Mitoloji Sevenlere

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan özlem Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 2
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 2,672

özlem

Kamp III
Mesajlar
825
Tepkime Puanı
21
DÜNYANIN İLK GÜZELLİK YARIŞMASI
Günümüzden dört bin yıl önceye gidelim.
Dünyanın ilk güzellik yarışmasının ve Troya savaşının arifesindeyiz.
Ve en büyük şiirine "İlyada" ya sahne olacak o günün Anadolusu'na hayal gözüyle şöyle bir bakalım. Yumuşak çimenlere uzanarak yaz gününü kavalının sesiyle geçirmiş olan çoban yorulup susunca, kendi acemi sanatının çıkarabildiği seslerden kat kat tatlı bir müziğin taa ücralardan geldiğini duyar ve gönül gözüyle güneş arabası üstünde Apollon'un bir altın liri çalarak güneşle parlayan yeryüzünü büyülediğini görürdü.
Gece avcısı yeni doğan hilalin ışığını şükran dolu yürekle karşılar; ay ışığı gövdeli tanrıça Artemis'i ay ve yıldızlar gibi kendi perileriyle avının peşinde hızla koşmakta olduğunu sanırdı.
Rüzgar sıcak esince kaynağından serin ve berrak fışkıran sularından susuzluğunu giderirken gurbet yolcusu su perileri naiad'lara dualar ederdi.
Uzak dağ yamaçlarından güneş ışınlarının ve gölgelerin koğalaştığını gören ova orakçıları, dağ perileri oread'ların koşuşmakta ve birbirine ünlemekte olduğunu sanırlardı.
Sık ormanlarda, sessizlik içinde, yaprakların derin derin iç çekişinde Zephyros'un sevgilisini, arayıp fısıldadığı işitilirdi.
Çalılar arasında yaban keçisinin boynuzunu görünce yolcular tanrı Pan'ı görmekte olduklarını sanırlardı.
Dünyanın o dönemi masumluk, çocukluk ve düş dönemiydi.
O dönem Homerik Çağ'dı.
İşte o çağda dünyanın ilk güzellik yarışması, Artemis'ler, naiad'lar ve oread'lar Anadolu'sunda yapıldı.
Argo gemisi, dümenin yanında duran ozan Orpheus'un musiki uyumlu dizemine(temposuna) göre kürek çalarak Çanakkale'den geçti.
Marmara Denizi'ndeki yeşil diplerde, bu şanlı tekneye hayran kalan deniz kızları hep yüze geldiler.
İşte o gün Okyanus perileri, bellerine kadar denizlerin köpüklerinden çıkarak sütbeyaz gerdanlarını siftah olarak insanlara gösterdiler ve yine o gün Peleus, deniz tanrıçası Thetis' i gördü ve ona gönlü sevgiyle aktı. Thetis de hemen orada onun bu arzusunu gülümsemeyle karşılayarak onu çıldırasıya mutlu etti.
Peleus'un deniz perisi Thetis ile evleneceği gün düğüne bütün tanrılar çağrıldı. Yalnız fesat çıkarmaması ve oyunbozanlık etmemesi için kıskançlık ve nifak tanrıçası Eris düğüne çağrılmadı. İşte buna kızan Eris, coşkulu şölenin en aşkın anında masanın üzerine bir altın elma( Hespereid, Balear adalarında hasıl olan altın elmalardan, yani portakallardan) atmıştı.
Elmanın üzerinde "En güzele!" yazılıydı.
Her kadın gibi her tanrıça da kendini, "en güzel" sanarak elmaya sahip çıktı. Elemeler yapıldı ve sonunda güzeller üçe indi.
Bunlar, Aphrodite(*), Hera, Pallas Athena idi.
