Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Bu da Meryem ananın en tepe noktasından Beyrut manzarası. Aşağı bakarken insanın dizleri titriyor Yükseklik korkusu olanlara önermiyorum
Kiliseleri de tavaf ettikten sonra tekrar deniz seviyesine inmek için yola çıkıyoruz. Fakat Beyrut’ ta sık sık yaşanan elektrik kesintisi bizi bu sefer teleferikte yakaladı. Neyse ki çok uzun sürmedi
Sağ salim aşağıya indikten sonra oetele gidip ayakları duvara dikerek dinlenme pozisyonuna geçtim. Daha Beyrut gecelerin akacağım ya Ama tabii akşam fotoğraf çekmek zor olduğu için makinayı yanıma almadım. Otelimiz Hamra caddesinin bir arka sokağındaydı. Biraz dinlendikten sonra kendimi attım dışarıya. Serhan’ la birlikte Roadster diners diye bir mekana gidip yiyecek bir şeyler söyledik. Ben yerel biranın tadına bakmak istediğim için Almaza söyledim, Serhan da çikolatalı milk shake Tabii ben yemeği yiyip biraları da içince acayip uykum geldi. Yorgunlukta cabası. Direk otele gidip uyuduk :
Etesi günkü rotamız Baalbek. Baalbek’ e iki yoldan gidilebiliyor. Birincisi Beyrut’ un güneyinden Zahle yolu üzerinden diğeri ise Beyrut’ un kuzeyinden Faraya üzerinden. Birinci yolu dönüş için planladım. Çünkü Ksara şarap evine de uğramak istiyordum. O yüzden gidiş için ilk yolu seçtim.
Faraya üzerinden Baalbek
Harissa tepesinin yakınlarından yukarıya doğru tırmanmaya başladık. Mont-Liban dağlarında dolaşıyoruz. Yol o kadar virajlı ki git git bitmek bilmiyor. Tabii sürekli dört yol ağızlarına geliyoruz, tabela olmayınca kayboluyoruz. Saat 10:00’ da yola çıktık. 12:00 olduğunda sadece 50 km gidebilmiştik. Manzara mükemmel ama bir süre sonra insan geriliyor. Daha 100 km yolumuz var ama biz yolu bilmiyoruz. Bir ara dönmeyi bile düşündüm ama o kadar virajlı yolları gözüm kesmedi geri dönmek için.
Bir ara kaybolup bir ara sokakta bulduk kendimizi. Baktım 3 tane adam ellerinde harita konuşuyorlar. Hemen zıpladım yanlarına. Baalbek’ e gitmek istiyoruz dedim. Adam garip garip baktı bana. Ne iş yapıyorsun sen dedi. GSM sektöründeyim dedim. Neden bu yoldan gitmek istiyorsun dedi, sırf meraktan dedim. Beyrut’ un güneyinden gitmeliydin bu yol tehlikeli ve uzak dedi. Çatışmaların hepsi bu bölgede oluyor o yüzden çok fazla asker ve silah var dedi. Geri dönemem dedim. İnatçı dedi. Sonra da beni 2 dakika bekle seni Faraya’ ya kadar götüreyim dedi. Anlaştık. 2 dakika sonra da yola çıktık.
Bize Faraya’ daki dağ yoluna kadar eşlik eden mimar abinin arabası
Yol boyunca mimar abi durup iki kez harita üzerinde nerede olduğumuz gösterdi Sanırım yanlış meslek seçmiş, belkide tur rehberi olmalıydı Sonunda Faraya’ ya geldik. Tekrar durup nerden gitmem gerektiğini söyledi. Bu yol tek, o yüzden kaybolmadan gidebilirsin dedi
Bekaa vadisinin girişindeki bölgedeki antik kalıntılardan bir kısım.
Faraya Lübnan’ ın kayak merkezi. Söyleseler inanmazdım bu ülkede kayak merkezi olduğuna. Deniz seviyesinden yüksekliği 2465 m. Önümüzdeki kış burayı da değerlendireceğim kayak tatili için
Bir hafta öncesine kadar Faraya’ dan Baalbek’ e giden yol kardan dolayı kapalıymış. Havaların ısınmasıyla karlar eriyince yol da açılmış. Burası yol üzerindeki en çok karın olduğu yer. Erimeyince dozer ile yolu açmışlar. Bizim için farklı bir deneyim oldu
Arap ülkesine gidip de kar fotoğrafı çekmeden dönmek olmaz ;D
Vadiden aşağıya doğru inerken bir yerleşim yeri görüyoruz. Fotoğraftaki dumanlı görünen yer. Yaklaşınca askeri birlik olduğunu farkettik. Faraya’ ya kadar bize eşlik eden mimar bu bölgenin tehlikeli olduğunu söyleyip uyarmıştı bizi. Elimdeki fotoğraf makinası için de askeri bölgelerden geçerken makinayı saklamamı söylemişti. Ben de mimarı dinleyip makinaya çantaya koydum, dolayısıyla buranın hiç fotoğrafı yok. Yol kenarında çok sayıda tank ve makinalı tüfek vardı. Ama sanki onlar gündelik kullanılan araçlar gibi bir kenarda duruyordu. Fakat itiraf etmek gerek ki oradan geçerken hepimiz tedirgin olduk.
