Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km
Peloponez, Nam-ı Diğer Mora Yarımadası
Mora Yarımadası’nın kuzeybatısını anakaraya bağlayan Rio Andirio Köprüsü’nü geçtikten sonra yarımadadaki ilerleyişim başladı. Mora Yarımadası’nın çoğrafi yapısı, bitki örtüsü bizim Ege Bölgesi’nin aynısı. Birkaç dağ köyüne uğradıktan sonra doğu sahilindeki Nafplio’ya vardım. Burası kitle turizminden uzak sakin, güzel bir kent. Özellikle Palamidi Kalesi’ne çıkılıp şehrin ve Argolis Körfezi’nin manzarasını izlemek etkileyiciydi.
Atina
Nafplio ile Atina arasındaki mesafe pek uzun değil. Liman’nın bulunduğu Pire’ye varmam kısa sürdü. Amacım ülkenin Mikonos, Santorini gibi popüler adalarından iki tanesine gidip hayatımın kartpostal fotoğraflarını çekmekti. Bilet ofisine girip feribot fiyatlarını sorunca o dakika vazgeçtim. Mikonos’a doğrudan feribot yoktu. Önce iki adaya daha uğrayacakmış, sonra Mikonos’a gidecekmiş ve yol 9 saat sürecekmiş. Fiyat gidiş geliş 250 Euro civarıydı. Arabayı limanda bırakıp gitsem konaklama ve ulaşım için masraf yapacaktım, daha pahallıya mal olacaktı, Bu maliyete değmeyeceğini düşündüm, hırs yapmadım, gitmekten bu seferlik vazgeçtim. Moralimi bozmadım, merkeze devam ettim.
Atina düz ovada kurulmuş, pek kendine özgü hali bulunmayan modern şehir görüntüsünde. Başlıca gezilecek yerleri Akropol, çevresindeki antik kalıntıların bulunduğu alanlar, hemen eteğinde bulunan Anafiotika ve yakınındaki eski Türk mahallesi Plaka.
Akropol yüksekte kurulmuş şehir demek. Buradaki en önemli yapı meşhur Pantheon, yani tüm Yunan tanrıları için M.Ö. 432’de yapımı tamamlanmış tapınak. Tepenin eteklerinde iki amfi tiyatro ve Pantheon’un küçük kopyası gibi duran Athena Nike Tapınağı var. Arkeolojiye özel merak varsa buraların bir günde gezilmesi zor. Ülkemizde de aynı dönemlerden kalma aynı uygarlığın kalıntıları mevcut ancak durumları bu kadar iyi değil, yani sütunlarının çoğu ayakta, çatısı tepesinde bir yapı yok maalesef.
Anafiotika’nın aşağı taraflarında dönerciler ve işportadan hallice mal satan dükkanlarla dolu sokaklar var, İzmir Kemeraltı’nı andırıyor biraz, ama Kemeraltı çok daha renkli ve hareketlidir.
Plaka bölgesi Syntagma Meydanı’nın güneyinde kalıyor, araç trafiğine kapalı dar sokaklar, restoranlar, tavernalar ve hediyelik eşya dükkanları var bolca, hareketli kalabalık bir yer.
Atina’da gündüz vakti tüm bunların dışında hazır parlemento binasının yakınlarındayken, nöbet tutan etekli ponponlu ayakkabılı askerlerin bir koreografiyle yer değiştirmelerini izlemek gayet eğlenceli…
Atina’dan Selanik’e ve Memlekete Doğru Son Etap
Atina’dan ayrılıp anayoldan Selanik’e vardım. İzmir’i bilip Selanik’e gidenler bu iki kenti birbirine benzetirler genelde. Benzeyen yanı şu: İzmir Alsancak’ın sahili doldurulup rekreasyon alanı yapılmadan önce bitişik nizam sıralanan apartmanların önünde şimdiki taş döşeli yol yerinde dar araç yolu, ardında aynı Selanik’deki gibi dar bir yaya yürüyüş yolu vardı. Yaya kaldırımının bitiminde deniz başlıyordu. Birde yalı apartmanlarının altlarındaki lokanta, kafe ve barların mevcudiyeti açısından benzerlik var. Görsel benzerlik bundan ibaret.
