına denk gelen katta oturuyordu.. Bazı günler kapıyı açık bulduğunda evden kaçıp bu kadınları uzaktan seyreder kimseye kendini sevdirmeden sessizce evine geri dönerdi. Kimi zaman da geceleri binanın çatısında yıldızları seyrederdi. Bazan sahibi de yanında oturur, sessizce boşluğa bakarak ikisi de kendi dilinde susardı. Bir gün yıldızları seyretmek üzere çıktığı çatıdan aşağı düştü, yanında sahibi yoktu… Bu kadar hikaye” diye bitirdim. Bardağın dibindeki son yudumu içerken “Karanlıkla arkadaş değilsen, yıldızlara uzun uzun bakmayacaksın. Seni kendilerinden biri yapmak isteyebilirler” diye ekledim. “Hüzünlü bir hikaye istememiştim, göründüğünden daha karanlık bir adamsın. Ama kediler iyidir. Kedilerin uykusunu ve ağaçların gölgesini okumayı bilmiyorsan bitirdiğin her kitap bir sayfa eksiktir” dedi. “Bilgece. Ama okuduğumuz her kitabın da eksik bir sayfası olması ihtimali de yüksek”. Bu cevaptan hoşlanmış gibi gülümsedi, fakat sadece “karanlıksın” diye cevap verdi.


_DSC5830.jpg


Yeniden yola koyulduk. Artık hava aydınladığı için radar olabileceğini dikkate alarak daha yavaş gitmeye başladık. Motoru küçük ama peşimden ayrılmıyor. Başa gelen çekilir ne yapalım. Nereye gideceğimizi konuşmadık ama her halde kaybetmeden takip edebilir. Üstelik daha yavaş gidiyoruz. Sivrihisar’dan aşağı doğru salınıyoruz. Güneşin yüzünü göstermesiyle hava da biraz ısındı. Sonbahar bozkırı yatık ışıkta altın gibi parlıyor. Afyon’a geldiğimizde benzin almam gerekti. Sabah erken çıkmak ne kadar zaman kazandırıyor. Saat sekiz bile olmadan Afyona gelmişiz. Depoyu doldurdum, Minimorum ise sadece pompadan yere düşmek üzere olan son iki damlayı deposuna alarak işini halletti. İkinci dinlenme için bu kez kahve tercih ettik. Tekrar nereye gideceğimizi sordu. Kaş’a dedim Biliyor musun Kaş’ı?. “Evet, bir zamanlar entelektüellerin mekanı olan yer değil mi? Şimdilerde sanırım daha çok kafa dağıtacak enerjisi ve becerisi olmayanların kafa dinleme bahanesiyle kendilerini tatildeymiş hissiyle gömdükleri yer”. “Tam olarak öyle denemez”, dedim. “Yani entelektüellerden söz ediyorum. Orayı dillerine pelesenk edip içine sıçılmasına neden olanlar entelektüeller değil marjinallerdi. Rahatça ot içip sevişirken bile mutsuz olabilecekleri bir yer arıyorlardı orayı buldular.” Kaşını kaldırıp “benim tanıdıklarım arasında çok kitap okumuş insanlar vardı, nasıl seviştiklerini bilemem!” diye itiraz etti. “Seninle kim sevişmek ister ki sen tahtadansın!” Evet bu cümle ağzımdan çıkıverdi. Çıktığı anda da pişman oldum, çünkü çirkin bir kadına bile çirkin olduğu söylenmez, değil mi Teo. Ama söylemiş bulundum. O ise hiç istifini bozmadan “Sen öyle san, ayrıca insan etinde bir tahtada olabileceğinden çok daha fazla kıymık var. Asıl seninle yatılmaz; dilin bir yılanı bile kaçırtacak kadar zehirli”, dedi. Doğrusu terbiyesizlik ettiğime inandığım için çenemi kapatıp hemen konuyu değiştirdim. “O okumuş dediklerin entelektüel falan değil Entelektüel, aynı anda çok sayıda referansı aklında tutabilen ve bunları birbirine bağlayan kişidir. Ucuz şarap içip, gevezelik eder gibi düzüşmekle olmuyor bu işler” dedim. Aldığım tek cevap “Hastasın!” oldu.

