mayıstosböce
An lar Sadece An lar,Yaşam Budur Zaten
Platon demişti ki: "Önünüzü görmek istiyorsanız, günlük hayatın mekanizmasını sadeleştirin."
GÖNÜLLÜ SADELİK, insanın hayatından ihtiyaç fazlasını çıkarmak suretiyle, daha başka şeylerin hayatımız içinde yer alabilmesi için zemin hazırlar.
.
Bunlar arasında, kendimizin ve içinde yaşadığımız dünyanın farkına varmak, bizi çevreleyen güzellikleri her an içimize sindirerek yaşamak, aldığımız her soluğun hakkını vermek, başta aile bireyleri olmak üzere insanlarla ilişkilerimizi canlandırmak, başka insanların dertlerini ve mutluluklarını paylaşmak, sadece kendisi için çalışan bir tüketici rolünden sıyrılarak başkaları için de birşeyler yapabilmek, üzerinde yaşadığımız gezegenin daha yaşanabilir bir hal alması için kendi çapında bir katkıda bulunmak gibi küçüklü büyüklü sayısız hazlar ve mutluluklar vardır.
“dış görünüşüyle sade, içeride ise alabildiğine zengin” bir yaşam biçimi.
Ekonomi, son yüzyılda insanların hayatına bir din olarak girdi ve onlara, tek bir hayat amacı gösterdi:
TÜKETİM!
Ve insanlar tüketmeye başladılar.Reklamlarıyla kuşattı insanları bu yeni din. Televizyonlarıyla kıskıvrak yakaladı. Bir süre sonra insanlar tüketmekten başka birşey düşünemez hale geldiler.
Ömürler tükendi, değerler tükendi, insanlık tükendi, çevre tükendi.
Tarihin bu en amansız diktatörlüğünden kurtulmanın bir yolu var:
Fazlalıkları atmak. Gürültüden, parazitlerden kurtulmak. Hız düşürmek.
Sonrası, hem dış dünyanın, hem iç dünyamızın güzellikleriyle baş başa, alabildiğine renkli ve zengin bir hayat.
ÖNCEKİ ÇAĞLARDA daha az şeye ihtiyaç duyan ve bu ihtiyaçlarını fazla zorlanmadan karşılayarak mutluluğu yakalayan insanlar, uygarlığın gelişmesine paralel olarak yeni yeni ihtiyaçlar ediniyor ve kendilerini, bu ihtiyaçları karşılamak zorunda buluyorlardı.
Böylelikle Batı dünyası “tüketim” denen büyülü formülü icad etti. Daha doğrusu, onu, bulunduğu kuyu dibinden çıkardı, süsleyip boyadı ve insanlara yeni bir din olarak sattı.
. Ünlü satış analisti Victor Lebow’un, savaş sonrasında tüketimi ekonomi için vazgeçilmez bir koşul olarak nitelerken; Muazzam derecede üretken ekonomimiz, tüketimi bir hayat biçimi haline getirmemizi gerektiriyor. Artık mal satın alma ve kullanmayı düzenli bir dinsel tören haline getirmeli, ruhsal doyumu ve egolarımızın tatminini tüketimde aramalıyız. Eşyayı gittikçe artan bir hızla tüketmek, eskitmek, yıpratmak, atmak ve yenilemek zorundayız.
YENİ DİN, kutsal emirlerinin yanı sıra, bir de yasak getirmişti hem ekonomiye, hem insanlara.
Her ikisi de asla “Yeter” demeyecekti.
Eğer bir Rockefeller gece gündüz hiç durmaksızın her dakika 30 bin dolar harcayarak bir ömür içinde tüketemeyeceği bir servete kavuşmuşsa, “Bu kadarı bana yeter” deyip bir kenara çekilemez, kazandıklarının keyfini çıkaracak bir hayatı aklının köşesinden bile geçiremezdi. Kazandıklarını korumak, oradan buraya ve buradan şuraya aktarmak ve daha da çok kazanmak için, onun da son nefesine kadar günde 17 saatlik bir çalışmayla ömrünü tüketmesi gerekiyordu.
Tüketici ise, ancak tüketmek suretiyle çağdaş dünyada bir yer edinebilir ve ne kadar tüketirse, değerini o kadar yükseltebilirdi. O da değerini korumak ve yüceltmek için sürekli tüketmek zorundaydı ve hayatının hiçbir döneminde “Bu kadar yeter” deme hakkına sahip değildi.
