İznik e hiç gitmemiş gibi izledim-okudum elinizi sağlık çok keyif aldım.Bir kısım yerleri hiç görmediği mi farkettim buda yalnız gezmenin avantajlarından , grup olarak gidildiğin de işimize geldiği için ortak hareket ediyoruz,sonucunda da bazı yerleri yalnızca isim olarak biliyoruz.
Elbeyli'de tarlalar, zeytinlikler, çiçek açmış meyve ağaçları arasında epeyce bir yol aldıktan sonra, obeliske (dikilitaş) ulaştık. 12 metre yükseklikte, üçgen prizma şeklinde beş taşın üst üste konmasıyla oluşturulmuş, bir anıt mezar. Üzerinde Zeus Kartalı heykeli bulunan altıncı taş yokolmuş. Bu taşların bunca yıldır, tüm doğa olaylarına direnip, yıkılmadan ayakta kalabilmesi gerçekten şaşırtıcı..
Yunanca kitabe; 'C.Cassius Asclepiodotus'un oğlu 83 yıl yaşadı.' anlamındaymış. Anıtın toprak altında kalan kısmında ise bir mezar odası varmış.
Dönerken bir de 'Merdivenli Kaya'yı gördük, tesadüfen.. Kayalıklar düzeltilerek yapılmış, cenaze törenlerinin düzenlendiği bir alan, burası da...
İznik'te bir günün daha sonuna geldik.. Günün yorgunluğunun ardından, buranın ünlü köftecisi 'Yusuf' ta birer köfteyi hak ettik. Nefis köfteleri kaymaklı ekmek kadayıfı ile süsledikten sonra, sahilde göl manzarası eşliğinde bir gece geçirdik. İznik'e yolu düşecekler için Yusuf'a uğramadan geçmemeleri tavsiyemizdir.
Sabah, karavanın penceresinden böyle bir görüntüye uyanmak gerçekten harika bir şey...
İznik'in tarihi dokusunu ziyaretimizi burada noktalıyoruz. İznik, tarihi kadar, zeytini, gölü ve tabii ki çinileriyle de ün yapmış bir ilçe.. Bu günümüzü de çinicileri gezmeye ayırıyoruz.
Oldukça büyük emeklerle ortaya çıkarılan çinilere bakmaya doyamıyorsunuz. 900 derecede fırınlanan bu çiniler öylesine narin ki; fırındaki küçücük bir ısı değişimi özenle hazırlanmış çininin kırılmasına, parçalanmasına yol açıyormuş. Çintemani (Çin bulutu), insan dili, hak gözü, kalyon, hayat ağacı.. gibi ilginç isimleri var, motiflerin.. Bir de son zamanların gözdesi şans topları var.. Nazara karşı koruduğuna inanılan bu topları hemen her yerde görmek mümkün..
65 metreyi bulan derinliği ve 95 km. çevresi ile Türkiye'nin 5. büyük gölü olan İznik Gölü kenarındaki bu güzel, bu şirin ilçe gezmekten keyif alacağınız bir yöre..
İznik'ten ayrılırken; 'buraya tekrar gelme' isteği geçiyordu, ikimizin de içinden...
İznik'ten sonra, Osmaneli üzerinden Gölpazarı'na çevirdik, rotamızı.. Adında 'göl' kelimesi olmasına karşın, 'gölsüz' bir yer Gölpazarı. Ahaliden öğrendiğimize göre 50 yıl kadar önce büyükçe bir göl varmış, kurumuş..
Gölpazarı, Bilecik iline bağlı bir ilçe. Tarihi çok eskilere dayanan ilçe, zaman içinde Resulşel, Dönen, Akçaoba, Akçaova gibi isimler almış. Son olarak da bugün bulunmayan gölün kenarına kurulan pazara istinaden Gölpazarı olmuş.
Taraklı ve Göynük'ün gölgesinde kalmış veya ihmal edilmiş gibi.. Oysa burada da restore edilirse dikkat çekebilecek çok güzel eski konaklar var.