Bu üç güzel, Tanrılar Tanrısı Zeus' a gidip, aralarında, en güzeli seçmesini rica ederler. Zeus, bu işin sonunda bir çapanoğlu çıkacağını tahmin ederek, onlara Troya'nın yanında İda dağına gitmelerini, orada hem Paris, hem de Aleksandros diye anılan bir prens olduğunu, babasının koyun sürüsüne çobanlık etmekte olan bu gencin, mükemmel bir güzellik bilgini olduğunu, Paris'in bir şehzade olmasına rağmen, babası Troya hükümdarı Priamos' a bu oğlunun bir gün ülkesinin mahvına sebep olacağı için uzaklara gönderdiğini söyler.
Paris o anda Kocakatran dağlarında Oinone adlı güzel bir peri kızıyla yaşamaktaydı. Ayın onbeşi Kocakatran dağlarının İda doruğunu tepeden tırnağa kadar gelin tellerine benzeyen nurla örtmektedir.
Küçük Menderes nehri de kendi bölgesi boyunca ay ışığından hilalimsi gümüş kavisler çizerek Boğaz' a akmaktadır..
Tam o sırada üç tanrıça, güzelliklerinin bütün gururuyla Paris'in karşısına çıkagelirler. Üç büyük tanrıçanın olağanüstü güzelliklerini görünce delikanlı şaşırır. Tanrıçaların herbiri delikanlıya bir şey adar.
Hera, Paris' e Asya ve Avrupa'nın sahipkıranlığını;
Athena, Troya'lıları Akha'lar üzerine muzaffer etmeyi;
Aphrodite ise zevce olarak dünyanın en güzel kadınını vaad eder.
Esmer Hera bir eliyle sert, kabarık ve sivri memesini, öteki eliyle de mükellef örtüyü kalçalarının hizasında tutmaktadır.
Pallas Athena, güzellik yarışmasına katıldığı halde, kendisinin utangaç yaradılışına ihanet etmeden giyinik olarak gelmiştir.
Aphrodıte, altın saçlarının ağırlığı altında yine de başını dik tutmaktadır. Gövdesi beyaz bir ırmak gibi akarak genişlemekte ve göbeğinde bir tek çiçekle süslenmiş bir süt gölüne dönmektedir.
Paris, elmayı kime verecektir? Yoksa üç parçaya mı bölecektir? Ya da hiç bölmeden ve kimseye vermeden elmayı oturup kendi mi yiyecektir?
Aphrodıte, zon veya sestus denilen kısa bir kuşak takıyordu. O kuşağı takan kadın, erkeklerin gözlerinde güzeller güzeli olurmuş. Hatta Hera, kocası Zeus'tan iltifat görmediği zamanlar Aphrodıte den bir gece için kuşağını ödünç vermesini yalvarırmış. Bu kuşakta bütün zerafetler, cazibeler, tatlı gülümsemeler, süzgün gözlü veya ateşli bakışlı davetler, kandırıcı iç çekişleri, anlamlı susuşlar ve bakışlar gizli bulunuyormuş.
Elmayı elinde tutan Paris'in gözlerini Aphrodıte'den ayırmadığını gören Hera, güzellik tanrıçasına kızarak ona, "Sen haksızlık ediyorsun. O kuşak senin belini sardıkça bütün gözler sana dönüyor." diye çıkışmış.. Bunun üzerine Aphrodıte, sinirli bir davranışla kuşağını koparırcasına çıkararak Hera'ya uzatmış. Hera kuşağı takınmış. Artık Aphrodıte yalınkılıç gibi boyunca çıplak kalmış.
Paris, altın elmayı yavaş yavaş ona uzatmış.
O devirde yaşayan kadınların en güzeli Helene olduğu için, onun elini isteyen isteyeneydi. Bunların arasında kurnazlığıyla ün salmış İlias da vardı. İlias, Helene kime varırsa varsın bir haksızlığa uğrarsa, kendisiyle evlenmeye aday olan herkesin kıza yardıma koşacaklarına yemin etmelerini istedi. Onlar yemin ettiler. Helene adaylar arasında Sparta kralı Menelaos ile evlendi.
Paris, güzel kadını Sparta'dan kaçırıp Troya kentine getirdi. İşte o zaman bütün adaylar, yani Akha'lar, Agamemnon'un emrinde Troya'ya saldırdılar.
Bu savaşta altın elmayı alamayan Hera ile Athena, Akha'lara; Aphrodıte ve savaş tanrısı Ares ile Apollon Troya'ya yardım ettiler.

