ALP_ER_TUNGA
Kamp II
Arkadaşlar merhaba, geçen hafta Iğdır'a iş nedeniyle bir seyahat yaptım, bölge bayimiz Ermenistan sınır kapısına kadar bir çok yeri bize gezdirdi, sohbetlerimiz esnasında aile fertlerinin %70'nin kanser olduğu bilgisini verdi. Alican sınır kapısına gittiğinizde Metsamor Nükleer santralini çok rahatlıkla görebiliyorsunuz, bir nükleer santrale bu kadar yakın olmak beni inanılmaz tedirgin etti ki, orada yaşayan insanların ki ailelerinde de yaşadıkları sıkıntıları gördükçe canı inanılmaz sıkılıyor. Nükleer santralle ilgili bir siteden aldığım yazıyı aşağıya ekliyorum.
Okuduktan sonra düşünelim sizce biz ne yapabiliriz? Ne olur bir fikir verin insanların halini gördükten sonra geceleri uyuyamaz oldum...
Iğdır’a sadece 20 kilometre mesafede, Ermenistan topraklarında yer alan büyük bir bomba var; “Metsamor Nükleer Santralı”.
Bu santral her an patlama tehlikesiyle karsı karşıya.
Santraldan insan sağlığını ciddi şekilde tehdit eden birçok radyoaktif madde sızıyor. Ermeniler buna ek olarak Arpaçay ve Aras nehirlerinden çektikleri suyu santralın soğutulmasında kullanarak yeniden nehirlere geri vererek suyu da kirletiyorlar.
Iğdır İl tarım Müdürlüğü’nün verilerine göre son yıllarda hayvanların sakat doğumları artmış durumda. Ayrıca bölgedeki kanser vakalarında da büyük artış olduğu belirtiliyor.
Nükleer santrallerin yerleşim birimlerine en az 90 kilometre uzakta olması gerekirken, Iğdır’a 20, Erivan’a 50 kilometre mesafede olan Metsamor Nükleer Santralı’na, bazı Sovyet bilim adamları, bu santralın Ağrı Dağı fay hattı üzerinde olduğu ve bölgenin su kaynaklarına radyasyon karışımı tehlikesinin yüksek olduğunu bildirerek, hayata geçmesine karşı çıkmışlardı.
Metsamor 1 ve 2 Nükleer Santralları Uluslararası Atom Enerji Ajansı (IAEA) standartlarına göre, dünyadaki 146 nükleer santral arasında, güvenlik açısından en son iki sırayı alıyor. 1970'li yılların teknolojisiyle Ruslar tarafından yapılmış olan santrallar, 1988 depreminde hasar görünce kapatıldı.
Ermenistan, 1995 yılında enerji sıkıntısını bahane ederek Uluslararası Atom Enerji Ajansı'na başvurarak Metsamor santralını modernize ederek 2005 yılına kadar kullanma lisansı aldı. Batı teknolojisi standartlarını uygulayabilmek için Ermenistan’ın aldığı yardımlar ise; AB’den 190, ABD'den 150 ve yine ABD'de yaşayan Ermeniler’den 30 milyon dolar tutarında.
Faaliyet izni verilen Metsamor santralına buna rağmen batı standartlarına uygun güvenlik sistemi kurulmadığı gibi, santralın çekirdeğini kaplaması gereken en az iki metre kalınlığındaki çelik zırh bile halen yapılmamış durumda.
Santralın fay hattı üzerinde olması ve kullanıma geçmesinden sonra 10 yılda 150’ye yakın kaza geçirmesi ise sorunun ciddiyetini gösteriyor.
Ermenistan’ın Rusya’ya olan 53 milyon dolarlık yakıt borcu nedeniyle işletmesinin Rusya’ya devredildiği Metsamor, başta
Doğu Anadolu olmak üzere bütün Türkiye için büyük bir tehlike.
Iğdır ovası, Ardahan, Kars ve Erzurum illerimiz radyasyon tehlikesi ile karşı karşıya. Iğdır halkı yetiştirdikleri sebze ve meyvelerde bu santralden yayılan radyasyonun etkisini çok bariz şekilde gördüklerini ifade ediyorlar.