Zaten böyle birşeyi düşünmek için fırsatı ve zamanı da yoktu; çünkü önüne konulan hedefler ve tahrik edilen talepler tükenmek bilmiyordu.
KESİN OLAN birşey daha var:
Yarınki ihtiyaç maddelerimizle gelirimiz arasındaki uçurum, bugünkünden daha fazla derinleşmiş olacak.
Çünkü gelirimiz, hiçbir zaman beklentilerimizle orantılı şekilde artmıyor; ondaki herhangi bir artışı fazlasıyla silip süpürecek yeni hedefler önümüze daha önceden dikiliyor ve bir yaşam amacı olarak bizi bekliyor. Sürekli değişen koşullar, refah ve yoksulluk kavramlarını da sürekli olarak yeniden tanımlıyor ve bir zamanın zenginliği, başka bir zamanın fakirliği halini alıyor.
SADE HAYAT FAKİRLİK Mİ?
Bu, özgür insanın gönüllülüğüdür ve kişinin kendi ihtiyaçlarını kendisinin belirlemesi esasına dayanmaktadır. Kendi ihtiyaçlarını belirleyen insan, gelir ve giderleri arasındaki dengeyi de kurmuş, yahut bu dengeye tüketici insandan daha fazla yaklaşmıştır.
İnsan, geliri ile gideri arasında bir denge konumuna yaklaştığı oranda fakirlikten uzaklaşmış demektir. Bu yüzden, ne kadar mütevazi bir gelire sahip olursa olsun, bu geliriyle hayattan beklentilerini karşılayabilen bir insan, çok kazandığı halde beklentileriyle geliri arasındaki uçurumu bir türlü kapatamayan birisine göre “zengin” olarak tanımlanmaya daha lâyık bir kimsedir.
GÖNÜLLÜ SADELİK, insanın hayatından ihtiyaç fazlasını çıkarmak suretiyle, daha başka şeylerin hayatımız içinde yer alabilmesi için zemin hazırlar.
DÜNYA SADELİK KOMÜNİTESİ
Findhorn Komünitesi (İskoçya) http://www.findhorn.org/index.php?tz=-180
1972’de kuruldu. Dünyanın her yerinden 350-400 kişi Findhorn adı verilen bu bölgedeki eko-köyde yaşıyor. Yaklaşık üç bin kişi de her yıl bu köyü ziyaret ediyor. Birkaç gün burada kalıyor. Onlara holistik eğitimler veriliyor, sade hayata nasıl ulaşılacağını anlatan atölyeler yapılıyor.
Erik Köyü (Fransa) http://www.plumvillage.org/
Vietnamlı rahip Thich Nhat Hahn tarafından 1982’de Güney Fransa’daki kuruldu. Vietnam’a girmesi yasaklanan bu rahip önce Paris’in güneyinde Tatlı Patates adlı bir komünite kurmuştu. Fakat katılımcıların sayısı artınca daha büyük bir arazi arayışına girdi. En sonunda orijinal adı Persimmon Köyü olan araziyi satın aldı. Burada müthiş erik ağaçları olduğu için köyün adı Erik Köyü olarak değiştirildi. Her yıl 4 haftalık inziva hayatı sunuyor dünyanın her yerinden gelen ziyaretçilerine. Katılım 2500-3000 kişi arasında değişiyor.
Sadelik Forumu (Kuzey Amerika)
Sadelik Forumu akademisyenler, yazarlar ve aktivistlerden oluşan bir düşünce kuruluşu. 2001’de kuruldu. Duane Elgin de bu forumun en aktif üyelerinden. Sadelik akımının dünyada yayılması için kitaplar hazırlıyor, makaleler yazıyor, konferanslar düzenliyorlar.
Downshifting Downunder (Avustralya ve İngiltere) http://downshifting.naturalinnovation.org/
2005’te Sydney’de kuruldu. Eylül 2006’da İngiltere’de şube açtı. İnsanların vites düşürüp biraz yavaşlamaları (zaten örgütün adı da vites düşürmek anlamına geliyor), daha az tüketmeleri için eylemler düzenliyorlar.
