"Türkiye'nin Yarısı: Kıyıları" 4500 Km Scooter ile Yol Hikayesi

  • Konuyu Başlatan: Konuyu başlatan TekiLay Tarih:
  • Başlangıç tarihi Yazılan Cevaplar:
  • Cevaplar 31
  • Okunma Sayısı: Görüntüleme 56,638

TekiLay

Ana Kamp
Mesajlar
25
Tepkime Puanı
0
  • Başlangıç Tarihi : 15 Haziran 2007
    Motor Çetelesi : 125cc / Yağ soğutmalı / Daelim History Marka Scooter
    Yol Uzunluğu : 4550 km (takribi)
    Şehirsel Rota : İstanbul~İzmit~Yalova~Bursa~Balıkesir~Manisa~İzmir~Aydın~Muğla~Antalya~Mersin~Adana~Osmaniye~
    İskenderun~Gaziantep~Kahramanmaraş~Sivas~Tokat~Samsun~Sinop~Kastamonu~Bartın~Zonguldak~Düzce~Adapazarı~İzmit~İstanbul
    Bölgesel Rota : Marmara~Ege~Akdeniz~Güney Doğu~Orta Anadolu~Batı Karadeniz~Marmara

    Zayiatlar~Olaylar : Minik bir serçe’nin ölümü, Lastik patlaması, Fren balata faciası… harici hiçbir zayiat! …ve harika dostluklar!



    Başlarken ;
    Dostluklara doğal ortamlar da adım atınca, kendiniz gibi doğal, sıcak ve samimi olduğunu hissettiğiniz insanların ısrarla yolunuza çıkması kaçınılmaz olmakta.. İstanbul’da oturmakta iken; 2006-EnduroClub Kastamonu festivalinde tanıştığımız ve dönüşünde yol macerasıyla kaynaştığımız, “nadir” olarak karşınıza çıkabilecek insanlardan birinin(Kürşat), “İzmir Urla’da kamp yapacağız, sende gel” çağrısını kabul ederek, çadırımı, uyku tulumumu ve çantamı alıp, 125cc’lik minik motoruma atlamam ile başladı her şey..

    Haziran sıcaklarının ayyuka çıktığı bir 2007 yılı geçiriyorken, iki hafta gibi bir süre İzmir de konaklama fırsatı da bulmuştum.. İstanbul’a dönüş vaktinin geldiği tarihte ise, feribotla mı dönsem, İstanbul’a kıyıdan mı gitsem diye düşünürken, memleketim olan İskenderun’a kadar çadırda kalıp geze gezere giderek, beni İstanbul’a dönüyor bilen anneme sürpriz, kendime yol, ciğerlerime oksijen, gözlerime bayram yapmak adına, kıt kanaatte olsa yollara düşmemle başlayan, ani kararlar, plansız rotalar, kahverengi tabelalar, Akdeniz’in yeşili-mavisi, çardakta- benzin istasyonlarında-sandalye üstlerinde uyumalarla dolu, cepkenin delik olduğu, benzin parasının denkleştrilmeden çıkıldığı salaş bir maceradır benimkisi…
    Gitmediğim Yer; Benim Değildi... ama artık Türkiye'nin yarısına ait kıyı şeridi benim..
    seneye de umarım Doğu Karadeniz'i sahipleneceğim!..

    ~~~~~~

    ..:: Gezinin Maliyet Hesap Tablosu ::..
    1. 430 YTL Benzin
    2. 20 YTL Gaziantep te 10,000 bakımı(sibop ayarları, yağ değişimi vs.)
      (bakım işlerini bırakmış servis sahibi usta yaptı ve pahalıya patlar dediği fiyat!)
    3. 5 YTL Kaş Kamping alanı (Konaklama için verdiğim tek para)
    4. 2 YTL Damlataş Mağrası giriş ücreti
      (Belediye ye ait yerler ücretli.. Kültür Bakanlığına bağlı her yer, öğrencilere Ücretsiz idi.. Para verdiğim tek yer Damlataş mağrası, belediye ye ait idi.. Bir de Patara girişi ücretli idi ancak onda da Çarşamba günleri ücretsiz Halk Günüymüş ona denk geldim )
    5. 4,64 YTL İzmir Karen motor'un karşı ödemeli kargo masraf kıyağı..
      (raporun devamında Ahmet abinin ne yazık ki kulaklarını çınlatmak zorunda kaldım.. eğriye eğri, doğruya doğru...)
    6. 100 YTL Yemek,su,çikolata ve internet vs. gibi ıvır zıvır masraflar..
      (Temel gıda gözlemeler 1 ytl ile 2 ytl arası değişti fiyatlar..)
    -------------------------------------
    561.64 YTL 4500 km'nin Toplam Maliyeti


    1. Gün ; 15 Haziran 2007

    Yorgunluk had saffa da, 9 saatte İzmir’e 01:00 saatiyle giriş yapmış olmama rağmen Urladaki kamp alanını bir türlü bulamıyorum.. Telefonlar bir çekiyor, iki çekmiyor.. Köy içinden aldığım tariflerle garip, taşlı, karanlık yollara giriyorum kilometrelerce gidip geri dönüyorum.. Yağcılar köyünü, Karaburun yolunu iyice ezberledikten sonra gece 02:25 gibi Demircili Koyunu buluyorum.. Yüzümde gülücükler açarak orada kamp halinde, elinde fotoğraf makinesiyle beni bekleyen Kürşat abi ve taaa Konya Akşehirlerden benim gibi 600 km gibi bir rakam tepip gelen Cahit abi, yüzümdeki gülümsemeyi ölümsüzleştiriyorlar ve hasretle kucaklaşıyoruz.. 2007-EnduroClub Yenice festivalinden bu yana görüşmemiştik.. Kurulu çadır varken istifimi bozmuyorum tabii.. Bana ateş üstünde bıraktıkları son parça tavuklarını da ikram ediyorlar, biraz sohbet ve sonra uyku.. Yarına keyif var…




    2. Gün; 16 Haziran 2007

    Haritada da görülen Titus Doğa sporlarının olduğu nokta da, İzmir Doğa sporları ve Off Road Kulübü’nün düzenlediği, TRT’ninse naklen yayınladığı ilk mahalli off-road yarışları olduğundan Cahit abiyle birlikte yarışı izlemeye gittik.. Bu sporu ilk defa izleme şansı buluyordum.. Heyecan verici bir spor, harika bir yarıştı..




    EC(EnduroClub)’den HOCA takma isimli Ünal abi ve arkadaşları ziyarete gelmişler, -ki ben o sırada güzel koyun en derin bölgelerini palet/şnorkel ile keşfetmekle meşguldüm.. Sağolsunlar adaya benim yanıma da geldiler.. Islak bir hatıra fotoğrafı da çektirmeyi ihmal etmedik tabii ki.. EC’den Sinan da bir ara hayalet gibi göründü ve kayboldu..