Merkezdeki Taşhan, 1318 de Mihal Gazi tarafından yaptırılmış. Bugün Belediyenin deposu olarak kullanılıyormuş.
Gece konakladığımız Gölpazarı'ndan, kahvaltı sonrası Taraklı'ya doğru yola çıktık. Çam ağaçları ve rengarenk çiçeklerle çevrili yolun güzelliği anlatılacak gibi değil.. Her dönemeçte karşımıza çıkan kır çeşmeleri, karların erimesiyle coşan, çağlayanlar yaparak akan dereler, çaykaralar.. Arasıra hoplayıp önümüzden geçen ve çalılıklar arasında kaybolan tavşanlar.. telaşla kaçışan sincaplar.. yol kenarında minik tilkiler.. Cıvıl cıvıl kuşlar.. Yeni uyanmaya başlayan doğa.. ve inatla direnen kar kümeleri...
Yolun güzelliği bizi öylesine oyaladı ki, bu 28 km.lik yolu üç saate yakın bir zamanda alabildik, ancak...
Taraklı'dayız.. Ankara-Adapazarı ve Bilecik arasında yeralan Taraklı, Geyve'ye bağlı iken 1987 yılında ilçe olmuş. Eski adı 'Dablar' olan Taraklı'nın tarihi M.Ö. 1000-2000 yıllarına dayanıyormuş.Eskiden hemen hemen herkesin tahta kaşık ve tarak yapmasından Tarakçı- Taraklı adını almış. 1289 dan beri de Osmanlı kültürünü günümüze taşımış..
Caddedeki cep telefonu, televizyon satıcısı mağazalar ve araçları hesaba katmazsanız; zaman öncesine yolculuk yapmış gibi hissedersiniz, kendinizi.. Söylendiği gibi; Taraklı'da zaman durmuş, adeta..
Bir reklamdaki 'Mümkünlü' kelimesi büfe, emlekçı, bakkal gibi işyerlerinin adı olarak tabelalarda..
Karagöl'ün bulunduğu yaylanın şu anda 3 metreye yakın karla kaplı olduğunu öğrendiğimizde, çıkma hevesimiz kursağımızda kaldı. Hava şartlarının uygun olduğu bir zamanda mutlaka çıkmak istiyoruz, çok methini duyduğumuz bu yaylaya..
Yunus Paşa Camii, 1517 yılında Yavuz Sultan Selim'in vezir-i azamı Yunus Paşa tarafından yaptırılmış. Halk arasında Kurşunlu Cami olarak anılıyor.
Taraklı evleri, Safranbolu, Beypazarı evleriyle benzeşiyor. Bazı evlerin 300 yıllık olduğu söyleniyor. Aslına uygun restore ve dizayn edilen konaklardan bazıları butik otel ve restoran olarak hizmet veriyor. Çakırlar, Kadirler, Hanımeli konakları gibi.. Bu konakların içini görmeniz için de bir ücret ödemeniz gerekiyor.
Çevresi 11 metre olan 700 yıllık dev çınar ağacı tescilli bir anıt ağaç. Bir ara yanma tehlikesi atlatmış, ancak fazla hasar almadan kurtarılmış.
Eski Gicik Hamamı ve Gelin Yutan Hamamı yerine çok modern bir termal tesisi inşa ediliyor.
Kurtuluş Savaşı sonrası, M.Kemal Atatürk'ün Taraklı'ya armağanı top, merkezdeki parkı süslüyor.
Gezdiğimiz Kadılar Caddesi üzerindeki bu evin kapısı ilgimizi çekti. Kapıyı fotoğraflarken, hiç istifini bozmayıp uyumaya devam eden bu kediciğin adı, sahibesinin söylediğine göre Osman'mış.. Gayri ihtiyari;
'Bir dönüm bostan.. Yan gel Osman..' diye mırıldandık..