Vites Küçültme'nin özünde beş değer var: tasarruf bilinci, maddi sadelik ya da basitlik, kendine yeterlilik, küçük ölçeklilik ve kişisel gelişim. Başka bir deyişle "Slow Food" ve "Slow City" hareketlerinin değerlerine çok benzer değerler bunlar. "David Report"da mümkün olduğu kadar akıllıca yaşamı seçmeye çalışıyoruz. Canımız istediğinde okyanus kıyısında gezinebilmek, ayaklarımızı suya sokabilmek. Ya da bahçeden gül toplamak. Çocuklarımızı anaokulunda tutmak yerine onlarla her gün birlikte vakit geçirmek. Günümüz ilkelerinden, kurallarından uzaklaşmaya cüret etmek. Kendi felsefelerimize dayalı yolumuza gitmeye cesaret etmek. Yaşam boşa harcanamayacak kadar kısa. Aslında bütün mesele kendi koşullarımızın kontrolünü ele almak. Nasıl yaşadığımızın farkında olmak. Söylemesi kolay, yapması zor...
Vites Küçültme hareketi tüketimi tamamen kesin demiyor, bu diyet yaparken hiç bir şey yememek gibi olurdu, hayatta kalamazdınız. Ama belki arabayı ve çim biçme makinesini komşuyla paylaşmak mümkündür. Hatta birbirinden bir şeyler ödünç almak ve bu arada sosyal bir bağ kurmak. Unutmayalım ki tüketim paranın yanı sıra zaman da çalar. Ortalama bir Amerikalı alışverişe haftada altı saat harcıyor. Malzeme idaresinin üzerine bu da bir diğer yan etkisi tüketimimizin.
İsveç'te birlikte yaşayan ebeveynlerin geliri, enflasyon etkisi ayıklandıktan sonra, son otuz yılda yüzde otuz artmış. O halde biz de 1995'deki yaşam standartlarımıza geri dönebilirsek, prensipte, yüzde otuz daha fazla boş zamanımız olur.
Vites Küçültme Hareketi, yandaşlarının çoğunluğu iyi eğitim görmüş orta sınıf insanları olduğundan, zaman zaman seçkinci olmakla eleştirilir. Büyük olasılıkla sırf hayatının kontrolünü kaybettiğini düşündüğü için en yüksek mevkilerdeyken işinden ayrılan insanları anlatan makaleler okumuşsunuzdur. Ama bu dokuzdan beşe bir ofiste çalışmak yerine evden çalışmayı seçmek kadar basit de olabilir. Hayat seçimlerden ibarettir, tasarruf bilinci kazanmak mı yoksa ölesiye alış veriş etmek mi?
BASİT YAŞAMIN KURALLARI ÇOK BASİT
Arkadaşınız, eşiniz ve çocuğunuzla daha çok vakit geçirin. Onlarla yürüyüşe çıkın, bir öğünü paylaşın, şarkı söyleyin ya da birilerine yardım edin.
Her bakımdan beslenin! Bedeniniz için koşun veya bisiklete binin. Ruhunuz için ilişkilerinizde oyunsuz, yalansız ve dolaysız olun. Yaptığınız her şeyi tutkulu yapın ya da sadece tutku ve şevk duyduğunuz şeyleri yapın. Zihniniz için yeni şeyler öğrenin, küçük kurslara katılın.
Daha az kıyafet alın. Aldığınız kıyafetlerin modaya uygunluğuna değil fonksiyonel olmasına dikkat edin. Kozmetik ve mücevher almayın.
Satın aldığınız her şeyin çevreye zarar vermeden üretildiğine, dayanıklı ve tamir edilebilir olmasına dikkat edin.
Evinizde az kullandığınız her şeyi (kıyafet, kitap, mobilya, alet edevat), ihtiyacı olan birine verin. Eviniz kalabalık olmasın.
Her ortamda kadın erkek eşitliğinin sağlanmasına katkınız olsun.
Bahçıvanlığın, tesisatçılığın, marangozluğun, terziliğin en basit özelliklerini öğrenin.
Sessiz iletişim yöntemlerini kullanın. Sarılmak, gülümsemek, kafa sallamak vs.
Mümkünse işinize yakın bir yerde oturun. Değilse, ulaşım için birkaç iş arkadaşınızla aynı arabayı kullanın ya da toplu taşıma araçlarına binin.
NEYİ ATACAĞINIZI EN İYİ SİZ BİLİRSİNİZ
Sade hayatın tanımı kişiden kişiye değişir. Çünkü hayatınızı nelerin karmaşık, biçimsiz ve hantal hale getirdiğini ancak siz bilebilirsiniz. Sade yaşamak demek, omuzlarınız daki yükü üstünüzden atmak demek. Daha hafif, daha temiz ve aerodinamik bir hayat demek. Dikkatinizi dağıtan ayrıntılardan kurtulup hayatla baş başa ve yüz yüze kalmak demek. Özü bu!
