afro
Kamp I
- Mesajlar
- 108
- Tepkime Puanı
- 1
Herkese selamlar.
Bir süre önce aldığımız, fotograflarını sizinle paylaştığım camperımızla ilk uzun yol gezimizi geçen hafta sonu bitirip İstanbul'a döndük. Döner dönmez bir iş yoğunluğu yaşayınca buraya birşeyler yazma işi biraz sarktı. Kusuruma bakmazsınız umarım.
Cumartesi ilk durağımız olan Foça'ya gitmek üzere yola çıktık. Motorla yaptığımız seyahatlerde, izmir yönüne gideceksek her zaman Bandırma feribotunu tercih ederdik. Feribotun belli sefer saatlerine uymak istemediğimiz için, aracımız da motordan daha konforlu olduğu için bu defa bursa üzerinden gitmeye karar verdik. Eşimin Ümraniye'deki babasına da uğrayınca yola çıkmanız bayağı gecikti. Dolayısı ile Foça'ya yaklaştığımızda hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı.
Eski Foça'yı daha önce de bir çok defa ziyaret etmiş ancak hep pansiyonlarda kalmıştık. Mutlaka bir çadır yada karavan kampı vardır diye düşünüyorduk. Foça'nın içindeki taksicilere falan sorarak Yeni Foça'ya doğru bir takım çadır kamplarının olduğunu öğrendik. Ama gittiğimizde büyük bir hayal kırıklığı bizi bekliyordu. Derme çatma barakalar, düzensiz yerleşmiş çadırımsı birtakım oluşumlar, sonuna kadar açılmış televizyonlar... Basıp tekrar Foça'ya döndük. Bir gece için bir pansiyon aradık ama ne mümkün. Cumartesi gecesi olduğu için yer bulmak imkansızdı. Mecburen kampların olduğu kıyıya geri döndük. Ama karmaşadan en uzak köşeyi seçerek kouşlandık. İki de bira içince sabah çok çabuk oldu. Hemen ordan kaçarak Gökovaya doğru yola koyulduk.
Karavanla geze geze güneye inmek isteyenlere Foça'yı es geçmeleremi şiddetle öneririm.
Önce Aydın Otoyolu sonra da Çine Üzerinden Muğla'ya yollandık. Çıne Muğla arasındaki kayalıklar gerçek bir doğa harikası. Durup fotoğraf çekecek bir cep aradım ama yoktu. Birşeyler satılan bir kaç girinti ise çok çukurda kaldığı için manzarayı görüntülemek mümkün olmadı. Üst üste konulmuş gibi duran köşeleri yuvarlatılmış bina büyüklüğündeki kayalar... Adeta devlerin legoları gibiydi.
İlk fotolarımız Gökova inişinden:
Yaklaşık on yıl önce, sırt çantaları ve otostopla geldiğimiz, çadır kurduğumuz Akyaka Orman Kampı... Tam bir masal ülkesi. Neyse ki burada hayal kırıklığına uğramıyoruz. Önceki gelişimizde aylardan Eylül olması ve sakinlerinin çoğunun öğretmen olması sebebi ile okullar açılınca boşalan bu orman kampını bu defa beklediğimizden daha kalabalık buluyoruz. Ama Foça'dakı düzensizlikten ve saygısızlıktan burada eser yok. Uzu zamandır orada olduğu belli olan çadırların önlerinde adam boyu mısırlar, bakımlı çiçeklerden oluşan bahçeler bizi şaşırtıyor. Ağaçlarda sincaplar cirit atıyor.
Karavanla konaklamak istediğimizi söylediğimiz görevliler bize bir yol tarif ediyorlar. Gittiğimizde yukarıdaki çadır kalabalığından da uzakta, bir kaç karavanın daha olduğu, çam ağaçları arasından denizi gören muhteşem bir bölüme çıkıyoruz. Oradaki karavancılar hemen yanımıza gelıyorlar. Sohbet muhabbet eşliğinde manevramızı yapıp elektrik bağlantımızı hallediyoruz.
