Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan seyr-ü zafer Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 1,172
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 197,081
Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

.

IMG_0365p_1600x1200.jpg


IMG_0367p_900x1200.jpg


IMG_0368p_1600x1200.jpg


IMG_0369p_900x1200.jpg


IMG_0372p_1600x1200.jpg
 

Etiketler

Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Beş Saatlik Transit Ülkem Karadağ

Gezi notlarımı başından okuyan arkadaşlarım biliyor, amacım gittiğim yerlerle ilgili rehber bilgiler sunmak değil, nereyi ne kadar gezip görmek istemişsem yani ilgimi ne kadar çekmişse o kadar vakit ayırıyorum ve kitabi bilgiden çok duygularımı, izlenimlerimi aktarmaya gayret ediyorum. Dubrovnik’in güneyinde Karadağ’a sorunsuzca giriş yaptıktan sonra zaten çok ilginç bir ülke görmeyi beklemiyordum. Ülkelerin sathı büyükse daha fazla coğrafi, kültürel ve akla gelebilecek diğer çeşitlilikleri barındırıyor. Küçük ülkelerin sunduğu şeyler daha sınırlı kalıyor doğal olarak. Örneğin sonraki bir seyahatimde gittiğim İsviçre, Türkiye’de pek itibarlı ve turistik sayıldığından olsa gerek azıcık beklenti yaratmıştı bende. Gidip gördüğümde ise? Evet, hayal kırıklığıydı. Diğer yandan Karadağ ile ilgili hiç fikrim yoktu. Kısa kıyı şeridini, önünden geçtiğim birkaç kasabasına gire çıka bitirip Arnavutluk sınırına vardım. Sahil yolundaki en özel şey Güney Avrupa’nın en büyük fiyordunun burada bulunması, Kotor Fiyordu. Feribotla karşıya geçilmeyip kıyısından dolaşıldığında yol 25 kilometre tutuyor. Bu satırları yazarken Norveç’i de gördüğüm ülkeler listesine katmış haldeyim, dolayısıyla bende fiyord kavramı başka boyutlarda…
 





Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Arnavutluk

Oysa gençliğimin gizemli ülkesiydin sen, dünyada en zor ziyaret edilebilen ülkelerden, içindekiler de dışarıya çıkamadığından nasıldır neye benzer hiç haber alınamayan. Kapitalist Avrupa’nın göbeğinde dimdik ve tek başına duran, blokların batısındakinin de doğusundakinin de dışında kalmayı seçmiş küçük sır küpü. Arnavutluk’un 1944-1992 yılları arasındaki komünist dönemini, Enver Hoca’nın, evet sadece bir adet adamın hayal gücüyle tasarlanmış ve yaşayan halini görmeyi gerçekten isterdim, artık çok geç.

Bir ülke düşünün, iktisat literatüründe ‘kapalı ekonomi’ denen modelle yönetiliyor, neredeyse bütün temel ihtiyaçlar ülke içinde üretilip dağıtılıyor. Yollarda özel araç yok. Ülkeye turistik maksatlı giriş-çıkış yok. Bütün soğuk savaş dönemi boyunca, ne yanıbaşındaki kapitalist ülkelere eyvallah demiş, ne de sosyalist bloğun patronu Sovyetler Birliği’ne teslim olmuş. Biraz Çin’den destek alarak öyle ya da böyle varlığını sürdürmüş.

Arnavutluk’da nüfusun yaklaşık dörtte üçü Müslüman Arnavut, Osmanlı’nın Balkanlar’ı fethettikten sonra Müslümanlaştırdığı halklardan. Rumen, Yunan, Sırp ve Makedonlar da var burada. Enver Hoca ile tanışıp sohbet etmek isterdim, soracağım o kadar çok şey var ki. Kafasında bazı konular gayet netmiş anladığım kadarıyla. Komünist dönemde dinlerin anayasal olarak reddedildiği, ibadethanelerin kapatıldığı bir ülke burası, neyse ki yıkılıp ortadan kaldırılmamışlar.