Ve nihayet ilk yerleşim yeri göründü. Hepimizi bir sevinç kapladı Artık dağ inişi bitmişti ve düzlüğe çıkmıştık çok şükür.
Yarım saatlik bir yolculuktan sonra nihayet Baalbek’ e vardık. Yunanca adı Heliopolis (Güneş Kenti) olan Baalbek Bekaa Vadisinde yer alıyor. Burada devasa boyutlarda olan Jüpiter, Bacchus ve Venüs tapınakları bulunuyor.
En büyüğü olan Jüpiter Tapınağı, MS 3. yüzyılda yapılan büyük bir giriş kapısına sahip. Kapıdan geçince önce ön avluya, sonra da büyük avluya ulaşılıyor. Büyük avlunun eni 104,5 metre, genişliği ise 117 metre. Avludan sonra geniş bir kapıdan girilen tapınağın 84 granit sütunu var. Bugün bunlardan sadece altısı ayakta. Diğerlerinin bir kısmı kırılmış, bir kısmı da başka yerlere götürülmüş. Bu sütunlardan biriyse Süleymaniye Camii’nde bulunuyor.
Tapınaklar arasında dolanırken insan kendini küçücük hissediyor devasa yapıların arasında. Ve hayretler içinde dolanıyor bu tapınaklar nasıl yapılmış diye. Gerçekten inanılmaz ve büyüleyici.
Bacchus Tapınağı Jüpiter’e göre daha iyi durumda. Tapınağın, her biri 18 metre yükseklikte olan 46 sütunu hâlâ ayakta bulunuyor. Tapınağın etrafına bir platform kuruluyordu ama bu restorasyon için mi yoksa farklı bir amaç için mi bilmiyorum.
Hele de bu fotoğrafı çekerken cüce gibi hissetmiştim kendimi
Baalbek Unesco tarafından dünya mirasları koruma programına alınmış.
Kent de en az tapınaklar kadar güzel.
Dilerseniz fayton veya atlarla da tapınakların etrafında gezinti yapabiliyorsunuz. Ama içine girmek yasak, sadece çevresinde. Faytoncu abinin espiri anlayışı gayet iyi
Baalbek hala Hizbullah’ın kontrolünde bir yer. 2006 yılında yakınında bulunan hava üssüne bir zarar verilmese de buradan geçen yollar İsrail uçaklarınca tahrip edilmiş ve tüm bu yolların yapımını Hizbullah gerçekleştirmiş. Hediyelik eşya satan dükkanlarda Hizbullah’ ın tshirt, şapka ve çantaları mevcut. Hatıra mahiyetinde alabilirsiniz Bu da şimdiye kadar gördüğüm en enterasan yerleşim yeri oldu böylece.
Bu camiinin adını bilmiyorum fakat çok güzel görünüyordu. Baalbek’ in girişinde bizi bu camii karşılamıştı ama o vakit camii çıkışı olduğundan inip fotoğraf çekemedim. Dönüşte de inmeye üşenip bu fotoğrafı arabanın camından çektim.
Baalbek’ i de dolaşıp yorgun ve acıkmış bir şekilde rotamızı Ksara’ ya çevirdik. O gün hava çok rüzgarlıydı, tapınakların arasında dolanırken rüzgar bizi sersem etti. Arabaya bindiğimizde herkes pek bi mutluydu.
Beyrut’ a dönüş yolunu Zahle üzerinden yapacaktık, niyetimiz Ksara’ dan şarap almak, Zahle’ de yemek yemek ve Anjar’ daki Ermeni köyünü ve harabeleri görmekti.
Yaklaşık 1,5 saatlik bir yoldan sonra Ksara şarap evine vardık. Ksara şarap evinde 100 yılı aşkın bir süredir şarap üretilip hem yerli halkın hem yabancıların kullanımına sunuluyor. Girişte şarap yapımında kullanılan antika makinaları görüyorsunuz. Tam giriş kapısının karşısında bir kapı daha var oradan da mahsenlere giriyorsunuz. Girişin olduğu kısımda bir de asma kat var. Orada şarap yakımıyla ilgili dia gösterisi yapılıyor. Önce onu izliyorsunuz. Ardından da rehber eşliğinde mahzenleri geziyorsunuz. Ben sabırsız insan olduğum için rehberi beklemedim. Fotoğraf çekmek istediğim için önden gitmek istediğimi söyledim. Tamam dediklerinde daldım içeri. Ama içerisi mahzenden çok mağara gibiydi. Hem karanlık, hem soğuk hem de ürpertici. Fotoğraf çekerek dolanırken kendimi kaybettim. Bir korku filmi sahnesindeyim gibi hissettim kendimi. Biraz ürküp geri dönmeye karar verdim. Hızlı adımlarla yürümeye başladım. Ama geçtiğim yerler hep birbirine benziyordu ve kapıyı bulamıyordum bir türlü. Sonradan anladım neden rehber eşliğinde gezildiğini. Kaybolmamak içinmiş. Sonra düşünmeye başladım. Burası yamaçtaydı. Dolayısıyla rampa aşağıya doğru yürümeliydim. Sonra aralar bakıp eğimli yollardan gitmeye karar verdim. İşe yaramıştı Nihayet titreyerek kapıyı buldum.