Myanmar (Burma) Gezi Notları

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan robenson Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 0
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 5,828

robenson

Yeni Üye
Mesajlar
5
Tepkime Puanı
0
MYANMAR GEZİ NOTLARI



15.02.2006 (BANGKOK – YANGOON)

Bangkok’un Sultanahmet’i Kaosan’ın hemen yanındaki Rummit sokaktaki Four Sons İnn otelde oda bulduğumuzda sessiz bir gece geçireceğimiz için sevinmiştik.Yanılmışız. Önce koridorda temizlikçi kadınların konuşmaları,saat 21’den sonra,sanki otelin içinden canlı yayın yapılırcasına yüksek volümlü müzik, koridorda yanan ışıkların yukarıdaki pencerelerden odaya dolması uzun süre uyutmadı. Saat 06.30’da uyandım. Klasik sabah kahvaltımızdan sonra, hava alanına götürecek minibüsü beklemeye başladık eşimle.08.25 de başlayan, yolculuğumuz havaalanına kadar bir saat sürdü.Zamanında yola çıkmayan birisi,çıldırtıcı Bangkok trafiğinde ya uçağı , ya da aklını kaçırır.500 x 2= 1000 Baht çıkış vergimizi ödeyip,check-in işlemlerinden sonra,uçağa giriş yapacağımız 23 nolu kapıda beklemeye başladık.Biraz geç kalktı uçağımız, ama rahat geçen bir yolculukla,Yangoon’un doğusundan körfeze akan suların oluşturduğu delta ve kocaman alüvyon adalarını seyrede-
rek Andaman Denizi üzerinden Yangoon’a indik.Oldukça kolay çıkış işleminin ardından , $
bozdurup,Myanmar parası kyat (çet okunuyor) almak istedim. 1$=450 Kyat.Oysa notlarımda 800-850 kyat olduğunu okumuştum.Neyse, 40 dolar bozdurdum.Dışarı çıkar çıkmaz taksicilerin kuşatmasına uğradım.Havaalanı-Yangoon arasına 5 $ istiyorlar. Demek ki;gerçek rakam 2 $ civarında.Fazla olduğunu bilerek sıcaktan bir an önce kurtulmak için 3 $ vererek hurda olduğunu ilk görüşte anladığım taksiye bindik.Şöförün yanında geveze bir adam hemen kartını uzattı. Kullanılmaktan yıpranmış kartta,bir turizm firmasının genel müdürü olduğu yazıyordu. Yangoon, Bagan,Mandalay,İnle Gölü gibi Myanmar’ın popüler bölgelerini,2500 km.lik bir yolculuk ve 6 gün süren taksi yolculuğu ile 225$ x 2= 450 $’a gezdireceğini anlatıp duruyordu makine gibi bir İngilizce ile. Henüz erken olduğunu, Yangoon’da hesap-kitap yaparak gerekirse kendisini arayacağımı söyledim. Faruk Budak’ın gezi notlarından aldığım, May Shane Guest House’in önünde bırakmasını söyledim.İçeri girdik,sempatik iki kadın işletiyor,ancak 20 $ istediler.Hemen karşıdaki Sule Paya’nın(*) yanında bulunan Garden Guest House’a baktık.Odalar yatılacak gibi değil,geri dönerek 18 $’a anlaşıp eşyaları odamıza taşıdık.Hemen lobiye dönerek,notlarımı ve haritayı açarak Yangoon ve civarında gezilecek yerleri tesbit edip kadını çağırdım.Kadın inceleyip,bu saatten sonra tümünü gezemeyeceğimizi,,ancak İnya Gölü ,Kabaaye Pagoda,Kandawgyi Gölü ve göldeki Karaweik’i görebileceğimizi,en son akşamüzeri taksi şöförünün bizi en gözde yer olan Shwedagon Pagoda’da bırakacağını,burayı istediğimiz kadar dolaştıktan sonra taksi ile 1500 Kyat’a Sule Paya’nın yanındaki otelimize dönebileceğimiz söyledi. Söyledikleri makul,ancak söylediği taksi fiyatı fazla idi. Tanıdığı bir şöförü çağıracağını,risk almayacağımızı söylüyor ve 20 $ istiyordu. Henüz Myanmar’ı tanımadığımız için kabul ettik. Myanmar turizme yeni açılıyor,bu nedenle halk turiste yabancı,garip garip bakıyorlar.Kamyonların kasaları tepeleme insan dolu, eşimle beni görünce çığlıklar atarak, el kol sallayarak bağırıyorlar.Sanırım,Yangoon,sadece Bangkok ile Myanmar arasındaki ilk adımlardan birisi ve Shwedagon Pagoda gibi Budizm’in önemli hac yerlerinden biri olmanın avantajını kullanmanın ötesinde bir özelliği yok. Zira yollarda ve uçakta gözümüze turistler ilişmedi hiç.
Taksiye biniyoruz.Yaşlı, kibar ve her halinden güngörmüş biri olduğu anlaşılan şöför önce İnya gölünün doğu kıyısında durdu.Göl kenarında muntazam yürüyüş parkurları yapılmış,banklar ve üzerlerinde yakıcı ,kavurucu güneşten korunmak için şemsiyeler konmuş.Eşimle kıyı boyunca biraz yürüyoruz.Her göl kıyısı gibi burası da, sessizlik ve huzuruyla etkiliyor beni. Bu gölün kıyısında, Myanmar’ın ulusal kahramanlarından Aungsan’ın kızı Aung San Suu Kyi’nin 1988 yılında yapılan seçimlerden “demokrasi için uzlaşma partisi” birinci parti çıktığını, ancak daha sonra bir evde göz hapsinde tutulduğunu biliyorum.Bu nedenle evin civarında fotoğraf çekmenin, ülkenin iç işlerine karışmakla eş tutularak, sınırdışı edilme nedeni olduğunu da. Myanmar, uzun yıllar süren iç çatışmalardan sonra,1988 yılında yapılan seçimler de iptal edilerek “kanun ve düzen sağlama milli konseyi” isimli bir askeri cunta tarafından yönetilmeye başlandı.
Sonraki istikametimiz;Kabaaye Pagoda,diğer ismiyle “Dünya Barışı Pagodası”.Kendi ulusuna barışı yaşatmayan bir yönetimin uluslar arası jesti bu anlaşılan.1950 yılında yapılmış,1956’da 6. Budist Konsülüne ev sahipliği yapmış.Hediyelik eşyaların satıldığı bir holün içinden giriliyor.Sandal ağacından oyularak yapılmış biblo ve heykeller dikkatimi çekiyor ve 3 $’a el oyması bir Budist keşiş heykeli alıyorum.Satıcının gözlerindeki sevinç pırıltıları dikkatimi çekiyor.İnşallah keşişin elindeki incecik yelpazeyi kırmadan götürürüm.Tapınağın içi küçücük ayna mozaiklerle kaplanmış.Buda’nın kutsal yüce yolunu anlatan kitabı okuyan iki genç kadından başka kimse yok görünürlerde.Ortalık öyle sakin ve dingin ki;zamanın olmadığı bir mekandaymışçasına ürperiyorum.içeride ve etrafında fotoğraf çektikten sonra,ön kapıda sandaletlerimizi çıkarttığımız için,arka kapıdan çıplak ayaklarımızla çıkıp dolaşmaya başlıyoruz.Karşımıza büyükçe bir mağara çıkıyor.Kapıdaki genç görevli,kapalı olduğunu söylüyor,bembeyaz dişlerini ortaya çıkaran tebessümüyle.Sadece bahçeyi dolaşma isteğimi kırmıyor,giriyorum.Japon Budist Konsülünce armağan edilmiş büyük bir çanın asılı olduğu bahçede dolaşıp,tanıtıcı yazıları okuyorum.Maha Pasana adındaki bu mağara insan yapımı,ölçüleri 455 x 370 feet. Bu da, 6. Budist Konsülünce yaptırılmış.
Bu kez Yangoon’un az güneyine, Kandawgyi Gölüne geliyoruz.Girişteki gişede görevli kızlar, 1000 x 2= 2000 Kyat bilet kesiyorlar.Sonradan fotoğraf makinemı fark etmiş olmalılar ki; 1000 Kyat daha istiyorlar. Kızın eline makineyi tutuşturup ilerliyorum,telaş içinde bana yetişip makineyi veriyor gülerek, tabii bilet kesmeden.Kandawgyi gölünün etrafına,ahşap iskeleler üzerinde çok güzel yürüyüş parkuru yapılmış.Akşam güneşinin ışıkları tam karşımızdaki Karaweik isimli tesisin altın sarısı renklerini,göz alıcı bir şekilde yansıtıyor.Uzakdoğu kültüründe “royal barge” denilen geleneksel kraliyet kayıklarına benzetilerek betondan inşa edilmiş ve mitolojik kuşların başlarını temsil eden yönetim sınıfının eğlence,konser,folklorik gösterileri için kullanılan,aynı zamanda cafe ve restoran olarak da hizmet veren hoş bir mekan.Karaweik’in az önünde, Shinupagot Shrine, yani yüzer tapınak var.Arkasındaki yapının önünde küçük mütevazi yapısıyla kendisini zor gösteriyor.Solumuzda iyice yumuşayan güneş ışıkları, Shwedagon Pagoda’nın devasa stupalarını sapsarı altın görüntüsüne dönüştürmüş.Bir yandan Shwedagon Pagoda’ya gitmek için sabırsızlanıyor, diğer yandan bulunduğumuz göl kıyısındaki huzuru bırakamıyoruz.
Sonunda, Shwedagon Pagoda önüne geliyoruz. Lüks bir otel girişine benzeyen kapıda 5 x 2= 10 $ ödeyerek, bir asansörle yukarı çıkıyor ve kendimizi başka bir atmosfer ve dünyada buluyoruz. Şimdiye kadar bu kadar çok stupası olan ve bu kadar temiz tutulan bir pagoda ilk defa görüyorum. O kadar çok kompozisyon ve fotoğraf açısı var ki, sanki fotoğraf çekmek için inşa edilmiş. Gruplar halinde veya yalnız dua edenler,tesbih çekenler,tonlarca ağırlıktaki devasa çana ellerindeki tokmaklarla vuranlar,bu çanların altına girip meditasyon yapanlar, ortalığı seyreden keşişler, stupaların boyları ile yarış eden kokonat ağaçları ile bir stüdyo sanki burası.Schwedagon 2500 yıllık,altın plakalarla,1100 adet elmas ve zirvesinde 76 kıratlık harika bir elmasla muhteşem. Güneş batıp ortalık kızıla kesince,uhrevi bir şeyler akıyor içime, boşanıp ağlamak istiyorum.Hava kararırken,bu kez sapsarı altın boyalı stupalar ışıklandırılıyor.Gökyüzünün son mavi renkleri ile sapsarı stupalar öyle uyumlu gözüküyorlar ki.Upuzun çatıların üzerinde ,akıllara zarar incelikteki işlemeleri ile chofa………lar,ışıkların altında altın şeritler gibi yüzlerce metre uzanıp gidiyor.Ayrılmak istemiyoruz ama, Shwedagon Pagoda’nın tam karşısında bulunan Mahavija Pagoda’yı da ziyaret etmek istiyoruz.Epey uğraşıdan sonra,girdiğimiz kapıyı ve sandaletlerimizi bularak dışarı çıkıyoruz.İki pagodayı ayıran geniş caddenin üzerindeki köprüden yürürken,akşamın karanlığında karşılaştığımız insanlar, uzaydan gelmişiz gibi bakıyorlar bize. Mahavija Pagoda 1980 yılında yapılmış, içerisinde bir tropikal çevreyi andıran dekorlar,geleneksel ve modern çizgiler var.Ama Shwedagon Pagoda’dan sonra çekici gelmiyor ve tekrar geriye taksi duraklarının bulunduğu yere yürüyoruz.Durak bomboş,hiç taksi yok.Biraz ürkerek bekliyoruz.Neden sonra bir taksi geliyor. 1500 Kyat ödeyerek, otelimizin bulunduğu Sule Paya yakınlarındaki meydana geliyoruz. Sule Paya da Yangoon’un görülmesi gereken kutsal yerlerinden.Ancak, geçirdiği revizyon nedeniyle öylesine sarıp sarmalamışlar ki,bornoz giymiş güzele benziyor.Hiç bir yeri görülemiyor kısacası. Yakınlarda kalabalık bir Pazar yeri görünce,yiyecek bir şeyler bulma umuduyla yöneliyoruz.Fakat ,tezgahlarda işçi elbiseleri,aynalar gibi yiyecek haricinde ıvır zıvır şeyler görünce, cadde boyu yürüyerek bir restoran aramaya başlıyoruz.Her taraf sefil kıyafetli insanlarla dolu,gruplar hgalinde tezgahların başında yığılmış,bakıyorlar.Ortalıkta alış veriş merkezi yok.Yangoon’un en büyük alış veriş merkezi olan Bogyoke Market saat 17.00’de kapanıyor.Temizliğinden pek emin olamadığımız halde çaresiz bir lokantaya giriyoruz.Yemek yiyen herkes kafalarını çevirip uzun uzun bize bakıyor.Makarna ve tavuk yiyor ve 800 x 2=1600 Kyat ödüyoruz.Etrafındaki Tayland,Hindistan,Çin gibi ülkelerin turizmden büyük paylar aldığı halde,pek çok güzel yerler ve tarihi miraslar barındıran Myanmar’ın böylesine yabancı oluşu belki de, yıllardır yaşadıkları askeri yönetimin neticesi.
Bugün,taksi şöförüne birtakım sorular sormuş ve şunları almıştım.Aung San Suu Kyi’yi halkın çok sevdiğini,askeri yönetrimden nefret ettiklerini, bu yönetimin devamlı insanları öldürdüğünü,hiçbir yabancı firmaya yatırım imkanı vermediğini,sadece Tayland’lılarla birkaç büyük otel tesis edildiğini söylüyor.
Yemekten sonra ,çantalarımızı bırakıp hemen çıktığımız May Shan Guesthouse’e dönüyoruz. Biz Yangoon’u gezerken kadıncağız boş durmamış bizi Kyaikhtiyo’ya götürecek otobüs için yer ayırtmış, sabah 06.00’da hareket edecek otobüs için taksi ayarlamış.Sabah 05.00’de uyandırırım,hazırlayacağım kahvaltı paketlerini de veririm diyordu. Helal olsun diyerek,6000 Kyat taksi, 4000 x2 =8000 Kyat de, Kyaikhtiyo otobüsü için seve seve ödeme yapıyoruz. Bakalım yarın neler görecek neler yaşayacağız.

16.02.2006 (YANGOON – KYAİKHTİYO)

Sabah saat 04.00’de uyanıyorum.Atlas dergisinin neredeyse 15 yıl önceki bir sayısının kapak fotoğrafında görmüştüm Kyaikhtiyo’daki Altın Kaya’yı.Bugün oraya gitmenin heyecanı ile gelecek taksiyi bekliyoruz.May Shan kahvaltı paketlerimizi hazırlamış,sırt çantama koymuştum ben de.Şimdi bizi otobüse götürecek taksiyi bekliyoruz.Ortalık zifiri karanlık.Sule Paya meydanında bir tane aydınlatma yok.Taksi geliyor.Dünkü şöförün geleceğini tahmin ediyordum.Pakistan’lı şöförümüz ,sokakların aydınlatılmadığı,ancak trafik akışının hiç olmadığı bu erken saatlerde bile muntazam çalışan trafik ışıklarına uyarak ilerliyor. Çevreye bakıyorum,hiçbir yeri tanıyamıyorum.Sabahın köründe,otelinde kaldığımız bir kadının bulduğu taksi ile bilmediğimiz bir şehirde,bilmediğimiz bir yere gidiyoruz. Bir süre sonra şöföre, “daha ne kadar gideceğiz “ diye soruyorum.Gayet rahat bir şekilde 25 dakika diyor ve ekliyor.” Rezerve yapıldığı için siz gelene kadar otobüs hareket etmez”.Yangoon’da dün gördüğüm 25-30 yaşındaki arabalardan birinin içinde,bozuk yollarda örselenerek otobüslerin dizildiği bir alana toz toprağı kaldırarak giriyoruz.Bir anda taksinin etrafını 10-15 kadar insan çeviriyor,kimi ön kaputa oturuyor,kimisi de taksinin bir yerlerine yapışarak koşuyor,bağıra çağıra…………………….. çiğnemekten kıpkırmızı olmuş dişleri ile sabah karanlığında kafalarını içeri sokmaya çalışıyorlar. Eşime “sakın aşağı inme,kapının kolunu da sıkıca tut,açılmasın” diyerek neler olduğunu anlamak için aşağı iniyorum.Taksinin farlarının ışığında longyi(*) giymiş Myanmarlılar dağılıyor, kırmızı kareli longyi giymiş bir genç elinde listeyle bana bana yaklaşıyor ve farların ışığına yapışarak verdiğim rezervasyon kağıdını inceliyor,sonunda biletlerimizi kesiyor.Otobüse biniyoruz.Bizden başka 7-8 kişi var.Zamanla doluyor.Saat 06.30’da hareket ediyoruz. Switshortlarımızı,çoraplarımızı hatta şapkalarımızı bile giyiniyoruz.Yağsız,genellikle çırpı gibi zayıf olan Myanmarlılar’ın bu soğuktan hiç etkilenmedikleri dikkatimi çekiyor.10 kilometre sonra otobüs ana yoldan ayrılıp tali bir yola giriyor.Sıradaki çuval yüklü kamyonlardan bir akaryakıt istasyonunun önünde olduğumuzu anlıyorum.Ortalıkta hiç pompa yok.Uzun bir huni ile büyükçe bir kabın içindeki mazotu depoya boşaltıyorlar.Oturduğum yerden bu ilginç akaryakıt ikmalini fotoğraflamak istiyorum.Dışarıdaki bir genç fark ediyor, millin gururu incinmiş olmalı,cama vurarak hayır anlamında bir şeyler söylüyor.Ben de ısrar etmiyorum.Yollarda hiç benzin istasyonu görmediğimi fark ediyorum.Belki de devletin elinde. Hareket ettikten yarım saat sonra gişelerin önünde duruyoruz. Borudan bir bariyerin önündeki plastik koltukta oturan asker, büyük bir ciddiyetle önündeki kocaman yıpranmış deftere bir şeyler yazıyor,şöför gişede ödeme yapıyor, paslı borudan bariyer,bir ucundaki taş ,başka bir asker tarafından aşağı bastırılarak yukarı kaldırılıyor,böylece “tool bar” yani otoyola giriyoruz. Otoyol öylesine bozuk ki;zaten yılların yıprattığı otobüsün kaportasının dağılmasından ciddi endişe duyuyorum.Orta refüjleri ağaçlandırmışlar,tankerlerle suluyorlar.Yangoon’dan uzaklaştıkça,kompozisyonlar değişiyor.Kocaman tekerlekli kağnılar,kokonat ağaçları, begonviller arasında Bago şehrine varıyoruz.Otobüsün çevresi ellerinde,tahta çubuklara geçirilmiş balık,bıldırcın yumurtası,mısır satıcıları ile sarılıyor.Yarım saat sonra Bago’dan ayrılırken,yol üzerinde kocaman bir billboard görüyorum.Üzerinde İngilizce ve yerel dilde “Myanmar’ın Birlik Ruhu” anlatılıyor.Bildiğim kadarıyla bu ülke kabileler arası iç savaşların yaşandığı günlerde çok acılar çekmiş.Yolda bir adam yere çömeliyor,üzerindeki longyi’sini hafifçe sıyırarak def-i hacet işlemine başlıyor.
Otobüsün kornası neredeyse hiç durmadan ötüyor.Öndeki araçtan yol istemek için 100-150 metre önceden kornaya basıyorlar,daracık yollarda diğerinin üzerine çıkarcasına geçene kadar da çalmaya devam ediyorlar.Kadınlar ve çocuklar spatula gibi bir aletle yüzlerine güneş ışıklarından korunmak için pudra benzeri,”thanaka” denen bir şey sürüyorlar.İlk saatlerde tabaka halinde duran bu thanaka daha sonra parçalanıp dökülüyor,yüzlerde bir yıpranmışlık duygusu yaratıyor.
Otobüse Pakistanlı bir adam biniyor.Ne kadar yolumuz kaldığını,Kyaikhtiyo Pagoda’ya nasıl çıkacağımızı soruyorum.Sohbet esnasında,yönetimden memnun olduğunu,ülkede savaşı önleyip,birliği sağladığını anlatıyor heyecanla.
Saat 11.00’de Kinpun Base Camp’a geliyoruz. Etrafımızı gençler sarıyor otel için.Sea Sar yabancı gelmiyor.Sanırım Faruk Budak’ın notlarında okumuştum.Sıcak suyu ve temiz yatağı olan bungalow için 10 $’a anlaşıyoruz.Oteldeki görevli,hemen yan tarafta bulunan Car Gate’den kalkan kamyonlarla 45 dakika gidileceğini, daha sonra da 11 km. yürüyerek Kyaikhtiyo’ya gidileceğini,dönüş için son arabanın 17.00’de olduğunu söylüyor.Biraz dinlenip Car Gate’e geliyor ve araca biniyoruz. Ulaşım kamyonlarla sağlanıyor.Arka kasalara 5 x 10 cm ebatında keresteden oturaklar yapılmış. Yaklaşık 10 sıra oturak var. Her oturakta 6 kişi sıkışarak oturuyor.Yani 60-70 kişilik bir grup, kamyon kasasında sıkıştırılıyor. Neredeyse herkes birbirinin kucağında oturuyor. Koyun sayar gibi defalarca sayılıyor yolcular. Bizden başka yabancı yok.Myanmarlılar öyle yüksek sesle ve çok konuşuyorlar ki, kafamız şişiyor. Neden sonra kamyon hareket ediyor, birkaç askeri istasyonda durup tekrar sayıyorlar.Adam başı 800 Kyat ödüyoruz,şımarık muavine.Kerata kendini Varan Turizm’in sahibi zannediyor anlaşılan. Orman içinde dik iniş çıkış ve virajlar arkada balık istifi insan olduğu düşünülmeden aşılıyor, hatta hızla girilen virajlarda savruldukça yerliler sevinç kahkahaları atıyorlar. Birçok restoran ve dükkanın sıralandığı meydanda indiriliyoruz. Sıcağın bastırdığı saatlerde,biz de, önümüzde uzanan 80 derece eğimli yolu yürüyerek tırmanışa geçiyoruz.Şimdiye kadar rastlamadığımız yabancıları görüyorum.Kalın bambu kamışların üzerine bağlanmış şezlonglara sömürge valisi gibi yayılmışlar,10 $ karşılığında zahmetsizce kendilerini taşıtıyorlar. Bambu çubuklara sarılmış hamallar yarı çıplak, kanter içinde ,zaten kilolu oldukları için ,tırmanmaya cesaret edemeyen turistleri ,inleyerek hac mahalline götürüyorlar.Eşim, bir ara dinlenmek için mola veriyor.Taşıyıcılar hemen yanımızda konuşlanıyorlar.Biz yürüdükçe yanımızdan ayrılmıyorlar,pes edip taşıtmamızı bekliyorlar.Nikos Kazancakis’in Zorba isimli romanında,Madam Ortance’in ölüm döşeğinde can vermesini bekleyen yağmacı Girit kadınlarını hatırlatıyor peşimiz sıra gelmeleri.Eşim de aynı şeyi hissetmiş olmalı ki; daha bir dirençle yürümeye başlıyor.Eşimdeki direnci görünce fiyat indirip 8 $’a düşüyorlar.Tatlı bir yarış içinde buluyoruz kendimizi.Bir yandan artan sıcağa rağmen Kyaikhtiyo Pagoda’ya yani Altın Kaya’ya ulaşmak, diğer yandan taşıyıcılara teslim olmayı gurur meselesi yapıp inatla tırmanmak.Yol boyunda dinlenip kocaman kokonatların sularını içiyor,nefesleniyoruz.Hiç bitmeyecek gibi görünen yokuşlar bitiyor.Her iki tarafında iri mitolojik canavar heykellerinin bekçilik yaptığı bir tak’ın altından sandaletlerimizi çıkararak geçiyoruz. Az ilerde “check point” önünde askerler durdurup, bir kulübeye sokuyorlar,kocaman bir deftere pasaport ve vize bilgilerimizi kaydederek 6 x2 =12 $ alıyorlar.Artık her tarafı granit kaplı kocaman bir kompleksin içindeyiz.Siyah granitler kızgın sıcakta öylesine ısınmışlar ki; üzerlerine basarken küçük çığlıklar atıyoruz.Bir de,adak mumlarından dökülüp granitlere yapışmış mumlar,ayaklarımıza yapışık acı veriyorlar. Şimdi,bunca yol ve zahmetten sonra Kyaikhtiyo Pagoda’da “Golden Rock” önündeyim.5000 yıldır böylesine dengede oluşuna hayran bakıp, ağırlık merkezini kestirebilmek için iyice yanına sokulmak istiyorum.Askerler şapkanı çıkararak girebilirsin diyor.Buda’nın bir saç telinin üzerinde durduğuna inanan Budistler,eğik zemin ile kaya arasına rulo yaptıkları dua kağıtlarını ve paraları sıkıştırmışlar.Yaklaşıp zemine bastığı noktayı görmek için eğiliyorum.Asker kordonunu aşan bir grup Budist rahip beliriyor etrafımda.Birinin kolu çarpsa eğik zeminden yuvarlanıp Buda şehidi olacağımı hissediyor,şehitlik şerbetini içmeyi ertelemek için, bu daracık alandan çıkarak eşimin yanına dönüyorum. Gerçekten fizik kanunlarına uymayan bu kayanın değişik açılardan fotoğraflarını çekiyorum, bir de,makinemi oranın fotoğrafçısına vererek, Altın Kaya’nın önünde ailece anı fotoğrafı çektiriyoruz, benden önce fotoğrafçı teşekkür ediyor, anlaşılan kendini onurlandırılmış hissediyor,uzatıp elimi sıkıyor,gülüşerek ayrılıyoruz.Saat 16.00’dan sonra dönüşe, yani inişe geçiyoruz. Çıkışın zorluğunu yaşamış,inişte rahat ederiz derken,inişin de,bitap düşmüş bacak kaslarımıza yaptığı baskıyı yaşıyoruz.Her biri 120-130 kiloluk İngiliz turistler inişte de bambudan tahtırevanlarına binip,azametle etrafı seyrediyorlar.Sömürge yıllarından farkı yok gibi geliyor bana bu tabloların.Aradaki fark verdikleri 10 $ gibi küçücük bir bedel ve bu bedeli,dört taşıyıcı bölüşecek,tabii,bir patron veye organizatörleri yoksa. Çıkışta kokonat suyu içtiğimiz terde bu kez şeker kamışı sıktırıp suyunu içiyoruz.(300 Kyat).Elle döndürülen kocaman dişlilere, gencecik satıcı kızın elleri sıkışacak diye yüreğim daralıyor.
Sonunda,indiğimiz noktaya gelerek,Kinpun Base Camp’a götürmek üzere bekleyen kamyona biniyoruz.Saat 18.00’e doğru doluyor.Bu kez geliş sayısından daha fazla yolcu var kasada.Askerler bu yüzden hareket ettirmiyor,fazla yolcular insin diye ısrar ediyorlar.Kimse inmiyor,yarım saat kadar sonra,genç bir kadın bağıra çağıra sonradan binenleri indiriyor.Hareket ediyoruz.Bir askeri karakol önünde, askerlerin yakını olduğu anlaşılan iki kadın ile beş adamı bindiriyorlar, böylece az önce askerlerin istiap haddine neden bu kadar saygılı olduklarını anlıyorum ! Virajla dolu rampaları, zaten kucak kucağa oturan insanları birbirine harmanlayarak hızla iniyor kamyon.Ben de, yanımda oturan kırmızı harmaniyeli Budist keşişle içli dışlı oluyorum bu arada. Kinpun Base Camp’a varıyoruz salimen.Yarın sabah 07.00 için,Yangoon’a otobüs bileti , birde kocaman Myanmar bira(1600 Kyat) alıp, Sea Sar isimli bungalow odamıza dönüyorum. Koca şişeyi bitireyim derken, Kyaikhtiyo Pagoda yokuşlarının yarattığı yorgunluk teslim alıyor beni, gezi notlarımı dahi yazmayı erteleyip, uykuya yatıyorum( ki kolay kolay yapmam bunu).

17.02.2006 (KYAİKHTİYO – YANGOON – BAGAN)

Saat 06.00’ya kurduğum saat çalmadan,dünün yorgunluğunu atmış olarak uyanıyorum.Toparlanıp,Sea Sar Guest House restoranına yürüyoruz kahvaltı için. Epey uzakta,bir çardak altında restoran. Hayret, son zamanlarda göremediğim ,iyi bir kahvaltı masası bekliyor bizi.Bir kavanoz reçel,bir kutu margarin,omlet,küçücük fincanlarla içilen ve masaya kocaman bir çaydanlık içinde bırakılan açık sarı renkli çay.Mükemmel bir kahvaltı sonrası, kalkmak üzere sırt çantama uzanırken, kapkara bir el kapıyor çantamı.Dün,buraya ilk geldiğimiz andan beri gölge gibi bizi izleyen çocuk bu.Akşam otobüs bileti aldığımız ofisin önüne doğru yürüyoruz.Henüz güneş doğmadı ama,dükkanlardan yüksek volümlü müzikler yayılıyor, önleri süpürülürken toz içinde kalan meydana. Bir otobüs görünce “tamam” diyorum.Ama değil.Çocuk otobüsün yanındaki döküntü bir kamyonete yöneliyor.Bizim otobüs buradan değil,aşağıdaki kasabadan kalkıyormuş. Arka kasada oturursak, tozlu yollarda başımıza geleceğini bildiğimden,şöförün yanına yerleşiyoruz.Bir ara çocuğun “one thousand” dediğini duyar gibi oluyorum,bakışımı beğenmemiş olmalı ki; ”no problem, no paid” diyerek hızla uzaklaşıyor. Sırt çantalarımız arkada,kürdan gibi incecik,kapkara iki genç kadın da yerleşiyor arka kasaya.Myanmar’a özgü tozlu yollardan 20 dakika kadar gittikten sonra,gürültü,toz,insan,bisiklet,hayvan ve sebze trafiğinin birbirine karıştığı bir meydanda,bizi bekleyen otobüsün yanında indiriliyoruz. Eşim, bir lokantanın önündeki sandalyeye oturuyor, ben, fotoğraf makinemi hazırlayıp, önümüzdeki korkunç dinamizmi yakalamak için ilerliyorum.Kamyonetlerin arka kasalarında 20-25 kişi sıkışmış, üste takılmış port bagajların üzerine de,en az 10 kişi tünemiş, yanlarındaki sepetlerden kafalarını çıkarıp merakla ortalığa bakan tavukların arasında kamyonetlerinin hareket etmesini bekliyorlar. Kapkara,incecik bir adam,bisikletinin arkasına 100 kg’dan fazla gelebilecek çıra demetlerini bağlamış, nefes nefese bisikletini sürüyor.Küçük çocuklar, bisikletlerin arkasına takılmış sepetler içerisinde okula götürülüyor. 20-30 kişilik bir keşiş kafilesi, tesbih gibi dizilmiş,sabah dilenmeye çıkmışlar.Herkes o kadar hareketli ki; makineme netlik ayarı yapamıyorum.Yine de;çarpıcı fotoğraflar aldığıma inanıyorum.
Neyse, otobüs hareket ediyor.Tamamı 2. Dünya Savaşından kalma olduğunu zannettiğim otobüsler, öylesine sarsıyor ki, masaj koltuğu yanında hiç kalır.Uzakdoğu’da hafif uyuşturucu etkisi olan bir madde çiğnemek geleneksel.Çiğnedikçe ağzı ve dişleri kıpkırmızı boyuyor ve vampir görüntüsü veriyor.Sık sık bu maddeyi hareket halindeki otobüsün camını açarak tükürüyorlar. Arka koltukta oturan bizler de, bu serpintilerden nasibimizi alıyoruz.Oysa, her koltuğa, tükürmeleri için poşetler asılmış, ama, gürültüyle dışarı tükürmek daha keyifli geliyor olmalı Myanmarlılara.Otobüsler hareket ettikten sonra Çin’de üretilmiş,3. sınıf sanatçıların video klipleri açılıyor sonuna kadar.Sözler Çince.Myanmar dilinde alt yazı ile açıklama yapılıyor. Muavine birkaç kez sesi kısması için işaret ediyorum, oralı olmuyor bile.Gerçi, bozuk yollarda, kaportadan gelen gıcırtıları azaltma gibi olumlu bir işlevi de var yüksek volümün.
Bago şehrine yaklaşırken asfalt çalışmaları başlıyor.Bildiğimiz varillerin altında odun yakarak zift kaynatıyorlar.Güneşten korunmak için yüzlerini sıkıca saran kadınlar asfaltlanacak yollarda taş kırıyor,taşıyor ve döşüyorlar. Daha kültürlü olduğu yüzlerinden anlaşılan insanlar da, diğerlerinden farklı davranmıyor,longyilerini sıyırıp,ihtiyaç gidermek için yere çöküveriyorlar.Anlaşılan buralarda külot giyme alışkanlığı yok.
Saat 12.00’de Yangoon’un bir ülke başkentine hiç mi hiç yakışmayan otobüs terminaline geliyoruz yine. Programımızda bir küçük değişiklik yapıyor, Sule Paya meydanındaki May San Guest House’a gidip, Yangoon’da bir gece daha geçirmek yerine, saat 15.00’de Bagan’a hareket edecek otobüse bilet alıyoruz. Kinpun otobüsünden iner inmez yine sarılıyoruz.Ama artık deneyimli olduğumuz için telaşlanmıyor, sıyrılıp Win Ekspres ofisine( kapısız,camsız baraka yani) yürüyorum. Biri koluma girerek ,karşıdaki Ekspres yazan başka bir büroya sürüklüyor. Masa başındaki çocuk,derdimi anlayacak kadar İngilizce biliyor. Saat 15.00’e kadar burada oturacağımızı söylüyorum. 9000 x2 =18000 Kyat bilet parası ödüyoruz.Büronun arkasındaki tahta sıraları birleştirerek kendimize küçük bir kerevet yapıyoruz.Eşim uzanıyor, ben de, gezi notlarımı yazmaya başlıyorum.Garibime giden, insanların bize uzaylı yaratıklarmış gibi bakmaları.Gözgöze gelindiğinde,eğer tebessüm edersek karşımıza geçerek gülerek uzun uzun inceliyorlar bizi. Bir ara eşim, peynir-ekmek çıkardı.Bir anda etrafımız 20 kadar insanla çevrildi.Düzgün İngilizce konuşmasına hayret ettiğim bir seyyar satıcı, burnumuza kadar sokularak ne yediğimizi merak ettiğini sordu.
Saat 15.00’de otobüs geldi. Otobüsü görünce büyük şok geçirdik.Bilet alırken,klimalı,yatar koltuklu, VİP tipi otobüs fotoğrafı göstermişlerdi.Oysa karşımızda Myanmar’da bindiğimiz döküntü otobüslerden biri vardı ve biz bununla, Bagan’a kadar tam 17 saat yolculuk yapacaktık. Otobüs tıka basa dolunca, şoktan sıyrılıp ,zamanında bilet alıp yer bulduğumuza sevinmeye başladık.Orta koridorlarda da portatif koltuklar var,açılınca bir kişi de oraya oturuyor.Anlaşılan,kucak kucağa yolculuk yapacağız.
Hareket ediyoruz.Kuzeye yönelince, ortalık daha da fakirleşmeye pisleşmeye başladı.Yol boyunca, kokonat ağaçlarının altına uzanmış koltuk altı tüylerini yolan, çocuklarını kucaklarına almış, kafalarındaki bitleri ayıklayan kadınlar görüyoruz. Güneş batarken bir lokanta önünde mola veriyor şöför.Herkes bir şeyler yemek için koşturuyor.Biz cesaret edemeyip ,tanesi 100 Kyat’tan mandalina alarak akşamı geçiştirmeye çalışıyoruz.Bütün gece, Myanmarlılar’ın bitmeyen konuşmaları ve sonuna kadar sesi açık müzik kliplerini dinleyerek devam ediyor yolculuğumuz. Zaman zaman şöför aniden karanlık bir yerde duruyor. Kadınlı erkekli yerliler, yan yana çökerek tuvalet ihtiyaçlarını giderip, otobüse doluşuyorlar.Sık sık askeri kontrol noktalarında muavin inerek, kulübelere para ödüyor.Askerler önlerindeki iri defterlere büyük bir ciddiyetle otobüsün bilgilerini kaydediyorlar.Dikkat ediyorum”highway” dedikleri özel yolları da, özel şirket işletiyor.Velhasıl uyuya uyana,ama hep silkelenerek devam ediyor Bagan’a toplam 17 saat sürecek yolculuğumuz.

18.02.2006 (NYANG U - OLD BAGAN)

Henüz gün ağarmadı.Otobüsün aydınlatabildiği alanlarda,ellerinde,başlarının üzerinde kocaman sepetleriyle yiyecek taşıyan,bisikletini akıl almaz ölçülerde yükleyip süren,kamyonetlere tıka basa dolmuş insanlar görüyorum.Bir ara kulağıma horoz ötüşleri geliyor.Herhalde,karanlıkta bir köyden geçiyoruz diye düşünüyorum,ancak,otobüsün gürültüsünden bunun mümkün olmadığını anlıyorum.Alttaki bagaja kapatılmış tavuk ve horozlardan geliyor bu sesler. Kapalı,karanlık bir mekanda da,olsa, genetik faktörler ön plana çıkıyor ve horoz sabahın olduğunu müjdeliyor.Yarım saat süren görevi tamamlayıp susuyor.Güneş doğduktan sonra,otobüs yolcuları azalmaya başlıyor.Yukarı,aşağı bagaj, koltuk araları derken sürekli bekleyişler başlıyor.Otobüste kalan son 7-8 kişi de,inerek öndeki otobüse biniyorlar.Ne olduğunu anlamak için,birine işaret ediyorum.Öndeki otobüsü göstererek Bagan diyor.Anlaşılan biz de transfer olacağız.Sırt çantalarımızı sıkıştıkları yerden sürükleyerek yeni otobüsümüze atıyoruz kendimizi.
Saat 09.00’a doğru bir askeri kontrol noktasının önünde duruyor otobüs ve yolcuların hepsi kafalarını çevirerek eşimle bana bakmaya başlıyorlar.Ben meseleyi çözmeye çalışırken,ön kapıdan binen genç bir asker, bize doğru geliyor ve pasaportlarımızla karakola gelip giriş ücreti ödememiz gerektiğini söylüyor.pasaportları alarak kulübeye giriyorum.Kibar bir subay biletlere tek tek isim,pasaport no ve vize nolarını yazıyor. 10 x2=20 $ ödüyorum. George Orwell’in meşhur “Burma Günleri” isimli kitabını satmak istiyor.Sonra diyerek ayrılıp, otobüse eşimin yanına dönüyorum.Böylece,Old Bagan’a henüz kilometreler varken, giriş ücretimizi ödemiş oluyoruz.Sonunda otobüs toprak bir meydanda duruyor,herkes inince biz de iniyoruz.Elimdeki notlardan anladığım kadarıyla Nyaung-U’ya geldik.Yani Bagan’dan 7 km. uzaktayız.İner inmez her zamanki gibi rikşacı ve otelciler sarıyor etrafımızı.Nyaung-U’da oteller 4-5 $ civarında. Bu fiyatlar, barınamıyacağımız kadar olumsuz otellerin işareti bence. Bagan’a gitmek üzere rikşacılara
Yöneliyorum. 1000 Kyat istiyorlar.Faruk Budak’ın notlarında Nyaung-U Bagan arasının 170 Kyat olduğunu belirten kelimenin altını çiziyorum. Birden 500 Kyat’a düşüyorlar.İki bisiklet rikşaya biniyoruz.Eşim şaşkın,Benim rikşacım daha canbaz,hemen bir kart uzatıyor. Ayerarwaddy nehri kenarında güzel bir otele benziyor. 15-20 $ olduğunu söylüyor.Turistik alt yapısının zayıf olduğu bir ülkede,huzurla gezmek için daha derli toplu tesislerde kalmak gerektiğini söylüyor önsezilerim.Rikşacının alacağı komisyonun da,ödeyeceğim paradan çıkacağını bildiğim halde, otel resepsiyonunda, kahvaltı dahil 28 $ fiyatı kabul ediyorum.Bagan Thande Oteli tertemiz bungalowları,yatakları beğeniyor ve odaya atıyoruz kendimizi.Dün Kinpun Base Camp’tan bu yana 24 saatten fazla yollardayız. 10.30 da başlayan uykumuz 13.30 da sona eriyor. Yanımızdaki kahvaltılıklarla bir şeyler atıştırıyoruz. Eşim,yüzme havuzunun yanında güneşlenip uyuyacağını söyleyince,ben de, internetten indirdiğim haritadan Anawratha Road’u buluyor, binlerce pagodadan karşıma çıkanları fotoğraflamaya başlıyorum. Bagan’da 13. Y.Y ‘da 4000 tapınak bulunuyormuş şu anda çoğu zamana yenilmiş 2000 civarında. Taylan’da Ayuthaya ve Sukotai gibi tapınakları bol dinsel merkezlerin uzuz yıllar önce Myanmar orduları tarafından talan edildiğini öğrenmiştim.Bagan’da 13 ve 14. Y.Y’ların azameti Moğol saldırı ve yağmaları ile son bulmuş. Birkaç büyük pagoda hariç diğerlerinde herhangi tanıtıcı levha yok.Yine Faruk Budak’ın “tarlaların içinde bulunan bir pagodanın üzerine çıkılabildiği” bilgisinden hareketle Anawattra yolu üzerinde akşamüzeri fotoğraf çekebileceğim pagodayı tesbit ediyorum.Yerleşim düzenlerine göre,Thatbyinnyu ve Ananda’yı tanıyabiliyorum.Güneş iyice devrilene kadar dolaşıyor,sonra dik merdivenleri ile üzerine çıkılabilen pagodama tırmanıyor ve gün batımı kızıllığında pagodaları çekiyorum.Otele dönüyorum sonra. Myanmar’ın can damarı olan Ayerarwaddy nehrine bakan bakımlı bahçede, kızıllık karanlığa dönüşene kadar, nehir üzerindeki tekneleri ve ilerideki tepeleri seyrediyoruz. Günlerdir midemiz bozulacak korkusuyla kahvaltılıklardan başka pek bir şey yememiştik. Otelin temiz restoranında biftek,Burma salatası ve rice(*) söylüyoruz.Bira eşliğinde tabii.Yemekten sonra kızımıza ulaşıyoruz telefonla,otel resepsiyonundan.Zira cep telefonumuz Myanmar’da çalışmıyor.Belki de,dünyanın en pahalı telefon konuşması bu coğrafyada oluyor. 8 $/ dak. Son iki günün uykusuzluğunun darbesini yaşıyoruz hala,odamıza çekiliyoruz, ben inat ederek yaklaşık iki saat kadar notlarımı yazıp bitiriyor ve uykuya teslim ediyorum yorgun bedenimi.