Bilim adamları Metsamor’un teknik ömrünü doldurduğuna işaret ediyorlar. Bir müddet sonra işletme lisansı bitecek olan nükleer santralın, lisansının uzatılması, bile bile milyonlarca insanı sakatlığa ve ölüme terketmek anlamını taşıyor.
Hepimizin hatırlayacağı üzere, 1986 Çernobil vakası döneminde, ölü ve sakat doğumlar yaşadık, garip şekiller almış sebzeler yedik.
Bilim adamları; “Çernobil’in yol açtığı radyoaktif bulutların göğe yükseldiğini, gün geçtikçe yeryüzüne daha fazla yaklaştığını, önümüzdeki 10-14 yıl arasında yeryüzüne ulaşacağını ve radyasyonun toprağa karışacağını belirtiyorlar.
Yani tehlike geçmedi, belki de daha yeni başlıyor. Çernobil tehlikesi daha atlatılamamışken, ikinci Çernobil’e hazır mıyız?
Ve böyle bir korku altında yaşamayı halkımız hak ediyor mu?
Şimdi sorumlulara ve bizi yönetenlere soruyoruz;
Bölgede ikinci bir Çernobil vakası yaşanması an meselesi iken ve burnumuzun dibinde bir ölüm makinası çalışırken neden susuyorlar?
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun yaklaşımı ve önlemleri nedir?
Sağlık Bakanlığımızın olası bir radyasyon vakasında, bölgede acil müdahale yapabilecek sağlık birimleri mevcut mudur?
Çevre örgütlerimiz konunun vahametinden haberdar mıdır?
Öyleyse neden bu konuda bir çaba göstermemektedirler?
Şimdi de insan hayatını ve güvenliğini tehdit eden her türlü konuyla mücadeleyi görev edinen ve birçok konuda insan haklarını gündeme getiren, dahası Türkiye’yi insan haklarının yetersiz uygulandığı bir ülke olarak suçlayan Batı ülkelerine soralım;
“Bu eskimiş teknolojili köhne tesislerin yarattığı ve dahası yaratacağı tehditlerin, en tabii insan hakkı olan; ‘yaşama hakkının ihlali’ kapsamına girmediğini mi ya da Türk insanının hayatının daha az önemli olduğunu mu düşünüyorlar?”
Ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA), kendi standartlarına göre güvenliği olmadığını kabullendiği bu santralların, çalışmaya devam etmemesi konusunda bir girişimde bulunmayı düşünmüyor mu?
Öyle anlaşılıyor ki; Türk halkı, haklarını yine kendi savunmak durumunda.
Hadi gelin Metsamor’un kapatılması için ayağa kalkalım, tek bir güç olarak elele verelim.
Okuduktan sonra düşünelim sizce biz ne yapabiliriz? Ne olur bir fikir verin insanların halini gördükten sonra geceleri uyuyamaz oldum...
Iğdır’a sadece 20 kilometre mesafede, Ermenistan topraklarında yer alan büyük bir bomba var; “Metsamor Nükleer Santralı”.
Bu santral her an patlama tehlikesiyle karsı karşıya.
Santraldan insan sağlığını ciddi şekilde tehdit eden birçok radyoaktif madde sızıyor. Ermeniler buna ek olarak Arpaçay ve Aras nehirlerinden çektikleri suyu santralın soğutulmasında kullanarak yeniden nehirlere geri vererek suyu da kirletiyorlar.
Iğdır İl tarım Müdürlüğü’nün verilerine göre son yıllarda hayvanların sakat doğumları artmış durumda. Ayrıca bölgedeki kanser vakalarında da büyük artış olduğu belirtiliyor.
Nükleer santrallerin yerleşim birimlerine en az 90 kilometre uzakta olması gerekirken, Iğdır’a 20, Erivan’a 50 kilometre mesafede olan Metsamor Nükleer Santralı’na, bazı Sovyet bilim adamları, bu santralın Ağrı Dağı fay hattı üzerinde olduğu ve bölgenin su kaynaklarına radyasyon karışımı tehlikesinin yüksek olduğunu bildirerek, hayata geçmesine karşı çıkmışlardı.
Metsamor 1 ve 2 Nükleer Santralları Uluslararası Atom Enerji Ajansı (IAEA) standartlarına göre, dünyadaki 146 nükleer santral arasında, güvenlik açısından en son iki sırayı alıyor. 1970'li yılların teknolojisiyle Ruslar tarafından yapılmış olan santrallar, 1988 depreminde hasar görünce kapatıldı.