Biriyle tartışmanın ne kadar saçma bir şey olduğunu unutmuşum Teo. Kimse kimseye yeni bir şey söyleyemez. Unutmuşum. Bu yüzden eski alışkanlıklarımıza dönmemizin ve mutlak sessizliğin içindeki huzuru aramamızın zamanıdır diye düşünüyorum. İnsanlar kendilerini kendi doğrularının oluşturduğu bir hücrede hapsetmiş durumda, mutlu yaşıyorlar. Kimsenin duvarına kilidine bulaşmadan, sadece yanından geçerek gideceksin. Birine dokunmaya kalkmak ne büyük saflık. Birine bir şey söylemek ve sonra bunu düzeltmeye çalışmak. Ne büyük aptallık! Kimse kimseye bir şey söyleyemez Teo; herkes kendi aklındakini duyar zaten.

Afyon’dan Isparta’ya kadar durmadık. Isparta’da bir sigara molası verdik ve oradan aşağı Antalya’ya saldık. Ağlasun’a çıkan virajları sana anlatmak isterdim ama bu motor işini sevmediğin için yersiz gevezelik yapmayacağım. İnsan birine sevdiği bir şey anlatırken onun da sevim sevmeyeceğini düşünmeli. Bazı an en yakınımız sandığımız biri başka bir dünyada tutsak kalmış olabiliyor, herkesin gönüllü mahkumiyetine hürmet etmek gerek. Ne de olsa ben de aynı gökyüzünün altında kendi mahpusluğumu yaşıyorum. Seni anlıyorum.

_DSC5730.jpg


Isparta Antalya arası yata yata gittik. Antalya Kaş arası ise daha da güzeldi. Öyle ki Kaş’a kavşağına geldiğimizde beldeye girmek yerine Fethiye’ye doğru devam edip oraya varmadan geri döndük. Lastiklerim bitik sanıyordum ama hala çok iyi yol tutuyor.

_DSC5774.jpg


Kaş’a girip bulduğumuz ilk pansiyona girdik. Onun için ayrı oda tutacak değilim tabi. İki yataklı bir odaya 40 lira verdik. Özellikle iki yataklı olduğunu belirtiyorum; zira bizim muhit dedikoduyu sever. Minimorum’un ayrı yatakta yattığı kayda girsin sonra başıma dert almak istemem. Pansiyona girip soğuk suyla duşumuzu aldık sonra da kendimizi sahile attık.

_DSC5773.jpg


Ankara’da arkamda bıraktığım havaya göre burası yaz gibi. Mayolu şortlu insanlar var. Bir café’ye oturup birer bira söyledik. Arada itişip kakışıyoruz ama bira içmesini sevdim; hakkını veriyor. İl birkaç yudum içime aktığında gevşediğimi hissettim, sanırım onun da böyle bir rahatlamaya ihtiyacı varmış.


_DSC5782.jpg

Önce havadan sudan sohbetle geçerken laf dönüp kadın erkek mevzularına dayandı. Hiç aşık olmuş muydu tabi ki olmuştu; ben olmuş muydum e eşek değiliz ya ben de oldum. Peki en unutamadığım kimdi? “Hepsini unuttum”, dedim “hepsi bir kuyunun dibine giden taş gibi duyulur duyulmaz bir ses çıkardı”. Ben unutmam diyerek bir yudum aldı birasından. “Ah, sen içinde mezar taşıyanlardansın o zaman, peki en unutulmazı hangisiydi?”. “Hepsi unutulmazdı”, diye gülümsedi “aslında daha çok şunu merak ediyorum. Sizin için bir kadınla yaşadığınız en unutulmaz an nedir?” Başkalarını bilemem, benim için en unutulmaz olan ilk öpüşmedir, diyerek ona Gazali’nin şu tiradını okudum

“Bir kadının dudakları sana ilk kez dokunduğunda onun geçmişini öpersin... Yüzün onunkine yaklaştığında, yanaklarına yansıyan sıcaklık, onun senelerdir biriktirdiği geceleridir. Bir kadına ilk kez dokunmak bir çocuk masumiyetine konuk olmaktır. Belki ilk ve son kez olanca konukseverliğiyle kendi karanlığında uyutur seni...

Her kadın karanlıktır. Sadece bir kez, çarpmadan düşmeden geçebilirsin o karanlıktan. Onu ilk öptüğünde teni kaygan bir yol gibidir, savrulursun ama düşmezsin... Asla tekrar edemeyeceğin, daha önce hiç mırıldanmadığın bir melodi, tadı ve kokusunu bilmediğin, içinde eriyip yok olmak isteyeceğin dev bir çiçek gibi.