Gönüllü sadelik ile ilgili makaleler internette fazlasıyla mevcut isteyenler benim bulduğum bu yazıları fazlasıyla bulabilirler,ben size bu fıkrayı buldum özetlemek adına…Tabi şunu da düşünmeden edemiyorum,küçük bölünmüş etkisiz grupları yönlendirmek daha kolaydır ve emperyalistler,dünyayı kendi bahçeleri olarak görenler için bu çok iyidir ,her ne kadar bu hareketi uygulayanların bilinç düzeyi çok yüksek olsa da ,yukarıdaki Rockefeller örneğine dikkat ederseniz benim kaldığım ikilemde sizde kalabilirsiniz,yada kapitalist sistemin yaratmak istediği paranoyaklardan mı oldum acaba.Niye böyle bir yaşamı karavancılara uygun buldum bunun nedeni bu yaşam tarzına çok yakın olmamız aslında,çünkü herşeyin azını karavanımızda taşımak zorundayız ve taşıdığımız herşey fonksiyonel olmak zorun,amacımız içinde yaşadığımız aracın en pahalısı en elektroniği değil amacımız hayatta olduğunu bütün hücrelerinle hissetmek ve bunun için karavanı, seçmek.Özünde çadırdan ,herhangi bir araçtan farkı yok ama size çok uygun yaşam olanağı sağladığı için doğa şartlarından daha az etkilenirsiniz buda daha özgür ve istediğiniz mekanlarda daha uzun bulunma gibi bir avantaj sağlar.
Tüketim Fıkramız Heinrich Böll'den :
Amerikalı bir iş adamı küçük Meksika'da küçük bir balıkçı köyünün iskelesinde durduğu sırada bir balıkçı küçük kayığıyla iskeleye yanaştı. Kayıkta bir kaç tane sarı kanatlı ton balığı vardı. Amerikalı balıkların çok iyi göründüğünü söyledi Meksikalıya.
"Ne kadar zamanda tuttun bunları"diye sordu.
“Fazla uzun sürmedi” diye cevapladı Meksikalı.
Amerikalı “Neden daha uzun süre kalıp daha çok balık tutmuyorsun?” diye sordu.
“Aileme yetecek kadar tuttum.” dedi Meksikalı.
“Peki” dedi Amerikalı, “Kalan zamanını nasıl geçiriyorsun?”
Meksikalı balıkçı "geç kalkıyorum, biraz balık tutuyorum,çocuklarımla oynuyorum, karım Maria'yla öğle uykusuna yatıyorum, her akşam köye gidiyor arkadaşlarımla şarap içip gitar çalıyorum, hep meşgulüm, boş durmuyorum bayım" diye cevapladı.
Amerikalı istihzayla "Harvard'dan işletme ihtisasım var, sana yardımcı olabilirim" dedi. "Daha uzun süre balık tutarsan, kazandığınla daha büyük bir tekne alabilirsin, büyük teknenin kazancıyla da bir kaç tane tekne alırsın, sonunda bir balıkçı filosu sahibi olabilirsin.”
“Yakaladıklarını komisyoncu yerine doğrudan tüketiciye satarsan, sonunda kendi konserve fabrikanı açabilirsin. Ürünün işlenmesi ve dağıtımını kendi denetiminde tutarsın. Bu küçük kıyı köyünden ayrılman ve başkent Meksiko'ya taşınman gerekir, derken Los Angeles'a zamanla da New York'a gidip işlerini iyice genişletebilirsin.”
Meksikalı "Peki, bayım, bu ne kadar zaman alır?" diye sordu.”
Amerikalı'nın buna cevabı “15-20 yıl” oldu.
“Ya sonra, bayım?”
Amerikalı güldü "bu da en iyi kısmı. Zamanı gelince şirketini halka açarsın, şirket hisselerini satar, çok
zengin olursun, milyonlar kazanırsın."
“Milyonlar mı, bayım? Sonra ne olacak?”
Amerikalı sesini alçaltarak cevapladı "Emekli olursun. Geç kalkacağın, biraz balık tutacağın, çocuklarınla oynayacağın, karınla öğle uykusu alacağın, akşamları da arkadaşlarınla şarap içip gitar çalacağın bir balıkçı köyüne taşınırsın..."