Ermenistan, 1995 yılında enerji sıkıntısını bahane ederek Uluslararası Atom Enerji Ajansı'na başvurarak Metsamor santralını modernize ederek 2005 yılına kadar kullanma lisansı aldı. Batı teknolojisi standartlarını uygulayabilmek için Ermenistan’ın aldığı yardımlar ise; AB’den 190, ABD'den 150 ve yine ABD'de yaşayan Ermeniler’den 30 milyon dolar tutarında.
Faaliyet izni verilen Metsamor santralına buna rağmen batı standartlarına uygun güvenlik sistemi kurulmadığı gibi, santralın çekirdeğini kaplaması gereken en az iki metre kalınlığındaki çelik zırh bile halen yapılmamış durumda.
Santralın fay hattı üzerinde olması ve kullanıma geçmesinden sonra 10 yılda 150’ye yakın kaza geçirmesi ise sorunun ciddiyetini gösteriyor.
Ermenistan’ın Rusya’ya olan 53 milyon dolarlık yakıt borcu nedeniyle işletmesinin Rusya’ya devredildiği Metsamor, başta
Doğu Anadolu olmak üzere bütün Türkiye için büyük bir tehlike.
Iğdır ovası, Ardahan, Kars ve Erzurum illerimiz radyasyon tehlikesi ile karşı karşıya. Iğdır halkı yetiştirdikleri sebze ve meyvelerde bu santralden yayılan radyasyonun etkisini çok bariz şekilde gördüklerini ifade ediyorlar.
Bilim adamları Metsamor’un teknik ömrünü doldurduğuna işaret ediyorlar. Bir müddet sonra işletme lisansı bitecek olan nükleer santralın, lisansının uzatılması, bile bile milyonlarca insanı sakatlığa ve ölüme terketmek anlamını taşıyor.
Hepimizin hatırlayacağı üzere, 1986 Çernobil vakası döneminde, ölü ve sakat doğumlar yaşadık, garip şekiller almış sebzeler yedik.
Bilim adamları; “Çernobil’in yol açtığı radyoaktif bulutların göğe yükseldiğini, gün geçtikçe yeryüzüne daha fazla yaklaştığını, önümüzdeki 10-14 yıl arasında yeryüzüne ulaşacağını ve radyasyonun toprağa karışacağını belirtiyorlar.
Yani tehlike geçmedi, belki de daha yeni başlıyor. Çernobil tehlikesi daha atlatılamamışken, ikinci Çernobil’e hazır mıyız?
Ve böyle bir korku altında yaşamayı halkımız hak ediyor mu?
Şimdi sorumlulara ve bizi yönetenlere soruyoruz;
Bölgede ikinci bir Çernobil vakası yaşanması an meselesi iken ve burnumuzun dibinde bir ölüm makinası çalışırken neden susuyorlar?
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun yaklaşımı ve önlemleri nedir?
Sağlık Bakanlığımızın olası bir radyasyon vakasında, bölgede acil müdahale yapabilecek sağlık birimleri mevcut mudur?
Çevre örgütlerimiz konunun vahametinden haberdar mıdır?
Öyleyse neden bu konuda bir çaba göstermemektedirler?
Şimdi de insan hayatını ve güvenliğini tehdit eden her türlü konuyla mücadeleyi görev edinen ve birçok konuda insan haklarını gündeme getiren, dahası Türkiye’yi insan haklarının yetersiz uygulandığı bir ülke olarak suçlayan Batı ülkelerine soralım;
“Bu eskimiş teknolojili köhne tesislerin yarattığı ve dahası yaratacağı tehditlerin, en tabii insan hakkı olan; ‘yaşama hakkının ihlali’ kapsamına girmediğini mi ya da Türk insanının hayatının daha az önemli olduğunu mu düşünüyorlar?”
Ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA), kendi standartlarına göre güvenliği olmadığını kabullendiği bu santralların, çalışmaya devam etmemesi konusunda bir girişimde bulunmayı düşünmüyor mu?
Öyle anlaşılıyor ki; Türk halkı, haklarını yine kendi savunmak durumunda.
Hadi gelin Metsamor’un kapatılması için ayağa kalkalım, tek bir güç olarak elele verelim.