Onu ilk öptüğünde geçmişini öpersin; küçük bir kızın sıkıntılarını, kızgın bir babanın kırdığı ayıcıklı penbe kutuyu, erken şişmanladığını düşünen bir annenin tutulmamış öğütlerini, acemi bir delikanlının parkta oynaşırken pantolonunun içine boşalışını, moda dergilerinden sızıp gecelerini beyaza boyayan gelinliklerin dantellerini, coğrafya defterinin arkasına yazılmış şiirleri, cüzdanında taşıdığı saç tellerini öpersin... Her kadın karanlıktır. Karanlığı sadece bir kez öpebilirsin... O ılık yoldan, kaybolmadan düşmeden sadece bir kez arınarak ve arıtarak geçebilirsin yaklaştığında gözlerinin bu kadar farklı göründüğüne şaşarsın, yüzünde taşıdığı sıcaklığın böylesine yakıcı olabildiğine, etrafında süre giden hayata şaşarsın.

Ne kadar çok tenden tene gezsen de hep bir karanlıktan diğerine savrulduğunu bilirsin. Bir kadını iki öpemezsin. Çünkü onu ilk öptüğünde artık başka biri olmuştur.

Her kadın cehennemdir... inatla ateşe taparsın !”

DSC_1708a.jpg

“Sallıyorsun Gazali’nin böyle bir şiiri yok” diye kahkaha attı. “Kusura bakma ama sen o ilk öpüşün hazinesini bile vaat etmiyorsun” diye ben de karşılık verdim. “Komiksin, kadınları sevmiyor musun? Hani gözlerin de fıldır fıldır bu arada ondan merak ettim?” Sorusunda kinayeden çok içtenlik vardı. Ben de aynı içtenlikle cevap verdim: “Bak sana şöyle anlatayım. Kuş sesi çıkartan kadınlar var etrafta, bak arka masada birkaç tane var mesela. Bedenleri büyüdükçe ruhlarını küçültmeye çalışan; hep yardıma muhtaç, hep kurtarılması gereken… şirin… şeker… katanalar! Bunlar hepsi aynı tezgahtan çıkmadır. İçindeki çocuk, soğandaki cücük… kusura bakma ama cinsiniz vıcık vıcık!”.

"Kadın rolü yapanları kastediyorsun sanırım", dedi ciddileşerek. "İngilizler böylelerine <em>Lady Muck</em> der; kendilerini çok önemi gören ve el üstünde tutulmayı bekleyen kadınlar". Tastamam da öyleydi on dakikadır anlatmaya çalıştığım şey buydu, tek cümleyle ifade etti. Eğer boş bulunmasaydım “daha açık olmayı deneyemez misin, biraz kendinden söz etsene” sorusuna cevap vermeye kalkabilirdim ama hızlı içten gelişmeleri sevmem bilirsin. Kabalık olmaması için “Sen sırları öğrenmek istiyorsun. Birincisi “sır yok”. İkincisi; birinin sırlarını bilmek onun gerçeğini tanımaya yetmez. Eskilerin dediği gibi, sırlar ifşa olsa da hakikat esrarını korur!”. “Haklısın” dedi, “ben kim oluyorum ki bunları soruyorum özür dilerim”. Yüzü düşmüş iyi bir sohbet olsun ümidiyle kurduğu cümlenin altında kalmıştı. Bu sefer ben utandım Teo. Hiç öyle bir şey denir mi? Sen kim oluyorsun da diye bunu soruyorsun, diye hiç kimse olmayan birine bile söylenmez. Söz ne keskin bir neşter. İşte bu yüzden sana daha önce bir mektupta yazmış olduğum gibi:”rakı sofrası mühim bir yerdir insan hayatında; orada susacağın zamanı bilme daha da mühimdir. Bazı an tek bir hece, bütün bir şehri yıkabilir”. Denir mi Teo “sen kim oluyorsun”?. Denmez, hiç kimse olsa bile denmez.


DSC_1727.jpg

Birer bira daha içtik, güneşi batırdık ve hiç konuşmadan sokaklarda dolaştık. Gece yemekten sonra pansiyona döndük. Minimorum yatıp uyudu. Bense yatakta dönüp durdum; bir süre sonra belki uykum gelir diye biraz yürüyüşe çıktım.