    Deniz keyfi dolu bir günün ardından kamp’a katılan, hızlı F650 endurocu Cuneyd abimiz, sanırım Takashi idi markalı motoru olan Barış arkadaşımız ve Endurocu Hannibal grubunun en profesyonel çekirgesi Bülent abi de arabasıyla da olsa bize eşlik ederek sohbetimize ortak olmuşlardı.. Erkan abi ve eşi hemen arkamızdaki kamp alanında hınca hınç kamp malzemesi dolu araçlarıyla hepimizin karnını doyurmaya ant içmişçesine, bizi besliyordu … Yaat borusu öttü, ancak çıyanlar, 15-20 cm’lik örümcekler için hayat yeni başlıyordu.. Meskun mahalde gördüğümüz takribi 15-20 cm’lik örümcek ağzında akşam yemeği olan çekirge ile Kürşat abiden köşe bucak kaçmaktaydı.. Fakat zehirli örümcek ailesi bu rahatsız etmenin öcünü gece Kürşat’ı bacağından ısırmak suretiyle fazlasıyla almış, 1 hafta davul gibi şişen bacağını zor kurtarmış olsada sabah çadırın kenarında hazır bekleyen “çıyan”la muhatap olmamamız da ayrı bir şans eseri olsa gerek.. Siz siz olun yada olmasanız da, asla çadırın kapısını benim gibi açık bırakmayın, yoksa benim kadar şanslı olsanız da arkadaşınızı doğa hayvanatları ısırabilir.. Mümkün ise yanınızda “Kükürt” bulundurup, çadır kuracağınız alana ve 1 mt etrafına halka oluşturacak şekilde kükürt dökerseniz, hayvanatlarla muhatap olmayacağınız gerçeğini bir kez daha hatırlatırım!.. Gün yine bitti.. yarın minik bir gezi ve koy keşfi ile İzmir’e döneceğiz..










    Tooo Beee continueeed (Devaaam Edeceeek...)
 

Etiketler
3. Gün; 17 Haziran 2007
Harika bir güne uyanmak, çarşaf gibi bir denizde yüzünü yıkamak, karnını doyurmak ve yanına su almayı unutarak bulunduğumuz alandan tepelere, yamaçlara doğru çıkmakla başladı küçük gezintimiz.. Ana tema “Keşif” idi, ama tabii bizim için keşif, Kürşat abi için ise seneler sonraki ziyaretten öte değildi.. gevşek zemin üzeri, sivri oynak taşlarla dolu bir zeminden sonra kamp alanımız olan “Demircili Koyu” gözlerimizin önünde, ufukta ise “Seferihisar-Sığacık” antik liman kenti olan TEOS belli belirsiz görünmekte… Bu harika manzaranın altında yatan gerçeklerden biri, Ege bölgesindeki nadide bir fay hattıyla süslü olması.. Demircili “Çılga Burnu” ile “Kokarca Burnu” arasındaki fay hattı 21/10/2007 tarihinde 5.9 büyüklüğündeki deprem ile Urla ve civarı sarsarak aktif olduğunu göstermekle kalmayıp, tam bizim kamp yaptığımız ağacın hizasında, bir insanın rahatlıkla elini sokabilecek büyüklükte yarıklar oluşturmuş… Zira, bizim kaldığımız günlerde deprem olsaydı, oluşacak yarığın tam üstünde olacağımızdan, ben şuan size “Magmaya Motosikletle Yolculuk” adlı raporu yazamayacak uzaklıkta olabilirdim Bu kadar geyik yeter, ben anlatanların ve akut sitesinin(http://www.akut.org.tr/Default.aspx?tabid=250&ItemID=3618) yalancısıyım..






Dere tepe düz gidince işte bu el değmemiş, bakir tabirinin en uygun olduğu, denizle uğraşanların, tekne sahiplerinin ve bizim gibi birkaç keşifçinin dışında pek kimsenin bilmediği, ama artık sizin bu resimlerle öğrendiğiniz enfes bir kumsala ulaşıyorsunuz.. Yolunuz düşerde buraya giderseniz lütfen ama LÜTFEN çöplerinizi, hele ki torba, pet şişe gibi plastik maddeleri, doğal olmayan her şeyi, getirdiğiniz şekilde geri götürmesini de bilerek hareket ediniz.. Eğer atan densizlerin bıraktıkları varsa –ki ne yazık ki hep vardır- toplama zahmetini gösterirseniz, bir dahaki gelişinizde aynı şekilde doğallığı gördüğünüz güzellikleri çocuklarınızda aynı doğallıkla görebilecektir!..



O kadar çok sevmiştim ki burayı; yerim yerimm ben şirin ada parçacığını.. Kürşat abi ise dokunmakla yetindi Sahile inme hevesimiz manzarayı görünce kat ve kat artmış halde, deyim yerindeyse Metin Çetin abimizin “vercen gazı” tabiriyle, Ege’nin maki bitki örtüsü arasından süzülüverdik sahile…Üç demir at, “bu bizi kesmez, devam edelim” dercesine bize bakıyorken devam etmemek olmazdı.. Balık avı meraklılarının aklına ilk gelen “Ne çıkar buradan” olacaktır.. Kulaktan dolma ufak bir bilgi malumatı vereyim hemen.. Kıyı avcılığında söylenen Çipura,Levrek ve mırmır yaptığıdır.. Kokarca koyu tarafı, yani sağ tarafa doğru balık çiftlikleri bulunmaktadır… limanda ki iskeleden ziyade adanın en uç noktasındaki kayalıklardan avlanılması tercih sebebidir.. İlgilenenlerin bilgisine..









Dik bir tırmanış çıkıyoruz ve tırmanış sonrası susuzluğumuzun farkına varıyoruz.. Güneş altında pişmekteyiz, dilimiz damaklarımıza yapışmış bir tek kişi hariç! Kürşat abi her zaman tedbirli azda olsa suyu var, altıda kuru, keyfi de yerinde… Neyse bu konuyu geçelim.. Denizin berraklığı daha uygun bir konu –ki bir sonraki benim “saklı koy” olarak tabir ettiğim cenneti görünce içim ferahlıyor.. İyi ki İstanbul’dan atlayıp gelmişim buralara diyerek, bu sefer başka bir araca iç geçiriyorum… Tekneler!.. ama işte orada duran yelkenli hepsinden değerli benim için.. İzmir’e taşınma ve “Tekne de Yaşam” önünde motosikletim.. İki tekerle yeşil doğaya, tekneyle maviyle doyasıya kucaklaşmaya açılan yelkenleri aklımın köşesinden suya indiriyorum.. Yelkenler Fora!.. Hepsi şu gördüğünüz kayalığın tepesinde geçiyor aklımdan.. Kesinlikle burada kamp yapmalıyız diyorum, diyoruz.. Merak etmeyin, bu gezi bittikten 2 hafta sonra İzmir’e yerleşeceğim ve 4 ay sonrasında da Hannibal (Hannibal kimdir? Nedir? Merak edenler http://ginger.blogcu.com/226323/ tıklayın) adını verdiğimiz motosiklet kaşifleriyle burada kamp yapıyor olacağım.. şöyle ki ;
Çok merak ediyorsanız o kampın gezi resimlerini ve yorumlarını buraya Tık http://www.enduroclub.org/forum/showthread.php/ec-haniballar-kampli-gezi-1-1776p3.html ile görebilirsiniz.. ama özet olarak ta bir kaç foto koyarak, özet olarak merak gidermiş olalım istedim









Artık dönüşe geçiyoruz, dik yamaçtan inişte önden Kürşat abi KLR 650’si ile iniyor ve bizi fotoğraflıyor… Tabii objektife; Takashi motoruyla dönüşü alamayarak motoru yatıran, sonrasında “Bu yollar ve enduro bana göre değil” kararını alan barış’ın düşüş anı kare kare takılıyor.. Öğrendiğim şey şudur ki; motoru inişte, rampada, düzde, virajda Çeviren de; Deviren de GAZ olduğudur.. Gaz dengenizi iyi ayarlayabiliyorsanız ve yanında sürüşünüzü fren kabiliyetinizi arttırarak süslemişseniz, düşme riskinizi en aza indirmişsiniz demektir.. Yazı içerisinde naçizane sürüş yorumu yapmamı, amatör bir scooter kullanıcısının ders vermesi değil, Kürşat gibi ustalardan edinilen bilgileri uygulayıp fayda gören bir amatörün, bilgi paylaşımı olarak görünüz..
İniş biter, teker döner, hikayenin kahramanı İzmir’e döner!..