[attachment=1][attachment=2]
GÖNÜLLÜ SADELİK, insanın hayatından ihtiyaç fazlasını çıkarmak suretiyle, daha başka şeylerin hayatımız içinde yer alabilmesi için zemin hazırlar.
.
Bunlar arasında, kendimizin ve içinde yaşadığımız dünyanın farkına varmak, bizi çevreleyen güzellikleri her an içimize sindirerek yaşamak, aldığımız her soluğun hakkını vermek, başta aile bireyleri olmak üzere insanlarla ilişkilerimizi canlandırmak, başka insanların dertlerini ve mutluluklarını paylaşmak, sadece kendisi için çalışan bir tüketici rolünden sıyrılarak başkaları için de birşeyler yapabilmek, üzerinde yaşadığımız gezegenin daha yaşanabilir bir hal alması için kendi çapında bir katkıda bulunmak gibi küçüklü büyüklü sayısız hazlar ve mutluluklar vardır.
“dış görünüşüyle sade, içeride ise alabildiğine zengin” bir yaşam biçimi.
Ekonomi, son yüzyılda insanların hayatına bir din olarak girdi ve onlara, tek bir hayat amacı gösterdi:
TÜKETİM!
Ve insanlar tüketmeye başladılar.Reklamlarıyla kuşattı insanları bu yeni din. Televizyonlarıyla kıskıvrak yakaladı. Bir süre sonra insanlar tüketmekten başka birşey düşünemez hale geldiler.
Ömürler tükendi, değerler tükendi, insanlık tükendi, çevre tükendi.
Tarihin bu en amansız diktatörlüğünden kurtulmanın bir yolu var:
Fazlalıkları atmak. Gürültüden, parazitlerden kurtulmak. Hız düşürmek.
Sonrası, hem dış dünyanın, hem iç dünyamızın güzellikleriyle baş başa, alabildiğine renkli ve zengin bir hayat.
ÖNCEKİ ÇAĞLARDA daha az şeye ihtiyaç duyan ve bu ihtiyaçlarını fazla zorlanmadan karşılayarak mutluluğu yakalayan insanlar, uygarlığın gelişmesine paralel olarak yeni yeni ihtiyaçlar ediniyor ve kendilerini, bu ihtiyaçları karşılamak zorunda buluyorlardı.
Böylelikle Batı dünyası “tüketim” denen büyülü formülü icad etti. Daha doğrusu, onu, bulunduğu kuyu dibinden çıkardı, süsleyip boyadı ve insanlara yeni bir din olarak sattı.
. Ünlü satış analisti Victor Lebow’un, savaş sonrasında tüketimi ekonomi için vazgeçilmez bir koşul olarak nitelerken; Muazzam derecede üretken ekonomimiz, tüketimi bir hayat biçimi haline getirmemizi gerektiriyor. Artık mal satın alma ve kullanmayı düzenli bir dinsel tören haline getirmeli, ruhsal doyumu ve egolarımızın tatminini tüketimde aramalıyız. Eşyayı gittikçe artan bir hızla tüketmek, eskitmek, yıpratmak, atmak ve yenilemek zorundayız.
YENİ DİN, kutsal emirlerinin yanı sıra, bir de yasak getirmişti hem ekonomiye, hem insanlara.
Her ikisi de asla “Yeter” demeyecekti.
Eğer bir Rockefeller gece gündüz hiç durmaksızın her dakika 30 bin dolar harcayarak bir ömür içinde tüketemeyeceği bir servete kavuşmuşsa, “Bu kadarı bana yeter” deyip bir kenara çekilemez, kazandıklarının keyfini çıkaracak bir hayatı aklının köşesinden bile geçiremezdi. Kazandıklarını korumak, oradan buraya ve buradan şuraya aktarmak ve daha da çok kazanmak için, onun da son nefesine kadar günde 17 saatlik bir çalışmayla ömrünü tüketmesi gerekiyordu.
Tüketici ise, ancak tüketmek suretiyle çağdaş dünyada bir yer edinebilir ve ne kadar tüketirse, değerini o kadar yükseltebilirdi. O da değerini korumak ve yüceltmek için sürekli tüketmek zorundaydı ve hayatının hiçbir döneminde “Bu kadar yeter” deme hakkına sahip değildi.
Zaten böyle birşeyi düşünmek için fırsatı ve zamanı da yoktu; çünkü önüne konulan hedefler ve tahrik edilen talepler tükenmek bilmiyordu.
KESİN OLAN birşey daha var:
Yarınki ihtiyaç maddelerimizle gelirimiz arasındaki uçurum, bugünkünden daha fazla derinleşmiş olacak.
Çünkü gelirimiz, hiçbir zaman beklentilerimizle orantılı şekilde artmıyor; ondaki herhangi bir artışı fazlasıyla silip süpürecek yeni hedefler önümüze daha önceden dikiliyor ve bir yaşam amacı olarak bizi bekliyor. Sürekli değişen koşullar, refah ve yoksulluk kavramlarını da sürekli olarak yeniden tanımlıyor ve bir zamanın zenginliği, başka bir zamanın fakirliği halini alıyor.
SADE HAYAT FAKİRLİK Mİ?
Bu, özgür insanın gönüllülüğüdür ve kişinin kendi ihtiyaçlarını kendisinin belirlemesi esasına dayanmaktadır. Kendi ihtiyaçlarını belirleyen insan, gelir ve giderleri arasındaki dengeyi de kurmuş, yahut bu dengeye tüketici insandan daha fazla yaklaşmıştır.
İnsan, geliri ile gideri arasında bir denge konumuna yaklaştığı oranda fakirlikten uzaklaşmış demektir. Bu yüzden, ne kadar mütevazi bir gelire sahip olursa olsun, bu geliriyle hayattan beklentilerini karşılayabilen bir insan, çok kazandığı halde beklentileriyle geliri arasındaki uçurumu bir türlü kapatamayan birisine göre “zengin” olarak tanımlanmaya daha lâyık bir kimsedir.
GÖNÜLLÜ SADELİK, insanın hayatından ihtiyaç fazlasını çıkarmak suretiyle, daha başka şeylerin hayatımız içinde yer alabilmesi için zemin hazırlar.
DÜNYA SADELİK KOMÜNİTESİ
Findhorn Komünitesi (İskoçya) http://www.findhorn.org/index.php?tz=-180
1972’de kuruldu. Dünyanın her yerinden 350-400 kişi Findhorn adı verilen bu bölgedeki eko-köyde yaşıyor. Yaklaşık üç bin kişi de her yıl bu köyü ziyaret ediyor. Birkaç gün burada kalıyor. Onlara holistik eğitimler veriliyor, sade hayata nasıl ulaşılacağını anlatan atölyeler yapılıyor.
Erik Köyü (Fransa) http://www.plumvillage.org/
Vietnamlı rahip Thich Nhat Hahn tarafından 1982’de Güney Fransa’daki kuruldu. Vietnam’a girmesi yasaklanan bu rahip önce Paris’in güneyinde Tatlı Patates adlı bir komünite kurmuştu. Fakat katılımcıların sayısı artınca daha büyük bir arazi arayışına girdi. En sonunda orijinal adı Persimmon Köyü olan araziyi satın aldı. Burada müthiş erik ağaçları olduğu için köyün adı Erik Köyü olarak değiştirildi. Her yıl 4 haftalık inziva hayatı sunuyor dünyanın her yerinden gelen ziyaretçilerine. Katılım 2500-3000 kişi arasında değişiyor.
Sadelik Forumu (Kuzey Amerika)
Sadelik Forumu akademisyenler, yazarlar ve aktivistlerden oluşan bir düşünce kuruluşu. 2001’de kuruldu. Duane Elgin de bu forumun en aktif üyelerinden. Sadelik akımının dünyada yayılması için kitaplar hazırlıyor, makaleler yazıyor, konferanslar düzenliyorlar.
Downshifting Downunder (Avustralya ve İngiltere) http://downshifting.naturalinnovation.org/
2005’te Sydney’de kuruldu. Eylül 2006’da İngiltere’de şube açtı. İnsanların vites düşürüp biraz yavaşlamaları (zaten örgütün adı da vites düşürmek anlamına geliyor), daha az tüketmeleri için eylemler düzenliyorlar.