O gün sabah yola erken çıktığımız için henüz öğlen. Denize girecek, etrafı gezece ve akşam Akyaka'ya gezmeye gidecek zamanımız rahat rahat var.
Burayı çok sevmemize rağmen bir geceden fazla kalamayız. Çünkü asıl hedefimiz daha önce hiç gitmediğimiz Datça.
Sabah kahvaltıdan önce denize gidiyoruz. Ama çıkmak istemiyoruz. Deniz ve manzara gerçekten muhteşem.
Böyle bir güzellik var mı?!
Öğleden sonra "yolcu yolunda gerek" diyerek yola koyuluyoruz. Marmaris üzerinden Datça. Bu defa yolumuz kısa. Yaklaşık 100 km. Özellikle Marmaris'den sonra daha da güzelleşen yolda zaman zaman Akdeniz'i, zaman zaman da Ege'yi görerek gidiyoruz.
Datça'da da ufak bir araştırmadan sonra, Datçanın içine yürüme mesafesindeki Ilıca Kampig'i buluyor ve yerleşiyoruz. Burası bir aile işletmesi. Çok buyük değil ama temiz ve düzenli. Kamp alanının önünde gün boyu zaman geçirebileceğiniz bir çim alanı, yanında restoranı ve hepsinin önünde bir plajı var. Deniz bizim sevmediğimiz türden, sığ ve kumluk.
http://www.datcailicacamping.com/
Ama biz burayı üs olarak kullanmayı düşündüğümüz için bunu çok önemsemiyoruz. İlkgünü plajda yayılıp yolun yorgunluğunu atarak geçırıyoruz. Akşam da bir rakı/balık bizi kendimize getiriyor. Bundan sonraki günlerde çevredeki köyleri gezerek, tekne turuna çıkarak ve denize girerek geçiyor. Can Yücel'in yarım bıraktığı şarabını ve Eski Datça'daki köy kahvesini ziyaret ediyoruz. Yaklaşık 2,5 - 3 saat süren bir tekne yolculuğu ile yarım adanın ucundaki Knidos'u gezmeye gidiyoruz.
Burası 30 metrelik bir yürüyüşle ister Ege'de ister Akdenizde denize girebileceğiniz çok acayip bir yerde kurulmuş antik bir kent.
Daha gidilecek bir çok yer varken bizim dönmemiz gerekiyor.
Dönüşte, internetten tanışıp yazıştığımız bir yıldır buraya yerleşmiş arkadaşlarımız Pınar ve Tuğrul'u ziyaret ediyoruz. Yazılımcı oldukları için işlerini internet üzerinden, buradan da yürütebiliyor olmaları bizi imrendiriyor. Ama bu işleri tamamen bırakıp organik tarımla uğraşmak istiyorlar. Bizim de planlarımız bu yönde. Güzel bir sohpet ve fikir alışverişi yapıyoruz.
http://bostancik.blogspot.com/
Tekrar yola düşüyor ve eşimin ablasında bir gece kalmak üzere İzmir'e varıyoruz.
Sabah Fatma ve oğlu Kaan'ı da alarak İstanbula yola çıkıyoruz.
Kaan, camper'ın arkası geniş olduğu için zaman zaman yatarak zaman zaman bize sataşarak eğlenceli bir yolculuk yapıyor.
Akşam İstanbul'dayız.
Notlar:
Ilıca kampingte gördüğüm bir canavarın fotosunu da buraya eklemek istiyoru.
Bu araç gibi olmasa da bu kampinge ve genel olarak Datça Yarımadası'na gelen karavancılar çoğunlukla italyanlar ve kalabalık aileler. Bizim orada kaldığımız süre içerisinde bir kaç gurup gelip gitti. Kızılderililere karşı korunan kowboy arabaları gibi çember oluşturup konaklıyorlar. Gerçekten çok hoş.
Yukarıdaki fotoğrafta görünen Mercedes karavanın sahibi bizden bir kaç gün önce burada konaklayan sevgili Mebus'umuz İnsel Bey le tanışıp karavanını gezmiş ondan bahsetti. Mebus'a buradan selam.