~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
İki hafta gibi bir süre İzmir den yola çıkamadım, sıcaklar alev topu gibi motorun üstünde yakmakta, rüzgardan yağmurdan kapattığımız çene açılır kaskı artık sıcak rüzgardan yanmamak için kapatır haldeyken, İstanbul’a geri dönüş yoluna dönmek mantıklı gelmemişti.. Mordoğan, Karaburun, Çeşme-Ilıca, Urla-Çeşmealtı gibi yerlerde denizin, tekneyle balık avının iki hafta boyunca tadını çıkardım.. Denize doymuştum artık..

Kürşat abi ile 15 gün sonra 2007-EnduroClub Festivalinin yapıldığı Düzce Güzeldere Şelalesi kamp alanına kadar görüşemeyecektik…
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~


Tooo Beee continueeed (Devaaam Edeceeek...)
 



Ynt: "Türkiye'nin Yarısı: Kıyıları" 4500 Km Scooter ile Yol Hikayesi

Çok güzel bir yol hikayesi olmuş...Hocam gezi yazınızın vede fotoğrafların devamını sabırsızlıkla bekliyoruz
 



Ynt: "Türkiye'nin Yarısı: Kıyıları" 4500 Km Scooter ile Yol Hikayesi

Yorumlarınız için teşekkür ederim..
Madem devamı isteniyor, benden eklemesi
 


Ynt: "Türkiye'nin Yarısı: Kıyıları" 4500 Km Scooter ile Yol Hikayesi

3. Gün; 17 Haziran 2007
Harika bir güne uyanmak, çarşaf gibi bir denizde yüzünü yıkamak, karnını doyurmak ve yanına su almayı unutarak bulunduğumuz alandan tepelere, yamaçlara doğru çıkmakla başladı küçük gezintimiz.. Ana tema “Keşif” idi, ama tabii bizim için keşif, Kürşat abi için ise seneler sonraki ziyaretten öte değildi.. gevşek zemin üzeri, sivri oynak taşlarla dolu bir zeminden sonra kamp alanımız olan “Demircili Koyu” gözlerimizin önünde, ufukta ise “Seferihisar-Sığacık” antik liman kenti olan TEOS belli belirsiz görünmekte… Bu harika manzaranın altında yatan gerçeklerden biri, Ege bölgesindeki nadide bir fay hattıyla süslü olması.. Demircili “Çılga Burnu” ile “Kokarca Burnu” arasındaki fay hattı 21/10/2007 tarihinde 5.9 büyüklüğündeki deprem ile Urla ve civarı sarsarak aktif olduğunu göstermekle kalmayıp, tam bizim kamp yaptığımız ağacın hizasında, bir insanın rahatlıkla elini sokabilecek büyüklükte yarıklar oluşturmuş… Zira, bizim kaldığımız günlerde deprem olsaydı, oluşacak yarığın tam üstünde olacağımızdan, ben şuan size “Magmaya Motosikletle Yolculuk” adlı raporu yazamayacak uzaklıkta olabilirdim Bu kadar geyik yeter, ben anlatanların ve akut sitesinin yalancısıyım..





Dere tepe düz gidince işte bu el değmemiş, bakir tabirinin en uygun olduğu, denizle uğraşanların, tekne sahiplerinin ve bizim gibi birkaç keşifçinin dışında pek kimsenin bilmediği, ama artık sizin bu resimlerle öğrendiğiniz enfes bir kumsala ulaşıyorsunuz.. Yolunuz düşerde buraya giderseniz lütfen ama LÜTFEN çöplerinizi, hele ki torba, pet şişe gibi plastik maddeleri, doğal olmayan her şeyi, getirdiğiniz şekilde geri götürmesini de bilerek hareket ediniz.. Eğer atan densizlerin bıraktıkları varsa –ki ne yazık ki hep vardır- toplama zahmetini gösterirseniz, bir dahaki gelişinizde aynı şekilde doğallığı gördüğünüz güzellikleri çocuklarınızda aynı doğallıkla görebilecektir!..



O kadar çok sevmiştim ki burayı; yerim yerimm ben şirin ada parçacığını.. Kürşat abi ise dokunmakla yetindi Sahile inme hevesimiz manzarayı görünce kat ve kat artmış halde, deyim yerindeyse Metin Çetin abimizin “vercen gazı” tabiriyle, Ege’nin maki bitki örtüsü arasından süzülüverdik sahile…Üç demir at, “bu bizi kesmez, devam edelim” dercesine bize bakıyorken devam etmemek olmazdı.. Balık avı meraklılarının aklına ilk gelen “Ne çıkar buradan” olacaktır.. Kulaktan dolma ufak bir bilgi malumatı vereyim hemen.. Kıyı avcılığında söylenen Çipura,Levrek ve mırmır yaptığıdır.. Kokarca koyu tarafı, yani sağ tarafa doğru balık çiftlikleri bulunmaktadır… limanda ki iskeleden ziyade adanın en uç noktasındaki kayalıklardan avlanılması tercih sebebidir.. İlgilenenlerin bilgisine..








Dik bir tırmanış çıkıyoruz ve tırmanış sonrası susuzluğumuzun farkına varıyoruz.. Güneş altında pişmekteyiz, dilimiz damaklarımıza yapışmış bir tek kişi hariç! Kürşat abi her zaman tedbirli azda olsa suyu var, altıda kuru, keyfi de yerinde… Neyse bu konuyu geçelim.. Denizin berraklığı daha uygun bir konu –ki bir sonraki benim “saklı koy” olarak tabir ettiğim cenneti görünce içim ferahlıyor.. İyi ki İstanbul’dan atlayıp gelmişim buralara diyerek, bu sefer başka bir araca iç geçiriyorum… Tekneler!.. ama işte orada duran yelkenli hepsinden değerli benim için.. İzmir’e taşınma ve “Tekne de Yaşam” önünde motosikletim.. İki tekerle yeşil doğaya, tekneyle maviyle doyasıya kucaklaşmaya açılan yelkenleri aklımın köşesinden suya indiriyorum.. Yelkenler Fora!.. Hepsi şu gördüğünüz kayalığın tepesinde geçiyor aklımdan.. Kesinlikle burada kamp yapmalıyız diyorum, diyoruz.. Merak etmeyin, bu gezi bittikten 2 hafta sonra İzmir’e yerleşeceğim ve 4 ay sonrasında da Hannibal (Hannibal kimdir? Nedir? Merak edenler buraya tıklayın ) adını verdiğimiz motosiklet kaşifleriyle burada kamp yapıyor olacağım.. şöyle ki ;
Çok merak ediyorsanız o kampın gezi resimlerini ve yorumlarını buraya Tık ile görebilirsiniz.. ama özet olarak ta bir kaç foto koyarak, özet olarak merak gidermiş olalım istedim








Artık dönüşe geçiyoruz, dik yamaçtan inişte önden Kürşat abi KLR 650’si ile iniyor ve bizi fotoğraflıyor… Tabii objektife; Takashi motoruyla dönüşü alamayarak motoru yatıran, sonrasında “Bu yollar ve enduro bana göre değil” kararını alan barış’ın düşüş anı kare kare takılıyor.. Öğrendiğim şey şudur ki; motoru inişte, rampada, düzde, virajda Çeviren de; Deviren de GAZ olduğudur.. Gaz dengenizi iyi ayarlayabiliyorsanız ve yanında sürüşünüzü fren kabiliyetinizi arttırarak süslemişseniz, düşme riskinizi en aza indirmişsiniz demektir.. Yazı içerisinde naçizane sürüş yorumu yapmamı, amatör bir scooter kullanıcısının ders vermesi değil, Kürşat gibi ustalardan edinilen bilgileri uygulayıp fayda gören bir amatörün, bilgi paylaşımı olarak görünüz..
İniş biter, teker döner, hikayenin kahramanı İzmir’e döner!..