19.02.2006 (OLD BAGAN)

Temiz,düzenli bir odada yatmış olmanın huzuru ile uyanıyorum.Bugün evimizden, yavrularımızdan ayrı kalışımızın 37. günü. Bali,Malezya,Tayland Myanmar derken günler bitecek eşim İstanbul’a dönecek,ben Bangkok’ta arkadaşım Pina Hasan ile buluşup, Kamboçya,Vietnam ve Laos’a devam edeceğim.Buraya gelmeden gezdiğimiz Tayland Chiang Mai’de yakalandığım saman nezlesini bir türlü atamadım üzerimden.Sinüslerim ağrıyor,kafamın içi kazan gibi. Amacım, güneş doğarken pagodaların fotoğraflarını çekmek.Perdeyi aralayıp bakıyorum.Ortalık zifiri karanlık. Başıma bir kaza bela gelmesin diye bel çantamı bırakıyorum, fotoğraf makinemi sweetshirtimin altına gizleyerek otelin geniş bahçesinden dışarı çıkıyorum.Old Bagan’da faytoncular, rikşacılar dahil herkes uykuda. İhtiyatlı adımlarla dün keşfettiğim pagodaya doğru ilerliyorum. Ortalık yavaş yavaş kızarıyor,ben, sandaletlerimin yolun tozları içerisinde çıkardığı “pöf” seslerinin yankılarını dinleyerek adımlarımı sıklaştırıyorum.Tırmanıyorum pagodama,kızarıklık artıyor, ben sürekli deklanşöre basıyorum.Sabahın sisi, binlerce stupanın silüeti beni benden almak üzereyken, ileride sağımdaki bir pagodanın üzerinde karaltılar görüyor,hızlı adımlarla Anawratha Road’a çıkarak bu tapınağa yöneliyorum. Pagodanın içine giriyorum,bir kız çocuğu elinde fenerle merdivenleri gösteriyor.Daracık merdivenleri, taş duvarlara çarpa çarpa çıkıp genişçe bir terasa,dışarıdaki merdivenleri tırmanarak ta,bir üst terasa çıkıyorum. Burası harika bir yer.Fakat, kumaş üzerine baskı resimler yapan satıcı kızın dediği gibi geç kalıyorum. Yine de,uzaktaki binlerce pagoda arasında sisler ve stupalar öylesine gizemli gözüküyorlar ki. Anlaşılan bu akşam üzeri ve yarın sabah ta burada olacağım. Güneş yükselip ortalığı ısıtmaya başlayınca otele eşimin yanına dönüyorum.Aşağıdaki bahçeye iniyoruz. Ayerarwaddy yine bütün ışık oyunları ile karşımızda.Güzel bir kahvaltıya yelken açıyor, değişik tad ve lezzetlerden deniyoruz.
Saat 09.00’da ( otobüsten inerek bisiklet rikşalarla geldiğimiz) Nyaung-U ‘ya doğru yürüyüşe geçiyoruz eşimle. Hedefimiz Shwezigon Pagoda. Yangoon’daki Shwedagon Pagoda ismine ne kadar da benziyor. Henüz sıcak bastırmadı,rahat adımlarla yürüyoruz.Upalitein Temple’i ,Golden Ekspress otelini geçerken rikşacıların ataklarına maruz kalıyoruz. Yürümekte, yürürken de etrafı keşfetmekte kararlıyız. 7 km yürüdükten sonra,Shwezigon Pagoda’nın uzun ve gölge giriş hollerinden birine dalıyoruz. Pagodaya yaklaştıkça satıcılar çoğalıyor.Eskitilmiş bronz çanlar,sandal ağacından el oyması biblolar, tişörtler ve “laquerware” denilen plastik kapların üzerine yapılan işlemeler yoğunlukta. İlk gördüğümde beğendiğim “longneck” uzun boyunlu Karen(*) kadını büstüne 8 $ isteyen satıcı dönüşte 3 $’a bırakıyor,ben de alıyorum.Zaten Asya’da tekstilden çok el emeği ile üretilen ürünler dikkatimi çekiyor. Hele, Bali’de ağaç oyma heykelcikleri hiç unutamayacağım.Tayland’da çok daha iyileri var dedikleri için ancak bir tane almıştım,sonra çok pişman oldum. Sırf bu amaçla bile Bali’ye bir kez daha gitmek isterim. Shwezigon Pagoda’da her ne kadar Shwedagon Pagoda’nın azameti yoksa da, yine de etkiliyor insanı. Temelinde Buda’nın diş ve kemikleri bulunduğuna inanılıyor. Pagodanın bahçesinde kupkuru,kapkara ihtiyar kadınlar ellerinde kocaman esrar sarılı puroları ile para karşılığı poz veriyorlar.Avlusu bizim cami avlularına benziyor.Geldiğimiz yoldan yine yürüyerek dönmeye niyetliyiz,ama ortalık öylesine ısınmış ki,sanki yol lastik gibi uzuyor,bitmek bilmiyor. Nihayet Bagan Thande Otelin önünde bekleyen rikşa ve faytonları görünce yolun bittiğini anlıyoruz.
Sabah, çıkmadan önce otel resepsiyonuna uğramış ve perişan olmayacağımız iyi bir firmadan, yarın Yangoon’a gitmek için otobüs bileti almalarını istemiştik. Telefon etmiş yarın için yer olmadığını,ancak araştırıp bilgi vereceklerini söylemişlerdi. Huylanıyorum,ertesi gün için muhakkak bilet bulmalarını, aksi halde Yangoon-Bangkok uçağını kaçırabileceğimizi söylüyorum. Bir otobüste son iki yeri bulduklarını,döndüğümüzde verebileceklerini bildiriyorlar. Yollarda o kadar çok bozulmuş kamyon ve otobüs gördüm ki; ihtiyatlı davranıp, 21 Şubat saat 14.00’de kalkacak otobüs en iyimser halde 22 Şubat saat 09.00 civarında Yangoon’a varacak,uçağımız da aynı gün saat 17.45’de kalkacak. 8000x2=16000 Kyat istiyorlar biletleri almak için. Demek ki, Yangoon terminalindeki genç 9000 Kyat alarak bizi aldattı. İnsanlar her coğrafyada şeytana uyuyorlar anlaşılan.
Öğle yemeğinden sonra,miskinlik yapmak üzere yüzme havuzunun yanındaki şezlonglara seriliyoruz. Güneş alışılmışın dışında kavurarak yakıyor. Bir gölgeye sığınıyorum sonunda notlarımı yazmak için.
Saat 16.30’da bu kez farklı bir pagodaya, turistlerin çok rağbet ettiği Shwe-San-Taw isimli pagodaya çıkıyoruz. İlk defa Bagan’da bu kadar turist görüyorum.Hemen hepsi ellerinde kaliteli fotoğraf makineleri,tripodları ile mevzilenmişler güneşin batışını bekliyorlar. Ama bir bulut sürpriz yapıyor, güneşin önünde duruyor. Fotoğraf hayalleri de gölgeleniyor böylece.Dönüşte resepsiyona uğradım,hala bilet için net bir şey söylemiyorlar.İyi otobüs bulma umuduyla bunlara takıldık, yoksa bugün Nyaung-U’dan alabilirdik otobüs biletlerini.
Neyse,saat 21.50’de kapımız hafifçe vuruluyor,resepsiyondaki gençlerden biri özür dileyerek saygıyla uzatıyor bileti. Rahatlıyor,huzurla uykuya yatıyoruz.

20.02.2006 (OLD BAGAN)

Eşim ve ben devamlı öksürüyoruz.Bu iklimin ve içinde bulunduğumuz sağlıksız şartların doğal sonucu olmalı.Ben, 10 gündür yakalandığım saman nezlesini kullandığım antibiyotiklere rağmen atamıyorum üzerimden.Bugün,öğlen sıcağını atlatana kadar güneşe çıkmamaya karar veriyoruz. Miskinlik yapıyor, şu ana kadar çektiğim fotoğrafları, ara kablo yardımı ile televizyondan izleyerek vakit geçiriyorum. Ortalıkta tarifi zor bir sıcak var, kuruyup toz biber olacakmış gibi bir hisse kapılıyorum. Yine de,hareketsizlikten sıkılıp saat 16.00’da pagodaların arasında kaybolmaya karar veriyoruz.Faytoncuları ıskalayarak,Thatbyinnyu Pagoda’ya giriyoruz. İçerideki serinlik ve değişik Buda heykelleri çok hoş. Buradan çıkarak yavaş bir tempo ile Ananda Temple’e geliyoruz. Burası Bagan’ın önemli yerlerinden. 1091 yılında yapılmış, en son 1974 ve 1975 yıllarındaki depremlerden büyük zarar görmüş,güzel kubbesi eğrilmiş.Ancak restore edilip eski haline getirilmiş.Bu çalışmalar da fotoğraflı panolarla anlatılıyor. Peşimiz sıra yürüyen çocuklara,az önce şişe suyu aldığımız kadının verdiği iki torba şekeri dağıtıyorum,sevinç içinde koşarak uzaklaşıyorlar. En iyi korunmuş tapınaklardan biri olan Ananda’nın içindeki devasa Buda heykeli hayli ilginç.
Buradan ayrılıp Bagan’ın güneyine doğru tarlaların arasındaki dar patikalara giriyoruz. Değişik enstantaneler yakalıyorum. Önümüzden otlaktan dönmelerine rağmen,kemikleri derilerinden fırlamış cılız inek sürüleri, bir o kadar zayıf bitkin çobanları geçiyor.
Güneşin batma saatine yakın, Shwe San Taw Pagoda’nın teraslarında kalabalıklar çoğalıyor.Batıdaki bulutlar, fotoğrafçıları ikaz ediyor,bu akşam umutlanmayın diye. İkazı dinledim, bu akşam çıkmadık. Otel civarındaki yerleri dolaşıp, hava karardıktan sonra döndük. Gariptir,pagodalar arasındaki tozlu patikalarda öksürüğümüz daha da artıyor.Öyleki, restoranda eşim ve ben öksürme nöbetine tutuluyoruz, diğer masalardan dönerek merakla bize bakıyorlar. Bu akşam sebzeli Myanmar yemekleri, rice , meyve ve bira istiyoruz.Hesabımıza 8.8 $ (% 1o tax dahil) ilave ediliyor. Bagan ve Nyang U’yu dolaştıkça ,kaldığımız yerin kıymetini daha iyi anlıyorum.Ben,konfor sevmemekle beraber, hijyen şartlardan fazla da ödün verilmemesi gerektiğine inanıyorum.Aksi halde, kötü bir ortam veya yemeğin verdiği rahatsızlık ,tüm gezi programını berbat edip yatağa bağlayabiliyor insanı.
Yarın akşam otobüs yolculuğuna dirençli başlamak için ,fazla geçikmeden yataklarımıza atıyoruz kendimizi.

21.02.2006 ( OLD BAGAN – NYANG U -YANGOON)

Sabah erken kalkmakta acele etmeden, bahçeye inerek, çok geniş yatağından hayli çekilmesine rağmen yine de, heybetli Ayerarwaddy nehrinin yanı başında, üzerinde sincapların koşturduğu anıt ağaçların altında son kahvaltımızı yapıyor, geleneksel çorbaların tadına bakıyoruz.Görevli kıza, bugün otobüsle Yangoon’a döneceğimizi söyleyince,başımıza gelecekleri biliyor olacak,tezgahtaki pasta ve keklerden bir paket yapıyor bize. Myanmar’ın artık çok iyi tanıdığım sıcağı an be an volümünü artırıyor. Bungalowumuzun geniş verandası serin. Saat 12’ye kadar burada oturuyoruz.Gezerken aldığımız şişe suların haricinde hiç yerel para harcamadık,daha doğrusu harcayacak yer bulamadık. Hediyelik eşya satıcıları bile dolar vermemizde ısrar ettiler. Oteldeki yemek paralarımız 11.5 $ tutuyordu.Görevliye Kyat olarak ödemek istediğimi söyleyince önce nazlandı,sonra 1100 Kyat’tan kabul etti.12650 Kyat vererek üzerimdeki yerel paraları azalttım böylece. Nyang U’ya otel tarafından gönderileceğimizi söylemişti resepsiyondaki genç kız. Biz de otelin VİP müşterilerinden sayıldığımıza yorup biraz havalanmıştık ! !
Biraz sonra seslendiler.Dışarıda eski bir kamyonet duruyor.Çantaları arka kasaya bırakıp şöför mahalline yönlenirken şöför arka kasayı işaret etti.Anlaşılan,Bagan Thande Otelin müşterisi de olsak, 17 saatlik ucuz otobüs yolculuğunu seçmiş olmamız karizmamızı çizdirmiş,kamyonetin kasasına yollamıştı bizi.! Neyse,arkaya oturduk.Öne Samsonite valizleri olan şişman bir İngiliz oturdu. Yanımızda ikisi kadın üç kişiden genç olanı laf atıyor,sohbete başlıyoruz.Yangoon’un uzak köylerinden gelmişler,Myanmar’ı dolaşıyorlarmış. Adam Tayland’ı öve öve bitiremiyordu.Gariptir tüm tetkiklerime rağmen yanındakilerin cinsiyetleri konusunda kesin bir fikir sahibi olamadım. Bu belirsizlik Tayland’ta da çok karşıma çıkmıştı. Nyang U yolu üzerinde Golden Ekspres otelin önünde şöför aracı durduruyor, kenardaki ağacın gölgesine uzanıyor. Sıkıntımı anlayan genç, müşteri beklerken zamanı değerlendirip, şekerleme yapıyor gibi bir şeyler söylüyor.15 dakika sonra, köylerdeki top sahalarından bile daha bozuk olan otobüs terminaline, hiç bir yolcu almadan devam ediyor. Bu kez otobüs ve yolcular biraz daha derli toplu gözüküyorlar. Hareket halinde iken camı açarak tükürürken, arka koltukta oturan bizler yine nasiplenecekmiyiz acaba ? Yarım saat kadar, toz ve gürültü içerisinde bekleyişten sonra kapı açılıyor,otobüse biniyoruz. İyi bu kez fazla hırpalanmayacağız diye düşünürken, arka koltuktan bu kez iddialı bir geğirme sesi geliyor.Yaşlı, ölü gibi bir kadın inliyor,geğiriyor,otobüs hareket edince de ,bütün detayları ile kusmaya başlıyor.Eyvah, kasnak yine bizim boynumuza geçti.Yine de,her şeye rağmen önceki yolculuklardan daha rahatız.Korkudan sırt çantamı aşağı bagaja bırakmamıştım,bacaklarımın arasında, birbirimizi esir ediyoruz. Bir ara iki üniformalı adam biniyor,muavin hemen ıslak mendil koşturuyor onlara.Demek ki,yolculuğumuz devlet güvencesinde devam edecek. 2 saat sonra bir yerde duruyoruz.10-15 litrelik silindir bir kazan mazotla dolduruluyor,büyük varillerden aktarılarak, sonra ucundaki uzun imbik otobüsün deposuna sokularak, ikmal işlemi tamamlanıyor. Yol boyunca dekorlar aşağı yukarı aynı. Kapkaranlık evler,pis masa ve sandalyeli lokantalar,tozların içinde oynayan veye bitleri ayıklanan çocuklar,küçücük dükkanlarda asılı cips ve şeker torbaları ve tüm bunlarla tezat teşkil eden, Myanmar Rum,Myanmar Beer,Golden Whisky veya London Cigarette yazılı büyük reklam panoları, her tarafından üzüm salkımı gibi insanların sarktığı taşıtlar.

22.02.2006 (NYANG U – YANGOON)

Gece yarısına doğru otobüs durdu.Muavin bir şeyler söyledi.Biz yine malum éçökerek tuvalet molası” zannederek inmedik.Herkes indi.Sonradan anladık ki,putrel demirlerden yapılmış bir köprünün önünde durmuşuz.Yükü azaltmış olmak için yolcular köprüyü yürüyerek geçiyor,sonra tekrar biniyorlar. Arkamızdaki kadının geğirme ve böğürmeleri ile geçen yolculuğumuz,sabaha karşı Yangoon’un artık iyi tanıdığımız terminalinde bitiyor.18 saatte gittiğimiz yolu,13 saate dönüyoruz.5 saatlik farkın buralarda pek kıymet-i harbiyesi yok anlaşılan. Otobüs yazıhanesinden içeri girip, etrafımızı çeviren taksi şöförlerinin çekilmesini beklemek için tahta kerevetlere kurulduk yine.
Uçak 17.45’de kalkacak.Şu an saat sabahın dördü. 14 saate yakın vaktimiz var.Yangoon’a gitmek pek heyecan vermiyor.
O anda aklıma geliyor.Yangoon-Bangkok arası günde iki sefer vardı.Hemen havaalanına gitsek,belki bileti değiştirir, sabah uçağı ile Tayland’a dönebilirdik.Bütün gün bekleme sıkıntısına karşın, karanlıkta bir taksiye binerek havaalanına gitme isteği ağır basıyor. 3 $’ a bir taksi ile havaalanına geliyoruz.MAİ(Myanmar Airlines İnternational) standına yaklaşıp,görevli kıza, acelemiz olduğunu,elimizdeki bileti sabah uçağı bileti ile değiştirmek istediğimi söylüyorum.Kız olur anlamında başını sallıyor,pasaportları didik didik inceledikten sonra, 10$ x2=20 $ havaalanı vergisini ödeyerek giriş yapıyor ve 07.20’de Bangkok’a uçacak uçağı beklemeye başlıyoruz.07.30’da havalanan uçak tam bir saat sonra Bangkok Don Muang havaalanına indirdi bizi.Sırt çantamın çıkışı biraz zaman aldı.Allahtan diğer çantalarımızı Bangkok Kaosan’da emanete bırakmıştık.Havaalanı otobüsü kalabalık 100 Bahtx2=200 Baht vereceğiz,taksilerin 300 Baht’a Kaosan’a gittiğini biliyorum.Bindiğimiz taksi şöförü 350 Baht diyor,aldırmıyor,yoğun trafikten sonra Kaosan’ın yanında inerken 300 Baht veriyorum.İtiraz etmeden uzaklaşıyor.Diğer çantalarımızı bıraktığımız Four Sons Otele geliyor ve 700 Bahtlık bir oda alarak akşam uykusuzluğunu gidermek için yatıyoruz.Öğlende Kaosan caddesinin meşhur sokak lokantalarında bol acılı piliç ve rice yedikten sonra, eşimin İstanbul dönüşünde 25 kg. bagaj limitine takılmaması için, ağırlıkları dağıtıp, el bagajına döndürmek için , Kaosan’da bulunan çanta dükkanlarını dolaştık.Gayemize uygun üç adet çanta alarak 450 Baht ödeyip otele dönüyoruz.Ben,kocaman bir klasör oluşturacak ülke bilgileri ve harita gibi dökümanları ayıklayarak,sadece yeni güzergahım olan Kamboçya,Vietnam ve Laos ile ilgili olanları bırakıyorum. Yeni düzenleme ile bagaj ağırlığı 20 kg.a iniyor.Fazla bagaj yüzünden Malezya’dan Bali’ye geçerken bir gecelik otel parası kadar bedel ödemiştik. Kaosan’ın çılgın ve hareketli sokakları her nekadar, baharat,yemek kokusu olsa,yerler yemek yağlarından yürünemeyecek kadar kayganlaşmış olsa da oyalıyor, sevdiriyor kendini.Dolaşıp,geç saatte
otele dönüyoruz.

23.02.2006 (BANGKOK)

Bangkok’un sıcağına klima ile direnmeye çalışıyoruz.Bu kez de henüz atamadığımız nezle debreşiyor,gözlerimiz kızarıyor ve öksürmeye başlıyoruz.Saat 08.30’da aşağı iniyoruz. Kaosan akşamın çılgınlığından utanırcasına sessizlik ve yalnızlık içinde. Köşede 7 Eleven mağazasının önünde aradığımızı buluyoruz.Krabi’de tadına doyamadığımız lokma hamuru kızartıyorlar burada,hem de sıcacık.10 tane isteyince adam gözlerini açıp bize bakıyor.Çayın refakatinde silip süpürüyoruz hepsini.
Yarın eşim İstanbul’a dönecek, ben Pina ile 20 gün daha Çinhindi ülkelerini gezeceğim. Eşimden ayrı gezmenin, daha fazla risk alabilme gibi avantajına karşın,ortalığı düzenleme ve can yoldaşı olma gibi imkanlarından mahrum kalmak gibi olumsuzluğu var.

Bütün gerginlik, yorgunluk, uzun ve hırpalayıcı otobüs yolculuklarına, uzun süre açlık çekmemize rağmen Çinhindi gezisinin yıldızı Myanmar olacak bence.Sistemin verdiğini halkın aldığını, verilmez ise, Myanmar’da olduğu gibi dünyadan ne kadar izole kalabildiklerini görmek çok önemli bir deneyim idi.
 

Etiketler
Gezenbilir bilgi kaynağını daha iyi bir dizin haline getirebilmek için birkaç rica;
- Arandığında bilgiye kolay ulaşabilmek için farklı bir çok konuyu tek bir başlık altında tartışmak yerine veya konu başlığıyla alakalı olmayan sorularınızla ilgili yeni konu başlıkları açınız.
- Yeni bir konu açarken başlığın konu içeriğiyle ilgili açık ve net bilgi vermesine dikkat ediniz. "Acil Yardım", "Lütfen Bakar mısınız" gibi konu içeriğiyle ilgili bilgi vermeyen başlıklar geç cevap almanıza neden olacağı gibi bilgiye ulaşmayı da zorlaştıracaktır.
- Sorularınızı ve cevaplarınızı, kısaca bildiklerinizi özel mesajla değil tüm forumla paylaşınız. Bildiklerinizi özel mesajla paylaşmak forum genelinde paylaşımda bulunan diğer üyelere haksızlık olduğu gibi forum kültürünün kolektif yapısına da aykırıdır.
- Sadece video veya blog bağlantısı verilerek açılan konuların can sıkıcı olduğunu ve üyeler tarafından hoş karşılanmadığını belirtelim. Lütfen paylaştığınız video veya blogun bağlantısının altına kısa da olsa konu başlığıyla alakalı bilgiler veriniz.

Hep birlikte keyifli forumlar dileriz.


GEZENBİLİR TV

GEZENBİLİR'İ TAKİP EDİN

Forum istatistikleri

Konular
104,053
Mesajlar
1,527,999
Kayıtlı Üye Sayımız
166,795
Kaydolan Son Üyemiz
tora2005

Çevrimiçi üyeler

SON KONULAR



Geri
Üst