_DSC5824.jpg


Limanda uyuklayan köpekler ve gezinen kediler (biri bekçi diğeri avcı kökenli ne de olsa) arasında biraz vakit geçirip açık bir büfeden bira aldım ve sahilde oturup seni düşündüm. İçimden burada olsan diye geçirdim şimdi şu şişeden beraber içseydik. Sonra önce kim uyursa diğeri horultudan uyuyamaz diye uyurken yarışacaktık.

Düşün oğlum düşün!
Berabermişiz.

Buluşmamızda, okuldan kaçan oğlanların cayırtılı çığlıkları gizliymiş.
Mevsim böyle güzmüş, rengimiz sarı, yapraklarımız yanardöner, meyvemiz acı.

Rakıyı susuz, kahveyi zzil siyah ve sevdamızı kadınımızın etinde edepsiz hecelerle severmişiz.

Şöyle dört beş kişi olmuşuz… hadi de altı; bir de çaresizliğimiz, eder yedi.

Yedi iklimin yedi çiçeği kadehimizin gölgesine sığınırmış…aynen bu gece gibi dolunaymış gökyüzü… gökyüzü kendine şaraptan kaftan biçmiş.

Küçük bir kızın cebindeki leblebiler gibi sokulmuşsuz birbirimize. Hiç sebep yokken sevinir ve şarap dökülürken susarmışız.

Beraber büyümüşüz, heveslerimiz başka mahzenlerde eskimiş.
Divanımızda ağaran umutlarımız birbiri üzerine dökülmüş… gece her birimize aynı işveyi yaparmış.

Önümüzden alımlı ceylanlar geçermiş, biz yine de atlarımızı birbirimize sürermişiz… Yer çatırdamış ince ince… Anlayacağın özlemişiz. Üç kere öpmüşüz kesmemiş yani…

Meğer uzaklarda akşamlar ne çok avazla sıvalıymış.


DSC_3825.jpg


İkinci şişeyi de devirip artık uyurum umuduyla sessizce pansiyona döndüm. Ben yatağa girdikten sonra Minimorum kısık bir sesle adeta ninni söylercesine şarkı söyle başladı:

Uyumak zamanı kaybetmektir.
Kendi serinliğinde gezinmekle,
Gecenin neminde boğulmak arasında
Sessiz bir sarkaçtır bedenimiz…
La la laaa la laaa laaa la.

Bu yüzden,
O derin zamansızlıkta birine sarılmak gerekir.
Es geçtiği için bu mevzuu eski metinler.
Hala geceleri kayıptır bazı erkekler.
La la laaa la laaa laaa la.


Minimorum’un motordan düştüğü gün

Sabah uyandığımda henüz güneş doğmamıştı. Minimorum benden önce uyanmış yatağının kenarında oturmuş uyanmamı bekliyordu. Günaydın diyerek yataktan doğruldum. Pansiyonda kahvaltıyı bekleyip vakit kaybetmeyelim dışarıda yeriz bir şeyler önerim onda da makul geldi. Ben çantamı hazırlarken beni izlemeye devam etti. Onun çantası olmadığını söylemiş miydim? Eşyalarımı motora yerleştirdim ve açık bir pastane bulup birer simit ve çay ısmarladım. Kahvaltımızı ettikten sonra Elmalı tarafına doğru yola çıktık. Hava henüz serin yamaçların bir yüzü gölgeli ve geceden kalma sis olduğu için lastikler çok iyi tutmuyordu hissediyordum. Ancak Minimorum bunu hesaba katmamış olacak daha kasabadan çıktıktan birkaç viraj sonra motoru düşürdü.

_DSC5766.jpg

Yokuş yukarı bir virajdı, yattığında çıkışı yakaladım diye erken gaz vermiş biraz da geride oturduğundan olsa gerek ön tekerlek tutunmayı bırakmış. Neyse ki üzerindeki etek tafta kumaştandı ve kendisine bir şey olmadı. Yanına gittiğimde yüzükoyun yatıyordu. Bir şeyin var mı diye sordum yokmuş. İşin kötüsü kıza bir şey olmamış fakat motoru kırılmıştı. Bu durumda yapacak tek şey kaldı. Birlikte gidecektik. Onun motorunu çantaya koydum. Minimorum’u ise rüzgar almayacak şekilde kendi motorumun depo üstü çantasına yerleştirdim. Yol boyunca beni seyrederek gelecek, umarım bu seyahat boyunca son felaketi bu olur.