~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
İki hafta gibi bir süre İzmir den yola çıkamadım, sıcaklar alev topu gibi motorun üstünde yakmakta, rüzgardan yağmurdan kapattığımız çene açılır kaskı artık sıcak rüzgardan yanmamak için kapatır haldeyken, İstanbul’a geri dönüş yoluna dönmek mantıklı gelmemişti.. Mordoğan, Karaburun, Çeşme-Ilıca, Urla-Çeşmealtı gibi yerlerde denizin, tekneyle balık avının iki hafta boyunca tadını çıkardım.. Denize doymuştum artık..

Kürşat abi ile 15 gün sonra 2007-EnduroClub Festivalinin yapıldığı Düzce Güzeldere Şelalesi kamp alanına kadar görüşemeyecektik…​
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Tooo Beee continueeed (Devaaam Edeceeek...)
 

Ynt: "Türkiye'nin Yarısı: Kıyıları" 4500 Km Scooter ile Yol Hikayesi

4. Gün; 30 Haziran 2007
17-30'u arası olan 50 dereceye varan sıcaklar biraz hafiflemişken, Selçuk'a kadar durmadan geliyorum.. Daha önce Ege-Akdeniz gezisi yaptığım arkadaşım Olympos'ta eşiyle birlikte balayında.. Onlarla beraber yudumlamak için çok sevdiğim Şirince Karadut aromalı şarabı alıp, uyku tulumumun içine sıkıştırıyorum.. Efes'i daha önce gezmişliğim var, Kuşadası da öyle olduğundan ikisine de uğramadan Aydın üzerinden Muğla'ya doğru yola devam ediyorum..
Önümden çok sağıma soluma bakarak ilerlerken, zeytin ağaçlarının arasında Mağara girişine benzer taş yapı dikkatimi çekiyor, merak işte duruyorum.. Motorla oraya gitmeye çalışıyorum ama yol ayak yolu.. Zeytin ağaçlarına komşuluk eden taşlar tarih kokuyor..


Dikkatimi çeken şeyi buluyor ve içine dalıyorum.. keşfettiğim şey SU oluyor.. açıkçası Türkiye'nin kuraklık çektiği, derelerin kuruduğu, barajların eksildiği bir dönemde, kurak bir arazi içinde ve yol kenarına yakın bir yerde SU ile karşılacağımı hiç ummuyordum.. Tabii bir boş şişe, kullanılmış sünger ve o arazide göremeyeceğiniz bir hayvanat olan Kurbağa?yı da unutmamak gerek!..



Aslında tabela resimlerini sevmem ama ne zaman nerede olduğumu not tutmak yerine fotoğraf çekmek bana daha pratik geliyor... Başka bir anlamı yok benim için...

Bu asfalt motosikletler için yapılmış gibi, benim minik sıcağa rağmen şimdilik keyifli.. Telefonum da araç şarjına sürekli takılı, zira şarj tutmama gibi bir sorunu var..


Yükseklik yönünden Avrupa da 1., Dünyada ise 5. sırada yer alan, Silindir ile sıkıştırılmış betondan yapılan Çine Barajı... Bu gördüğünüz, 300 trilyon harcanmasına karşın bitmemiş çileli baraj tam 42 yaşında.. Aslen çine çayının taşkınlarını önleme amaçlı olarak, su ihtiyacı ve elektrik üretimi için 1966 yılında başlanmış yapımına.. yıl 2007... 2010 yılında bitmesi planlanıyormuş.. "Yeni şartlarla, yeni bir dünya kurulur. Türkiye bu dünya da yerini bulur" sözlerinin sahibi ve kucağına oturtulduğumuz ülkeler gelip geçiyor aklımdan.. şşşt kuzu sus, yola devam...

...evet evet, benimde aklıma tıpkı sizin ki gibi "ne gazlanır bu yollarda" diye geçti.. ama yola devam etmeliydim.. yoksa gerçekten çok cezbedici bir kıvraklığı var toprak yolların


Çine'nin mitolojideki efsanesi de Apollon ile Midas arasında geçiyor.. Efsane şöyle: Tanrıça Athena bu vadi içinden akan derenin kenarında dolaşıp kaval çalarken sudaki aksinde yanaklarının şişkin olduğunu görmüş. Aksini çirkin bulup fırlatıp atmış kavalı. Kavalı bulan Marsyas zamanla öyle güzel çalmaya başlamış ki, ünü her yeri sarmış. Müzikte kendisini rakipsiz gören Tanrı Apollon'a kafa tutar hale gelmiş. Apollon Marsyas?ı yarışmaya davet etmiş. Kral Midas ta hakem olmuş. Marsyas kavalı daha güzel çalmasına rağmen yenik ilan edilmiş, ama kıskançlığını yenemeyen Apollon Marsyas?ın derisini yüzdürmüş, Midas?ın kulaklarını eşekkulağına dönüştürmüş. Ama sonradan yaptığına pişman olup Marsyas?ın bedenini ırmak haline getirmiş. İşte antik adıyla Marsyas, bugünkü adıyla Çine çayı böyle oluşmuş.

Sanki bu kayaları birileri misket gibi yuvarlayıp üst üste getirtmişçesine ilginç durması garip.. Seramikte kullanılan "potasyum felspad" madeninden, bu kayaların dibinde sakladığı 275,000 ton rezerv bulunmakta imiş..

Mitolojik efsaneden sonra yönümü gerçek bir olay sonrası dilimizden düşmeyen Ormancı türküsü'nün kaynağı olan ?Belen Kahvesi 8 km? tabelasına döndürüyorum...


Kuraklığın vurduğu derelerden, yeşili bol, rengarenk çiçeklerle dolu olan yolların arasında, Belen Kahvesi yazılı kahverengi tabelalar ile yolumu buluyorum.. Gps denen teknolojik alet yok


Kuraklık dedik ama yol üstünde rastladığım ikinci su kuyusu.. Bu öyle gizli saklı değil.. alenen ortada ve ucuna bağlı bir kova ile orada öylece duruyor..





Ormancı Türküsünde; "çıktım belen kahvesine, baktım ovaya" sözündeki ovadan yol alırken kahveye doğru, gözüm güneyden gelen kara bulutlara takılıyor.. Yağmurun sel olup akacağı belli..

Çıktım Belen kahvesine...

Baktım ovaya...

Bay Mustafa çağırdı,
Dama oynamaya...
Ormancı da gelir gelmez
Yıkar masayı...



Olayın Hikayesi

Yakılan Türkü'nün sözleri..

Olayla ilişkili kişiler ve akrabalar







Kahve'nin içerisinde bulunan "Hatıra Defteri"... sürekli Muğla Türküleri ve Ormancı Türküsü çalan mekanda, türküler eşliğinde hatıra defterine dilediğinizi yazabilirsiniz.. Bunlarda yazılanlar dan örnekler...


yorgunluk çayımı yudumladıktan sona yavaş yavaş hareketleniyorum..

yol boyunca en temel gıda olarak aldığım besin öğesi.. Türkiyenin çeşitli yörelerinde bulunan Teyzelerimin yaptığı gözlemeler.. Bunlar da Muğla daki teyzelerim


yağmur düştü düşecek, yağmurluklar giyiliyor..


Gökova ya kadar sel baskını hızında yağmur altında yol aldım.. Kask ve montun içinde sıcaktan bunalan bana çok iyi geldi.. Gerçi kask'a çarpan yağmur taneleri öyle hızlıydı ki, çıkan sesten dolayı bir an kafamı boş teneke kutusu sandım... Bu kadar hızlı yağan yağmur altında hiç bu kadar km gitmemiştim.. yıllar önce yağmur altında gittiğim 21 saatlik istanbul-izmir seferini saymazsak...




Bu abimizin balları kendi üretimi.. Biraz sohbet sonrası hediye ettiği balı çantama koyup, taşucun da kahvaltı da tüketmiştim.. sağolsun..

Tam hızımı almış, yağmur dinmiş, pistin son km'lerindeyim derken kırmızı bayrak havada!..
Durmak zorunda kalıyorum.. solladığım bütün araçlar arkamda pervane oldular..


Bir çok noktada sel baskını yapan şiddetli yağmur, burada yolun çökmesine neden olmuş.. inceden geçiyim diyorum ama izin alamayınca, görevli arkadaşlarla sohbet muhabbet ediyoruz..


Güzelim ormanların yanmasına sebep olanlar utansın.. Gökova da çıkan yangından arta kalanlar.. Bu arada şimşekler birer birer çakmaya devam ediyor..

Ortaca ya doğru yaklaşırken sağımda gördüğüm ağaçların arasındaki mekan beni cezbediyor.. meraktan dalıyorum içeri.. Fotoğraf için izin isteyip bir kaç kare çekiyorum...
Tavus kuşlarını doğa da serbest olarak ilk burada gözlemliyorum.. Sesleri gerçekten ürkütücü..







Yağmurun altında masumca duran motorumun bana yaptığı süpriz ile irkiliyorum..

"Arka Lastik Patlak"...
Kürşat abinin uyarısıyla İzmir'den çıkmadan Kipa dan aldığım bisiklet pompasına iş düşüyor..
Gücümün yettiğince şişiriyor, Ortaca girişinde yardım sever bir ortacalı sayesinde lastikçinin cep telefonuna ulaşıyorum.. Arkadaş dükkanı kapatıp denize gitmiş, 1 saat beklemek zorundayım.. Acıktığım aklıma geliyor, köftecide karnımı doyurarak vakit geçiriyorum..


Bizim yanık lastikçi de denizden geldi.. Fitil ile patlağı 2 dk da halletti ancak fitil in yanlış bir çözüm olduğunu sonradan öğreniyorum.. 3 mm'den fazla olmayan tüm patlakları içten yama ile tamir edilmesi, fazla olan durumlarda ise lastiğin değiştirilmesi gerektiği söylenmekte... (Kaynak Bkz. http://www.dodexpress.com/lastik/alt/lastik_tamiri.html )

Göcek Tüneline varıyorum..
2006 yılına kadar Göcek'e ulaşmak için Göcek Geçidi olarak bilinen oldukça dar ve virajlı bir yolu geçmek gerekmekteydi.. 2006 Haziran ayında yani ben geçmeden bir sene önce, hizmete giren 980 metre uzunluğunda ki Göcek tüneli ile ulaşım son derece kolaylaşmış.. Ayrıca bu tünel ülkemizde yap-işlet-devret modeli ile yapılan ilk tünelmiş.. Geçiş 2 YTL


Ben 2 YTL vermeyi tercih ediyorum, zira karanlıkta kamyon ve tırlarla 125cc'lik bir motorla muhattap olmak biraz riskli.. Kastamonu EC şenliğine giderken, x bir tünelin içinde durarak çektiğim resimden sonra akıllandım.. Artık tünellerin içinde durarak resim çekmiyorum

Fethiye de dükkanı bulunan ve online motorsiklet parça satışı yapan EC üyesi MotoStyle Gökhan'ın yanına varıyorum.. Cross yaparken yaşadığı düşüşten dolayı ayakta kırık var ancak iki tekerden vazgeçmemiş, Bisiklet ile tek teker yaparken yakaladım

Dükkanda biraz sohbet, bot denemelerinden sonra çadır kuracağım Ölüdeniz'e doğru yola çıkıyorum..

Yol üzerinde Jandarma kontrolü, henüz 1 gün geçmiş olan Muayene'yi göstererek bu seferlik affediliyorum..
Deniz mesafesine inmeden sol tarafta bulunan düzlük o yorgunlukla gözüme 5 yıldızlı otel mekanı gibi görünüyor, saat 01:00 civarı..


Benimle aynı zamanda gelen komşularım var, onlar da uzun yoldan gelmiş, arabalarının farıyla koca çadırlarını kurmaya çalışıyorlar...

Komşularım gece yemeğine davet ediyorlar.. hemen çadırımı kurup, bu davete dahil oluyorum..


TekiL, Ay ışığı çadırımın içine vuruyor, deniz gözlerimi açtığımda tam karşımda olacak şekilde kurduğum manzaralı çadırımda, yorgunluktan sızıp kalıyorum..


...yarın harika bir manzaraya uyanacağım!..

Tooo Beee continueeed (Devaaam Edeceeek...)
 

Ynt: "Türkiye'nin Yarısı: Kıyıları" 4500 Km Scooter ile Yol Hikayesi

tekilay aramıza hoş geldin seni yakından takip ediyorum ve bana sukuturla kross yapılabilecegini ögreten çok iyi bir motorcu sıkı bir endurocu oldugunu ve tüm bunların sukuturla yapılabilecegini gösterdin ve halen şaşırmaktayım senin sukutur damı keramet yoksa sendemi diye
 



Ynt: "Türkiye'nin Yarısı: Kıyıları" 4500 Km Scooter ile Yol Hikayesi

turkay kardeşim helal olsun scudurla 4500 km yapmışsın tebrikler.ölu deniz resmlerini bekliyorum.
 

Ynt: "Türkiye'nin Yarısı: Kıyıları" 4500 Km Scooter ile Yol Hikayesi



5. Gün; 1 Temmuz 2007
Raporun en son kaldığım yeri Ölüdeniz de uyku idi, uyanmam biraz zor oldu ancak rüyamda Hanniballar ile EC Afyon/Sandıklı Festivalinde vakit geçiriyor sonrasında Dedegöl dağlarına doğru yol alıyor ve Zirve yapıyordum.. Güzel bir rüya idi, keşke uyanmasaydım yoksa gerçek mi?
Uyandım!
hemde harika bir manzaraya...
Gözüm toprak yola takıldı,
...ne var ki acaba..¿



Enfes bir manzaraya bakmamı sağladı bu yol!..
Yamaç paraşütü! Keşke o kadar pahalı olmasa idi.. Yapmak istediklerim arasında, elbet bir gün!​



Ölüdeniz ile ilgili yazılan çizilenler arasında ilgi çekici olan, buraya adını veren efsanelerdir. Her biri ağızdan, ağıza değiştirilerek gelsede ana tema hep aynı kalmış. Ben iki tane benzer olanı birleştirip bir efsane oluşturdum
Buyrun ;



Artık toplanma vakti, pılımızı pırtımızı ve çöplerimizi toplayıp motora yükledik... Deniz kenarına inip biraz yamaç paraşütçülerini izlemek ve bir iki güzel görmek var sırada
Eğer ki buralarda tekne turu, yamaç paraşütü vb. bir aktiviteye katılacaksanız mutlaka ama mutlaka sıkı bir pazarlık yapın! önceki senelerde geldiğim de 15 milyon olan tekne turuna, kişi başı 8 YTL 'ye çıkmıştım.. Tabii çıkılan sezon ilede alakalı (Eylül Başı) ancak turistlere özel tarife çılgınlığı burada da söz konusu.. Siz yinede pazarlık yapmadan binmeyin derim...






Yola devam.. Yol ayrımlarında kahverengi tabelalar en çok hangi yönü gösteriyorsa o tarafa ilerliyorum.. Sıcaklık çıldırmış durumda, 50 dereceye yakın.. Geçen 2007 senesinin Haziran-Temmuz sıcağını hatırlarsınız sanırım... yine de kaskım ve montum üzerimde... Havuzlu bir benzin istasyonu ile ilk defa karşılaşıyorum.. Yola devam etmek zorunda olmasam atacaktım kendimi.. Zaten fazla da gidemiyorum, o kadar sıcak ki, bir ağacın gölgesinde, motorun tepesinde sızıp kalıyorum.. Uyanınca da bari uyuduğum gibi fotoğraf ta çekiyim diyorum..



...derken otostop çekerek yürüyen biri geçiyor.. Selam verip çağırıyorum.. Biraz sohbet ediyoruz, otostop ile Bodrum'a gidiyormuş.. Turizmci.. Sürekli otostop ile yol alıyor.. Dinlenceden sonra onu yoluna uğurluyor bende yollara düşüyorum...

PATARA...
Hep adını kum tepelerinde koşan atlarla duyduğum uzunca bir sahil şeridi.. Artık atlarla develerle gezmek yasaklanmış.. Dalıyorum sapaktan içeri... O da ne? Giriş sanırım ücretli derken, günlerden de Çarşamba iken, "Halk Günü" münasebetiyle Çarşambaları girişin ücretsiz olduğunu öğreniyorum.. Bahtım açık bahtım


Girişte elinde plaj çantasıyla teyze arkasına baka baka gidiyor.. "Birileri beni şu 5 km 'lik yolu götürsün de yürümekten kurtulayım" der gibi baktığı için es geçemedim.. Kendisi yolculuk boyunca ilk misafir yolcum oldu ama son değildi.. İlginç misafir yolcularla karşılaşacaksınız

Buraların asıl sahibi kaplumbağlar da, asfaltta gazlıyorlardı..

Patara doğal bir koruma alanı ve carettaların doğal yavrulama mekanlarından biri olduğundan, hiç bir yapı tesis ve ticari girişime izin yok! Ancaaak, aklı çalışan birinin girişimleri sonucu Patara muhtarlığını alıp, bunu muhtarlık nezdinde yaparsa ortaya çıkan tablo aşağıda ki gibi olur




Alabildiğine kumsal, inanılmaz bir güzellikte..
Karnımı ilginç bir ballı,muzlu,çikolatalı gözleme, evet evet aynen böyle bir gözleme ile doyuruyorum.. Yedikten sonra düz kum tepesine bile tırmanabileceğimi düşünmeye başlamıştım Enerji son sürat




Bu mistik havası olan yerde, bir anda kendimi uyurken buldum..
45 dakika o armut'un içine sarmal bir vaziyette uyumuşum..
Etrafı seyredip olaya kültürel yaklaşmak üzere demir alacağım içlere doğru..







Patara, Antik ve önemli bir liman kentiymiş, İskender ile savaşmadan kapılarını açan kent iyi durumda kalabilmiş.. Denizden esen sert rüzgarlar vb. doğal sebeplerle taşınan kumlar limanı doldurarak kenti bir bataklık görünümüne bürümüş.. Sineklerden geçilmez olmuş ve kentin önemini yitirmesiyle halk kenti terk etmiş.. Olayın kısaca özeti bu.. Ancak öyle bir mit varki, mitolojide gördüğüm en ilginç olanlarından biri hemen aktarıp, kum tepelerinden arta kalan tarihi mekan resimlerini sizlerle paylaşacağım..


Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine
Antik çağda "Işık Ülkesi" olarak nitelendirilen Patara da, halen kazı çalışmaları devam ediyor, Antik tiyatrosu, tepenin yamacına kurulu.. Akustik deneme videosu da çektim, patlattım aklıma ilk gelen şarkıyı fırsat bulursam o videoları da paylaşırım..








Pataradan ayrılıyorum, İstikamet KAŞ..
Patara-Kalkan arası Yeşilköy beldesi var, burada durup fotoğraf makinesinin kartını cd ye aktarmam lazım.. Kaş 33 km ileride...


Yeşilköy'ün hemen bitimi Kalkan başlıyor, Akbel mevkii olarak geçen burada daha önceki yıllarda olan depremlerden sonra yapılan "Deprem Konutları " mevcut..

Gezinin başında yazdığım ["Daha önce Ege-Akdeniz gezisi yaptığım arkadaşım Olympos'ta eşiyle birlikte balayında.. Onlarla beraber yudumlamak için çok sevdiğim Şirince Karadut aromalı şarabı alıp, uyku tulumumun içine sıkıştırıyorum.. "] arkadaşım Olympos'ta kalmayıp Fethiye ye geçiyorlar, ve tam ben bu fotoğrafları çektirirken telefonum çalıyor. az önce otobüsle geçmişler "Garip bi motorun üstünde resim çektiren sen miydin?" diyerek hızlı geçen otobüsün içinden bu şekilde tanımlamışlar

Bu abimiz Rus.. Bir çok kişi tanıyormuş sanırım bu abimizi.. Rus malı motorların parçalarını getirip burada toplayıp imal ediyor.. 2,000-3,000 YTL civarına da sıfır gibi satıyor.. Her türlü servis bakımını da yapıyor.. Bu motorlar dan İngiltere'ye bile gönderdiğini söyledi.. Meraklısı için iletişim bilgilerinide aldım..







Kalkan'dan manzaralar..


Bu viraja fazla hızlı girmemden ötürü, virajı alamayarak yolun dışına savruldum, yol kenarında bulunan dükkan sahipleri düşmemi seyretmek için hazırdılar, zira hızla gelip kum birikintisine girmeden durabildim.. Bir alkış tufanı koptu Meğer o virajı alamayıp, benim gibi yolun dışına (yani dükkanlarının önüne) savrulan motorcular sürekli düşüyormuş, bilen yerli zaten yavaş giriyor, bilmeyen ben gibiler ise düşüyor, ben düşmeyen nadir motorculardan olmuşum.. Alkış ise bundan dolayıymış Ben fotoğraf çekiyim deyince hepsi bir çırpıda dağıldı dükkanlarına.. Bende virajı fotoğrafladım..

Kendimce fotoğraf makinesiyle bir iki manzara dansı ediyorum..



...ve meşhur Kaputaş Plajı,
Bu yolun açılması çalışmalarında, hayatını kaybeden işçilerimizin isimleri! Rahmetle anıyoruz...






Mavi Mağara
hani nerde?
aşağıda!
indim baktım, ama dalmak lazım


Akşam karanlığı çöktü ve ben Kaş sınırlarına girdim..
Kaş'a gelmeden 1 km uzaklıkta ki bir koyda kamping alanını görünce, fiyat sormak için içeri girdim.. Bir muhabbet başladı, oraya Ankara dan eski kasa bir mersedesle gelen ekiple kahkahalar ile orada çadır kurmaya karar verdim.. İlk ve tek konaklamaya para verdiğim yer işte burası; 5 YTL Henüz başıma geleceklerden habersizim... Maceralı bir gece yaşadım burada.. uyku? Sabaha karşı 1-2 saat uyumuşumdur...


Keçi kılından yapılma büyük çadır'ı görünce, çadır kurmama gerek yok diye düşünerek uyku tulumumu köşeye serdim, herşeyi hazırladım, Kaskı da üstüne bıraktım... Bir şey olmaz diye düşünerek... O sırada karşı tarafta minübüs ile mangal rakı muhabbeti yapan pala bıyık abiler var Her şey gayet normal.. Ortamı bu şekilde bırakıp, motor ile merkeze gittim..




sonra döndüm..,
Karşılaştığım manzara şu;
Ablanın biri benim uyku tulumunun üzerinde yatmış, Kask 5 mt ilerde yere yuvarlanmış.. Kadına seslenerek uyandırmaya çalışsam da, sallasam da nafile, abla uçmuş, en direk pilot! Çekip yere atıcam ayıp olcak.. Neyse dedim sahildeki arkadaşların yanına gidiyim birazdan bakarım çaresine.. Tam oturdum bir bağrış çağrış ve motor sesleri.. Bi motor dağa tırmanışa geçmiş, arkazında bir kız çocuğu, arkasından 2 tane motor takipte.. Burası tam dallas'a döndü.. Meğer veletler kızı kovalıyormuş, diğer köyden çocuk kızı dağa kaçırmış Bunlarda peşine.. Geldiler yanımıza da onlar anlattı..

Bizimkiler votka ikram edince bende Deniz & Mehmet'e getirdiğim Şirince şarabını onlara ikram ettim.. Onlarda outdoor meraklısı, her sene bu tarz bir gezi aktivitesi yapıyorlarmış.. Dalyan'ın ilerisinde bulunan Günlüklü kamping alanında tatil yapmak için çıkmışlar yola, geze geze gidiyorlar.. Benim uğramadığım bir nokta ama binlerce çadır kuruluymuş ve 1-2 YTL ye kalınıyormuş, yani çok ucuz! Aklıma yazdım hemen tabii..

Hepsi alem adamlar,





Sonra ikinci macera başlıyor..
Sivil bir araba sahile yakın gelip ani frenle duruyor..
"Siz kimsiniz, ne arıyorsunuz burada" vs.vs. sorularıyla başlıyorlar gelmeye, siz kimsiniz diyorum "Kimlikler, polis" cevabı.. Kimliğini göstermeden kimlikleri vermeyince biraz dalaşır gibi oluyoruz, O kimliğini gösteriyor bizde kimlikleri veriyoruz.. Kısa bir kontrolden sonra şöyle bi araç geçtimi, böyle bi araç geldimi gibi sorular soruyorlar.. Bende fırsattan istifade benim uyku tulumuna salça olan, kaskımı fırlatan kadından bahsediyorum.. Polisleri kadının başına sardım ama kadın sizce uyandı mı? hayır ama bir kova suyu üstüne dökünce kadın biraz kendine gelir gibi oldu.. Pala bıyıklı abiler biz kadını tanımıyoruz demeye başladı, halbuki beraberlerdi.. vs.vs. uzadı gitti mevzu polisler gitti, olay bitti!..

Biz uyanık kalan Ömer ile sohbete devam.. Gün ağırmaya başlayınca o balık tutmak üzere oltasını alıp gitti.. Ben sahilde biraz dingin denizin sesiyle enginlere daldım.. Sonra hamakta bir saate yakın kestirebilmişim..




Yarın yine güzel bir güne uyanmak var!

Devam Edecek...
 

Ynt: "Türkiye'nin Yarısı: Kıyıları" 4500 Km Scooter ile Yol Hikayesi

İşte anlatmak istediğimiz bu.Düşük hacimli motorlarlada bu tür tatiller ve seyahatler yapılabilir.Eline,ayağına,gözüne sağlık.
 

Ynt: "Türkiye'nin Yarısı: Kıyıları" 4500 Km Scooter ile Yol Hikayesi

Mobyletteboy' Alıntı:
İşte anlatmak istediğimiz bu.Düşük hacimli motorlarlada bu tür tatiller ve seyahatler yapılabilir.Eline,ayağına,gözüne sağlık.
Teşekkür ederim,
...yeri gelmişken sizin maceranızı da keyifle okudum ve hatta raporun bir kısmında sizinle ilgili bahsi geçen bölüm bile mevcut.. Zira raporun devamında Mobylette ile ilgili maceram var..
Selamlar..
 

Ynt: "Türkiye'nin Yarısı: Kıyıları" 4500 Km Scooter ile Yol Hikayesi

6. Gün; 2 Temmuz 2007


Bugün Kaş'tan Olympos'a kadar yol alacağız...
Bir iki saatlik uykuya rağmen gayet dinç gördüm kendimi, yolcuğun felsefesi bu oldu sanki “Az uyku: çok yol!”


EnduroClub , motorlar etrafında birleşmiş bir dostluk merkezi, Türkiye’nin neresinde olursanız olun, EC dostluğunun merkezinde buluyorsunuz kendinizi.. Arif (extralit) ziyaretime geliyor.. Sanki ben ev sahibiyim gibi yayılsam da, mekan onun Bir iki sohbet ediyoruz, gece olan maceralarımı anlatıyorum... Demre'den Zekeriya abinin Kaş'ta olduğunu öğreniyorum.. Giderken dükkanına uğramak üzere vedalaşıyoruz..


Çok geçmeden Zekeriya abi geliyor, sohbet sonrası pılımı pırtımı topluyorum, şanslıyım Demre'ye kadar beraber yolculuk edeceğiz.. Demre'ye yollanmadan Arif abiye uğruyoruz.. "extralit" 'in nereden geldiğini böylece anlamışta oluyorum, Extra İletişim" Avea bayii




Yola koyuluyoruz, önde Zekeriya abi arkasından ben, çeşme başı su molasından sonra yola paralel giden köy içinden geçiyoruz.. Kaskın çene açık, gözümde gözlük yol alırken, aynamın gözüktüğü resmi çektikten hemen sonra, bir cisim aniden üzerime geliyor, kafamı eğiyorum "Tak" diye bir ses geliyor.. Ucuz atlattım, kaskıma çarpıp uçtu gitti herhalde diye düşünüyorum..



Demre'ye tepeden bakmak için duruyoruz, bir iki fotoğraf çekip devam edeceğiz.. Bu şirine de Zekeriya abinin kızı, zor bela fotoğrafını çekebiliyorum.. Manken hanım fotoğraf çekilmekten pek bir rahatsız oluyor





Kaskımı takıp devam edeceğim sırada minik serçenin 5-10 km'dir, benimle beraber kafamda geldiğini fark ediyorum.. Oraya nasıl girdiğine akıl sır erdiremedim.. Kafamı şans eseri refleks olarak eğmem ile birlikte yüzüme çarpma olasılığını, bertaraf etmiş olduğum kesin.. Ne şans..

Demre Hakkında;





Zekeriya abinin dükkana vardık, aç olan karnımızı doyurduk ve tek motor gezintiye çıktık.. Demre sahilleri, Sülüklü plajı ve soğuk derelerinden, patara benzeri minik kum tepelerinden, çiçeklerinden bir iki görüntü aktaralım hemen...













Son bir veda fotosu çekerek ayrılıyorum Zekeriya abinin yanından, herşey için bir kez daha teşekkürler!

Noel Baba'yı uzaktan bakıyor, Myra şehri kalıntılarını ise es geçiyorum, zira yıllar önce arabayla yaptığım Ege-Akdeniz turu esnasında görmüştüm...

Demre'nihn çıkışında Protein deposu Mavi Yengeç yazan bir mekan var.. Önceden de görmüş sapa bir noktada olduğu için durup merakımı giderememiştim.. İçeri giriyor, "Mavi Yengeç" ile hem canlı hemde pişirilmeye hazır olan haliyle tanışıyorum.. Mavi Yengeç ile ilgili birde video çekimi yaptım, Gün sonu videolarından izleyebilirsiniz..







Kefallerle de tanışmayı ihml etmedim tabii, ekmek sever olduklarını herkes bilir... Bir yarım ekmek attım, anında götürdüler.. Kefal bu herşeye atlar, ciğer sakatat atsanız bile yer..

Hangi sitede çıkacağız sorusuna Adisyonlu cevap veriyorum hemen

Demre ~ Finike arası yine dinamit ile patlatılarak açılmış yollardan... Arabayla geldiğimde bu yolun genişletme çalışmaları devam ediyordu, sene 2002 civarı..

Bu Finikeli emmi, benim ilk motor kullanmayı öğrendiğim kısaca Mopet dediğimiz Mobylette ile yolda kalmış.. Elinde götürüyor idi, Lastiği patlak.. Mopet'leri hiç yabana atmamak lazım, çıkartabileceği belli başlı bir iki sorun var ve onlarda kolayca halledilebiliyor.. İki tekerlekli ve gidiyor.. Demek ki bununla da uzun yol yapılabilir?
Ertuğrul Ortaç (www.ortac.net) abimizden alıntı olarak Mobylette ile ilgili bir bilgiyi aktarmakta faide görüyorum.. Zira bu eminim çok ilginizi çekecek..


Şimdi önümdeki Mobylette'ye dönelim Belki minik bir patlaktır, şişirince idare eder diyerek, pompamı çıkartıyor şişiriyorum.. ama nafile.. Kımıldamıyor bile.. sonrasında Finikeli Emmi ile aramızda geçen diyalog ;

- Dayı, bu patlak büyük, pompa ile olmayacak bu iş
- heeee
- hee yaa, olmuyor.. Sen ne kadar zamandır elinde götürüyorsun motoru?
- 20 dk oldu
- Kimse durmadı mı? yardım etmek için, işaret edip, kamyonet falan durdursaydın
- yok kimse durmadı
- ee peki ne yapacaksın?
- elde götürcem, mecbur
- Finike kaç km buradan?
- 15 km
- bayağda varmış, elde gitmez bu dayı, hele dur bi şey deniycem...


...derken, benim ortadaki çantayı koydum yere,
benim kamyoneti orta sehpaya da aldım,
Mopet'i tuttuğum gibi, benim kamyonetin ortasına attım,
sağlam bir kementi motorun altından dolandırdım,
yetmedi Finikeli emmi'yi de arkaya attım,
çantayı da kucağına verdim,
15 km, 30-40 km süratle Finikeye vardım,
Ortaya çıkan tablo;





65 kg ben, 90 kg dayı rahat var, 60 kg Mobylette, 10-15 kg'da eşyalar, 230 kg toplamda ağırlığı taşıyabildiği için, motorumu bir kez daha sevgiyle kucakladım 132 kg kendi ağırlğını hesaba dahil etmek istemedim, ayıp olmasın diyerek
Finikeli abimizi sağ salim memleketine bıraktıktan sonra, kamyoneti, scooter formuna sokup yoluma devam ediyorum.. Artık Finike'deyiz... İstikamet Olympos..



Olympos'a normal şartlar altında Kumluca istikametinden gidilip, Adrasan, Çavuşköy, Olympos tabelalarından saparak ulaşılmakta.. Ama ben normal miyim? hayyıırrrrr... O yüzden Ocak 2006 kış tarihlerinde, Nezih(harduro) abi ile, MotoAslako- Aslan abimin KLR250'lerini kiralayıp keşif turları yaptığımızda, Finike tarafından Olympos'a çıkan, keşfettiğimiz yolu kullanıyorum... Karanlıkta bastırmaya başladı, yolun giriş kısmı biraz karışık ve bozuk ama hatırlamakta fazla zorlanmıyorum.. Yalnız "Yolun Üç Hali" tezimi burada görüntülüyorum..
1-


2-


3-

Şimdi bu aşağıdaki resim şöyle oluştu,
aaaa Gelidonya Feneri,
hemde Korsan koyuu varmış..
dur biii tabela resmi çekeyim,
...diyerek hızla ayaklığı açıp motoru öylece bırakıyorsunuz, zeminin eğikliği motoru 10 saniye ayakta tutacak şekilde ayarlı.. Ben makineyle fotoğraf çekerken, motor düşmekle meşguldü.. O düştü, bende tetiği düşürdüm..

Durum bilgisinden sonra, çevre bilgisi vermekte yarar görüyorum.. Zira karanlıkta hiç bir şey göremeyeceğimin farkında olmama rağmen ilerliyorum..

Gagai Antik kenti, çalıların arasında kalmış, hiç bir kazı yapılmamış bir kentdir..




Ayrıca burada bulanan bir batıkta var.. Elbet bir gün, karadan gezdiğim kıyıları denizden de aşarım... Onu da tahmin ediyorum, 9.9 beygirlik bir bot ile yaparım

Şu korsan koyuna gecede olsa gidip baktım, tabii fotoğraflar karanlıktan çıkmadı.. Gündüz olsaydı Gelidonya Feneri'ne yürüyecektim, harika olurdu.. Neyse bir daha ki sefere.. Karanlıkta yön bulmak çok daha güçleşiyor, virajlı yollar ise gerçekten daha da tehlikeli oluyor.. Çavuşköy'ü geçip Olympos sapağına varıyorum...



İki sene üst üste geldiğim Olympos'ta tek kaldığım bir yer olan "Lemon Pansiyon" a varıyorum.. Kadir ve Türkmen ağaç evleri bilir herkez, kaldığım yerlerde ben pek sevmem kalabalığı, grültüyü.. O yüzden sessiz sakin mekanlar tercih ederim, istersem de gider kalabalığa karışır, en gürültü mekana girer ama istediğim anda sessiz sakin mekana atarım kendimi.. Bu arada benim şaftım kaymış bir haldeyim yorgunluktan..




- Ahmet abi, senin bahçeye çadır kuracağım,
- Ne uğraşıcan çadırla, bak ben şu çardakta yatıyorum, sende yanındakine kıvrılıver




- ee benim karnım da aç
- amma masraflısın bee, bu saatte yemek yok
- Ahmet abi, benim karnım aç
Allahtan yenge duyuyor bu muhabbetimizi de, ekmek arası domates-peynir yapıyor bana, afiyetle yiyorum..
- Ümit, her yediğin haltın fotoğrafını çekiyon mu hep böyle?
- hepsini değil
- ...alem adamsın



Motoru sabah güneş görmeyecek şekilde park'a koyuyor, Çardakta ki misafir yaren ile birlikte uykuya dalıyorum... Çok yorgunum çoook.. sızıp kalmışım...






bugün de macera üstüne macera,
darısı yarının başına!..
yarın görüşmek üzere,
kalın sağlıcakla!..
 



Ynt: "Türkiye'nin Yarısı: Kıyıları" 4500 Km Scooter ile Yol Hikayesi

Çok güzel bir gezi ve rapor zaten. Bir de bunun skuterle olması ayrı güzellik.
Çok teşekkürler Tekilay.
_____________________
(Skuter kullanamayan Oğuz)