Vites Küçültme'nin özünde beş değer var: tasarruf bilinci, maddi sadelik ya da basitlik, kendine yeterlilik, küçük ölçeklilik ve kişisel gelişim. Başka bir deyişle "Slow Food" ve "Slow City" hareketlerinin değerlerine çok benzer değerler bunlar. "David Report"da mümkün olduğu kadar akıllıca yaşamı seçmeye çalışıyoruz. Canımız istediğinde okyanus kıyısında gezinebilmek, ayaklarımızı suya sokabilmek. Ya da bahçeden gül toplamak. Çocuklarımızı anaokulunda tutmak yerine onlarla her gün birlikte vakit geçirmek. Günümüz ilkelerinden, kurallarından uzaklaşmaya cüret etmek. Kendi felsefelerimize dayalı yolumuza gitmeye cesaret etmek. Yaşam boşa harcanamayacak kadar kısa. Aslında bütün mesele kendi koşullarımızın kontrolünü ele almak. Nasıl yaşadığımızın farkında olmak. Söylemesi kolay, yapması zor...
Vites Küçültme hareketi tüketimi tamamen kesin demiyor, bu diyet yaparken hiç bir şey yememek gibi olurdu, hayatta kalamazdınız. Ama belki arabayı ve çim biçme makinesini komşuyla paylaşmak mümkündür. Hatta birbirinden bir şeyler ödünç almak ve bu arada sosyal bir bağ kurmak. Unutmayalım ki tüketim paranın yanı sıra zaman da çalar. Ortalama bir Amerikalı alışverişe haftada altı saat harcıyor. Malzeme idaresinin üzerine bu da bir diğer yan etkisi tüketimimizin.
İsveç'te birlikte yaşayan ebeveynlerin geliri, enflasyon etkisi ayıklandıktan sonra, son otuz yılda yüzde otuz artmış. O halde biz de 1995'deki yaşam standartlarımıza geri dönebilirsek, prensipte, yüzde otuz daha fazla boş zamanımız olur.
Vites Küçültme Hareketi, yandaşlarının çoğunluğu iyi eğitim görmüş orta sınıf insanları olduğundan, zaman zaman seçkinci olmakla eleştirilir. Büyük olasılıkla sırf hayatının kontrolünü kaybettiğini düşündüğü için en yüksek mevkilerdeyken işinden ayrılan insanları anlatan makaleler okumuşsunuzdur. Ama bu dokuzdan beşe bir ofiste çalışmak yerine evden çalışmayı seçmek kadar basit de olabilir. Hayat seçimlerden ibarettir, tasarruf bilinci kazanmak mı yoksa ölesiye alış veriş etmek mi?
BASİT YAŞAMIN KURALLARI ÇOK BASİT
Arkadaşınız, eşiniz ve çocuğunuzla daha çok vakit geçirin. Onlarla yürüyüşe çıkın, bir öğünü paylaşın, şarkı söyleyin ya da birilerine yardım edin.
Her bakımdan beslenin! Bedeniniz için koşun veya bisiklete binin. Ruhunuz için ilişkilerinizde oyunsuz, yalansız ve dolaysız olun. Yaptığınız her şeyi tutkulu yapın ya da sadece tutku ve şevk duyduğunuz şeyleri yapın. Zihniniz için yeni şeyler öğrenin, küçük kurslara katılın.
Daha az kıyafet alın. Aldığınız kıyafetlerin modaya uygunluğuna değil fonksiyonel olmasına dikkat edin. Kozmetik ve mücevher almayın.
Satın aldığınız her şeyin çevreye zarar vermeden üretildiğine, dayanıklı ve tamir edilebilir olmasına dikkat edin.
Evinizde az kullandığınız her şeyi (kıyafet, kitap, mobilya, alet edevat), ihtiyacı olan birine verin. Eviniz kalabalık olmasın.
Her ortamda kadın erkek eşitliğinin sağlanmasına katkınız olsun.
Bahçıvanlığın, tesisatçılığın, marangozluğun, terziliğin en basit özelliklerini öğrenin.
Sessiz iletişim yöntemlerini kullanın. Sarılmak, gülümsemek, kafa sallamak vs.
Mümkünse işinize yakın bir yerde oturun. Değilse, ulaşım için birkaç iş arkadaşınızla aynı arabayı kullanın ya da toplu taşıma araçlarına binin.
NEYİ ATACAĞINIZI EN İYİ SİZ BİLİRSİNİZ
Sade hayatın tanımı kişiden kişiye değişir. Çünkü hayatınızı nelerin karmaşık, biçimsiz ve hantal hale getirdiğini ancak siz bilebilirsiniz. Sade yaşamak demek, omuzlarınız daki yükü üstünüzden atmak demek. Daha hafif, daha temiz ve aerodinamik bir hayat demek. Dikkatinizi dağıtan ayrıntılardan kurtulup hayatla baş başa ve yüz yüze kalmak demek. Özü bu!