İzmir ve Selanik’in öz itibariyle en yakın tarafları yaşamak için güzel şehirler olmaları. İki kentte de turistlere hitabeden fazla şey yok, ama yerleşip hayat geçirmek için uygun şehirler. İklim yumuşak, yeme, içme, eğlenme alternatifi bol. Deniz tatili için yakınlarda seçenekler var, insanları birbirlerine sıkıntı vermiyor, herkes kendi halinde.
Türk ve Yunan Milletleri’nin yaşam biçimi açısından benzerliklerine gelirsek: Türkiye Yunanistan kadar homojen değil demografik açıdan. Türkiye doğusundan batısına, büyük kentlerinden kasabalarına; dünya görüşleri, yaşam biçimleri, etnik kökenler açısından daha fazla değişken, burada uzun uzadıya anlatmak zor. Yunan Milleti’nin şehirlisi daha ziyade, Ege sahilinde ve İstanbul’da batı tarzı hayat yaşayan orta sınıftan Türk insanlarına benziyor; kısa menzilli gezmeyi, çalgı-çengili gece hayatını, ailecek yiyip içmeli eğlenceleri, deniz kenarı tatillerini, çalışma mecburiyeti yoksa yan gelip yatmayı seviyor. Avrupa’nın başka ülkelerinde göremeyeceğiniz, memleketimizden aşina şeyler yaşamak sıklıkla mümkün komşu ülkede. Örneğin şehirlerarası bölünmemiş bir yolda gidiyorsunuz. Arkanızdaki araba karşıdan gelen trafik yüzünden Sizi sollayamıyor ve korna çalarak emniyet şeridine çıkmanızı, yol vermenizi isteyebiliyor…
Türkiye’ye Dönüş
Selanik’den çıkıp Gümülcine üzeri İpsala Kapısı’na yöneldim ve Türkiye’ye giriş yaptım. Geçenler bilirler, Meriç Nehri üzerindeki dar köprü bağlar sınırı. Bizim tarafa geçip Türkiye tabelasını gördüğümde tam tarif edemiyeceğim bir sevinç-hüzün duygusu kapladı içimi. Aylarca dolaşıp keşfetsem de, içimde aidiyet-vatan duygusu var sonuçta, dönmek istediğim bir toprak parçası var. İki buçuk ay geçmişti, 24000 km’den fazla yol gitmiştim. Yolculukta geçen süreyi ya da gidilen yolu ardımda bırakmaktan ziyade hafızamda biriktirmeye çalışıyorum, böylece gitmişliğim anlamlı hale geliyor. Üç sene önce yapılmış bu geziyi bugün dahi notlara bile bakmadan hatırlayıp yazabiliyorsam boş gidip boş gelmemişim demektir sanırım.
İzmir’e dönüşü Çanakkale/Eceabat üzerinden yaptım. Turgutreis Tabyası’nı ziyaret ettim. Burada hurdaya çıkarılan aynı adlı zırhlı gemiden sökülme iki adet ikili devasa top var. 1936 yılında, rivayete göre aylarca süren çalışmayla toplar oraya taşınmış ve atış yapılarak denenmiş.
Yunan adalarına gidemediğimden dolayı eve içimde ukdeyle dönmek istemedim ve anlık kararla Geyikli’ye yöneldim buradan ada görme ihtiyacımı gidermek ve bir gece konaklamak üzere Bozcaada’ya geçtim, iyi ki de gitmişim. Yalnız, Bozcaada pahallılıkta Avrupa’nın turistik merkezleriyle yarışır. Bir tabak pilav, adına Girit Pilavı diyip 10 Liraya satılır mı kardeşim? Ertesi gün dönüş yolunda Assos’a da uğradım. Assos’un gidilecek hali kalmamış artık İstanbul sosyetesi ele geçirmiş… Yetmişaltı gün önce ayrıldığım İzmir’e salimen döndüm.