SRDR34
Ana Kamp
- Mesajlar
- 40
- Tepkime Puanı
- 0
Avrupa ülkelerinin tamamını gördükten sonra küçük bir ihmalle bu küçük ülkeyi görmeyi hep ihmal etmiştik. İlk fırsatta eski Yugoslavya’yı oluşturan 6 cumhuriyetten, Sırbistan’dan ayrıldıktan sonra da Avrupa’nın en yeni ülkelerinden biri olan Karadağ’ı görmek için yola çıktım. İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan kalktıktan 1 saat 25 dakikalık bir yolculuktan sonra yemyeşil dağların ve berrak göllerin arasından süzülerek başkent Potgorisa’nın küçük havaalanına iniyoruz. Olağanüstü bir manzara ile karşılıyor Potgorisa bizleri…
2006 yılında Sırbistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş olan Montenegro ya da bizdeki bilinen ismiyle Karadağ 14 bin kilometrekare ve yaklaşık 685 bin nüfusuyla küçük ama son derece sevimli bir ülke. Karadağ Türkler’e vize uygulamıyor. Bu nedenle Türkiye’nin hemen yanı başındaki yeşillikler içindeki bu ülkeye kolaylıkla gidilebiliyor. Karadağ küçük bir ülke ama içinde o kadar çok gezilip görülecek şey var ki o yüzden küçük olduğuna aldanmamak gerek. Tarihi eserleri, dağları, nehirleri, gölleri, milli parkları, sahilleri ile her zevke hitap eden bir ülke aynı zamanda. İnsan merak ediyor bu kadar yeşil olan bir ülkeye neden Karadağ demişler diye. Rehberimiz Kristo, “Akşam olduğunda, güneş battığında dağlar kapkara görünür, bundan dolayı buraya Karadağ (Montenegro) deniliyor” açıklamasıyla merakımızı gideriyor… Karadağ ülkemizde pek tanınmasa da Hollywood yıldızları çoktan burayı keşfetmişler ve vazgeçilmez tatil beldeleri haline getirmişler. Hollyood’un ünlü çifti Brad Pitt - Angelina Jolie çifti, Karadağ’ın ünlü tatil kenti Kotor’dan 2 milyon Dolar’a ev alarak burayı daimi tatil beldesi haline getiren Michael Douglas - Catherina Zeta Jones çifti, burada satın almak için ev arayan Amerikalı raketler Venus-Serena Williams kardeşler, Elizabeth Taylor ve Richard Burton, Sophia Loren, Adrian Broody, Prenses Margaret ve Madonna’nın bunlardan sadece bazıları olduğunu söylesek yeterli olur sanırız…
Eski tarihi başkent Cetinje (Çetinye okunuyor), sahil otel cenneti Budva, liman şehri Bar, plajlarının ve duruluğunun güzelliği ile Ulsin, lüks istilası ve yatların zenginlikle buluştuğu turizm başkenti Kotor, Tivat ve Herceg Novi, Karadağ’ın önemli şehirleri…
Karadağ’da ilk durağımız Tuzi kenti oluyor. Tuzi şehri, başkent Potgorisa’ya yaklaşık yarım saat mesafede. Yol boyunca her taraf yemyeşil. Yolda giderken Sienna nehrinde küçük bir kanyonda duruyoruz. Başdöndürücü güzellikte bir kanyon… Arnavutluk sınırında doğan Sienna Nehri, daha sonra Karadağ’a geçerek Moraça Nehri’yle birleşerek İşkodara Gölü’ne dökülüyor. Yolumuzun üzerindeki üzüm bağı Avrupa’nın tek parça halindeki en büyük üzüm bağı. Bağın % 30’u devlete ait.