Günümüzde eğer yolunuz Arnavutluk’dan geçerse, görmeye değer karakteristik şeyler bulamazsınız ne yazık ki. İnsanı etkileyecek ilginç bir atmosfer yok. Başkent Tiran’da derme çatma yapılaşma faaliyeti mevcut. Merkezde, cadde kenarlarındaki dükkanlarda batılı markaların tabelaları, bulvarlar dışında alabildiğine bakımsızlık gözlemleniyor. Başka? Hah hatırladım. Arnavutluk’da özel araçların yarıya yakını çoğu yeni model Mercedes otomobiller. Abarttığımı düşünebilirsiniz, giden başkalarına sorun, onlar da aynı şeyi söyleyeceklerdir. Bunlar Almanya’daki ikinci el galerilerinden yasal yolla mı toplanıyor, yoksa bir kısmını Arnavut mafyası çalıp mı getirmiş bilemiyorum, çünkü araçların çoğunun trafiğe kayıtlı olmadığını söylemişti orada konuştuğum biri. İkinci ilginç şey ise ülkenin komünist geçmişinden kalmış trajikomik bir manzara. Yol kenarında çok sayıda mantar biçimli sığınak havalandırma bacaları gördüm. Sonradan öğrendiğim kadarıyla bunlardan o dönem yüzbinlerce adet yapılmış ve ciddi paralar harcanmış. Neredeyse 5-10 kişiye bir sığınak düşecek kadar fazlaymış sayıları, tabi kesin rakamlar bilinmiyor. Enver Hoca tüm dünyadan ve ittifaklardan bağımsız ülkesinin insanlarını olası düşman saldırılardan bu biçimde koruyabileceğini düşünmüş.

“Arnavutluk’un hiç mi güzel bir şeyi yok Zafer?” diye soranlara cevabım… Var, bayrağı. Dünyaya hükmeden bütün ülkelerin bayraklarından daha güzel ve karizmatik bence…
 




Ynt: Tek Başıma Arabayla 76 Günde 3 Kıta 14 Ülke Overland 24500 Km

Makedonya Üzeri Yunanistan

Tiran’dan sonra Makedonya’ya giriş yaptım. Buradaki otoyol düzeni garipti. Beş-on kilometrede bir gişeler var ve neredeyse yakılan benzin kadar para otoyol ücreti olarak ödeniyor. Balkan ülkeleri turu yapanların, daha fazla odaklanıp anlattığı ve fotoğrafladığı Makedonya’da ilgi çekici pek bir şey göremedim. Başkent Üsküp’de Osmanlı döneminden kalan birkaç cami, hamam var ama pek etkileyici değiller.

Makedonya’da geçen geceden sonra Yunanistan’a kuzeybatısından giriş yaptım. Gümrük memuru gayet nazikti, belgeleri pencereden uzattım, arabadan bile inmedim. İtalyan Schengen’imi görüp “Transit Türkiye’ye mi?” diye sordu sanki öyle yapmamı istermiş gibi. “Yok, ülkenize gelmişken Atina’ya kadar sarkacağım, üç-beş gün geçirme niyetim var.” dedim, geçtim gittim.

Komşu

1986’nın yazında ilk kez ailemle çadırlı piknik tüplü yurtdışı yolculuğuma çıktığımda Yunanistan’dan da geçecektik. Ailemin diğer bireyleri yeşil pasaportluydu ben ise 18 yaşımı geçtiğim için lacivert pasaportluydum, Yunan Vizesi almam gerekiyordu. Pasaportun geçerlilik süresi yetmediğinden alamamıştım, dolayısıyla burayı görmediğim için ufak bir ukde kalmıştı içimde. Kestirme yol varken Ortadoğu, Kuzey Afrika üzerinden dolaşıp 23.000 km civarı yol katettikten sonra gelmek nasipmiş.

Kuzeybatı Yunanistan dağlık, güney ve doğusundaki kurak, güneşli iklimin aksine burada yağışlı ve serin tipik Balkan havası hakim. Merkez Yunanistan’ın Teselya Bölgesi’ndeki Meteora’ya 400-1700 metre arası rakımda salınan inişli çıkışlı bol virajlı muhteşem bir dağ yoldan gidiliyor. Burası ülkenin en seyrek nüfusa sahip bölgelerinden. Yol boyunca bırakın kasabayı, köy bile nadiren görüyorsunuz.

Meteora

Adalar dışındaki Yunanistan’ı genel hatlarıyla gördüm diyebilirim. Kıta Yunanistanı’nda bence en ilgi çekici yer Meteora idi, hatta Yunanistan’da görebileceğiniz en ilginç ve biricik yer Meteora bence. Beyaz badanalı, rengarenk çatılı, çerçeveli evlerin yamaçları kapladığı kasabaları barındıran masal diyarı adalar da çok cezbedici hemfikirim, ama onlar biraz plastik ve turistik güzellik bunu kabul etmek lazım.

Meteora’a ise yiyip içip kumsalda pinekleyen zengin Avrupalı turistlerin mekanı değil tahmin edileceği üzere, meraklısının keşfedip mutlu olacağı bir yer. Hem tarihi bir derinliği mevcut, hem de görsel güzelliği. Benim gibi bulutlu, sisli bir gününe denk gelirseniz ıssızlık ve inziva duygusunu daha fazla hissedersiniz.