Sabrınız için teşekürler.
Bir süre önce aldığımız, fotograflarını sizinle paylaştığım camperımızla ilk uzun yol gezimizi geçen hafta sonu bitirip İstanbul'a döndük. Döner dönmez bir iş yoğunluğu yaşayınca buraya birşeyler yazma işi biraz sarktı. Kusuruma bakmazsınız umarım.
Cumartesi ilk durağımız olan Foça'ya gitmek üzere yola çıktık. Motorla yaptığımız seyahatlerde, izmir yönüne gideceksek her zaman Bandırma feribotunu tercih ederdik. Feribotun belli sefer saatlerine uymak istemediğimiz için, aracımız da motordan daha konforlu olduğu için bu defa bursa üzerinden gitmeye karar verdik. Eşimin Ümraniye'deki babasına da uğrayınca yola çıkmanız bayağı gecikti. Dolayısı ile Foça'ya yaklaştığımızda hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı.
Eski Foça'yı daha önce de bir çok defa ziyaret etmiş ancak hep pansiyonlarda kalmıştık. Mutlaka bir çadır yada karavan kampı vardır diye düşünüyorduk. Foça'nın içindeki taksicilere falan sorarak Yeni Foça'ya doğru bir takım çadır kamplarının olduğunu öğrendik. Ama gittiğimizde büyük bir hayal kırıklığı bizi bekliyordu. Derme çatma barakalar, düzensiz yerleşmiş çadırımsı birtakım oluşumlar, sonuna kadar açılmış televizyonlar... Basıp tekrar Foça'ya döndük. Bir gece için bir pansiyon aradık ama ne mümkün. Cumartesi gecesi olduğu için yer bulmak imkansızdı. Mecburen kampların olduğu kıyıya geri döndük. Ama karmaşadan en uzak köşeyi seçerek kouşlandık. İki de bira içince sabah çok çabuk oldu. Hemen ordan kaçarak Gökovaya doğru yola koyulduk.
Karavanla geze geze güneye inmek isteyenlere Foça'yı es geçmeleremi şiddetle öneririm.
Önce Aydın Otoyolu sonra da Çine Üzerinden Muğla'ya yollandık. Çıne Muğla arasındaki kayalıklar gerçek bir doğa harikası. Durup fotoğraf çekecek bir cep aradım ama yoktu. Birşeyler satılan bir kaç girinti ise çok çukurda kaldığı için manzarayı görüntülemek mümkün olmadı. Üst üste konulmuş gibi duran köşeleri yuvarlatılmış bina büyüklüğündeki kayalar... Adeta devlerin legoları gibiydi.
İlk fotolarımız Gökova inişinden:
Yaklaşık on yıl önce, sırt çantaları ve otostopla geldiğimiz, çadır kurduğumuz Akyaka Orman Kampı... Tam bir masal ülkesi. Neyse ki burada hayal kırıklığına uğramıyoruz. Önceki gelişimizde aylardan Eylül olması ve sakinlerinin çoğunun öğretmen olması sebebi ile okullar açılınca boşalan bu orman kampını bu defa beklediğimizden daha kalabalık buluyoruz. Ama Foça'dakı düzensizlikten ve saygısızlıktan burada eser yok. Uzu zamandır orada olduğu belli olan çadırların önlerinde adam boyu mısırlar, bakımlı çiçeklerden oluşan bahçeler bizi şaşırtıyor. Ağaçlarda sincaplar cirit atıyor.
Karavanla konaklamak istediğimizi söylediğimiz görevliler bize bir yol tarif ediyorlar. Gittiğimizde yukarıdaki çadır kalabalığından da uzakta, bir kaç karavanın daha olduğu, çam ağaçları arasından denizi gören muhteşem bir bölüme çıkıyoruz. Oradaki karavancılar hemen yanımıza gelıyorlar. Sohbet muhabbet eşliğinde manevramızı yapıp elektrik bağlantımızı hallediyoruz.