Tuzi kentine gitme amacımız bu bölge Osmanlı hakimiyeti altındayken Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Nizam Cami ve Tuzi şehitliği. Camii 11 bin metrekarelik bir alanda kurulu. Caminin yapılmasıyla ilgili tam bir kayıt yok ancak 1565-1575 yılları arasında yapıldığı tahmin ediliyor. Bahçesinde yer alan şehit mezarlarının sayısını ise bile bilen yok. Şehitliğin ortasında çok büyük bir toplu mezar olduğu söyleniyor. Tuzi kentinde bugün park olan mezarlıkların hatta Tuzi kentinin eskiden büyük bölümünün şehitlik olduğu söyleniyor. Şehitliğin arkasındaki tepede yatan şehitlerimizle bu sayının binlerle olduğu ifade ediliyor. Bu arada insanın tüylerini diken diken bir olay anlatılıyor. Osmanlı buradan çekilirken yaklaşık 11-12 tane Osmanlı askeri kentin arkasındaki tepelere doğru çekilir. Halka zulüm edildiğini görünce dayanamazlar, tepelerden inerek cephaneleri bitene kadar, bitince de süngüleriyle halkı savunurlar. Hepsi burada şehit olur. Komünist rejim 2. Dünya Savaşı'nda hasar görerek sadece duvarlarının ayakta kalabildiği camiyi tamamen yıkıp ortadan kaldırmak, şehitleri de yattığı yerden çıkarmak istemiş. Ancak burada yaşayan Müslüman halk ayaklanıp caminin önünde ve şehitliğin girişinde nöbet tutup dozerlerin girmesini engellemiş. İsyan çıkmasından endişe edilip burası olduğu gibi bırakılmış. Türk devleti ve işadamları burayı restore edip 2010 yılı Ramazanı’nda ibadete açmış.
Tuzi'den dönüşte rehberim Tuzi kentiyle başkent Cetinje arasında yol kenarında bir tepeyi gösteriyor. Tepenin içinin bir shelter olduğunu söylüyor. Yani Yugoslavya zamanında tepenin içi savaş uçaklarının saklandığı yermiş ve tepeden havaalanına kadar yaklaşık 2 km’lik uçakların taksi yolu varmış.
Buradan ayrılıp Başkent Potgorisa’ya geri dönüyoruz. Potgorisa Karadağ’ın en büyük kenti. Bereketli Zeta ovasında yer alan Ribnica ve Moraça nehirlerinin birleştiği yerde kurulan Potgorisa küçük ama düzenli bir kent. Burası Staro Varos (Eski Kent) ve Nova Varos (Yeni Kent) olarak ikiye ayrılıyor. Burası Tito Grad yani Yugoslavya'nın ünlü diktatörü Tito’nun kenti olarak da biliniyor.
Potgorisa 2. Dünya Savaşı sırasında 120 kez bombalanmış, dolayısıyla kent neredeyse yerle bir edilmiş. Bu yüzden uzun yıllar Osmanlı’ya ev sahipliği yapmış Staro Varos’da sadece bazı yerler ayakta kalabilmeyi başarmış. Bunlardan birisi de eskiden Türk mahallesi olan Staro Varos’daki Osmanagiça yani Osman Ağa Meydanı’ndaki Sat Kula yani Saat Kulesi. Kentin merkezinde yer alan Saat kulesi 18. yüzyılda Hafız Paşa tarafından yaptırılmış. Tüm görkemiyle halen dimdik ayakta. Sat Kule'nin hemen arkasında halen az da olsa Osmanlı tarzı evleri görmek mümkün...
Staro Varos’da dolaşırken adımlarımız bizi Türk Hamamı’na götürüyor. Ribniça Nehri’nin hemen yanına yer alan hamam hakkında detaylı bir bilgi yok. Hamam Karadağ’ın ünlü müzisyeni Yauna Ustanova Kültür Merkezi adıyla kitapçı olarak hizmet veriyor. Hamamın hemen üstünden köprü geçtiği için kubbeleri yıkılmış.
Türk Hamamı’ndan sonra hamama yaklaşık 200-300 metre mesafede olan Vezir Köprüsü’ne yöneliyoruz. Moraço nehri üzerinde yer alan Vezir Köprüsü eski kent ile Türk mahallesini birbirine bağlıyormuş. Mahmut Paşa tarafından yaptırılan köprü süt ve yumurta karıştırılarak yapılmış.
Akşam oluyor. Biz de gençlere uyup buluştukları yer olan Korzo’ya çıkıyoruz. Korzo aslında bir yerin adı değil. Bazı caddeler akşam belli saatten araç trafiğine kapatılıyor. Yani Korzo da trafiğe kapalı cadde demek. Bizim gittiğimiz caddenin ismi Slobodo yani Özgürlük Caddesi. Ancak cadde akşam 17.00’de trafiğe kapanıyor, sabah 05.00’de açılıyor. Bu yüzden korzo denilince akla ilk bu ana cadde geliyor. Hayatımda hiçbir ülkede, ki buna İsveç, Finlandiya gibi ülkeler de dahil, bu kadar genç, bu kadar bakımlı ve bu kadar güzel kızı bir arada görmemiştim. Caddede gezinenlerin yanı sıra soğuk havaya aldırış etmeden kafe ve barların bahçelerindeki masalarında oturan gençler eğlenceli ve keyifli saatler geçiriyorlar..
Potgorisa’dan sonraki durağımız Tırnoyaviçe oluyor. Tırnoyaviçe, Potgorisa’dan yaklaşık 20 km uzaklıkta. Tırnoyaviçe’ye varınca gözlerimize inanamıyoruz. Burası yeryüzündeki cennet adeta. Küçük bir kasaba olan Tırnoyaviçe kasabayla aynı adı taşıyan bir nehre sahip. Nehir burada doğuyor ve İşkodra Gölü’ne dökülüyor. Son derece eğlenceli ve keyifli olan (aynı zamanda gerçek bir Türk dostu) rehberim Kristo sık sık tanıttığı yerleri anlatırken buralara Osmanlı askerleri de gelmiş diyor. Bilmeyen kimsenin bulamayacağı bir yer olan dar vadi arasındaki Tırnoyaviçe’yi anlatırken bana dönüyor. Anlıyorum ne diyeceğini “Tamam, tamam Osmanlı buraya da gelmiş” diyorum gülerek. “Evet buraya da gelmişler” diyor o da gülerek…
Karadağ’da yaşanılan büyük depremde sahil şeridindeki bir çok kentle birlikte Tırnoyaviçe’de deyim yerindeyse yerle bir olmuş, çok ciddi can kayıpları yaşanmış. Tırnoyaviçe bugün geçmişin izlerini silmiş, kendi halinde bir yaşam sürüyor. Bu kasabanın bir başka önemli özelliğinin de Guttenberg’in ilk matbaa makinelerinden 3 tanesinin buraya getirtilip kilise kitaplarını basması olduğunu söylüyor rehberimiz…
Tırnoyaviçe Nehri’nde bir tekne turu yapıyoruz. Nilüferler arasında ilerlerken birçok göçmen su kuşu da gezimizi renklendiriyor. Karadağ’ın doğasının bu denli iyi korunmasının nedeninin dünyada ilk ekoloji yasasını bu ülkenin çıkarması olduğunu öğreniyoruz.
Tırnoyaviçe veda edip Ulsin’e doğru yola koyuluyoruz. Yolda Virpazar’da İşkodra Gölü’nün kenarında kısa bir mola verip gölü seyrediyoruz. Yolun sağ ve sol tarafında yer alan İşkodra Gölü inanılmaz güzellikte. 280 çeşit kuşa ev sahipliği yapan İşkodra Gölü tam bir kuş cenneti. Göl, nilüferleri ile seyrine doyum olmayan bir manzara sunuyor. Gölün hemen kenarında bulunan Lessondro Kalesi ise yıkılmasına rağmen gölün eşsiz güzelliğiyle birleşen görüntüsüyle göz kamaştırıyor… Gölün ortasından geçen tren yolu ise Adriyatik’i Bulgaristan’a bağlıyor.
Yolumuza ana yoldan ayrılıp dağ yolundan devam ediyoruz. Ağaçların arasında kıvrıla kıvrıla yükselen dağ yolu İşkodra Gölü’nün manzarasıyla birleşince adeta görsel bir şölen yaşatıyor bizlere… Anayoldan ayrılıp dar ve virajlı olmasına rağmen bu güzergahı seçmemizin nedeni de zaten bu; yolun manzara açısından meşhur olması… Gölde irili ufaklı bir çok ada ve adaların üzerinde kaleler yer alıyor. Saldırılardan korunmak için bu yörelerdeki halk bu adalarda yaşamlarını sürdürüyormuş.
Dağ yolunda kaybolmamıza rağmen son derece keyifli bir yolculuğun ardından Ulsin’e varıyoruz. Özerlikle Müslüman asıllı kesimin yaşadığı Ulsin Karadağ’ın Arnavutluk’a en yakın güney ucu. Ulsin sahil ve plajlarıyla ünlü. Bunların en meşhurları ise Boyana Nehri’nin iki kenarında yer alan Ada Boyana ile 13 km uzunluğunda ve 60 metre genişliğindeki Velika Plaza plajları… Sahilin kenarındaki tepede kurulu eski kalenin 2 bin 500 yıldan daha eski olduğu belirtiliyor. Bundan dolayı old town yani eski kent birinci derecede tarihi eser olarak koruma altında. Ünlü İspanyol yazar Miguel de Cervantes de burada 3 yıl esir olarak tutulmuş…
Ulsin1444 yılındaki büyük bir depremle yerle bir olmuş. Daha sonra yeniden yapılanmış. Ulsin uzun zaman bir korsan gemisine ve onun mürettebatına ev sahipliği yapmış. Akdeniz ve Adriyatik’teki ticaret gemilerinin korkulu rüyası olmuş bu korsan gemisi. 1675 yılında Süleyman Paşa komutasındaki Osmanlı donanması Utudz Alija komutasındaki korsan gemisini batırmayı başarmış. Ulsin’deki tersaneler de Osmanlı donanması için ağaçlarının bol ve kaliteli olması nedeniyle 300 eğitim ve savaş gemisi inşa etmiş…
Burada karnımız acıkıyor ve son derece hoş bir restorana giriyoruz. Siparişlerimizi veriyoruz. Yemekler son derece lezzetli ve tabaklar son derece doyurucu… Özellikle iste kurutulmuş etleri ve Prsuta denilen pastırması (Ancak domuz eti yemeyenler önceden belirtmeli çünkü genelde domuz etinden yapılıyor prsuta) mutlaka denenmesi gereken lezzetler arasında. Alkol değeri yüksek bir çeşit votka olan Ça-ça (Aman dikkat oldukça sert ve bir kadehi bile alışık olmayanı fena çarpabiliyor) ve şarapları da yemeğinize eşlik edecek lezzetlerden… Fiyatlara gelince 4 kişilik bir yemeğin maliyeti yaklaşık 100 Euro. Özellikle sahil kesminde yemekler biraz pahalı olmasına karşın içecekler ülkenin tüm genelinde son derece ucuz.
2006 yılında Sırbistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş olan Montenegro ya da bizdeki bilinen ismiyle Karadağ 14 bin kilometrekare ve yaklaşık 685 bin nüfusuyla küçük ama son derece sevimli bir ülke. Karadağ Türkler’e vize uygulamıyor. Bu nedenle Türkiye’nin hemen yanı başındaki yeşillikler içindeki bu ülkeye kolaylıkla gidilebiliyor. Karadağ küçük bir ülke ama içinde o kadar çok gezilip görülecek şey var ki o yüzden küçük olduğuna aldanmamak gerek. Tarihi eserleri, dağları, nehirleri, gölleri, milli parkları, sahilleri ile her zevke hitap eden bir ülke aynı zamanda. İnsan merak ediyor bu kadar yeşil olan bir ülkeye neden Karadağ demişler diye. Rehberimiz Kristo, “Akşam olduğunda, güneş battığında dağlar kapkara görünür, bundan dolayı buraya Karadağ (Montenegro) deniliyor” açıklamasıyla merakımızı gideriyor… Karadağ ülkemizde pek tanınmasa da Hollywood yıldızları çoktan burayı keşfetmişler ve vazgeçilmez tatil beldeleri haline getirmişler. Hollyood’un ünlü çifti Brad Pitt - Angelina Jolie çifti, Karadağ’ın ünlü tatil kenti Kotor’dan 2 milyon Dolar’a ev alarak burayı daimi tatil beldesi haline getiren Michael Douglas - Catherina Zeta Jones çifti, burada satın almak için ev arayan Amerikalı raketler Venus-Serena Williams kardeşler, Elizabeth Taylor ve Richard Burton, Sophia Loren, Adrian Broody, Prenses Margaret ve Madonna’nın bunlardan sadece bazıları olduğunu söylesek yeterli olur sanırız…
Eski tarihi başkent Cetinje (Çetinye okunuyor), sahil otel cenneti Budva, liman şehri Bar, plajlarının ve duruluğunun güzelliği ile Ulsin, lüks istilası ve yatların zenginlikle buluştuğu turizm başkenti Kotor, Tivat ve Herceg Novi, Karadağ’ın önemli şehirleri…
Karadağ’da ilk durağımız Tuzi kenti oluyor. Tuzi şehri, başkent Potgorisa’ya yaklaşık yarım saat mesafede. Yol boyunca her taraf yemyeşil. Yolda giderken Sienna nehrinde küçük bir kanyonda duruyoruz. Başdöndürücü güzellikte bir kanyon… Arnavutluk sınırında doğan Sienna Nehri, daha sonra Karadağ’a geçerek Moraça Nehri’yle birleşerek İşkodara Gölü’ne dökülüyor. Yolumuzun üzerindeki üzüm bağı Avrupa’nın tek parça halindeki en büyük üzüm bağı. Bağın % 30’u devlete ait.
Tuzi kentine gitme amacımız bu bölge Osmanlı hakimiyeti altındayken Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Nizam Cami ve Tuzi şehitliği. Camii 11 bin metrekarelik bir alanda kurulu. Caminin yapılmasıyla ilgili tam bir kayıt yok ancak 1565-1575 yılları arasında yapıldığı tahmin ediliyor. Bahçesinde yer alan şehit mezarlarının sayısını ise bile bilen yok. Şehitliğin ortasında çok büyük bir toplu mezar olduğu söyleniyor. Tuzi kentinde bugün park olan mezarlıkların hatta Tuzi kentinin eskiden büyük bölümünün şehitlik olduğu söyleniyor. Şehitliğin arkasındaki tepede yatan şehitlerimizle bu sayının binlerle olduğu ifade ediliyor. Bu arada insanın tüylerini diken diken bir olay anlatılıyor. Osmanlı buradan çekilirken yaklaşık 11-12 tane Osmanlı askeri kentin arkasındaki tepelere doğru çekilir. Halka zulüm edildiğini görünce dayanamazlar, tepelerden inerek cephaneleri bitene kadar, bitince de süngüleriyle halkı savunurlar. Hepsi burada şehit olur. Komünist rejim 2. Dünya Savaşı'nda hasar görerek sadece duvarlarının ayakta kalabildiği camiyi tamamen yıkıp ortadan kaldırmak, şehitleri de yattığı yerden çıkarmak istemiş. Ancak burada yaşayan Müslüman halk ayaklanıp caminin önünde ve şehitliğin girişinde nöbet tutup dozerlerin girmesini engellemiş. İsyan çıkmasından endişe edilip burası olduğu gibi bırakılmış. Türk devleti ve işadamları burayı restore edip 2010 yılı Ramazanı’nda ibadete açmış.
Tuzi'den dönüşte rehberim Tuzi kentiyle başkent Cetinje arasında yol kenarında bir tepeyi gösteriyor. Tepenin içinin bir shelter olduğunu söylüyor. Yani Yugoslavya zamanında tepenin içi savaş uçaklarının saklandığı yermiş ve tepeden havaalanına kadar yaklaşık 2 km’lik uçakların taksi yolu varmış.
Buradan ayrılıp Başkent Potgorisa’ya geri dönüyoruz. Potgorisa Karadağ’ın en büyük kenti. Bereketli Zeta ovasında yer alan Ribnica ve Moraça nehirlerinin birleştiği yerde kurulan Potgorisa küçük ama düzenli bir kent. Burası Staro Varos (Eski Kent) ve Nova Varos (Yeni Kent) olarak ikiye ayrılıyor. Burası Tito Grad yani Yugoslavya'nın ünlü diktatörü Tito’nun kenti olarak da biliniyor.
Potgorisa 2. Dünya Savaşı sırasında 120 kez bombalanmış, dolayısıyla kent neredeyse yerle bir edilmiş. Bu yüzden uzun yıllar Osmanlı’ya ev sahipliği yapmış Staro Varos’da sadece bazı yerler ayakta kalabilmeyi başarmış. Bunlardan birisi de eskiden Türk mahallesi olan Staro Varos’daki Osmanagiça yani Osman Ağa Meydanı’ndaki Sat Kula yani Saat Kulesi. Kentin merkezinde yer alan Saat kulesi 18. yüzyılda Hafız Paşa tarafından yaptırılmış. Tüm görkemiyle halen dimdik ayakta. Sat Kule'nin hemen arkasında halen az da olsa Osmanlı tarzı evleri görmek mümkün...
Staro Varos’da dolaşırken adımlarımız bizi Türk Hamamı’na götürüyor. Ribniça Nehri’nin hemen yanına yer alan hamam hakkında detaylı bir bilgi yok. Hamam Karadağ’ın ünlü müzisyeni Yauna Ustanova Kültür Merkezi adıyla kitapçı olarak hizmet veriyor. Hamamın hemen üstünden köprü geçtiği için kubbeleri yıkılmış.
Türk Hamamı’ndan sonra hamama yaklaşık 200-300 metre mesafede olan Vezir Köprüsü’ne yöneliyoruz. Moraço nehri üzerinde yer alan Vezir Köprüsü eski kent ile Türk mahallesini birbirine bağlıyormuş. Mahmut Paşa tarafından yaptırılan köprü süt ve yumurta karıştırılarak yapılmış.
Akşam oluyor. Biz de gençlere uyup buluştukları yer olan Korzo’ya çıkıyoruz. Korzo aslında bir yerin adı değil. Bazı caddeler akşam belli saatten araç trafiğine kapatılıyor. Yani Korzo da trafiğe kapalı cadde demek. Bizim gittiğimiz caddenin ismi Slobodo yani Özgürlük Caddesi. Ancak cadde akşam 17.00’de trafiğe kapanıyor, sabah 05.00’de açılıyor. Bu yüzden korzo denilince akla ilk bu ana cadde geliyor. Hayatımda hiçbir ülkede, ki buna İsveç, Finlandiya gibi ülkeler de dahil, bu kadar genç, bu kadar bakımlı ve bu kadar güzel kızı bir arada görmemiştim. Caddede gezinenlerin yanı sıra soğuk havaya aldırış etmeden kafe ve barların bahçelerindeki masalarında oturan gençler eğlenceli ve keyifli saatler geçiriyorlar..
Potgorisa’dan sonraki durağımız Tırnoyaviçe oluyor. Tırnoyaviçe, Potgorisa’dan yaklaşık 20 km uzaklıkta. Tırnoyaviçe’ye varınca gözlerimize inanamıyoruz. Burası yeryüzündeki cennet adeta. Küçük bir kasaba olan Tırnoyaviçe kasabayla aynı adı taşıyan bir nehre sahip. Nehir burada doğuyor ve İşkodra Gölü’ne dökülüyor. Son derece eğlenceli ve keyifli olan (aynı zamanda gerçek bir Türk dostu) rehberim Kristo sık sık tanıttığı yerleri anlatırken buralara Osmanlı askerleri de gelmiş diyor. Bilmeyen kimsenin bulamayacağı bir yer olan dar vadi arasındaki Tırnoyaviçe’yi anlatırken bana dönüyor. Anlıyorum ne diyeceğini “Tamam, tamam Osmanlı buraya da gelmiş” diyorum gülerek. “Evet buraya da gelmişler” diyor o da gülerek…
Karadağ’da yaşanılan büyük depremde sahil şeridindeki bir çok kentle birlikte Tırnoyaviçe’de deyim yerindeyse yerle bir olmuş, çok ciddi can kayıpları yaşanmış. Tırnoyaviçe bugün geçmişin izlerini silmiş, kendi halinde bir yaşam sürüyor. Bu kasabanın bir başka önemli özelliğinin de Guttenberg’in ilk matbaa makinelerinden 3 tanesinin buraya getirtilip kilise kitaplarını basması olduğunu söylüyor rehberimiz…
Tırnoyaviçe Nehri’nde bir tekne turu yapıyoruz. Nilüferler arasında ilerlerken birçok göçmen su kuşu da gezimizi renklendiriyor. Karadağ’ın doğasının bu denli iyi korunmasının nedeninin dünyada ilk ekoloji yasasını bu ülkenin çıkarması olduğunu öğreniyoruz.
Tırnoyaviçe veda edip Ulsin’e doğru yola koyuluyoruz. Yolda Virpazar’da İşkodra Gölü’nün kenarında kısa bir mola verip gölü seyrediyoruz. Yolun sağ ve sol tarafında yer alan İşkodra Gölü inanılmaz güzellikte. 280 çeşit kuşa ev sahipliği yapan İşkodra Gölü tam bir kuş cenneti. Göl, nilüferleri ile seyrine doyum olmayan bir manzara sunuyor. Gölün hemen kenarında bulunan Lessondro Kalesi ise yıkılmasına rağmen gölün eşsiz güzelliğiyle birleşen görüntüsüyle göz kamaştırıyor… Gölün ortasından geçen tren yolu ise Adriyatik’i Bulgaristan’a bağlıyor.
Yolumuza ana yoldan ayrılıp dağ yolundan devam ediyoruz. Ağaçların arasında kıvrıla kıvrıla yükselen dağ yolu İşkodra Gölü’nün manzarasıyla birleşince adeta görsel bir şölen yaşatıyor bizlere… Anayoldan ayrılıp dar ve virajlı olmasına rağmen bu güzergahı seçmemizin nedeni de zaten bu; yolun manzara açısından meşhur olması… Gölde irili ufaklı bir çok ada ve adaların üzerinde kaleler yer alıyor. Saldırılardan korunmak için bu yörelerdeki halk bu adalarda yaşamlarını sürdürüyormuş.
Dağ yolunda kaybolmamıza rağmen son derece keyifli bir yolculuğun ardından Ulsin’e varıyoruz. Özerlikle Müslüman asıllı kesimin yaşadığı Ulsin Karadağ’ın Arnavutluk’a en yakın güney ucu. Ulsin sahil ve plajlarıyla ünlü. Bunların en meşhurları ise Boyana Nehri’nin iki kenarında yer alan Ada Boyana ile 13 km uzunluğunda ve 60 metre genişliğindeki Velika Plaza plajları… Sahilin kenarındaki tepede kurulu eski kalenin 2 bin 500 yıldan daha eski olduğu belirtiliyor. Bundan dolayı old town yani eski kent birinci derecede tarihi eser olarak koruma altında. Ünlü İspanyol yazar Miguel de Cervantes de burada 3 yıl esir olarak tutulmuş…
Ulsin1444 yılındaki büyük bir depremle yerle bir olmuş. Daha sonra yeniden yapılanmış. Ulsin uzun zaman bir korsan gemisine ve onun mürettebatına ev sahipliği yapmış. Akdeniz ve Adriyatik’teki ticaret gemilerinin korkulu rüyası olmuş bu korsan gemisi. 1675 yılında Süleyman Paşa komutasındaki Osmanlı donanması Utudz Alija komutasındaki korsan gemisini batırmayı başarmış. Ulsin’deki tersaneler de Osmanlı donanması için ağaçlarının bol ve kaliteli olması nedeniyle 300 eğitim ve savaş gemisi inşa etmiş…
Burada karnımız acıkıyor ve son derece hoş bir restorana giriyoruz. Siparişlerimizi veriyoruz. Yemekler son derece lezzetli ve tabaklar son derece doyurucu… Özellikle iste kurutulmuş etleri ve Prsuta denilen pastırması (Ancak domuz eti yemeyenler önceden belirtmeli çünkü genelde domuz etinden yapılıyor prsuta) mutlaka denenmesi gereken lezzetler arasında. Alkol değeri yüksek bir çeşit votka olan Ça-ça (Aman dikkat oldukça sert ve bir kadehi bile alışık olmayanı fena çarpabiliyor) ve şarapları da yemeğinize eşlik edecek lezzetlerden… Fiyatlara gelince 4 kişilik bir yemeğin maliyeti yaklaşık 100 Euro. Özellikle sahil kesminde yemekler biraz pahalı olmasına karşın içecekler ülkenin tüm genelinde son derece ucuz.