Ortodoks inziva manastırlarının ilk yapıldığı dönemlerde yukarıya ulaşan merdivenler yokmuş. Manastırlar inşa edilirken de içlerinde yaşanırken de ip merdivenler ve halatlı asansör düzenekleri kullanılmış. Rahipler kendilerini bu ilkel asansörlerle yukarı taşırlarmış. Ziyaret edilebilen aynı zamanda da ibadethane olarak çalışan birbirinden güzel altı manastır var, aslına sadık ama yeni yapılmış gibi restore edilmiş, yani pırıl pırıl durumdalar.

Meteora, ‘göklerde duran’ anlamına geliyormuş. Ben buna yakın bir manzaraya şahit oldum oraya ilk vardığım anlarda. Sis kümesi kanyonun tabanını kaplıyordu henüz ve bir manastırın üzerinde durduğu kaya bloğunu örtüyordu, yapı bulutun üzerindeymiş gibiydi. Manastırlar 15. yüzyılın sonlarıyla 16. yüzyılın başları arasında yapılmış ve günümüze dek defalarca restorasyon görmüş. Aslen daha önceki yüzyıllarda da bu bölge inziva yeri olarak kullanılsa da bir rivayete göre Osmanlı buraları ele geçirince rahipler kendilerini daha huzurlu ve güvenli hissetmek için kayaların tepesine bu yapıları inşa etmişler. Zaten ip merdiven kullanılmasının sebebi de o, yukarı çıkıp mekanizmayı topluyorlar, aşağıdaki yukarıya gelemiyor. Türklerin Balkanlar’ı fethi söz konusu şirin manastırların yapılmasına vesile olmuş güya. Bu hikaye bana komik geldi biraz. İstanbul fethedilmiş, dev surlar şahilerin fırlattığı yarım tonluk güllelerle yıkılmış. Bizimkilerin derdi inzivaya çekilmiş rahipleri Hakk’ın rahmetine kavuşturmak olsaydı, öyle kayalara tırmanmakla uğraşmaz, o toplardan birini getirip, talim atışı havasında yarım saate bütün manastırları leblebi tozuna çevirirlerdi…

Meteora’dan ayrıldıkta sonra Yunanistan’ın güneyine Mora Yarımadası’na doğru yolculuğumu sürdürdüm. Güzergah üzerindeki manzara çok güzeldi. Dağ geçitlerini derin vadileri aştım. Tepelerin eteklerine kurulmuş güzel köylerden geçtim. Trihonida Gölü’ne bakan yamaçlardan birindeki zeytinliğe kamufle olduğumu zannederek, ertesi sabah arazi sahibi tarafından tek kelime edilmeden etrafımda dolaşılarak teftiş edileceğimi bilmeden, çadırımı kurdum. O geceyi hala unutamam. Ilık bir Ege akşamı, hava açık, kekik kokusu, sessizlik, su katınca beyazlayan sakızlı şerbet, ikibuçuk aydır geçilen yollar, yaşanan maceralar, halen sağ salim devam edebilmenin mutluluğu, bunun asla tekrarlanamayacak olmasının hafif burukluğu. Hayat ne garip. Başıma aksilikler gelmeseydi eğer; işimle, ailemle meşgul yerel yaşayan ve o koşullarda hem mutlu hem de mutsuz bir adam olacaktım belki de. Para kazanacaktım, ama istediğim çoğu şeyi gerçekleştirmeye vakit bulamayacaktım. Bazen büyük musibetler de insana fırsat kapıları aralayabiliyormuş, bunu fark edip hayatı yeniden gözden geçirmek ve tanımlayabilmekmiş mesele. Yaşamım ve mutluluğum adına, elimde kalan imkanlarla vaktimi anlamlı ve özel kılmak adına bir şeyler başarmış hissediyordum kendimi. Mutlak mutluluk yok elbette. Yine hem mutlu hem de mutsuzdum, güzel anlar yaşamak için gayret göstermeyi sürdürecektim sadece. İyi şeyler aramak için yollara düşerseniz evinize eliniz boş dönmezsiniz. Hayal taciri değilim, yaşanmışlıktan hareketle konuşurum, güvenebilirsiniz.
 











Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,703
Mesajlar
1,522,439
Kayıtlı Üye Sayımız
166,545
Kaydolan Son Üyemiz
Behcet001453

Çevrimiçi üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

SON KONULAR



Geri
Üst