Gönüllü sadelik ile ilgili makaleler internette fazlasıyla mevcut isteyenler benim bulduğum bu yazıları fazlasıyla bulabilirler,ben size bu fıkrayı buldum özetlemek adına…Tabi şunu da düşünmeden edemiyorum,küçük bölünmüş etkisiz grupları yönlendirmek daha kolaydır ve emperyalistler,dünyayı kendi bahçeleri olarak görenler için bu çok iyidir ,her ne kadar bu hareketi uygulayanların bilinç düzeyi çok yüksek olsa da ,yukarıdaki Rockefeller örneğine dikkat ederseniz benim kaldığım ikilemde sizde kalabilirsiniz,yada kapitalist sistemin yaratmak istediği paranoyaklardan mı oldum acaba.Niye böyle bir yaşamı karavancılara uygun buldum bunun nedeni bu yaşam tarzına çok yakın olmamız aslında,çünkü herşeyin azını karavanımızda taşımak zorundayız ve taşıdığımız herşey fonksiyonel olmak zorun,amacımız içinde yaşadığımız aracın en pahalısı en elektroniği değil amacımız hayatta olduğunu bütün hücrelerinle hissetmek ve bunun için karavanı, seçmek.Özünde çadırdan ,herhangi bir araçtan farkı yok ama size çok uygun yaşam olanağı sağladığı için doğa şartlarından daha az etkilenirsiniz buda daha özgür ve istediğiniz mekanlarda daha uzun bulunma gibi bir avantaj sağlar.
Tüketim Fıkramız Heinrich Böll'den :
Amerikalı bir iş adamı küçük Meksika'da küçük bir balıkçı köyünün iskelesinde durduğu sırada bir balıkçı küçük kayığıyla iskeleye yanaştı. Kayıkta bir kaç tane sarı kanatlı ton balığı vardı. Amerikalı balıkların çok iyi göründüğünü söyledi Meksikalıya.
"Ne kadar zamanda tuttun bunları"diye sordu.
“Fazla uzun sürmedi” diye cevapladı Meksikalı.
Amerikalı “Neden daha uzun süre kalıp daha çok balık tutmuyorsun?” diye sordu.
“Aileme yetecek kadar tuttum.” dedi Meksikalı.
“Peki” dedi Amerikalı, “Kalan zamanını nasıl geçiriyorsun?”
Meksikalı balıkçı "geç kalkıyorum, biraz balık tutuyorum,çocuklarımla oynuyorum, karım Maria'yla öğle uykusuna yatıyorum, her akşam köye gidiyor arkadaşlarımla şarap içip gitar çalıyorum, hep meşgulüm, boş durmuyorum bayım" diye cevapladı.
Amerikalı istihzayla "Harvard'dan işletme ihtisasım var, sana yardımcı olabilirim" dedi. "Daha uzun süre balık tutarsan, kazandığınla daha büyük bir tekne alabilirsin, büyük teknenin kazancıyla da bir kaç tane tekne alırsın, sonunda bir balıkçı filosu sahibi olabilirsin.”
“Yakaladıklarını komisyoncu yerine doğrudan tüketiciye satarsan, sonunda kendi konserve fabrikanı açabilirsin. Ürünün işlenmesi ve dağıtımını kendi denetiminde tutarsın. Bu küçük kıyı köyünden ayrılman ve başkent Meksiko'ya taşınman gerekir, derken Los Angeles'a zamanla da New York'a gidip işlerini iyice genişletebilirsin.”
Meksikalı "Peki, bayım, bu ne kadar zaman alır?" diye sordu.”
Amerikalı'nın buna cevabı “15-20 yıl” oldu.
“Ya sonra, bayım?”
Amerikalı güldü "bu da en iyi kısmı. Zamanı gelince şirketini halka açarsın, şirket hisselerini satar, çok
zengin olursun, milyonlar kazanırsın."
“Milyonlar mı, bayım? Sonra ne olacak?”
Amerikalı sesini alçaltarak cevapladı "Emekli olursun. Geç kalkacağın, biraz balık tutacağın, çocuklarınla oynayacağın, karınla öğle uykusu alacağın, akşamları da arkadaşlarınla şarap içip gitar çalacağın bir balıkçı köyüne taşınırsın..."
[attachment=1][attachment=2]