penguen
Zirve
- Mesajlar
- 1,599
- Tepkime Puanı
- 11
Dostluğa...
İki ayrı kültür, iki farklı inanç... Ama aslında birbirine bir o kadar yakın iki kültür... Birbirine bir o kadar yakın iki inanç...
Her şey, Kuledibi’ndeki bir restorana öğle yemeğine gittiğimizde başladı. Bize dağıtılan broşürlerde yıllarca ekmeğini yediğim Avram Bey’in, yıllarca omuz omuza çalıştığım sevgili Lemi’nin, annemin yıllarca komşuluk yaptığı Bayan Viki’nin, Bayan Lizet’in nefeslerini hissettim sanki bir an...
Evet, yıllarca bir arada olmuştuk. Bu doğruydu... Aynı sofraya oturmuştuk, aynı havayı solumuştuk. Birbirimizin bayramlarını hep içtenlikle kutlamıştık. Ama birbirimizi gerçekte ne kadar tanıyorduk? Türkiye nüfusunun yaklaşık % 90 ‘ının hayatları boyunca hiç Yahudi görmediğini hesaba katarsak, ben biraz daha şanslıydım bu konuda… Yahudi tanıdıklarım, arkadaşlarım vardı. Onların ibadetlerini az çok biliyordum. Brit milaya katılma imkânı bulmuş (Erkek çocuklar için doğumlarının 8. gününde yapılan ve isimlerinin de konduğu sünnet töreni) bar mitzvah’ı (erkek çocuklar 13 yaşına geldiğinde yapılan dini tören) bat mitzvah’ı (kız çocuklar 12 yaşına geldiğinde yapılan dini tören) duymuştum. Yahudilere özgü olan matsayı (Hamursuz Bayramı’nda yenilen mayasız ekmek) nefis borekazı, leziz pırasa köftesini tatmıştım. Ama mesela onların ibadethanelerini görme fırsatım hiç olmamıştı. Kafamda bir sürü soru vardı. Anlaşılan o ki bilmediklerim, bildiklerimden daha fazlaydı...
İşte şimdi elimde tuttuğum bu broşür bana bilmediklerimi,görme, öğrenme şansı tanıyordu. Kısacası “onların” dünyasına bir konuk olarak girme imkânını...
Belki de insanlar birbirini tenkit etmek, suçlamak yerine tanımaya, anlamaya gayret etse, karşısındakileri sadece gözleriyle değil, yürekleri ile de görmeye çalışsa, her şey daha güzel olur, dünya çok daha yaşanılası bir yer haline gelirdi...
Biraz bu düşünceyle, biraz da yıllarca yapmak isteyip de yapamadığım şeyi gerçekleştirmek arzusuyla bu tura iştirak etmeye karar verdim.
Kısa bir mailleşmenin ardından ismim katılımcı listesinde yerini almıştı. Artık Pazar Günü’nü beklemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı...
Pazar sabah saat 10’da Galata Kulesi’nin önünden başlayan ve yaklaşık 4 saat süren gezimiz; rehberimiz Sayın İnci Türkoğlu’nun akıcı anlatımıyla, hoş sohbetiyle benim için bir solukta bitivermişti. Bu arada dünya şekeri iki kişiyle de tanışma fırsatı buldum. Lina Hanım ve Teri Hanım… Onlara da buradan sevgilerimi yolluyorum.
Az sonra yükleyeceğim her fotoğrafın altına açıklamalar yaparak yazımı bitirebilirdim. Ama ben öyle yapmayacağım. Sadece fotoğrafları yükleyeceğim. Merak edilenleri ise ayda iki kere düzenlenen bu gezilerden birine katılarak, Galata'nın atmosferini yaşayarak öğrenmek çok daha zevkli olmaz mı sizce de?
İki ayrı kültür, iki farklı inanç... Ama aslında birbirine bir o kadar yakın iki kültür... Birbirine bir o kadar yakın iki inanç...
Her şey, Kuledibi’ndeki bir restorana öğle yemeğine gittiğimizde başladı. Bize dağıtılan broşürlerde yıllarca ekmeğini yediğim Avram Bey’in, yıllarca omuz omuza çalıştığım sevgili Lemi’nin, annemin yıllarca komşuluk yaptığı Bayan Viki’nin, Bayan Lizet’in nefeslerini hissettim sanki bir an...
Evet, yıllarca bir arada olmuştuk. Bu doğruydu... Aynı sofraya oturmuştuk, aynı havayı solumuştuk. Birbirimizin bayramlarını hep içtenlikle kutlamıştık. Ama birbirimizi gerçekte ne kadar tanıyorduk? Türkiye nüfusunun yaklaşık % 90 ‘ının hayatları boyunca hiç Yahudi görmediğini hesaba katarsak, ben biraz daha şanslıydım bu konuda… Yahudi tanıdıklarım, arkadaşlarım vardı. Onların ibadetlerini az çok biliyordum. Brit milaya katılma imkânı bulmuş (Erkek çocuklar için doğumlarının 8. gününde yapılan ve isimlerinin de konduğu sünnet töreni) bar mitzvah’ı (erkek çocuklar 13 yaşına geldiğinde yapılan dini tören) bat mitzvah’ı (kız çocuklar 12 yaşına geldiğinde yapılan dini tören) duymuştum. Yahudilere özgü olan matsayı (Hamursuz Bayramı’nda yenilen mayasız ekmek) nefis borekazı, leziz pırasa köftesini tatmıştım. Ama mesela onların ibadethanelerini görme fırsatım hiç olmamıştı. Kafamda bir sürü soru vardı. Anlaşılan o ki bilmediklerim, bildiklerimden daha fazlaydı...
İşte şimdi elimde tuttuğum bu broşür bana bilmediklerimi,görme, öğrenme şansı tanıyordu. Kısacası “onların” dünyasına bir konuk olarak girme imkânını...
Belki de insanlar birbirini tenkit etmek, suçlamak yerine tanımaya, anlamaya gayret etse, karşısındakileri sadece gözleriyle değil, yürekleri ile de görmeye çalışsa, her şey daha güzel olur, dünya çok daha yaşanılası bir yer haline gelirdi...
Biraz bu düşünceyle, biraz da yıllarca yapmak isteyip de yapamadığım şeyi gerçekleştirmek arzusuyla bu tura iştirak etmeye karar verdim.
Kısa bir mailleşmenin ardından ismim katılımcı listesinde yerini almıştı. Artık Pazar Günü’nü beklemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı...
Pazar sabah saat 10’da Galata Kulesi’nin önünden başlayan ve yaklaşık 4 saat süren gezimiz; rehberimiz Sayın İnci Türkoğlu’nun akıcı anlatımıyla, hoş sohbetiyle benim için bir solukta bitivermişti. Bu arada dünya şekeri iki kişiyle de tanışma fırsatı buldum. Lina Hanım ve Teri Hanım… Onlara da buradan sevgilerimi yolluyorum.
Az sonra yükleyeceğim her fotoğrafın altına açıklamalar yaparak yazımı bitirebilirdim. Ama ben öyle yapmayacağım. Sadece fotoğrafları yükleyeceğim. Merak edilenleri ise ayda iki kere düzenlenen bu gezilerden birine katılarak, Galata'nın atmosferini yaşayarak öğrenmek çok daha zevkli olmaz mı sizce de?