(*) Aphrodıte'nin, Zeus ve karısı ya da Deus ile onun dişisi olan Dione'den doğmuş olduklarını söylerler. Ama Yunanca "aphro", köpük; "aphrodıte" de köpük yavrusu demektir. Aphrodıte, Batı Anadolu'nun güneyindeki ufuktan sabah yıldızının doğduğu gibi bembeyaz ve yumuşak köpükten çırılçıplak doğmuştur. Aslında Aphrodıte, bir bereket, ay, sevgi ve güzellik tanrıçasıydı. Doğuda onun adı yıldız anlamına gelen Astoreth ve Astarte idi. Güzellik örtü kabul etmediği için, Olympos tanrıları arasında giyinmemiş olan biricik tanrı Aphrodıte'dir.
 

Etiketler
Kadın Tanrıçalar Nasıl Oluştu?

KADIN TANRIÇALAR NASIL OLUŞTU ?
Bugün erkek bilicilerin ağız birliği ettikleri gerçek şudur:
Önce dişil yaratıcılar vardı. Eril tanrı kavramı, ilk önce simgesel anlamda da olsa onların oğullarından çıktı. Adlarını analarından aldılar, e.d tanrı-analardan. Ancak daha sonra kadının erkekten yaratıldığı düşüncesine uygun olarak kadın adlarına son ekler eklendi. Böylece bu cinsin sonradan yaratıldığını sözcüklerle doğrulamak istediler.

"Kadın bebeğini kucağına aldı, kendi bebeğini, bir eliyle bebeğini tutup, bir eliyle de göğsüne vurup duruyordu. Ne yazık ki kimse onun ne demek istediğini anlamıyordu.Garip sesler çıkarıyodu, hem de karmaşık.Anlamak için çok çaba harcıyorlardı, acz içinde bakıyorlardı.Kadın yılmıyor, bu kez başkasının bebeğini alıp oyununu sürdürüyordu. O bebek onun değil ! Anlatmak istediği de bu zaten, onu annesine veriyor tekrar kendi bebeğini alıyor, eliyle kendi karnını işaret ediyor,onun kendinin olduğunu anlatmaya çalışıyor; ağzından peşi peşine çıkan MEE sesiyle.Bir koyun gibi meliyor.(Keçi de olabilir, yavrusunu çağıran inek gibi Muuu da yapabilir). BENİM, BANA AİT, BEN!!!"

Söz ilizyondur, hangi varlığın adı söylenirse o varlığın imgesini ve ona bağlı başka imgeleri zihnimizde canlandırır. Topluluğun da zihninde ,koyun, keçi, inek, manda canlandı. O çağda kadın olması, ana olması büyük kazanç. Çamuru çömleğe, elyafı dokumaya,ağacı meyvaya dönüştüren; sonra da elinde biçim bulan nesnelere ad veren, yaptıklarını sözcüklerle seslendiren kadınlardan biriydi o. Önce ANA olduğu için, sonra doğada örneği bulunmayan nesneler ürettiği için ilk " BEN YAPTIM" ," BANA AİT ", "BENİM" diyen ( bu sözcüklerin o çağdaki karşılıklarını söyleyen) kişi ILK BIREY.
Kadın neden bu hayvanların seslenişlerini seçiyor kendine ad olarak ya da kendisiyle o sesi özdeş kılıyor ? Temel neden bu hayvanlardan kaynaklanıyor. Munis kişilikleri ve başta süt olmak üzere sayısız yararları. İnsanları en çok rahatlatan ses , özellikle doğada yaşayanların anneleri ile ilişkilerinde çıkardıkları ses, anaların yavrularına yanıt verişi. Doğada mee sesi çınlıyor, ve insanlar binlerce yıl bu sesten etkileniyorlar.
O çağdaki insanın zihinsel dizgesi böyle açıklar. İlk yaratıcı, neyin ne olduğunu, ne zaman ,nerede, nasıl yaratıldığını bilir. Adları ilk ortaya çıkaran, adları bilen olduğuna göre, bütün bunları bilen de odur. Çocuk yapmasını bildiği için ilk yaratıcı dişildir. Canlılar hatta cansız varlıklar, seslemler, sözcükler ,adlar, ezgiler onun karnından çıkmışlardır.. Dolu olan ürün veren odur. Sözdeki gizil güç de onun soluğuyla gövdesinin içinden gelmektedir.Soluk, can, rüzgar,,,,,,,bunlar birbiriyle ve tanrı anayla özdeş sayılırlar. Sözcükler önderin içinden geliyor ve sözü edilen varlığın yerine geçiyorlar . Ad koymayla başlayan serüvenin onu nereye götüreceğini bilmiyor.
Tanrı-ana, küçük topluluğun sorunlarını, evren ve doğa boyutlarında ele alıyor. Önderin ve topluluğun başları üzerindeki gökyüzü, ayaklarının altındaki toprak, dağlar, akarsular göller, deniz, güneş, ay, yağmur, gece ve gündüz.Tanrı-ana onlara ad koyuyor,onlarla adları arasında, onların adlarıyla kendi adı arasında ilişki kurarak ad koyuyor. Çünkü o dilin sahibi olunca dilin gösterdiği herşeyin de sahibidir. Doğadaki üreme, yaratma yeteneği dilde de vardır, tanrı- anada da. Tanrı-ana ve doğa bütün mitoslarda berekettir.
O halde tanrı-ana dilinin neden bütün coğrafyaların mitolojilerinde cinsellik ve doğumu konu alarak öne çıkardığını anlamak olası. Çünkü o en iyi yapıyor " BEN YAPTIM" dediğinde önce yaptığı cocuk ve sonra da ürettiği işe yarar eşyalar var kucağında, elinde." BENİM" sözcüğü bile onda önce doğumla ilişkili. Doğum, cinsellik, büyütme, çoğaltma, ölüm ve yeniden canlandırma. Bunların hepsi tanrı-anadaki sözün gizil gücüyle olmaktadır.
Tanrısal varlık, bu ulaşılmaz sayılan evren varlıklarına, gök cisimlerine ad koyan tanrı-ana onlara ulaşabilir, onlarla konuşabilir, onlarla pazarlık edebilir. Düşmanlarına onlarla zararlı, dostlarına onlarla faydalı olabilir. Onlara buyruk veren onları yöneten o. Topluluğun ondan istediği insan neslinin hep sürmesi, kısırlığın ve kıtlığın olmaması. Doğa düzeni bozulmadan sürsün ki insan nesli de devam etsin.Ad, tanrı-anaların yetki alanlarını, kimliklerini yaşam öykülerini gösteren bir işarettir, bunların özetidir.
Ad koyma ile tanrı-ananın yazgı vermesi arasında da ilişki vardır. Bütün mitolojilerde yeni doğmuş bebeğe kader verenler tanrı-analar ya da doğum tanrıçalarıdır. Eski Mısırda sayıları yedi bazen de dokuz olarak gösterilen HATOR adlı tanrısal kadınlar yeni doğmuş bebeğe kader verirlerdi.
Tanrı-ananın adı da tanrı-analığı gösteren bir işarettir.Tanrı-anaların tanrıçaların evrensel adı " MA " onun niteliğini açıklar. MA sözcüğü Sanskritçede, bilmek, yapmak, ölçmek anlamına gelir ki bu " MA " adının tanrı-anaya doğumunda verildiğini, kendini yararlı bir buluşla, bir çalışmayla kanıtladıktan sonra verildiğini göstermektedir. Ad, tanrı-anaların yetki alanlarını, kimliklerini, yaşam öykülerini gösteren bir işarettir. Eski Türk toplumlarındaki geleneğe göre yiğitlik gösterene kadar erkek çocuğa ad verilmezdi. Eski göçebe topluluklarda, çocuklara verilen hayvan adlarının, hayvandaki bazı güçlerin onlara geçeceğine inanılırdı. ( Tanrı Musaya " adlarına göre say" der. Musa kavmindeki kişileri tek tek sayar ,ama hepsi erkektir,aralarında birtek kadın yoktur . Bu erkeklerin sayımı eski kadın tapımlarındaki " kadın kahramanların sayımına" bir yanıttır."siz bizi, yani erkekleri hesaba katmıyordunuz. Biz de şimdi sizleri saymıyoruz" dercesine).
Kadın tapınmalarının, tanrı-ana yönetimlerinin yazıdan binlerce yıl önceye kadar gittiği bilimsel araştırmalarla bilinmektedir. Anaerkil tapımlar kadar eski olan bir dilin çok güçlü bir kadın söylemi geliştirmesi ve söylemleriyle ( kadın tapımlarının zaman boyutu yanında, küçücük kalan bir zaman diliminde yeralan ) ataerkilliği etkilemesi olağandır. Buna karşın yazıyla birlikte kadınların konuşma dilinde bıraktığı çok güçlü izler yok edilmeye çalışılmış ve beşbin yılda başarılmıştır da. Kadın tapımlarındaki, tanrı-ana yönetimlerindeki hemen her konuda atılan temeller unutturulmuştur( Ama eski alfabeler çözüldükçe ve metinler okundukca yalan üzerine kurulmuş imgelerde teker teker yıkılmaktadır).
Sümerde yazı yazmayı öğreten okullardaki öğrenciler erkekti, saray ve tapınaklarda da kayıt tutanlar erkekti. Bu yüzden, daha önce kadın tapımlarında söylenen ve kuşaktan kuşağa ezberlenerek geçirilen şiirler erkek yazıcılar tarafından tabletlere geçirilirken ataerkil niteliklere bürünmüştür ve Tanrı-analar devri sona ermiştir.
 

Amazonlar

AMAZONLAR SÖYLENCESİ
Dilden dile, ağızdan ağıza aktarılarak zamanımıza dek ulaşan bir söylencedir Amazonlar söylencesi. İnsanı büyüleyen bu söylence gerçek midir? Amazonlar gerçekten yaşamışlar mıdır? Yoksa bütün bunlar bir düşün ürünü müdür?
Söylencelerin halkların yaşantılarından kaynaklandığı, az-çok değişse de kabul edilen bir görüştür. Hele sözkonusu olan, Amazonlar söylencesi ise... Çünkü Amazonların izlerine yanlızca destanlarda değil, coğrafyacı ve tarihçilerin kitaplarında da rastlanır. İlkçağ insanlarından kalan eserlerde Amazonlardan bir şeyler bulunur. Homeros onların Truva savaşlarına katıldığını yazar. Heredetos, Diodoros ve coğrafyacı Strabon onlardan sözederler. Herakles ve Achilleus efsanelerinde de Amazonlar'dan bahsedilir. Sokrates ve Platon Amazonlar'ın Atina'ya saldırdıklarını bir gerçeklik olarak kabul ederler. Amazonların yaşadıkları söylanan bölgelerde, özellikle Anadolu ve Mora Yarımadasında, kabartma taş ve resim olarak, Amazonlar'ı temsil eden binlerce eser bulunmuştur.

Mitolojide Amazonlar, mitoloji kahramanlarına denk savaşcı kadınlardır. Savaş aletleri ok, yay, kargı ve "labrys" denilen, Anadolu'da özellikle Hititler'de, Karya'da ve Girit'de rastlanan iki ağızlı baltadır. Halikarnas Balıkçısına göre iki ağızlı balta Anadolu'nun simgesidir. Resim ve kabartmaların çoğunda Amazonların elinde hep bu balta bulunmaktadır.

Söylenceye göre Amazonlar Anadolu'da yaşamışlar ve birçok kent kurmuşlardır. Amazonlar'ın kurduğu kabul edilen kentler; Ephesos/Selçuk, Smyrna/İzmir, Kyme, Gryneion, Pitane, Ege bölgesindeki kentlere ilaveten Midilli adasındaki Mytilana, Marmara ve Karadeniz yörelerinde ki Myrleia, Sinope/Sinop'tur.Bunlara yine Ege bölgesindeki Elaia, Anaia, Latori kentlerinde de eklememiz gerekmektedir. Ephesos'da ki Artemis tapınağı da Amazonlar tarafından başlatılmıştır. Ephesos'da ki kazılar savaşcı kadınlara ait, tanrıça Artemis'e hizmet eden heykelcikler de ele geçirilmiştir. George Thomson bunları inceleyerek yayınlayan Lethaby'nin " Hitit etkisinin belirgin izlerini gözlemlediğini Gestang'ın da Amazonlar'dan bir Hitit tapınağı bağıntılı oldukları ve daha sonra ki Artemis tapımı bu tapımdan kaynaklandığı konusunda Lethaby 'ye katıldığını" kaydetmektedir.

Bu açıklamalardan sonra "Amazon" kelimesinin uzmanlar tarafından nasıl açıklamdığını inceleyebiliriz. Birinci açıklamaya göre Amazonlar savaçda engel olmaması için memelerinden birini veya her ikisini kestiklerinden "memesiz" anlamında "Amazoi" denilmiştir. Bu açıklama kanıtlarla uyum göstermiyor. Zira bütün kabartma ve resimlerde Amazonlar, iki memeli olarak gösterilmişlerdir. İkinci açıklamaya göre Ephesos'lu kadınlar savaş ve tarımla uğraşarak, bellerinde kuşaklarla (zonai), ekin biçtikleri (Amao) için bunlara Amazon denilmiştir.

Toplumsal yaşamda kadının etkinliği, ekonomik etkinliklerin kadınlar tarafından yerine getirilmesi, kadınların mutlak egemenliği, soy kütüğünün kadına göre belirlenmesi, Amazon söylencesinin önemli özelliklerindendir. Ancak bütün bunlar anaerkil toplumda zaten normal olan özelliklerdir. Amazon söylencesinin normalden ayrılan yönü, kadınların savaşcı olarak yetiştirilmeleri, savaşa bir asker gibi katılmaları, erkeklerin bu savaşda yer almamaları, kadınların savaşcılığının aynı zamanda saldırganlığa dönüşmesidir. Hem kendilerinin kurdukları yerleşim bölgelerinde bulunan heykel, resim ve kabartmalar, hem de komşu halkların eserleri Amazonlar'ı savaşcı niteliklerine uygun tasvir etmişlerdir. Amazonlarda ki savaşcı nitelik o kadar baskındır ki Bilge Umar, Amazonların "tarım yapmayan, yaşamı at sırtında avcılık ve savaşla geçen bir kadınlar ulusu" olduğu görüşündedir. Be nedenle Amazonlara takılacak adın savaşcı özelliklerine uygun bir ad olması akla uygun görülmektedir. Kaldı ki bu açıklama Amazonlar'ın konuşduğu varsayılacak bir dile göre yapılan bir açıklama da değildir.

Konuyu tartışan uzmanlardan George Thomson "Yunanlı'lar Amaonları Kafkasya'ya doğru izlerke, Artemis'in Kafkasya kökenli olduğunu benimseyen bir geleneği izlemiş olabilir." biçiminde bir yaklaşım getirmektedir.

George Thomson bu görüşünde yanlız değildir. Bazı diğer uzmanlar da Amazonlar'ı Kafkasya ile ilişkili olarak açıklamaya çalışmaktadırlar. Kafkas kabilelerinde her türlü sosyo-ekonomik faaliyetleri kadınların yapmaları, Altın Post Efsanesi'nde altın postu aramaya giden Argonaut'ların Anadolu'nun kuzeydoğusunda Amazonlar'a rastlamaları, Amazonlar efsanesinde aynı bölgenin Amazonlar'ın ana yurdu olarak gösterilmesi, Amazonlar'ın başkenti olarak gösterilen Themiskyra'nın aynı bölgede olması, Amazonlar'ın ay tanrıçası ile olan ilişkileri, Amazon adıyla Kafkas dillerinden birinde "ay" anlamına gelen "maze" kelimesi arasında ki benzerlik, gibi nedenle uzmanları böyle düşünmeye yöneltmiştir.

Kas-Adığe dilinde ay anlamına gelen "maze" kelimesi ile Amazon kelimesi arasında ki benzerlik ortadadır. "maze" kelimesinin sonuna "on" eki getirildiğinde Amazon kelimesine çok benzeyen "mazeon, mazon" kelimesi oluşur. Ancak article bulunmayan bu dilde nasıl olmuştur da "a" eki gelmiştir? Yine bu dilde Amazon adlarının, Amazonların kurdukları şehirlerin, Amazon tanrıçası Artemis'in adları da açıklanamamaktadır. Bu nedenlerle bu açıklamada genel kabul gören bir açıklama olarak kabul edilmemektedir.

Genel kabul görmemekle birlikte bu açıklamayla gerçeğe çok yaklaşıldığını, bazı gerçekci tespitlerin yapıldığını, kabul etmemizi gerektiren veriler bulunmaktadır. Anadolu ile Kafkasya arasında ki ilişkilere dikkat çeken uzmanlar çoktur. Server Tanilli üç bin yıllarında ki Anadolu-Hatti kabilelerinin dilleri ile Kafkasya dillerinin benzediğini, Hattiler'in maddi kültürü ile bu çağ Kafkasya kültürlerinin de "çok noktada birbirlerine benzediğini" kaydetmektedir. Şemseddin Günaltay, Proto-Hatti'ler, Luviler, Hurriler ve Kafkasların Hazar Denizi ötelerinden "aynı zamanda batıya göçen gruplar" olduğunu belirtmektedir. Hrozny de Hititlerin Kafkaslardan gelmiş olmasını, diğer görüşlerle karşılaştırarak, "nisbeten daha çok pozitif bir görüş" şeklinde değerlendirilmektedir.

Bu nedenlerle yukardaki açıklamada ki eksikliği Kas dillerine yönelmesine değil bunu eksik bırakmasında, Kas dillerinin hepsini incelememesinde görüyor, Kas-Abhaz diliyle daha tam ve doğru bir açıklamanın yapılabileceğini düşünüyoruz.

Çünkü ilkçağlarda, ikibinli yıllarda, Amazonların tarih sahnesine çıktığı dönemde, Amazonların kurduğu söylenen İzmir kenti civarında kurulan devletin adı Aşuva'dır. Lidyalı'ların da atası olan Aşuva'lar, Kas-Abhazların bir koludur. Halen Anadolu'da ve Kafkasya'da kendilerine "Aşuva" diyen insanlar yaşamaktadır.

Bu çalışmanın sınırlarını aşacağından Aşuvalar'ın nereden gelmiş olabilecekleri, Hitit'lere, Misyalı'larla, Karyalılar'la ve kendi torunları olan Lidyalılar'la ilişkileri, dilleri, uygarlıkları konularında bir şey söylemiyoruz. Ancak Hititlerin de aynı tarihi dönem de Anadolu'da göründüklerini, Lidya, Misya ve Karyalılar'ın kendilerine akraba olarak kabul ettiklerini, konumuzla ilgili gördüğümüzden belirtmek istiyoruz.

Kas-Abhaz (Aşuva) dilinde "mzı" ay anlamına gelmektedir. Article olan "a" ile birlikte "A mzı, Amzı" biçiminde hala kullanılır. Ay adının "mis, mıs" biçiminde kullanıldığıda olur. Bazı şahıs isimlerinde halen bu şekilde kullanılır: Dinamis, Feramis, Ramis vb... olduğu gibi. Anlaşılabileceği gibi çeşitli Abhaz lehçelerinde tarih boyunca bu sözcüğün "mız", "mıs", "mus" biçiminde kullanıldığı sonucuna varmak mümkündür.

Amazonların kendilerini "ayın kızları" olarak gördüklerini, ana tanrıça Kybele ve Artemis'in hizmetkarı olarak kabul ettiklerini biliyoruz. Bu nedenle kendilerine kendi dillerinde "Amız" yada "Amıs" adını taktılar. Latinler de onlara "Amız /on" dediler. Bu terim "Amazon" biçimine dönüşerek tarihe maloldu.