_DSC5871.jpg

Elmalı yoluna çıkmaya başladığımızda güneş biraz açar gibi oldu ancak alçak yerlerde sis devam ediyordu. Bir süre sonra sise girdik. Öyle göz gözü görmüyor denecek cinsten değil ama yine de dikkatli olmakta yarar var diyerek hızımızı düşürdük.

_DSC5843.jpg

Bu arada Minimorum çantanın içinde debelenip duruyor bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Biraz daha devam edip sonra fotoğraf çekmek için durduğumda terden sırılsıklam olduğunu, yolu göremediğimi, kendisiyle hiç ilgilenmediğimi, iyi mi kötü mü merak bile etmediğimi, çay içmek istediğini ve devamını dinlemekte zorlandığım bir sürü şikayeti sıralamaya başladı. “İleride bir köy var orada çay içeriz ondan sonrada çantadan çıkarsın seni yakamda taşırım. Hem yolu hem de kayın ağaçlarını seyredersin” dedim. “Ben de kayın ağacındanım biliyor musun” diye kıkırdadı.

_DSC5855.jpg

Gömüce Köyü diye bir köyde durduk. Bu zamanda hemen her yer beyaz plastik koltuklarla doluyken buradaki tahta iskemlelerin çok güzel göründüğünü söyledim. Minimorum tahtayı beğenmiş olmamı kendisine yönelik bir iltifat olarak algıladı ve mahçup olmuş gibi gülümsedi. “Sahi sen yalan söyleyince senin de Pinokyo gibi bir tarafın uzayıp büyüyor mu diye sorduğumda, göğüslerim büyür dedi. İçimden daha sık yalan söylemelisin diye geçirdim.

_DSC5847.jpg

Sevgili Teo, köy kahvelerini çok seviyorum. Burada insanlar, misafirlerini beklenmedik bir şakacı tavırla karşılıyorlar. Sizin keçiler kaçmış aşağıda öte köye gidiyordu başlarında da Komüşlerin Memet vardı diye laf attım. İçlerinden biri “Memeti biz damat verdik hanım köylü oldu yapar deyyus, gel çay içelim” diye çağırdı. Oturup iki çay içtik, keçi peynirinden sütünden bu kadar lafı nasıl bir araya getirdim ben de bilmiyorum ama epeyi sohbet ettik.

_DSC5890.jpg


Elmalı’dan 3 – 4 km. önce Finike’ye döndük kısa bir süre sonra Kumluca’dan Altınyaka yoluna Olympos Beydağları’na tırmandık. Altınyaka’ya kadar yol muhteşemdi. Birkaç kez ölçüyü kaçırıp peg sürtünce yakamdan “hooop!” diye ses geliyordu. Bir ara yolun sağında terk edilmiş bir kulübe bulup termostaki kahveyi içmeye karar verdik. Bir süredir motor uğultusu yüzünden yorulan kulaklarım burada sessizliği dinledik. Mimnimorum, bir ara burada kalmayı düşündüğünü ömrünü burada geçirmek isteyebileceğini söyledi.

_DSC5884.jpg


Sonra kendisi de buna cesaret edemeyip evin içinde biraz dolanıp tekrar seyahatteki yerini aldı. Daha sonra Dağın tam tepesinde uzun zamandır görmediğim Behlül’ü gördüm. 1200 metre yüksekte ve kimsenin olmadığı bir tepede eski bir arkadaş görmek ne şaşırtıcı değil mi Teo. Değil mi ? Onca yalnızlığa rağmen dünya hala ne kadar kalabalık!

Minimorum’la ormandan ve dağdan aşağı inmeye başladık… İkimiz de suskun ve sessizdik. Bir ara, ona kimsesinin olup olmadığını sordum. Küçük yaştan beri kardeşleri dışında kimsesi yokmuş.

Kimsesiz erkekler ve kimsesiz kadınlar ormanda yaralı ayılar kadar tehlikelidir Teo! Karşılaştığında yolunu değiştireceksin.

Onlar, sadece birbirilerinin yaralarını yalayarak birbirlerini iyileştirebilirler. Uyumları şiirsel uykuları tetikte ve kavgaları kanlıdır. Genellikle birlikte ölürler…


İşte böyle sevgili Teo. Uzun lafın kısası:


Sen de yoksan yanımda

Ve sevginin omurgası büküldüyse

O zaman

Bat dünaya. Bat!


DSC_3128.jpg
 

Etiketler
Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
104,010
Mesajlar
1,527,218
Kayıtlı Üye Sayımız
166,759
Kaydolan Son Üyemiz
abdil DOĞRU

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst