orsaalabanda
Zirve
- Mesajlar
- 3,490
- Tepkime Puanı
- 71
Yola çıkmadan bir gün önce Abdi abi'yle aramızda şöyle bir dialog geçmişti:
- Abi selam, kısmetse yarın yola çıkıyoruz. Size de uğramak isteriz. Haldun'lar da gelecek. Neredesiniz?
- Merhaba Cem, eee! Karaağaçtayız. Bekleriz.
- Abi bu Karaağaç tam olarak neresi oluyor?
- Burhaniye'yi geç, Karaağaç tabelasını görünce sağa dön.
- İyi de abi, Karaağaç'ın tam olarak neresindesiniz? Ayrıntılı adres verebilir misin?
- Denize en yakın zeytin ağacının gölgesindeyiz.
- Tamam abi anladım. (Ayıkla pirincin taşını)
* * * * *
Google Earth açılır ve Karaağaç neresiymiş bakılır... Hmm! evet küçük bir yerleşim... Güzel bir yere benziyor. Görüntüyü biraz daha yakınlaştıralım veee... İyi de denizin kıyısında binlerce zeytin ağacı var. Acaba hangisinin gölgesindeler? Ah be Abdi abi! Neden Google Earth'ün son güncellemesinden bir iki gün önce yerleşmezsin şuraya? Ne güzel karavanını da görüverirdik haritadan....
Şurası olmaz, fazla kayalık. Hmm! burası da olmaz binalar var. Şu ağacın gölgesi güzel ama orası da denize uzak. Yok yok benim tanıdığım Abdi abi bu ağacın gölgesinde kalmaz. Hah tamam buldum! Şurada bir açıklık var. Bu ağacın gölgesi güzel. Ben olsam ben de orada kalırdım. Bakkal çakkal da var demişti. Arkasındaki küçük yapı da orası olsa gerek. Kesin burasıdır...
Google'dan görüntüler hafızaya iyice kazınır... Kavşaktan sağa dön, kıvrımlı yoldan denize doğru ilerle. Kıyıya inmek için acele etme. Yol epey uzun görünüyor. İlk yerleşimleri geç, açıklıktan sağa dön.
* * * * *
Ertesi gün 3 saatlik bir yolculuktan sonra aracımızdaki konuşmalar:
- Gide gide bir söğüde dayandık.... Neresiymiş bu Karaağaç?
- Az kaldı.
- Baba! Denize ne zaman gireceğiz?
- Biraz sonra.
- Hayatım tabelayı kaçırmış olmayalım? Birilerine sorsak mı acaba?
- Yok canım, ne gerek var. Biraz sonra varacağız işte. (Erkek adam kimseye yol sormaz. Erkeklik içgüdüleri onu daima doğru
yola ulaştırır. Bazen fazlaca dolambaçlı olsa bile...)
- Baba! Ne zaman varacağız?
- Birazdan dedim ya kızım.
- Baba çişim geldi.
- Yap zort-a porttiye...
- Olmaz ben benzinlikte yapmak istiyorum. (Çünkü çıkışta marketten dondurma alacak)
- Ben de nerelerde neler yapmak istiyorum ama insanın her istediği olmuyor işte.
Karaağaç tabelası bulunur ve kavşaktan sağa sapılır...
- Tam olarak neredelermiş? Adresi aldın mı hayatım?
- Evet aldım. Denize en yakın zeytin ağacının gölgesindelermiş.
- Nasıl yani?
- İşte öyle...
- Telefonla arasak mı Abdi beyleri? Tam adresi alsak?...
- Merak etme hayatım, içgüdülerim her zamanki gibi doğru adrese ulaştıracak bizi. (Google Earth'den baktığımdan onun haberi
yok tabi)
- Ben o içgüdüleri bir yerden hatırlıyorum sanki. Arasana Abdi beyleri... Vır vır vır... Dır dır dır... Zır zır zır...
Beni de bir korku sarıyor aniden.... Haritadan baktığım yeri bulabilirim ama ya orada değillerse?...
* * * * *
Heh heh heee! Elimle koymuş gibi buldum valla. İşte oradalar. Uzaktan Kamil (Abdi abi'nin karavanı) görünüyor.
- Nasıl bulduk ama sizi?
- Valla bravo!
- Bulurum ben böyle (boyum bir karış büyümüş olarak)
Sarılmalar, öpüşmeler, hoşgeldin, beş gittin derken arada omnistore tentemizi de açalım, yeni kamperimizle havamızı basalım.... Fakat o da ne, kimse ilgilenmiyor bile. Ne hayaller kurmuştuk oysa, herkesi kıskançlıktan çatlatacaktık orrrrcinal aksesuarlarımızla...
[attachment=1]
Yahu bu omnistore kendi ayaklarını bile gölgelendirmiyor. Onların tentesi ne güzelmiş. Adamın karavanı da çok geniş. Eee ilgilenmez tabi haklı olarak. Neyse hava atma işi başka yere kaldı artık...
* * * * *
Haldun dostum koordinatlarımızı içgüdüsel olarak kestiremediği için (belki de yenge hanımdan aldığı zorunlu talimatlar gereğince) mantığının sesine kulak vermiş, telefonla ayrıntılı tarif istiyor... Ve yaklaşık on dakika sonra olay mahalline ailece intikal ediyor...
[attachment=2]
Sohbet, muhabbet çay ve sigara eşliğinde devam ederken arada denize kaçamak sortiler yapıyoruz. Haldun'un gözü kaçamak bakışlarla bizim kamperde... (Satmayacağım üleeeen! Küçük falan da gelmiyor. Yetiyor bize...)
[attachment=3]
Kerahat vakti yaklaşınca kadehler dostluğa kalkıyor...
Araç kullanacağı için içemeyen Haldun dostumuzun durumuna üzülüyormuş gibi yaparak yüzümüzü her ne kadar buruştursak da gülen gözlerimiz sahtekarlığımızı hemen ele veriyor...
Zavallım elindeki çay kupasıyla bizleri yalnız bırakmıyor...
[attachment=4]
Kaz dağlarından gelen serin kuzey rüzgarı ve bol oksijenin de etkisiyle olsa gerek, sohbet sohbeti açıyor, keyfimiz katlanıyor...
[attachment=5]
Bol kahkahalı bir gecenin ardından kesintisiz bir uyku ile geceyi tamamlıyoruz.
Tatil süremiz kısıtlı. Görmek istediğimiz çokça yer ve ziyaret etmek istediğimiz bolca dost olduğu için ayrılmak zorundayız. Ama bizim hiç acelemiz yok... İtalyanların dediği gibi ''piano piano...'' Kahvaltı ve sabah keyfinin ardından hafiften pıtırdamaya başlayan yağmur eşliğinde Karaağaç'tan demir alıyoruz...
Kimbilir nerede ve ne zaman buluşma temennileri, gülüşmeler, el sallamalar eşliğinde dostlarımızla vedalaşıyoruz...
- Abi selam, kısmetse yarın yola çıkıyoruz. Size de uğramak isteriz. Haldun'lar da gelecek. Neredesiniz?
- Merhaba Cem, eee! Karaağaçtayız. Bekleriz.
- Abi bu Karaağaç tam olarak neresi oluyor?
- Burhaniye'yi geç, Karaağaç tabelasını görünce sağa dön.
- İyi de abi, Karaağaç'ın tam olarak neresindesiniz? Ayrıntılı adres verebilir misin?
- Denize en yakın zeytin ağacının gölgesindeyiz.
- Tamam abi anladım. (Ayıkla pirincin taşını)
* * * * *
Google Earth açılır ve Karaağaç neresiymiş bakılır... Hmm! evet küçük bir yerleşim... Güzel bir yere benziyor. Görüntüyü biraz daha yakınlaştıralım veee... İyi de denizin kıyısında binlerce zeytin ağacı var. Acaba hangisinin gölgesindeler? Ah be Abdi abi! Neden Google Earth'ün son güncellemesinden bir iki gün önce yerleşmezsin şuraya? Ne güzel karavanını da görüverirdik haritadan....
Şurası olmaz, fazla kayalık. Hmm! burası da olmaz binalar var. Şu ağacın gölgesi güzel ama orası da denize uzak. Yok yok benim tanıdığım Abdi abi bu ağacın gölgesinde kalmaz. Hah tamam buldum! Şurada bir açıklık var. Bu ağacın gölgesi güzel. Ben olsam ben de orada kalırdım. Bakkal çakkal da var demişti. Arkasındaki küçük yapı da orası olsa gerek. Kesin burasıdır...
Google'dan görüntüler hafızaya iyice kazınır... Kavşaktan sağa dön, kıvrımlı yoldan denize doğru ilerle. Kıyıya inmek için acele etme. Yol epey uzun görünüyor. İlk yerleşimleri geç, açıklıktan sağa dön.
* * * * *
Ertesi gün 3 saatlik bir yolculuktan sonra aracımızdaki konuşmalar:
- Gide gide bir söğüde dayandık.... Neresiymiş bu Karaağaç?
- Az kaldı.
- Baba! Denize ne zaman gireceğiz?
- Biraz sonra.
- Hayatım tabelayı kaçırmış olmayalım? Birilerine sorsak mı acaba?
- Yok canım, ne gerek var. Biraz sonra varacağız işte. (Erkek adam kimseye yol sormaz. Erkeklik içgüdüleri onu daima doğru
yola ulaştırır. Bazen fazlaca dolambaçlı olsa bile...)
- Baba! Ne zaman varacağız?
- Birazdan dedim ya kızım.
- Baba çişim geldi.
- Yap zort-a porttiye...
- Olmaz ben benzinlikte yapmak istiyorum. (Çünkü çıkışta marketten dondurma alacak)
- Ben de nerelerde neler yapmak istiyorum ama insanın her istediği olmuyor işte.
Karaağaç tabelası bulunur ve kavşaktan sağa sapılır...
- Tam olarak neredelermiş? Adresi aldın mı hayatım?
- Evet aldım. Denize en yakın zeytin ağacının gölgesindelermiş.
- Nasıl yani?
- İşte öyle...
- Telefonla arasak mı Abdi beyleri? Tam adresi alsak?...
- Merak etme hayatım, içgüdülerim her zamanki gibi doğru adrese ulaştıracak bizi. (Google Earth'den baktığımdan onun haberi
yok tabi)
- Ben o içgüdüleri bir yerden hatırlıyorum sanki. Arasana Abdi beyleri... Vır vır vır... Dır dır dır... Zır zır zır...
Beni de bir korku sarıyor aniden.... Haritadan baktığım yeri bulabilirim ama ya orada değillerse?...
* * * * *
Heh heh heee! Elimle koymuş gibi buldum valla. İşte oradalar. Uzaktan Kamil (Abdi abi'nin karavanı) görünüyor.
- Nasıl bulduk ama sizi?
- Valla bravo!
- Bulurum ben böyle (boyum bir karış büyümüş olarak)
Sarılmalar, öpüşmeler, hoşgeldin, beş gittin derken arada omnistore tentemizi de açalım, yeni kamperimizle havamızı basalım.... Fakat o da ne, kimse ilgilenmiyor bile. Ne hayaller kurmuştuk oysa, herkesi kıskançlıktan çatlatacaktık orrrrcinal aksesuarlarımızla...
[attachment=1]
Yahu bu omnistore kendi ayaklarını bile gölgelendirmiyor. Onların tentesi ne güzelmiş. Adamın karavanı da çok geniş. Eee ilgilenmez tabi haklı olarak. Neyse hava atma işi başka yere kaldı artık...
* * * * *
Haldun dostum koordinatlarımızı içgüdüsel olarak kestiremediği için (belki de yenge hanımdan aldığı zorunlu talimatlar gereğince) mantığının sesine kulak vermiş, telefonla ayrıntılı tarif istiyor... Ve yaklaşık on dakika sonra olay mahalline ailece intikal ediyor...
[attachment=2]
Sohbet, muhabbet çay ve sigara eşliğinde devam ederken arada denize kaçamak sortiler yapıyoruz. Haldun'un gözü kaçamak bakışlarla bizim kamperde... (Satmayacağım üleeeen! Küçük falan da gelmiyor. Yetiyor bize...)
[attachment=3]
Kerahat vakti yaklaşınca kadehler dostluğa kalkıyor...
Araç kullanacağı için içemeyen Haldun dostumuzun durumuna üzülüyormuş gibi yaparak yüzümüzü her ne kadar buruştursak da gülen gözlerimiz sahtekarlığımızı hemen ele veriyor...
Zavallım elindeki çay kupasıyla bizleri yalnız bırakmıyor...
[attachment=4]
Kaz dağlarından gelen serin kuzey rüzgarı ve bol oksijenin de etkisiyle olsa gerek, sohbet sohbeti açıyor, keyfimiz katlanıyor...
[attachment=5]
Bol kahkahalı bir gecenin ardından kesintisiz bir uyku ile geceyi tamamlıyoruz.
Tatil süremiz kısıtlı. Görmek istediğimiz çokça yer ve ziyaret etmek istediğimiz bolca dost olduğu için ayrılmak zorundayız. Ama bizim hiç acelemiz yok... İtalyanların dediği gibi ''piano piano...'' Kahvaltı ve sabah keyfinin ardından hafiften pıtırdamaya başlayan yağmur eşliğinde Karaağaç'tan demir alıyoruz...
Kimbilir nerede ve ne zaman buluşma temennileri, gülüşmeler, el sallamalar eşliğinde dostlarımızla vedalaşıyoruz...