O çağda ki Samsun kentinin adı da aynı dilde "Amıs" dır. Yunan etkisiyle "Amısos" biçimine dönüşmüştür. Amazonların başkenti olarak kabul edilen "Themiskyra" da bu bölgededir. Aynı şekilde Karya'da da "Amız" adında bir kent bulunmaktaydı. Bu kent daha sonraları Amızon şeklinde anılmaya başlanmıştır. Bazı kaynaklarda Aşuva içerisinde, bazılarında Aşuva'nın kuzeyinde gösterilen aynı çağ Ege Bölgesi devletlerinden birinin adı da "Misya" dır. Amazonlar tanrıçasının adı da Artemis.Bütün bu sözcüklerde ki "mis" yani "ay" sözcüğü dikkat çekicidir.

Konumuzu daha iyi açıklamak için Amozonların anaerkil bir yapının ürünü olabileceği biçimindeki yaygın görüşüde incelemek istiyoruz. Bu çağ Anadolu devletlerinin çoğunda anaerkil bir yapının devam ettiğini görüyoruz. Asuva, devamı olan Lidya ve Etrüskler, Misya, Karya, Likya anaerkil devletlerdir. Hititler de ise ataerkil bir yapı vardır. Daha doğrusu soy ana yanlı değildir Hititlerde.

İhtimal ki Hititler, Anadolu'ya gelmeden önce böyle bir evrim geçirmişlerdir. Hititlerde ki bu yapının "bağımlı, vasal" hale getirdikleri diğer devletleri etkilemeyeceği düşünülemez. Güçlü bir ihtimalle Hititlerde ki ataerkil yapıdan etkilenen vasal devletlerden birindeki erkekler, anaerkil yapıyı sonlandırmak istediler. Efsanenin içeriğinde bu görüşümüzü besleyen birçok öge bulunmaktadır.

İki binli yıllarda Hititlerin Anadolu'ya gelmesiyle Anadolu'da bulunan Hatti gruplar, (Asuva, Likya, Karya ve Misyalı'lar) Hititlerin baskısıyla daha batıya göçtüler. Bu halklar zamanla Hititlerle ilişkileri gelişerek, Hititlere bağımlı duruma düştüler. Esasen bir kısmı da göçmeyip yurtlarında kalmışlardı ve göç edenlerle de ilişkilri devam ediyordu. Hititlerle olan ilişkilerinden etkilenen bu halklar, diğer şartlar tam olgunlaşmadan kendi topraklarında ki anaerkil yapıyı yıkmak istediler. Ve işte o zaman egemen durumda bulunan kadınların sert tepkisiyle karşılaştılar. Kadınlar onları yenerek erkeklerin o zamana kadar üstlendikleri savaşa katılma, avcılık ve toplumu savunma görevlerini de kendileri üstlendiler. Erkekeleri toplumsal iş bölümünde daha geri bir konuma ittiler. Egemenliklerini pekiştirdiler. Böylelikle kadın savaşcılar kendi ülkelerine saldıran halklara karşı ülkelerini savundular. Gerektiğinde komşu ülkelere de saldırdılar. Komşu ülkelerin halkları onları bu şekilde tanıyıp gördüler. Bu durum onların dinlerini, inançlarını da etkiledi.

Böylece kızlar, ana tanrıçanın gerçek çocuğu oldular. Egemen kadınların gözünde öyle değerlendirildiler. Çünkü onlar dişiydiler. Bolluğun ve bereketin, üremenin, devem edip giden hayatın simgesiydiler. Böylece ana tanrıça, kızları, Amazonları simgeleyen, Artemis'i doğurdu.

Artemis kültü Amazonlarla birlikte gelişerek yayıldı. Amozonlar Artemis'in gönüllü hizmetkarı oldular. Belki de o kültü taymak için savaşlar yaptılar. Ve tarihe bıraktılar adlarını.

Halikarnas Balıkçısı'nın o güzel değimiyle "Efsanevi Yurttaşlarımız" ın, Amazonların gizi elbet birgün aydınlanacaktır. Kendi gizemi ile birlikte bir çok gizide aydınlatarak
 

Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
103,947
Mesajlar
1,526,335
Kayıtlı Üye Sayımız
166,714
Kaydolan Son Üyemiz
rsl54

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst