Ynt: Gezenbilir; Kaz Dağları'nda Çadırlı Kamp ve Trekking (29 - 31 Ekim 2010)
efendim herkese iyi akşamlar,
herkes evine dönmüş duşunu alıp kirlileri makinaya doldururken, gelir gelmez internete bağlanan herhalde bir ben varım (ben bitirene kadar ömer yazmış tabii, ama ben iki saattir bu yazıyı hazırlıyorum!)
taze taze yazmak istedim merak eden arkadaşlara. kamp keyifliydi, kaçırdınız

ama her zaman tekrarlanabilir. şansımıza, hava durumunda beklenmesine rağmen yağmur da yağmadı ve çevrenin güzelliklerine doyduk. bunlar neler: dere kenarında dev çınar, kestane ağaçlarının altında güzel bir kamp alanı, sabah yüzümüzü yıkamak için buz gibi dere suyu (tadı da çok iyi), sürekli ateşi besleyip grubu sıcak tutan arkadaşlar, dere boylarından birinde tıngır mıngır yavaş bir yürüyüş, yerde bulduğumuz tek tük kestaneler (kebap), karşıdaki boş alabalık çiftliğinin büyülü havası (ben hissettim), fotoğraf avcılığı için bol malzeme...
tek derdimiz gecenin soğuğu, yetersiz tulumlar (benimki) ve kampın arka tarafında konuşlanan endurocu arkadaşların motorlarının gürültüsüydü (endurocularla kampçıların çelişen yaşam tarzları...)
sevimli insanlarla tanıştım, temiz hava aldım. biraz çok yedim az hareket ettim, ama olsun bu seferlik.. kazdağına geri dönüş her zaman güzel oluyor. dönüşte hasan boğuldu milli parkı'na uğradık birkaç araba. soranlara orda pek birşey yok demiştim. herhalde daha önce hep yazın gittiğimden, şelalelerin görkemini görememişim, ya da unutmuşum. bol bol fotoğraf çeken arkadaşlar eminim bugün yarın merakınızı giderirler. organizasyonu yapan, beni arabalarına alan, iki kelime edip birşeyler paylaşan herkese çok teşekkür ederim.
bir eleştirim olacak naçizane, grubumuza, aslında özeleştiri. kamp ateşinde plastik çöplerin yakılmasını, çıkan zehirli gazların hem çevreye hem de etrafta dolanan bizlere zararından dolayı yanlış buluyorum. bazı yürüyüş grupları hem kendi hem de başkalarının bırakmış oldukları çöpleri ellerinden geldiğince (arabaya sığacak kadar mesela) toplayıp şehre getiriyorlar. bunları şehirde ayrıştırmak, geri dönüştürmek zor olabilir; ama en azından hayran olduğumuz doğal ortamda bırakmayıp şehre getirebiliriz. orayı olduğu gibi koruyabilmek için hiçbir şey bırakmamak ve oradan da mümkün olduğunca az şey almak ilkesiyle hareket eden spor kulüpleri var, biz de onları örnek alabiliriz. örneğin bir mandalin kabuğunu, o da organik madde diye ormana atmak caiz midir? bir hayvan çürüyen kabuğu yiyebilir ve zehirlenebilir. onun doğal ortamına ait birşey değil çünkü (ortada mandalin ağaçları varsa başka tabii). yaktığımız plastiklerden çıkan gazların çevredeki ağaçlarda vs. yaşayan canlılara zarar verdiği gibi. yakarak yok edilmiyor bu maddeler. doğada hiçbir şey yok olmaz diye biliyorum, yalnızca form değiştirir. yanlış mı biliyorum, hocalarım söylesinler? parmak ucumuzda gezmeliyiz. örneğin ben de bulaşıkları deterjanla yıkadım derede, saçmaladığımın da gayet farkındaydım, ama geç aklıma geldi ateşin külünü kullanmak. deterjanın ne işi var orada? haydi sabun daha az zarar veriyor (doğal sabun, bunu da araştırmak lazım) ona mecburuz diyelim ama deterjanın içinde çok güçlü kirleticiler var. buna karşılık külle çok iyi temizlenir herşey, hem de bedava! mutlaka bir zarar vereceğiz oraya girdiğimiz zaman, kaçarı yok. ama en aza indirgeyebiliriz. çok bulaşık yıkandığı için, ona dikkat edebiliriz mesela ama bir parça diş macununu gözardı edebiliriz (buna karşı çıkanlar da var, bu forumda o kadar "radikal çevreci" var mı bilmiyorum. varsa, kamp alanında değillerdi)
ukalalık diye düşünmediniz inşallah. forumda yazmıyorsun diyorlar, yazdım işte. iyi bir tartışma konusu olabilir.
saygılar, sevgiler...
not: mandalin kabuğu örneğini forum moderatörü (şimdi farkettim) yaşar ergün'ün antakya'da gerçekleştirilen ekoloji temelli doğa eğitimi için bir yazısında okumuştum, şimdi bulamadım. o yazıyı okuyunca fikrim değişmişti benim de, yani kabukları ormana atmak konusunda.
not2: murat sormuştu, hasan boğuldu'nun hikayesinde emine'nin kendini astığı ağacın ceviz olduğunu nereden bildiğimi. sabahattin ali'nin yörenin köylülerinden derlediği bir efsane bu. ilk defa kendisi, hikaye olarak yazmış. ama cevizi ben atmışım, ulu bir çınarmış meğerse. ve hikayedeki bazı ayrıntıları yanlış anlatmışım arkadaşlar (hasan'ın ayağı falan kayıp düşmemiş, daha acıklı bir sahne söz konusu), bu bağlantıdan doğru özetini okuyabilirsiniz:
http://www.zeytinli.bel.tr/362,hasan-bo%C4%9Euldu-efsanes%C4%B0.html