O gün sabah yola erken çıktığımız için henüz öğlen. Denize girecek, etrafı gezece ve akşam Akyaka'ya gezmeye gidecek zamanımız rahat rahat var.
Burayı çok sevmemize rağmen bir geceden fazla kalamayız. Çünkü asıl hedefimiz daha önce hiç gitmediğimiz Datça.
Sabah kahvaltıdan önce denize gidiyoruz. Ama çıkmak istemiyoruz. Deniz ve manzara gerçekten muhteşem.
Böyle bir güzellik var mı?!
Öğleden sonra "yolcu yolunda gerek" diyerek yola koyuluyoruz. Marmaris üzerinden Datça. Bu defa yolumuz kısa. Yaklaşık 100 km. Özellikle Marmaris'den sonra daha da güzelleşen yolda zaman zaman Akdeniz'i, zaman zaman da Ege'yi görerek gidiyoruz.
Datça'da da ufak bir araştırmadan sonra, Datçanın içine yürüme mesafesindeki Ilıca Kampig'i buluyor ve yerleşiyoruz. Burası bir aile işletmesi. Çok buyük değil ama temiz ve düzenli. Kamp alanının önünde gün boyu zaman geçirebileceğiniz bir çim alanı, yanında restoranı ve hepsinin önünde bir plajı var. Deniz bizim sevmediğimiz türden, sığ ve kumluk.
http://www.datcailicacamping.com/
Ama biz burayı üs olarak kullanmayı düşündüğümüz için bunu çok önemsemiyoruz. İlkgünü plajda yayılıp yolun yorgunluğunu atarak geçırıyoruz. Akşam da bir rakı/balık bizi kendimize getiriyor. Bundan sonraki günlerde çevredeki köyleri gezerek, tekne turuna çıkarak ve denize girerek geçiyor. Can Yücel'in yarım bıraktığı şarabını ve Eski Datça'daki köy kahvesini ziyaret ediyoruz. Yaklaşık 2,5 - 3 saat süren bir tekne yolculuğu ile yarım adanın ucundaki Knidos'u gezmeye gidiyoruz.
Burası 30 metrelik bir yürüyüşle ister Ege'de ister Akdenizde denize girebileceğiniz çok acayip bir yerde kurulmuş antik bir kent.
Daha gidilecek bir çok yer varken bizim dönmemiz gerekiyor.
Dönüşte, internetten tanışıp yazıştığımız bir yıldır buraya yerleşmiş arkadaşlarımız Pınar ve Tuğrul'u ziyaret ediyoruz. Yazılımcı oldukları için işlerini internet üzerinden, buradan da yürütebiliyor olmaları bizi imrendiriyor. Ama bu işleri tamamen bırakıp organik tarımla uğraşmak istiyorlar. Bizim de planlarımız bu yönde. Güzel bir sohpet ve fikir alışverişi yapıyoruz.
http://bostancik.blogspot.com/
Tekrar yola düşüyor ve eşimin ablasında bir gece kalmak üzere İzmir'e varıyoruz.
Sabah Fatma ve oğlu Kaan'ı da alarak İstanbula yola çıkıyoruz.
Kaan, camper'ın arkası geniş olduğu için zaman zaman yatarak zaman zaman bize sataşarak eğlenceli bir yolculuk yapıyor.
Akşam İstanbul'dayız.
Notlar:
Ilıca kampingte gördüğüm bir canavarın fotosunu da buraya eklemek istiyoru.
Bu araç gibi olmasa da bu kampinge ve genel olarak Datça Yarımadası'na gelen karavancılar çoğunlukla italyanlar ve kalabalık aileler. Bizim orada kaldığımız süre içerisinde bir kaç gurup gelip gitti. Kızılderililere karşı korunan kowboy arabaları gibi çember oluşturup konaklıyorlar. Gerçekten çok hoş.
Yukarıdaki fotoğrafta görünen Mercedes karavanın sahibi bizden bir kaç gün önce burada konaklayan sevgili Mebus'umuz İnsel Bey le tanışıp karavanını gezmiş ondan bahsetti. Mebus'a buradan selam.
Sabrınız için teşekürler.

